١١١
وَلَوْ اَنَّنَا نَزَّلْنَا اِلَيْهِمُ الْمَلءِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَىْءٍ قُبُلًا مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا اِلَّا اَنْ يَشَاءَ اللّهُ وَلكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ
(111) ve lev ennena nezzelna ileyhimül melaikete ve kelemmehümül mevta ve haşerna aleyhim külle şey’in kubülem ma kanu li yü’minu illa ey yeşaellahü ve lakinne ekserahüm yechelun
velev biz onlara melekleri de indirseydik kendileri (ile) ölüleri konuşsaydı bütün varlıkları toplasaydık onların karşılarına bölükler halinde getirseydik (yine) iman edecek değillerdi ancak Allah dilemiş olsun lakin onların çoğu cahillik ederler
1. | ve lev | : ve eğer, olsaydı |
2. | enne-nâ | : gerçekten biz |
3. | nezzelnâ | : indirdik |
4. | ileyhim | : onlara |
5. | el melâikete | : melekler |
6. | ve kelleme-hum | : ve onlarla konuştu |
7. | el mevtâ | : ölüler |
8. | ve haşernâ | : topladık |
9. | aleyhim | : onları, onlara |
10. | kulle şey’in | : herşeyi |
11. | kubulen | : karşıları, karşılıklı olarak |
12. | mâ kânû li yu’minû | : inanacak değillerdi (olmadılar) |
13. | illâ | : …’den başka, hariç |
14. | en yeşâe allâhu | : Allah’ın dilemesi |
15. | ve lâkinne | : ve lâkin |
16. | eksere-hum | : onların çoğu |
17. | yechelûne | : cahillik ederler (ediyorlar) |
١١٢
وَكَذلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِىٍّ عَدُوًّا شَيَاطينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوحى بَعْضُهُمْ اِلىى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
(112) ve kezalike cealna li külli nebiyyin adüvven şeyatiynel insi vel cinni yuhiy ba’duhüm illa ba’din zuhrufel kavli ğurura ve lev şae rabbüke ma fealuhü fezerhüm ve ma yefterun
böylece her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yapmışızdır birbirlerine yaldızlı aldatıcı sözü telkin ederler eğer Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı onları iftira ettikleri şeylerle bırak
1. | ve kezâlike | : ve böylece |
2. | cealnâ | : kıldık |
3. | li kulli | : hepsine |
4. | nebiyyin | : peygamber |
5. | aduvven | : düşman olarak |
6. | şeyâtîne | : şeytanlar |
7. | el insi | : insan |
8. | ve el cinni | : ve cin |
9. | yûhî | : vahyederler |
10. | ba’du-hum | : onlardan bazısı |
11. | ilâ ba’dın (ba’du-hum ilâ ba’dın) |
: bazısına : (birbirlerine) |
12. | zuhrufe | : süslü, güzel |
13. | el kavli | : söz(ler) |
14. | gurûran | : aldatarak |
15. | ve lev | : ve eğer |
16. | şâe | : diledi |
17. | rabbu-ke | : senin Rabbin |
18. | mâ fealû-hu | : onu yapmazlardı |
19. | fe zer-hum | : öyleyse onları terket (bırak) |
20. | ve mâ | : ve şey |
21. | yefterûne | : iftira ediyorlar |
١١٣
وَلِتَصْغى اِلَيْهِ اَفْدَةُ الَّذينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَاهُمْ مُقْتَرِفُونَ
(113) ve li tesğa ileyhi ef’idetüllezine la yü’minune bil ahireti ve li yerdavhü ve li yakterifu ma hüm mukterifun
ahirete inanmayan kimselerin kalpleri ona meyledip yönelsin ondan razı olup hoşlansınlar onlar elde ettiklerini kazansınlar
1. | ve li tesgâ | : ve meyletsin |
2. | ileyhi | : ona |
3. | ef’idetu | : gönülleri |
4. | ellezîne | : ki onlar |
5. | lâ yu’minûne | : îmân etmezler, inanmazlar |
6. | bi el âhıreti | : ahirete |
7. | ve li yerdav-hu | : ve ondan razı olsunlar |
8. | ve li yakterifû | : ve kazansınlar |
9. | mâ hum mukterifûne | : onların kazandıkları şey(ler) |
١١٤
اَفَغَيْرَ اللّهِ اَبْتَغى حَكَمًا وَهُوَ الَّذى اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًا وَالَّذينَ اتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرينَ
(114) e fe ğayrallahi ebteğiy hakamev ve hüvellezi enzele ileykümül kitabe müfassala vellezine ateynahümül kitabe ya’lemune ennehu münezzelüm mir rabbike bil hakkı fe la tekunenne minel mümterin
ben Allah’tan başka hakem mi arayacağım? o (Allah) size genişçe açıklamış kitap indirmişken kendilerine kitap verdiğimiz kimseler bilirler şüphesiz bu kur’an Rabbinden hak olarak indirilmiştir şu halde sakın şüphe edenlerden olma
1. | e fe gayre allâhi | : artık, Allah’tan başka mı |
2. | ebtegî | : arayayım, arıyorum |
3. | hakemen | : bir hakem, hüküm veren |
4. | ve huve ellezî | : ve o ki |
5. | enzele | : indirdi |
6. | ileykum | : size |
7. | el kitâbe | : kitabı |
8. | mufassalan | : açıklanmış olarak |
9. | ve ellezîne | : ve onlar ki |
10. | âteynâ-hum | : onlara verdik |
11. | el kitâbe | : kitap |
12. | ya’lemûne | : biliyorlar |
13. | enne-hu | : onun ….. olduğunu |
14. | munezzelun | : indirilmiş |
15. | min rabbi-ke | : senin Rabbinden |
16. | bi el hakkı | : hak ile |
17. | fe | : o halde |
18. | lâ tekûnenne | : sen sakın olma |
19. | min el mumterîne | : şüphe edenlerden |
١١٥
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًا لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه وَهُوَ السَّميعُ الْعَليمُ
(115) ve temmet kelimetü rabbike sıdkav ve adla la mübeddile li kelimatih ve hüves semiul alim
Rabbinin kelimesi doğruluk ve adaletçe tamamdır o’nun kelimelerini değiştirecek yoktur o işiten bilendir
1. | ve temmet | : ve tamamlandı |
2. | kelimetu | : kelime, söz |
3. | rabbi-ke | : senin Rabbin |
4. | sıdkan | : doğru olarak, sadakatle |
5. | ve adlen | : ve adaletli olarak, adaletle |
6. | lâ mubeddile | : değiştirecek yoktur |
7. | li kelimâti-hi | : onun sözlerini, kelimelerini |
8. | ve huve es semîu el alîmu | : ve O, en iyi işiten, en iyi bilendir |
١١٦
وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِى الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَبيلِ اللّهِ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
(116) ve in tüti’eksera men fil erdi yüdilluke an sebilillah iy yettebiune illez zanne ve in hüm illa yahrusun
eğer yeryüzündekilerin çoğuna tabi olursan seni Allah yolundan saptırırlar onlar ancak zanna tabi olurlar onların (söyledikleri) yalnız yalan (ve) iftiradır
1. | ve in | : ve eğer, …olursa |
2. | tutı’ | : itaat edersin |
3. | eksere | : çoğuna |
4. | men fî el ardı | : yeryüzünde bulunan kimseler |
5. | yudıllû-ke | : seni saptırırlar |
6. | an sebîli allâhi | : Allah’ın yolundan |
7. | in | : eğer olursa, ancak …olur |
8. | yettebiûne | : tâbî olurlar, uyarlar |
9. | illâ ez zanne | : ancak zan |
10. | ve in | : ve eğer olursa, ancak …olur |
11. | hum illâ | : onlar ancak |
12. | yahrusûne | : yalan uydururlar |
١١٧
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَبيلِه وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدينَ
(117) inne rabbeke hüve a’lemü mey yedillü an sebilihi ve hüve a’lemü bil muhtedin
şüphesiz senin Rabbin o’dur yolundan sapanları en iyi bilen hidayeti bulmuş olanları da en iyi bilen o’dur
1. | inne | : muhakkak ki |
2. | rabbe-ke | : senin Rabbin |
3. | huve | : O |
4. | a’lemu | : en iyi bilir |
5. | men yadıllu | : sapan kimseyi |
6. | an sebîli-hi | : onun yolundan, kendi yolundan |
7. | ve huve | : ve o |
8. | a’lemu | : en iyi bilen |
9. | bi el muhtedîne | : hidayete erenleri |
١١٨
فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِايَاتِه مُؤْمِنينَ
(118) fe külu mimma zükirasmüllahi aleyhi in küntüm bi ayatihi mü’minin
o halde üzerine Allah’ın ismi anılarak kesilenlerden yeyin (Allah’ın) O’nun ayetlerine inanan mü’minlerseniz
1. | fe kulû | : o zaman yeyin |
2. | mimmâ (min mâ) | : o şeylerden |
3. | zukire ismu allâhi | : Allah’ın ismi anılan |
4. | aleyhi | : onun üzerine |
5. | in kuntum | : eğer …. siz iseniz |
6. | bi âyâti-hî | : onun âyetlerine |
7. | mu’minîne | : îmân eden kimseler (mü’min olan) |
Sayfa:142
١١٩
وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَاْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِ وَاِنَّ كَثيرًا لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَاءِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَدينَ
(119) ve maleküm ella te’külu mimma zükirasmüllahi aleyhi ve kad fassale leküm ma harrame aleyküm illa madturirtüm ileyh ve inne kesiral le yüdillune bi ehvaihim bi ğayri ilm inne rabbeke hüve a’lemü bil mu’tedin
size ne oluyor ki yemeyeceksiniz? üzerine Allah’ın ismi anılarak kesilen hayvanlardan üzerine nelerin haram kılındığı size tek tek açıklanmışken ancak ona kesin olarak murdar, muhtaç olduklarınız hariç şüphesiz çoğu bilgisizce hevalarına uyarak sapıtıyorlar muhakkak Rabbin haddi aşanları en iyi bilendir
1. | ve mâ lekum | : ve size ne oluyor |
2. | ellâ te’kulû (en lâ te’kulû) | : yememeniz, yemiyorsunuz |
3. | mimmâ (min mâ) | : o şeylerden |
4. | zukire ismu allâhi | : Allah’ın ismi anılan |
5. | aleyhi | : onun üzerine |
6. | ve kad fassale | : ve ayrı ayrı açıklamıştı |
7. | lekum | : size |
8. | mâ harreme | : haram kıldığı şey(ler) |
9. | aleykum | : size |
10. | illâ | : hariç |
11. | madturirtum (ma idturirtum) | : darda kaldığınız, mecbur kaldığınız şey(ler) |
12. | ileyhi | : ona |
13. | ve inne | : ve muhakkak |
14. | kesîren | : çok |
15. | le yudıllûne | : gerçekten dalâlette bırakıyorlar |
16. | bi ehvâi-him | : kendi hevesleri ile |
17. | bi gayri ilmin | : bir ilim olmaksızın |
18. | inne | : muhakkak |
19. | rabbe-ke | : senin Rabbin |
20. | huve | : o |
21. | a’lemu | : en iyi bilir |
22. | bi el mu’tedîne | : haddi aşanları |
١٢٠
وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُ اِنَّ الَّذينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ
(120) ve zeru zahiral ismi ve batineh innellezine yeksibunel isme seyüczevne bima kanu yakterifun
günahın zahiri ve batini olanlarını bırakın şüphesiz günah kazananlar kazandıkları şeyden dolayı cezalandırılacaklar
1. | ve zerû | : ve terkedin |
2. | zâhire el ismi | : açıkta olan günahı |
3. | ve bâtıne-hu | : ve onun gizli olanını |
4. | inne ellezîne | : muhakkak ki onlar |
5. | yeksibûne el isme | : günah kazanıyorlar |
6. | se-yuczevne | : yakında karşılık görecekler (cezalandırılacaklar) |
7. | bi-mâ | : …’den dolayı, sebebiyle |
8. | kânû yakterifûne | : kazanmış oldular |
١٢١
وَلَا تَاْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌ وَاِنَّ الشَّيَاطينَ لَيُوحُونَ اِلى اَوْلِيَاءِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ
(121) ve la te’külu mimma lem yüzkerismüllahi aleyhi ve innehu lefisk ve inneş şeyatiyne le yuhune ila evliyaihim li yücadiluküm ve in eta’tümuhüm inneküm le müşrikun
üzerine Allah’ın ismi anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin çünkü o fasıklıktır şüphesiz şeytanlar telkinde bulunurlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmeleri için eğer onlara itaat ederseniz muhakkak siz müşriklerden olursunuz
1. | ve lâ te’kulû | : ve yemeyin |
2. | mimmâ (min mâ) | : o şeylerden |
3. | lem yuzkeri ismu allâhi | : Allah’ın İsmi anılmayan |
4. | aleyhi | : onun üzerine |
5. | ve inne-hu | : ve muhakkak ki o |
6. | le fıskun | : gerçekten fısktır |
7. | ve inne eş şeyâtîne | : ve muhakkak ki şeytanlar |
8. | le yûhûne | : elbette vahyederler |
9. | ilâ evliyâi-him | : kendi dostlarına |
10. | li yucâdilû-kum | : sizinle mücâdele etmeleri için |
11. | ve in | : ve eğer, şâyet |
12. | eta’tumû-hum | : onlara itaat edersiniz |
13. | inne-kum | : muhakkak siz |
14. | le muşrikûne | : mutlaka müşrikler olursunuz |
١٢٢
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشى بِه فِى النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِى الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَا كَذلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرينَ مَاكَانُوا يَعْمَلُونَ
(122) e ve men kane meyten fe ahyeynahü ve cealna lehu nuray yemşi bihi fin nasi ke mem meselühu fiz zulümati leyse bi haricim minha kezalike züyyine lil kafirine ma kanu ya’melun
kendisini ölüyken dirilttiğimiz kimse insanlar arasında kendisine onunla yürüyeceği bir nur (ihsan) ettiğimiz (kimse) karanlıklar içinde (kalarak) onlardan (bir türlü) çıkamayan kimse gibi olur mu? böylece kafirlere yaptıkları işler süslü gösterildi
1. | e ve men | : ve o kişi, kimse… mi? |
2. | kâne meyten | : ölmüş olan, ölü iken |
3. | fe ahyeynâ-hu | : böylece onu dirilttik |
4. | ve cealnâ | : ve kıldık, yaptık, verdik |
5. | lehu | : ona |
6. | nûren | : bir nur |
7. | yemşî | : yürür |
8. | bi-hî | : onunla |
9. | fî en nâsi | : insanlar içinde, arasında |
10. | ke men | : o kimse gibi |
11. | meselu-hu | : onun meselesi, durumu |
12. | fî ez zulumâti | : karanlıklar içinde |
13. | leyse bi-hâricin | : çıkacak değil, çıkamayacak olan |
14. | min-hâ | : ondan, oradan |
15. | kezâlike | : işte böyle, böylece |
16. | zuyyine | : süslü, güzel gösterildi |
17. | li el kâfirîne | : kâfirlere |
18. | mâ kânû ya’melûne | : yapmış oldukları şeyler |
١٢٣
وَكَذلِكَ جَعَلْنَا فى كُلِّ قَرْيَةٍ اَكَابِرَ مُجْرِميهَا لِيَمْكُرُوا فيهَا وَمَا يَمْكُرُونَ اِلَّا بِاَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
(123) ve kezalike cealna fi külli karyetin ekabira mücrimiha li yemküru fiha ve ma yemkürune illa bi enfüsihim ve ma yeş’urun
böylece her karyenin büyüklerini mücrimlerden yaptık orada hile yapsınlar halbuki onlar (hilelerini) ancak kendi nefislerine yapıyorlar (bunun) şuurunda bile değiller
1. | ve kezâlike | : ve işte böylece |
2. | cealnâ | : kıldık, yaptık |
3. | fî kulli karyetin | : her kasabada, şehirde |
4. | ekâbire | : önde gelenler, liderler |
5. | mucrimî-hâ | : onun günahkârları |
6. | li yemkurû | : hile yapsınlar diye (yapmaları için) |
7. | fî hâ | : orada |
8. | ve mâ yemkurûne | : ve hile yapamazlar, aldatamazlar |
9. | illâ | : ancak, …’den başka |
10. | bi enfusi-him | : kendilerini |
11. | ve mâ yeş’urûne | : ve bunun şuuruna varmazlar, farkında değiller |
١٢٤
وَاِذَا جَاءَتْهُمْ ايَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّى نُؤْتى مِثْلَ مَا اُوتِىَ رُسُلُ اللّهِ اَللّهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُ سَيُصيبُ الَّذينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّهِ وَعَذَابٌ شَديدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ
(124) ve iza caethüm ayetün kalu len nü’mine hatta nü’ta misle ma utiye rusülüllah allahü a’lemü haysü yec’alü risaleteh seyüsiybüllezine ecramu sağarun indellahi ve azabün şedidüm bima kanu yemkürun
onlara bir ayet geldiği zaman dediler biz asla iman etmeyeceğiz hatta Allah’ın resullerine verilen aynen bize de verilmedikçe Allah risaletini nereye (kime) vereceğini çok iyi bilir o suç işleyen kimselere Allah katında aşağılık horluk isabet edecek hem de pek şiddetli bir azap (isabet edecek) hile kurduklarından dolayı
1. | ve izâ | : ve, olduğu zaman |
2. | câet-hum | : onlara geldi |
3. | âyetun | : bir âyet |
4. | kâlû | : dediler |
5. | len nu’mine | : asla îmân etmeyiz |
6. | hattâ | : oluncaya kadar, … olmadıkça |
7. | nu’tâ | : bize verilsin |
8. | misle | : gibi, aynısı |
9. | mâ ûtiye | : verilen şey |
10. | rusulu allâhi | : Allah’ın elçileri, resûlleri |
11. | allâhu | : Allah |
12. | a’lemu | : en iyi (çok iyi) bilir |
13. | haysu | : hangisine, kime |
14. | yec’alu | : yapar, kılar, verir |
15. | risâlete-hu | : risaletini, elçiliğini |
16. | se yusîbu ellezîne | : yakında isabet edecek ki onlar |
17. | ecremû | : cürüm işlediler, günah işlediler |
18. | sagârun | : küçüklük, zelillik, aşağılık, zillet |
19. | inde allâhi | : Allah’ın yanında, huzurunda |
20. | ve azâbun | : ve bir azap |
21. | şedîdun | : şiddetli |
22. | bi-mâ | : …’den dolayı, sebebiyle |
23. | kânû yemkurûne | : hile, sahtekârlık yapmış oldular |
Sayfa:143
١٢٥
فَمَنْ يُرِدِ اللّهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِى السَّمَاءِ كَذلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذينَ لَا يُؤْمِنُونَ
(125) fe mey yüridillahü ey yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islam ve mey yürid ey yüdilehu yec’al sadrahu dayyikan haracen ke ennema yessa’adü fis sema’ kezalike yec’alüllahür ricse alellezine la yü’minun
Allah kimi hidayete erdirmek isterse onun sadrını islam’a açar kimi de sapıklıkta bırakmak isterse onun sadrına darlık verir sanki (nefesi) sıkışır semaya çıkacak sanırsın böylece Allah iman etmeyeceklerin üzerlerine murdarlık bırakır
1. | fe men | : artık kim(i) |
2. | yuridi allâhu | : Allah diler |
3. | en yehdiye-hu | : onu hidayete erdirmek |
4. | yeşrah | : yarar, açar |
5. | sadre-hu | : onun göğsünü |
6. | li el islâmi | : İslâm’a, teslime |
7. | ve men | : ve kimi |
8. | yurid | : diler |
9. | en yudılle-hu | : onu dalâlette bırakmak |
10. | yec’al | : kılar, yapar |
11. | sadre-hu | : onun göğsünü |
12. | dayyikan | : dar, daralmış |
13. | haracen | : sıkıntılı |
14. | ke ennemâ | : sanki, gibi |
15. | yassa’adu | : (nefesi daralır bir şekilde) yükseliyor |
16. | fî es semâi | : semâda |
17. | kezâlike | : işte böyle, böylece |
18. | yec’alû allâhu | : Allah kılar, yapar |
19. | er ricse | : pislik, azap, ceza |
20. | alâ ellezîne | : onların üzerine |
21. | lâ yu’minûne | : îmân etmezler |
١٢٦
وَهذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَقيمًا قَدْ فَصَّلْنَا الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
(126) ve haza siratu rabbike müstekıma kad fessalnel ayati li kavmiy yezzekkerun
bu Rabbinin doğru yoludur gerçekten ayetleri düşünen kavim için açıklamışızdır
1. | ve hâzâ | : ve bu |
2. | sırâtu rabbi-ke | : senin Rabbinin yolu |
3. | mustekîmen | : istikametlenmiş, yönlendirilmiş (Allah’a götüren) |
4. | kad fassalnâ | : ayrı ayrı açıklamıştık, açıkladık |
5. | el âyâti | : âyetler |
6. | li kavmin | : bir kavim (topluluk) için |
7. | yezzekkerûne | : tezekkür ediyorlar |
١٢٧
لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
(127) lehüm darus selami inde rabbihim ve hüve veliyyühüm bima kanu ya’melun
onlara Rabbleri katında selamet yurdu vardır (Allah) o onların dostudur yaptıkları hayırlı amellerden dolayı
1. | lehum | : onlar için vardır, onlarındır |
2. | dâru | : diyar, yurt |
3. | es selâmi | : selâm, selâmet, teslim |
4. | inde | : katında, yanında |
5. | rabbi-him | : onların Rabbi, Rab’leri |
6. | ve huve | : ve O |
7. | veliyyu-hum | : onların velîsi, dostu |
8. | bi-mâ | : …’den dolayı, sebebiyle |
9. | kânû ya’melûne | : yapmış oldular |
١٢٨
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَميعًا يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِ وَقَالَ اَوْلِيَاؤُهُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَا اَجَلَنَا الَّذى اَجَّلْتَ لَنَا قَالَ النَّارُ مَثْويكُمْ خَالِدينَ فيهَا اِلَّا مَا شَاءَ اللّهُ اِنَّ رَبَّكَ حَكيمٌ عَليمٌ
(128) ve yevme yahşurühüm cemia ya ma’şeral cinni kadisteksertüm minel ins ve kale evliyauhüm minel insi rabbene stemtea ba’duna bi ba’div ve belağna ecelenellezi eccelte lena kalen naru mesvaküm halidine fiha illa ma şaellah inne rabbeke hakimün alim
o gün onların hepsini bir araya toplayacağız ey cin topluluğu muhakkak insanlara çok şey yaptınız insanlardan olan dostları der ey Rabbimiz biz birbirimizden faydalandık bizim için o takdir ettiğin ecelimize eriştik buyurur ateş sizin varacağınız yerdir orada ebedi olarak kalacaksınız ancak Allah’ın dilediği kimse hariç şüphesiz senin Rabbin hikmet sahibi bilendir
1. | ve yevme | : ve (o) gün |
2. | yahşuru-hum | : onları toplar |
3. | cemîa | : hepsini |
4. | yâ ma’şere el cinni | : ey cin topluluğu |
5. | kad isteksertum | : sayınızı arttırdınız |
6. | min el insi | : insanlardan |
7. | ve kâle | : ve dedi |
8. | evliyau-hum | : onların dostları |
9. | min el insi | : insanlardan |
10. | rabbe-nâ | : Rabbimiz |
11. | istemtea ba’du-nâ bi ba’din | : bazımız bazısından (birbirimizden) metalandı, faydalandı |
12. | ve belagnâ | : ulaştık, eriştik |
13. | ecele-nâ ellezî | : bizim ecelimiz, zamanımız sonu ki o |
14. | eccelte | : senin takdir ettiğin zaman, o zamanı sen taktir ettin |
15. | lenâ | : bizim için, bize |
16. | kâle | : dedi |
17. | en nâru | : ateş |
18. | mesvâ-kum | : sizin barınacağınız yer |
19. | hâlidîne | : ebedî kalacak olanlar |
20. | fî-hâ | : orada |
21. | illâ | : hariç, dışında |
22. | mâ şâe allâhu | : Allah’ın dilediği şey |
23. | inne | : muhakkak ki |
24. | rabbe-ke | : senin Rabbin |
25. | hakîmun | : Hakîm, hüküm ve hikmet sahibidir |
26. | alîmun | : en iyi bilendir |
١٢٩
وَكَذلِكَ نُوَلّى بَعْضَ الظَّالِمينَ بَعْضًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
(129) ve kezalike nüvelli ba’daz zalimine ba’dam bima kanu yeksibun
böylece biz zalimlerin bazısını bazısına dost ederiz kazandıkları sebebi ile
1. | ve kezâlike | : işte böylece |
2. | nuvellî | : döndürürüz, çeviririz |
3. | ba’da ez zâlimîne | : zalimlerin bir kısmını |
4. | ba’dan | : bir kısmına |
5. | bi-mâ | : …’den dolayı, sebebiyle |
6. | kânû yeksibûne | : kazanmış oldular |
١٣٠
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَاْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ ايَاتى وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَاءَ يَوْمِكُمْ هذَا قَالُوا شَهِدْنَا عَلى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِرينَ
(130) ya ma’şeral cinni vel insi e lem ye’tiküm rusülüm minküm yekussune aleyküm ayati ve yünziruneküm ligae yevmiküm haza kalu şehidna ala enfüsina ve ğarrathümül hayatüd dünya ve şehidu ala enfüsihim ennehüm kanu kafirin
ey cin ve ins topluluğu içinizde size peygamberler gelmedi mi? benim ayetlerimi size anlatanlar ve bu gününüzün gelip çatacağını (söyleyerek) sizi uyaranlar biz kendi nefsimizin aleyhinde şahitlerdik diyecekler dünya hayatı onları aldattı gerçekten onlar kafir olduklarına kendi aleyhlerinde kendileri şahit oldular
1. | yâ ma’şere el cinni | : ey cin topluluğu |
2. | ve el insi | : ve insan |
3. | e lem | : olmadı mı? |
4. | ye’ti-kum | : size geldi |
5. | rusulun | : resûller, elçiler |
6. | min-kum | : sizden, içinizden |
7. | yakussûne | : anlatıyorlar |
8. | aleykum | : size |
9. | âyâtî | : âyetlerim |
10. | ve yunzirûne-kum | : ve sizi uyarıyorlar |
11. | likâe | : karşılaşma, ulaşma, mülâki olma |
12. | yevmi-kum | : sizin gününüz |
13. | hâzâ | : bu |
14. | kâlû | : dediler |
15. | şehid-nâ | : biz şahit olduk |
16. | alâ | : üzerine |
17. | enfusi-nâ | : nefslerimize |
18. | ve garret-hum | : ve onları aldattı |
19. | el hayâtu ed dunyâ | : dünya hayatı |
20. | ve şehidû | : ve şahit oldular |
21. | alâ | : üzerine |
22. | enfusi-him | : kendi nefslerine, kendilerine |
23. | enne-hum | : onların … olduklarına, kendilerinin …olduğuna |
24. | kânû | : oldular |
25. | kâfirîne | : kâfirler |
١٣١
ذلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ
(131) zalike el lem yekür rabbüke mühlikel kura bi zulmiv ve ehlüha ğafilun
bu (şunun içindir) Rabbimin, zulümleri sebebi ile karyeleri hemen helak etmemesi o karye ehlinin gafil (ve gerçeği bilmediklerindendir)
1. | zâlike | : işte bu |
2. | en lem yekun | : olmaması |
3. | rabbu-ke | : senin Rabbin |
4. | muhlike | : helâk eden kişi, helâk edici |
5. | el kurâ | : ülkeler, kasabalar |
6. | bi zulmin | : zulüm ile |
7. | ve ehlu-hâ | : ve onun ehli, halkı |
8. | gâfilûne | : gâfiller, gaflet içinde olanlar |
Sayfa:144
١٣٢
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُوا وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
(132) ve li küllin deracatüm mimma amilu ve ma rabbüke bi ğafilin amma ya’melun
herkes için yaptıklarına göre dereceler vardır senin Rabbin onların yaptıklarından gafil değildir
1. | ve li kullin | : ve herkes için vardır |
2. | derecâtun | : dereceler |
3. | mimmâ (min mâ) | : şeylerden |
4. | amilû | : yaptılar |
5. | ve mâ rabbu-ke | : ve senin Rabbin değil |
6. | bi gâfilin | : gâfil, habersiz |
7. | ammâ (an-mâ) ya’melûne | : yaptıkları şeylerden |
١٣٣
وَرَبُّكَ الْغَنِىُّ ذُوالرَّحْمَةِ اِنْ يَشَاْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَاءُ كَمَا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اخَرينَ
(133) ve rabbükel ğaniyyü zür rahmeh iy yeşa’ yüzhibküm ve yestahlif mim ba’diküm ma yeşaü kema enşeeküm min zürriyyeti kavmin aharin
senin Rabbin zengindir merhamet sahibidir dilerse sizi yok edip giderir sizden sonra dilediği kimseleri yerinize getirir sizi de başka bir kavimin zürriyetinden yarattığı gibi
1. | ve rabbu-ke | : ve senin Rabbin |
2. | el ganiyyu | : gani, zengin, ihtiyacı olmayan |
3. | zu er rahmeti | : rahmet sahibi |
4. | in yeşe’ | : eğer dilerse |
5. | yuzhib-kum | : sizi giderir, yok eder |
6. | ve yestahlif | : ve yerine halef yapar, yerine başkasını getirir |
7. | min ba’di-kum | : sizden sonra |
8. | mâ yeşâu | : ne dilerse, dilediği şey |
9. | kemâ | : gibi |
10. | enşee-kum | : sizi var etti, yarattı |
11. | min zurriyyeti | : zürriyetinden, soyundan, neslinden |
12. | kavmin | : bir kavim |
13. | âharîne | : başka, diğer |
١٣٤
اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاتٍ وَمَا اَنْتُمْ بِمُعْجِزينَ
(134) innema tuadune leativ ve ma entüm bi mu’cizin
şüphesiz size vaad edilen (başınıza) elbette gelecektir ve siz aciz bırakamazsınız
1. | inne | : muhakkak |
2. | mâ | : şey |
3. | tûadûne | : siz vaadolundunuz, size vaadedilen |
4. | le âtin | : mutlaka gelecek |
5. | ve mâ entum | : ve siz değilsiniz |
6. | bi mu’cizîne | : aciz bırakan (bırakacak) kimseler |
١٣٥
قُلْ يَاقَوْمِ اعْمَلُوا عَلى مَكَانَتِكُمْ اِنّى عَامِلٌ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
(135) kul ya kavmi’ melu ala mekanetiküm inni amil fe sevfe ta’lemune men tekunü lehu akibetüd dar innehu la yüflihuz zalimun
de ki ey kavmim bütün imkanlarınızla yapın yapacağınızı ben de yapıcıyım ilerde bileceksiniz akıbet yerinin mekanının kimin olacağını şüphesiz o zalimlere ferah vermez
1. | kul | : de |
2. | yâ kavmi ı’melû | : ey kavmim, … yapın |
3. | alâ mâ kâneti-kum | : siz yapacağınız şeyi |
4. | innî | : muhakkak ki ben |
5. | âmilun | : yapanım, yapıyorum |
6. | fe sevfe | : artık yakında (olacak) |
7. | ta’lemûne | : bileceksiniz |
8. | men tekûnu | : kim(in) olacak |
9. | lehu | : onun |
10. | âkıbetu | : âkibet, sonu |
11. | ed dâri | : diyar, ülke, yurt |
12. | inne-hu | : muhakkak ki o |
13. | lâ yuflihu | : felâha ermezler, eremezler |
14. | ez zâlimûne | : zâlimler |
١٣٦
وَجَعَلُوا لِلّهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَصيبًا فَقَالُوا هذَا لِلّهِ بِزَعْمِهِمْ وَهذَا لِشُرَكَاءِنَا فَمَا كَانَ لِشُرَكَاءِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّهِ وَمَا كَانَ لِلّهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلى شُرَكَاءِهِمْ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ
(136) ve cealu lillahi mimma zerae minel harsi vel en’ami nesiyben fe kalu haza lillahi bi za’mihim ve haza li şürakaina fe ma kane li şürakaihim fe la yesilü ilellah ve ma kane lillahi fe hüve yesilü ila şürakaihim sae ma yahkümun
tuttular Allah’ın yaratıp var ettiği şeylerden ekim ve hayvanlardan bir hisse ayırdılar da kendi zanları ile bu Allah’ın bu da ortak koştuklarımızın dediler ortak koştuklarımıza ayırdıklarımız Allah’a ulaşamaz Allah için olansa o ortak koştuklarımıza putlara ulaşır (dediler) ne kadar kötü hüküm veriyorlar
1. | ve cealû | : ve yaptılar (ayırdılar) |
2. | lillâhi (li allâhi) | : Allah için |
3. | mimmâ (min mâ) | : o şeylerden |
4. | zeree | : yarattı, var etti, çoğalttı |
5. | min el harsi | : ekinlerden |
6. | ve el en’âmi | : ve büyük baş hayvanlar |
7. | nasîben | : bir nasip, bir pay |
8. | fe kâlû | : böylece dediler |
9. | hâzâ | : bu |
10. | li allâhi | : Allah için, Allah’ın |
11. | bi za’mi-him | : kendi zanlarıyla |
12. | ve hâzâ | : ve bu |
13. | li şurekâi-nâ | : ortaklarımız için |
14. | fe mâ kâne | : fakat o …olmadı |
15. | li şurekâi-him | : ortakları için olan |
16. | fe lâ yasılu | : fakat ulaşmaz, varmaz |
17. | ilâllah (ilâ allâhi) | : Allah’a |
18. | ve mâ kâne | : ve o …olmadı |
19. | lillâhi (li allâhi) | : Allah için |
20. | fe huve | : ama o |
21. | yasılu | : vasıl olur, ulaşır |
22. | ilâ şurekâi-him | : onların ortaklarına |
23. | sâe | : ne kötü |
24. | mâ yahkumûne | : hükmettikleri şey |
١٣٧
وَكَذلِكَ زَيَّنَ لِكَثيرٍ مِنَ الْمُشْرِكينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكَاؤُهُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ دينَهُمْ وَلَوْ شَاءَ اللّهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
(137) ve kezalike zeyyene li kesirim minel müşrikine katle evladihim şürakaühüm li yürduhüm ve li yelbisu aleyhim dinehüm ve lev şaellahü ma fealuhü fezerhüm ve ma yefterun
böylece onların ortak koştukları şeyler o müşriklerin çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterdi ki (hem) onları mahvetsinler hem de dinlerini kendilerine karşı karmakarışık hale getirsinler Allah dileseydi bunu yapamazlardı o halde onu uydurdukları ile (baş başa) bırak
1. | ve kezâlike | : ve işte böyle, böylece |
2. | zeyyene | : güzel gösterdi, süsledi |
3. | li kesîrin | : çoğuna |
4. | min el muşrikîne | : müşriklerden |
5. | katle evlâdi-him | : çocuklarını öldürmeyi |
6. | şurekâu-hum | : onların ortakları |
7. | li yurdû-hum | : onları helâk etmek için |
8. | ve li yelbisû | : ve karıştırmaları için |
9. | aleyhim | : onlara |
10. | dîne-hum | : onların dîni, kendilerinin dîni |
11. | ve lev | : ve eğer |
12. | şâe allâhu | : Allah diledi |
13. | mâ fealû-hu | : onu yapmazlardı, yapamazlardı |
14. | fe zer-hum | : artık onları bırak, terket |
15. | ve mâ yefterûne | : ve iftira ettikleri, uydurdukları şeyleri |
Sayfa:145
١٣٨
وَقَالُوا هذِه اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌ لَا يَطْعَمُهَا اِلَّا مَنْ نَشَاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّهِ عَلَيْهَا افْتِرَاءً عَلَيْهِ سَيَجْزيهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
(138) ve kalu hazihi en’amüv ve harsün hicr la yat’amüha illa men neşaü bi za’mihim ve en’amün hurrimet zuhuruha ve en’amül la yezkürunesmellahi aleyhe ftiraen aleyh seyeczihim bima kanu yefterun
zanlarınca dediler ki: bu hayvanlarla ekinler haramdır, bunları bizim dilediğimiz kimselerden başkası yiyemez o hayvanların sırtlarına (binilmeyi yük vurulması) haram edilmiştir ve hayvanları keserken üzerine Allah’ın ismini anmazlar (Allah’ın) o’nun adına iftira ederek bunları yaparlar (Allah’ta) yaptıkları iftiralardan dolayı cezalarını verecektir
1. | ve kâlû | : ve dediler |
2. | hâzihi | : bu |
3. | en’âmun | : (büyük baş) hayvanlar |
4. | ve harsun | : ve ekinler |
5. | hicrun | : dokunulmaz, yasak, haram |
6. | lâ yat’amu-hâ | : onu (onları) yemeyin |
7. | illâ | : dışında, …’den başka, hariç |
8. | men neşâu | : bizim dilediğimiz kişi |
9. | bi za’mi-him | : kendi zanları ile |
10. | ve en’âmun | : ve (büyük baş) hayvanlar |
11. | hurrimet | : haram kılındı |
12. | zuhûru-hâ | : onun (onların) sırtları |
13. | ve en’âmun | : ve hayvanlar |
14. | lâ yezkurûne isme allâhi | : Allah’ın ismini anmıyorlar |
15. | aleyha | : onun üzerine |
16. | iftirâen aleyhi | : ona iftira ederek |
17. | se yeczî-him | : yakında onları cezalandıracak |
18. | bi-mâ | : …’den dolayı, sebebiyle |
19. | kânû yefterûne | : iftira etmiş oldular |
١٣٩
وَقَالُوا مَا فى بُطُونِ هذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلى اَزْوَاجِنَا وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ فيهِ شُرَكَاءُ سَيَجْزيهِمْ وَصْفَهُمْ اِنَّهُ حَكيمٌ عَليمٌ
(139) ve kalu ma fi butuni hazihil en’ami halisatül li zükurina ve muharramün ala ezvacina ve iy yeküm meyteten fe hüm fihi şüraka’ seyeczihim vasfehüm innehu hakimün alim
dediler ki bu hayvanların karınlarında bulunan yavrular sırf bizim erkeklerimize mahsustur kadınlarımıza haram edilmiştir eğer yavru ölü olarak doğarsa onu yemede kadın ve erkek ortaktırlar yakında onların yaptıkları vasıflandırmadan dolayı cezalarını verecektir şüphe yok ki o, hikmet sahibi, bilendir
1. | ve kâlû | : ve dediler |
2. | mâ fî | : içindeki şey |
3. | butûni | : karınlar |
4. | hazihi el en’âmi | : bu hayvanlar |
5. | hâlisatun | : hastır, özeldir, aittir |
6. | li zukûri-nâ | : erkeklerimize ait |
7. | ve muharremun | : ve haramdır |
8. | alâ ezvâci-nâ | : zevcelerimize, eşlerimize |
9. | ve in yekun | : ve eğer olursa |
10. | meyteten | : ölü |
11. | fe hum | : o taktirde onlar |
12. | fî-hi | : onda |
13. | şurekâu | : ortaktırlar |
14. | se yeczî-him | : yakında onları cezalandıracak |
15. | vasfe-hum | : onların vasıflandırmaları, nitelendirmeleri |
16. | innehu | : muhakkak ki o |
17. | hakîmun | : hüküm sahibidir |
18. | alîmun | : en iyi bilendir |
١٤٠
قَدْ خَسِرَ الَّذينَ قَتَلُوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهًا بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّهُ افْتِرَاءً عَلَى اللّهِ قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَدينَ
(140) kad hasirallezine katelu evladehüm sefehem bi ğayri ilmiv ve harramu ma razekahümüllahü ftiraen alellah kad dallu ve ma kanu mühtedin
gerçekten o kimseler hüsrana uğramıştır bilgisizlik ve çaresizlikle çocuklarını öldürenler ve Allah’ın onlara verdiği rızkı haram sayanlar Allah adına iftira ederek gerçekten bunlar sapmışlardır ve hidayet yolunu bulamamışlardır
1. | kad | : oldu, olmuştu |
2. | hasire | : hüsranda oldu |
3. | ellezîne | : o kimseler ki |
4. | katelû | : öldürdüler |
5. | evlâde-hum | : kendi evlâtlarını |
6. | sefehan | : sefih olarak, akılsızca, aptalca |
7. | bi gayri ilmin | : bir ilmi olmaksızın |
8. | ve harremû | : ve haram kıldılar |
9. | mâ | : şey(ler) |
10. | rezaka-hum allâhu | : Allah onları rızıklandırdı |
11. | iftirâen | : yalan yere iftira ederek |
12. | alâ allâhi | : Allah’a karşı, Allah’a |
13. | kad | : oldu (olmuştu) |
14. | dallû | : dalâlette kaldılar, oldular |
15. | ve mâ kânû | : ve olmadılar |
16. | muhtedîne | : hidayete eren kimseler |
١٤١
وَهُوَ الَّذى اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ كُلُوا مِنْ ثَمَرِه اِذَا اَثْمَرَ وَاتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه وَلَا تُسْرِفُوا اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفينَ
(141) ve hüvellezi enşee cennatim ma’ruşativ ve ğayra ma’ruşativ ven nahle vez zer’a muhtelifen ükülühu vez zeytune ver rummane müteşabihev ve ğayra müteşabih külu min semerihi iza esmera ve atu hakkahu yevme hasadihi ve la tüsrifu innehu la yühibbül müsrifin
çardaklı çardaksız bağları bahçeleri meydana getiren o’dur (tatları) muhtelif hurmaların ekinlerin zeytinlerin narların ve birbirlerine benzeyen ve benzemeyen meyvelerin mahsulünden yeyin her biri mahsulünü verdiği zaman hasat gününde onun hakkı olan sadakayı verin israf etmeyin şüphesiz o israf edenleri sevmez
1. | ve huve ellezî | : ve o ki |
2. | enşee | : yarattı (inşa etti) |
3. | cennâtin | : bahçeler |
4. | ma’rûşâtin | : asmalı |
5. | ve gayre | : olmaksızın |
6. | ma’rûşâtin | : asmalı |
7. | ve en nahle | : ve hurma |
8. | ve ez zer’a | : ve ekinler |
9. | muhtelifen | : farklı, çeşitli, muhtelif |
10. | ukulu-hu | : o yenilen |
11. | ve ez zeytûne | : ve zeytin(ler) |
12. | ve er rummâne | : ve nar(lar) |
13. | muteşâbihen | : benzeyen |
14. | ve gayre muteşâbihin | : ve benzemeyen |
15. | kulû | : yeyin |
16. | min semeri-hî | : onun ürününden |
17. | izâ esmere | : ürün verdiği zaman |
18. | ve âtû | : ve verin |
19. | hakka-hu | : onun hakkını (birr, zekât, sadaka…) |
20. | yevme | : gün |
21. | hasâdi-hî | : onun hasadı (toplanması) |
22. | ve lâ tusrifû | : ve israf etmeyin |
23. | inne-hu | : muhakkak ki o |
24. | lâ yuhibbu | : sevmez |
25. | el musrifîne | : müsrifler, israf eden kimseler |
١٤٢
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشًا كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبينٌ
(142) ve minel en’ami hamuletev ve ferşa külu mimma razekakümüllahü ve la tettebiu hutuvatiş şeytan innehu leküm adüvvüm mübin
hayvanların yük taşıyanı ve yününden istifade edileni de yaratandır Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden yeyin fakat şeytanın adımlarına uymayın şüphesiz o sizin için açık bir düşmandır
1. | ve min el en’âmi | : ve hayvanlardan (4 ayaklı) |
2. | hamûleten | : yük taşıyan |
3. | ve ferşan | : kesim hayvanı olan |
4. | kulû | : yeyin |
5. | mimmâ (min mâ) | : şeylerden |
6. | razaka-kum allâhu | : Allah sizi rızıklandırdı |
7. | ve lâ tettebiû | : ve tâbi olmayın, uymayın |
8. | hutuvâti eş şeytâni | : şeytanın adımları |
9. | inne-hu | : muhakkak ki o |
10. | lekum | : sizin için, size |
11. | aduvvun | : düşman |
12. | mubînun | : beyan olunan, apaçık |
Sayfa:146
١٤٣
ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍ مِنَ الضَّاْنِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْمَعْزِ اثْنَيْنِ قُلْ الذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْعَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِ نَبِّؤُنى بِعِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ
(143) semaniyete ezvac mined da’nisneyni ve minel ma’zisneyn kul azzekerayni harrame emil ünseyeyni emmeştemelet aleyhi erhamül ünseyeyn nebiuni bi ilmin in küntüm sadikın
sekiz çift koyundan iki keçiden de iki de ki haram kıldı iki dişiyi mi? iki erkeğimi yoksa yahut iki dişinin rahimlerinin ihtiva ettiklerini mi? bir ilme dayanarak bana haber verin eğer doğru söylüyorsanız
1. | semâniyete | : sekiz adet |
2. | ezvâcin | : çift, (erkek ve dişi) |
3. | min ed da’ni isneyni | : koyundan iki |
4. | ve min el ma’zi isneyni | : keçiden iki |
5. | kul | : de |
6. | âz zekereyni (e ez zekereyni) | : iki erkek mi |
7. | harreme | : haram kıldı |
8. | em el unseyeyni | : yoksa iki dişi mi |
9. | emmeştemelet (emmâ iştemelet) (e…em…emmâ) |
: ya da (veya) ihata etti, içine aldı: veya- yoksa, ya da …mı? |
10. | aleyhi | : onu, kendisini |
11. | erhâmu | : rahimler |
12. | el unseyeyni | : iki dişi |
13. | nebbiû-nî | : bana haber verin |
14. | bi ilmin | : bir ilimle |
15. | in | : eğer |
16. | kuntum | : siz ….. oldunuz |
17. | sâdıkîne | : sadıklar, doğru söyleyenler, doğru sözlüler |
١٤٤
وَمِنَ الْاِبِلِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْبَقَرِ اثْنَيْنِ قُلْ الذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَاءَ اِذْ وَصّيكُمُ اللّهُ بِهذَا فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرى عَلَى اللّهِ كَذِبًا لِيُضِلَّ النَّاسَ بِغَيْرِ عِلْمٍ اِنَّ اللّهَ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمينَ
(144) ve minel ibilisneyni ve minel bekarisneyn kul azzekerayni harrame emil ünseyeyni emmeştemelet aleyhi erhamül ünseyeyn em küntüm şühedae iz vessakümüllahü bi haza fe men azlemü mimmeni ftera alellahi kezibel li yüdillen nase bi ğayri ilm innellahe la yehdil kavmez zalimin
deveden iki (çift) sığırdan iki (çift yarattı) de ki iki erkeği mi haram kıldı yoksa iki dişiyi mi? yoksa iki dişinin rahimlerinin ihtiva ettiklerini mi? yoksa Allah bunu size tavsiye ettiği zaman şahitler mi oldunuz? o kimseden daha zalim kim olabilir uydurduğu bir yalanı Allah’a isnat edenden insanları saptırmak için hiçbir ilmi olmaksızın şüphesiz Allah zalimlerin güruhunu hidayete erdirmez
1. | ve min el ibilisneyni (ve min el ibili isneyni) |
: ve deveden iki |
2. | ve min el bakarisneyni (ve min el bakara isneyni) |
: sığırdan iki |
3. | kul | : de |
4. | âz zekereyni (e ez zekereyni) | : iki erkek mi |
5. | harreme | : haram kıldı |
6. | em el unseyeyni | : veya iki dişi mi |
7. | emmâ iştemelet | : veya (ya da) ihata ettiği mi |
8. | aleyhi | : onu |
9. | erhâmu | : rahimler |
10. | el unseyeyni | : iki dişi |
11. | em kuntum | : yoksa siz oldunuz mu |
12. | şuhedâe | : şahitler |
13. | iz vassâkum allâhu | : Allah size vasiyet ettiği zaman (farz kıldığına) |
14. | bi hâzâ | : bunları |
15. | fe men | : o halde kimdir |
16. | azlemu | : daha zalim |
17. | mimmenifterâ (min men ifterâ) |
: iftira eden kimseden |
18. | alâllâhi (alâ allâhi) | : Allah’a (karşı) |
19. | keziben | : yalanla |
20. | li yudille | : saptırmak, dalâlette bırakmak için |
21. | en nâse | : insanlar |
22. | bi gayri ilmin | : bir ilim olmaksızın |
23. | innallâhe (inne allâhe) | : muhakkak ki Allah |
24. | lâ yehdî | : hidayete erdirmez |
25. | el kavme | : kavim, topluluk |
26. | ez zâlimîne | : zâlimler |
١٤٥
قُلْ لَا اَجِدُ فى مَا اُوحِىَ اِلَىَّ مُحَرَّمًا عَلى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُ اِلَّا اَنْ يَكُونَ مَيْتَةً اَوْ دَمًا مَسْفُوحًا اَوْ لَحْمَ خِنْزيرٍ فَاِنَّهُ رِجْسٌ اَوْ فِسْقًا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِه فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَحيمٌ
(145) kul la ecidü fi ma uhiye ileyye müharramen ala taimiy yat’amühu illa ey yekune meyteten ev demem mesfuhan ev lahme hinzirin fe innehu ricsün ev fiskan ühille li ğayrillahi bih fe menidturra ğayra bağiv ve la adin fe inne rabbeke ğafurur rahiym
de ki ben bana vahiy olunanlar içinde bulamıyorum onu yiyen (bir kimsenin) yiyeceği arasında haram kılınmış olanı ancak haram olanlar ölmüş hayvan yahut akıtılan kan veya domuz eti cidden bu mundardır (pisliktir) yahut onunla Allah’tan başkası adına kesilen fısk olsun ama kim mecbur kalırsa (yiyebilir) haddi aşmamak ve adalet ölçüsünü aşmamak (şartı ile) şüphesiz senin Rabbin, bağışlayan merhametlidir
1. | kul | : de |
2. | lâ ecidu | : bulmuyorum, bulamıyorum |
3. | fî mâ | : şeylerde |
4. | ûhiye | : (bana) vahyolunan |
5. | ileyye | : bana |
6. | muharremen | : haram kılınmış |
7. | alâ tâimin | : yiyeceğe, yiyecek üzerinde |
8. | yat’amu-hu | : onu yer (o yenir, yenilen) |
9. | illâ | : başka, hariç, …’den başka |
10. | en yekûne | : olması |
11. | meyteten | : ölü |
12. | ev | : veya |
13. | demen | : kan |
14. | mesfûhan | : dökülen, akıtılmış |
15. | ev | : veya |
16. | lâhme | : et |
17. | hinzîrin | : domuz |
18. | fe inne-hu | : ki o mutlaka |
19. | ricsun | : murdar, pis |
20. | ev | : veya, ya da |
21. | fıskan | : fısk olan |
22. | uhille | : boğazlandı, kesildi |
23. | li gayri allâhi | : Allah’tan başkası için |
24. | bi-hî | : onu |
25. | fe men | : artık kim |
26. | idturra | : darda kaldı, ihtiyaç duydu |
27. | gayre | : olmaksızın, olması hariç, olmadan |
28. | bâgın | : haddi aşan, meyleden |
29. | ve lâ âdin | : ve hakka tecavüz etmeden |
30. | fe inne | : o taktirde muhakkak |
31. | rabbe-ke | : senin Rabbin |
32. | gafûrun | : gafûr olan, mağfiret eden |
33. | rahîmun | : rahîm olan, rahmet nuru gönderen |
١٤٦
وَعَلَى الَّذينَ هَادُوا حَرَّمْنَا كُلَّ ذى ظُفُرٍ وَمِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْشُحُومَهُمَا اِلَّا مَا حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَا اَوِ الْحَوَايَا اَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍ ذلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِبَغْيِهِمْ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
(146) ve alellezine hadu harramna külle zi zufür ve minel bekari vel ğanemi harramna aleyhim şühumehüma illa ma hamelet zuhuruhüma evil havaya ev mahteleta bi azm zalike cezeynahüm bi bağyihim ve inna lesadikun
biz yahudilere tırnaklı hayvanları haram ettik onlara sığırın ve koyunun iç yağlarını haram kıldık ancak sırtlarına yapışan yağlar veya bağırsaklarına yapışanları veya kemiklere karışanları (hariç tuttuk) bunu onlara azgınlıkları yüzünden ceza olarak verdik şüphesiz biz her hususta elbette sadıklardanız
1. | ve alâ ellezîne | : ve onlara, …olanlara |
2. | hâdû | : yahudi |
3. | harremnâ | : haram kıldık |
4. | kulle | : hepsi |
5. | zî zufurin | : tırnaklı (tırnağa sahip, tırnağı olan) |
6. | ve min el bakari | : ve ineklerden (sığırlardan) |
7. | ve el ganemi | : ve koyunlar |
8. | harremnâ | : haram kıldık |
9. | aleyhim | : onlara |
10. | şuhûme-humâ | : o ikisinin iç yağları |
11. | illâ | : dışında, hariç |
12. | mâ hamelet | : üzerinde bulunan, taşıdığı kadar (şey) |
13. | zuhûru-humâ | : o ikisinin sırtları |
14. | ev | : veya |
15. | el havâyâ | : bağırsaklar |
16. | ev | : veya |
17. | mahteleta (mâ ıhteleta) | : karışan, karışmış olan şey |
18. | bi azmin | : kemiğe |
19. | zâlike | : böylece, işte böylece |
20. | cezeynâ-hum | : onları cezalandırdık |
21. | bi bagyi-him | : (onların) azgınlıkları sebebiyle |
22. | ve innâ | : ve muhakkak ki biz |
23. | le sâdikûne | : gerçekten sadık olanlar, sözlerini tutanlar |
Sayfa:147
١٤٧
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُو رَحْمَةٍ وَاسِعَةٍ وَلَا يُرَدُّ بَاْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمينَ
(147) fe in kezzebuke fe kur rabbüküm zu rahmetiv vasiah ve la yüraddü be’sühu anil kavmil mücrimin
eğer seni yalanlarlarsa de ki bizim Rabbimiz geniş rahmet sahibidir onun azabı mücrimler güruhundan geri çevrilmez
1. | fe in | : artık, bundan sonra eğer |
2. | kezzebû-ke | : seni yalanladılar |
3. | fe kul | : o zaman de |
4. | rabbu-kum | : sizin Rabbiniz |
5. | zû rahmetin | : rahmet sahibi |
6. | vâsi’atin | : geniş |
7. | ve lâ yureddu | : ve geri çevrilemez |
8. | be’su-hu | : onun azabı |
9. | an el kavmi | : kavminden |
10. | el mucrimîne | : mücrimler, suçlular |
١٤٨
سَيَقُولُ الَّذينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللّهُ مَا اَشْرَكْنَا وَلَا ابَاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَىْءٍ كَذلِكَ كَذَّبَ الَّذينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّى ذَاقُوا بَاْسَنَا قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَناَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
(148) seyekulüllezine eşraku lev şaellahü ma eşrakna ve la abaüna ve la harramna min şey’ kezalike kezzebellezine min kablihim hatta zaku be’sena kul hel indeküm min ilmin fe tuhricuhü lena in tettebiune illez zanne ve in entüm illa tahrusun
şirk koşanlar diyecek ki Allah dileseydi biz müşrik olmazdık ne de babalarımız ne de bir şeyi (kendimize) haram yapabilirdik (sizden) öncekilerde böyle yalanladı sonunda azabımızı tattılar de ki sizin yanınızda ilimden (bir şey var) sa onu çıkarın da (bilelim) siz ancak zan ardından gidiyorsunuz siz ancak tahmin yürütüyorsunuz
1. | se yekûlu | : söyleyecekler |
2. | ellezîne eşrekû | : şirk koşanlar |
3. | lev şâe allâhu | : eğer Allah dileseydi |
4. | mâ eşreknâ | : biz şirk koşmazdık |
5. | ve lâ âbâu-nâ | : ve babalarımız da yapmazdı |
6. | ve lâ harremnâ | : ve haram kılmazdık |
7. | min şey’in | : bir şeyi |
8. | kezâlike | : böyle, işte böyle |
9. | kezzebe | : yalanladı |
10. | ellezîne min kabli-him | : onlardan öncekiler |
11. | hattâ | : oluncaya kadar |
12. | zâkû | : tattılar |
13. | be’se-nâ | : azabımız |
14. | kul hel | : var mı de |
15. | inde-kum | : sizin yanınızda |
16. | min ilmin | : ilimden bir şey, bir bilgi |
17. | fe tuhricû-hu lenâ | : öyleyse onu bize çıkarın |
18. | in | : eğer olursa |
19. | tettebiûne | : tâbî oluyorsunuz |
20. | illâ ez zanne | : ancak zanna |
21. | ve in | : ve olursa |
22. | entum | : siz |
23. | illâ | : sadece, ancak |
24. | tahrusûne | : yalan söylüyorsunuz (tahminde bulunuyorsunuz) |
١٤٩
قُلْ فَلِلّهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ فَلَوْ شَاءَ لَهَديكُمْ اَجْمَعينَ
(149) kul fe lillahil huccetül baliğah fe lev şae le hedaküm ecmeın
de ki ulaşılmış tam ücret Allah’ındır velev o, dilemiş olsaydı elbette hepinizi hidayete erdirirdi
1. | kul | : de |
2. | fe li allâhi | : artık Allah’ın |
3. | el huccetu | : delil |
4. | el bâligatu | : en üstün, en kuvvetli, kesin olan |
5. | fe | : öyleyse |
6. | lev şâe | : eğer o dileseydi |
7. | le hedâ-kum | : elbette sizi hidayete erdirirdi |
8. | ecmaîne | : hepsi, topluca |
١٥٠
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَاءَكُمُ الَّذينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّهَ حَرَّمَ هذَا فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَاءَ الَّذينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَالَّذينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
(150) kul helümme şühedaekümül lezine yeşhedune ennellahe harrame haza fe in şehidu fe la teşhed meahüm ve la tettebi’ ehvaellezine kezzebu bi ayatina vellezine la yü’minune bil ahirati ve hüm bi rabbihim ya’dilun
de ki (haydi) şahitlerinizi getirin Allah bunu haram etti (diye) şahitlik ediyorlar eğer onlar şahitlik ederlerse sen onlarla beraber şahitlik etme bizim ayetlerimizi yalanlayanlarının hevalarına tabi olma ve ahirete inanmayan kimselere onlar Rablerine (başkasını) denk, eşit tutuyorlar
1. | kul | : de |
2. | helumme | : getirin |
3. | şuhedâe-kum ellezîne | : şahitleriniz ki onlar |
4. | yeşhedûne | : şahitlik ederler |
5. | ennallâhe (enne allâhe) | : Allah’ın ….. yaptığına |
6. | harreme | : haram kıldı |
7. | hâzâ | : bunu |
8. | fe in | : eğer hâlâ |
9. | şehidû | : şahitlik ettiler |
10. | fe lâ teşhed | : sen şahitlik etme |
11. | mea-hum | : onlarla beraber |
12. | ve lâ tettebi’ | : ve tâbî olma, uyma |
13. | ehvâ | : hevesler |
14. | ellezîne kezzebû | : yalanlayan kimseler |
15. | bi âyâti-nâ | : âyetlerimizi |
16. | ve ellezîne | : ve onlar |
17. | lâ yu’minûne | : îmân etmezler |
18. | bi el âhireti | : ahirete |
19. | ve hum | : ve onlar |
20. | bi rabbi-him | : Rab’lerine |
21. | ya’dilûne | : ortak koşuyorlar, putları ona adil, eşit, eş tutuyorlar |
١٥١
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه شَيْا وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَلَا تَقْتُلُوا اَوْلَادَكُمْمِنْ اِمْلَاقٍ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْ وَلَاتَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتى حَرَّمَ اللّهُ اِلَّا بِالْحَقِّ ذلِكُمْ وَصّيكُمْ بِه لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
(151) kul tealev etlü ma harrame rabbüküm aleyküm ella tüşriku bihi şey’a ve bil valideyni ihsana ve la taktülu evladeküm min imlak nahnü nerzükuküm ve iyyahüm ve la takrabül fevahişe ma zahera minha ve ma betan ve la taktülün nefselleti harramellahü illa bil hakk zaliküm vessaküm bihi lealleküm ta’kilun
de ki gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın anne ve babaya iyilik edin geçim sıkıntısından evlatlarınızı öldürmeyin sizin de, onların da rızıklarınızı biz veririz fuhşun açığına da gizlisine de yanaşmayın Allah’ın o haram kıldığı nefsi (haksız yere) öldürmeyin ancak hak adına hariç böylece o size bunları vasiyet etti olur ki siz akıl edersiniz
1. | kul | : de |
2. | teâlev | : gelin |
3. | etlu | : okuyayım |
4. | mâ | : şeyler |
5. | harreme | : haram kıldı |
6. | rabbu-kum | : sizin Rabbiniz |
7. | aleykum | : size |
8. | ellâ (en lâ) tuşrikû | : ortak (koşmamanız) koşmayın |
9. | bi-hî | : ona |
10. | şey’en | : bir şeyi |
11. | ve bi el vâlideyni | : ve anne babaya |
12. | ihsânen | : ihsanla davranma |
13. | ve lâ taktulû | : ve öldürmeyin |
14. | evlâde-kum | : evlâtlarınız, çocuklarınız |
15. | min imlakin | : yokluktan, yoksulluktan, fakirlikten |
16. | nahnu | : biz |
17. | nerzuku-kum | : sizi biz rızıklandırırız |
18. | ve iyyâ-hum | : ve onları da yalnız (biz) |
19. | ve lâ takrebû el fevâhışe | : ve kötülüğe yaklaşmayın |
20. | mâ zahere | : zâhir olan, açık olan |
21. | min-hâ | : ondan |
22. | ve mâ batane | : ve gizli olan |
23. | ve lâ taktulû en nefse | : ve kimseyi öldürmeyin |
24. | elletî harreme allâhu | : ki onu Allah haram kıldı |
25. | illâ bi el hakkı | : haklı olmak hariç |
26. | zâlikum | : işte bunlar |
27. | vassâ-kum | : size vasiyet etti (farz kıldı) |
28. | bi-hî | : onunla |
29. | lealle-kum | : umulur ki böylece siz |
30. | ta’kılûne | : siz akıl edersiniz |
Sayfa:148
١٥٢
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتيمِ اِلَّا بِالَّتى هِىَ اَحْسَنُ حَتّى يَبْلُغَ اَشُدَّهُ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْميزَانَ بِالْقِسْطِ لَانُكَلِّفُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَاقُرْبى وَبِعَهْدِ اللّهِ اَوْفُوا ذلِكُمْ وَصّيكُمْ بِه لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
(152) ve la takrabu malel yetimi illa billeti hiya ahsenü hatta yeblüğa eşüddeh ve evfül keyle vel mizane bil kıst la nükellifü nefsen illa vüs’aha ve iza kultüm fa’dilu ve lev kane za kurba ve bi ahdillahi evfu zaliküm vassaküm bihi lealleküm tezekkerun
yetim malına yaklaşmayın ancak o en güzel bir şekilde (idare eden) hariç hatta onları olgunluk çağına varıncaya kadar (koruyun) ölçüyü tartıyı tam adalet ölçüsünde tutun biz hiçbir kimseye gücünün üstünde (bir şey) teklif etmeyiz konuştuğunuz zaman adaleti gözetin velev (o kişi) yakın akrabanız olsun Allah’a verdiğiniz ahdi yerine getirin böylece o size bunları vasiyet etti olur ki siz düşünürsünüz
1. | ve lâ takrebû | : ve yaklaşmayın |
2. | mâle | : mal |
3. | el yetîmi | : yetim |
4. | illâ | : dışında, …’den başka |
5. | bi elletî | : ki ona |
6. | hiye | : o |
7. | ahsenu | : en güzel |
8. | hattâ | : oluncaya kadar |
9. | yebluga | : erişir, yetişir, gelir |
10. | eşudde-hu | : onun en kuvvetli çağı, erginlik çağı |
11. | ve evfû | : ve vefa edin, ifa edin, yerine getirin |
12. | el keyle | : ölçü, ölçek |
13. | ve el mîzâne | : ve tartı, terazi, mizan |
14. | bi el kıstı | : adaletle |
15. | lâ nukellifu | : biz sorumlu tutmayız |
16. | nefsen | : bir nefs, kişi, kimse |
17. | illâ | : hariç, dışında |
18. | vus’a-hâ | : onun gücü, kapasitesi |
19. | ve izâ | : ve olduğu zaman |
20. | kultum | : siz (söz) söylediniz |
21. | fa’dilû (fe ı’dilû) | : artık adaletli olun |
22. | ve lev kâne | : ve olsa bile |
23. | zâ kurbâ | : yakınlık sahibi (akraba), yakınınız |
24. | ve bi ahdi allâhi | : ve Allah’ın ahdi |
25. | evfû | : vefa edin, ifa edin, yerine getirin |
26. | zâlikum | : işte bunlar |
27. | vassâ-kum | : size vasiyet etti, emretti, farz kıldı |
28. | bi-hî | : onunla, onu |
29. | lealle-kum | : umulur ki böylece siz |
30. | tezekkerûne | : siz tezekkür edersiniz |
١٥٣
وَاَنَّ هذَا صِرَاطى مُسْتَقيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبيلِه ذلِكُمْ وَصّيكُمْ بِه لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
(153) ve enne haza sırati müstekımen fettebiuh ve la tettebius sübüle fe teferraka biküm an sebilih zaliküm vassaküm bihi lealleküm tettekun
gerçekten bu benim doğru yolumdur ona tabi olun (başka) yollara tabi olmayın o’nun yolundan sizi ayırıp parçalamasınlar böylece o size bunları vasiyet etti olur ki siz sakınırsınız
1. | ve enne | : ve muhakkak ki |
2. | hâzâ | : bu |
3. | sırâtî mustekîmen | : benim mustakîm olan (Allah’a götüren) yolum |
4. | fettebiûhu (fe ittebiû-hu) | : öyleyse ona tâbî olun |
5. | ve lâ tettebiû | : ve tâbî olmayın |
6. | es subule | : yollara |
7. | fe teferreka | : o taktirde ayırır |
8. | bi-kum | : sizi |
9. | an sebîli-hi | : onun yolundan |
10. | zâlikum | : işte bunlar |
11. | vassâ-kum | : size vasiyet etti, emretti |
12. | bi-hi | : onunla |
13. | lealle-kum | : umulur ki böylece siz |
14. | tettekûne | : siz takva sahibi olursunuz |
١٥٤
ثُمَّ اتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَامًا عَلَى الَّذى اَحْسَنَ وَتَفْصيلًا لِكُلِّ شَىْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ بِلِقَاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ
(154) sümme ateyna musel kitabe temamen alellezi ahsene ve tefsiylel likülli şey’iv ve hüdev ve rahmetel leallehüm bi likai rabbihim yü’minun
sonra biz Musa’ya kitabı verdik o kimse yaptığı en güzel (işe) karşılık (nimetimizi) tamamlamak ve her şeyi açıklamak için bir hidayet ve rahmet olmak üzere umulur ki Rablerine kavuşacaklarına iman ederler
1. | summe | : sonra |
2. | âteynâ | : biz verdik |
3. | mûsa | : Musa (A.S) |
4. | el kitâbe | : kitap |
5. | tamâmen | : tamamlayıcı olarak |
6. | alâ ellezî | : ona |
7. | ahsene | : ahsen olan |
8. | ve tafsîlen | : ve ayrı ayrı açıklayan |
9. | li kulli şey’in | : herşeyi |
10. | ve huden | : hidayete erdiren |
11. | ve rahmeten | : ve rahmet olan |
12. | lealle-hum | : umulur ki böylece onlar |
13. | bi likâi | : kavuşmaya, ulaşmaya |
14. | rabbi-him | : Rab’leri |
15. | yu’minûne | : îmân ederler |
١٥٥
وَهذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
(155) ve haza kitabün enzelnahü mübarakün fettebiuhü vetteku lealleküm türhamun
bu muazzam kitap onu biz indirdik çok mübarektir o’na tabi olun ve sakının olur ki merhamet olunursunuz
1. | ve hâza | : ve bu |
2. | kitâbun | : kitaptır |
3. | enzelnâ-hu | : onu biz indirdik |
4. | mubârekun | : mübarek |
5. | fe | : artık, öyleyse |
6. | ittebiû-hu | : ona tâbî olun |
7. | ve ittekû | : ve takva sahibi olun |
8. | lealle-kum | : umulur ki böylece siz |
9. | turhamûne | : rahmet olunursunuz |
١٥٦
اَنْ تَقُولُوا اِنَّمَا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلى طَاءِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَا وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِلينَ
(156) en tekulu innema ünzilel kitabü ala taifeteyni min kablina ve in künna an dirasetihim leğafilin
kitap bizden önce yalnız iki taifeye (yahudi ve hristiyanlara) indirildi dememeniz için ve biz onların ilmi tedrisat görmesinden kesinikle gafillerdendik (dememeniz için)
1. | en tekûlû | : demeniz (dememeniz, söylemeniz) |
2. | innemâ | : yalnızca, sadece |
3. | unzile | : indirildi |
4. | el kitâbu | : kitap |
5. | alâ | : üzerine, …’a |
6. | tâifeteyni | : iki taife, topluluk |
7. | min kabli-nâ | : bizden önce |
8. | ve in kunnâ | : ve biz olurduk |
9. | an dirâseti-him | : onların derslerinden (okuduklarından) |
10. | le gâfilîne | : gerçekten gâfil (habersiz) olanlar |
١٥٧
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّا اَهْدى مِنْهُمْ فَقَدْ جَاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِايَاتِ اللّهِ وَصَدَفَ عَنْهَا سَنَجْزِى الَّذينَ يَصْدِفُونَ عَنْ ايَاتِنَا سُوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
(157) ev tekulu lev enna ünzile aleynel kitabü le künna ehda minhüm fe kad caeküm beyyinetüm mir rabiküm ve hüdev ve rahmeh fe men azlemü mimmen kezzebe bi ayatillahi ve sadefe anha seneczillezine yasdifune an ayatina suel azabi bi ma kanu yasdifun
veya bize kitap indirilseydi muhakkak biz onlardan daha ziyade hidayete ererdik dememeniz için gerçekten bize Rabbimizden bir beyyine bir hidayet ve bir rahmet geldi o kimseden daha zalim kim olabilir Allah’ın ayetlerini yalanlayandan ve ondan yüz çevirenden ayetlerimizden yüz çevirenleri cezalandıracağız azabın en kötüsü ile yüz çevirdiklerinden dolayı
1. | ev | : veya |
2. | tekûlû | : siz dersiniz |
3. | lev | : eğer |
4. | ennâ | : bize olsa |
5. | unzile | : indirildi |
6. | aleynâ el kitâbu | : bize kitap |
7. | le kunnâ | : elbette biz olurduk |
8. | ehdâ | : daha çok hidayete erdi |
9. | min-hum | : onlardan |
10. | fe kad câe-kum | : işte size gelmişti |
11. | beyyinetun | : beyyine, delil |
12. | min rabbi-kum | : Rabbinizden |
13. | ve huden | : ve hidayet, hidayete erdiren |
14. | ve rahmetun | : ve bir rahmet |
15. | fe men | : öyleyse kim |
16. | azlemu | : daha zalim |
17. | mimmen (min men) | : o kimseden |
18. | kezzebe | : yalanladı |
19. | bi âyâtillâhi (bi âyâti allâhi ) | : Allah’ın âyetlerini |
20. | ve sadefe | : ve yüz çevirdi |
21. | an-hâ | : ondan |
22. | se neczî | : karşılık vereceğiz, cezalandıracağız |
23. | ellezîne yasdifûne | : yüz çeviren kimseler |
24. | an âyâti-nâ | : âyetlerimizden |
25. | sûe el azâbi | : kötü, ağır bir azap |
26. | bi-mâ | : …’den dolayı, sebebiyle |
27. | kânû | : oldular |
28. | yasdifûne | : yüz çeviriyorlar |
Sayfa:149
١٥٨
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا اَنْ تَاْتِيَهُمُ الْمَلءِكَةُ اَوْ يَاْتِىَ رَبُّكَ اَوْ يَاْتِىَ بَعْضُ ايَاتِ رَبِّكَ يَوْمَ يَاْتى بَعْضُ ايَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْسًا ايمَانُهَا لَمْ تَكُنْ امَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ فى ايمَانِهَا خَيْرًا قُلِ انْتَظِرُوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ
(158) hel yenzurune illa en te’tiyehümül melaiketü ev ye’tiye rabbüke ev ye’tiye ba’du ayati rabbik yevme ye’ti ba’du ayati rabbike la yenfeu nefsen imanüha lem tekün amenet min kablü ev kesebet fi imaniha hayra kuli nteziru inna müntezirun
gözetiyorlar mı? onlara ancak meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini veya Rabbinin bazı mucizelerinin gelmesini Rabbinin bazı ayetleri geldiği gün artık o kişiye imanı fayda vermez daha önceden iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye de ki gözetin muhakkak bizde gözetleyenleriz
1. | hel | : …mi? |
2. | yanzurûne | : bakıyorlar, bekliyorlar |
3. | illâ | : ancak, sadece mutlaka, illâ |
4. | en te’tiye-hum | : onlara gelmesi |
5. | el melâiketu | : melekler |
6. | ev | : veya, yoksa |
7. | ye’tiye | : gelir |
8. | rabbu-ke | : senin Rabbin, Rabbin |
9. | ev | : veya, yoksa |
10. | ye’tiye | : gelir |
11. | ba’du | : bazı |
12. | âyâti | : âyetler, mucizeler |
13. | rabbi-ke | : senin Rabbin |
14. | yevme | : o gün |
15. | ye’tî | : gelir |
16. | ba’du | : bazı |
17. | âyâti | : âyetler, mucizeler |
18. | rabbi-ke | : senin Rabbin |
19. | lâ yenfeu | : fayda vermez |
20. | nefsen | : bir kimse |
21. | îmânu-hâ | : onun îmânı |
22. | lem tekun | : olmaz |
23. | âmenet | : îmân etti, âmenû oldu |
24. | min kablu | : daha önceden |
25. | ev | : veya, yoksa |
26. | kesebet | : kazandı |
27. | fî îmâni-hâ | : îmânında, îmânıyla |
28. | hayran | : bir hayır |
29. | kul | : de |
30. | intezırû | : bekleyin |
31. | innâ | : muhakkak ki biz |
32. | muntezırûne | : bekleyenleriz |
١٥٩
اِنَّ الَّذينَ فَرَّقُوا دينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا لَسْتَ مِنْهُمْ فى شَىْءٍ اِنَّمَا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّهِ ثُمَّ يُنَبِّءُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
(159) innellezine ferreku dinehüm ve kanu şiyeal leste minhüm fi şey’ innema emruhüm ilellahi sümme yünebbiühüm bima kanu yef’alun
muhakkak dinlerini fırka fırka ayırarak parçalayan kimseler yok mu? onların yaptıkları hiçbir şey ile alakan yoktur onların işleri ancak Allah’a kalmıştır sonra onlara işleyegeldiklerini haber verecektir
1. | innellezîne (inne ellezîne) | : muhakkak ki onlar |
2. | ferrekû | : fırkalara ayırdılar, tefrik ettiler |
3. | dîne-hum | : onların dîni, kendi dînlerini |
4. | ve | : ve |
5. | kânû şiyean | : grup grup oldular |
6. | leste | : sen değilsin |
7. | min-hum | : onlardan |
8. | fî şey’in | : bir şeyde, bir ilgide, bağlantıda |
9. | innemâ | : fakat |
10. | emru-hum | : onların işi |
11. | ilâllâhi (ilâ allâhi) | : Allah’a ait |
12. | summe | : sonra |
13. | yunebbiu-hum | : onlara haber verecek |
14. | bi-mâ | : şeyleri |
15. | kânû yef’alûne | : yapmış oldukları |
١٦٠
مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَا وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّءَةِ فَلَا يُجْزى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
(160) men cae bil haseneti fe lehu aşru emsaliha ve men cae bis seyyieti fe la yücza illa misleha ve hüm la yuzlemun
her kim bir iyilik ile gelirse onun on misli sevap vardır fakat kim bir günah ile gelirse onun ancak misliyle cezalandırılır onların hiçbirine zulüm yapılmaz
1. | men | : kim |
2. | câe | : geldi |
3. | bi el haseneti | : bir hasene ile |
4. | fe lehu | : artık, o taktirde onundur |
5. | aşru | : on (10) |
6. | emsâli-hâ | : onun katı, misli |
7. | ve men | : ve kim |
8. | câe | : geldi |
9. | bi es seyyieti | : bir seyyie (günah) ile |
10. | fe lâ yuczâ | : o zaman cezalandırılmaz |
11. | illâ misle-hâ | : onun mislinden başka |
12. | ve hum | : ve onlar |
13. | lâ yuzlemûne | : zulmolunmazlar |
١٦١
قُلْ اِنَّنى هَدينى رَبّى اِلى ى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ دينًا قِيَمًا مِلَّةَ اِبْرهيمَ حَنيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكينَ
(161) kul inneni hedani rabbi ila siratim müstekım dinen kıyamem millete ibrahime hanifa ve ma kane minel müşrikin
de ki Rabbim beni gerçekten doğru bir yola hidayet buyurdu en doğru din olarak ibrahim’in hanif tevfik dinini nasip etti o müşriklerden olmadı
1. | kul | : de |
2. | inne-nî | : muhakkak ki beni |
3. | hedâ-ni | : beni hidayete erdirdi, hidayet etti |
4. | rabbî | : Rabbim |
5. | ilâ sırâtın mustekîmin | : Sıratı Mustakîm’e, Allah’a yönelmiş, |
6. | dînen | : dîn olarak |
7. | kıyamen | : ayakta kalan, kalacak olan |
8. | millete | : topluluk, din |
9. | ibrâhîme | : Hz. İbrâhîm |
10. | hanîfen | : hanif olarak, hanif olan (tek Allah’a inanan) |
11. | ve mâ kâne | : ve olmadı |
12. | min el muşrikîne | : müşriklerden |
١٦٢
قُلْ اِنَّ صَلَاتى وَنُسُكى وَمَحْيَاىَ وَمَمَاتى لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمينَ
(162) kul inne salati ve nüsüki ve mahyaye ve memati lillahi rabbil alemin
de ki benin namazım ibadetlerim hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir
1. | kul | : de |
2. | inne | : muhakkak |
3. | salâtî | : benim namazım |
4. | ve nusukî | : benim tüm ibadetlerim, kurbanım |
5. | ve mahyâye | : benim hayatım |
6. | ve memâtî | : ve benim ölümüm |
7. | lillâhi (li Allahi) | : Allah içindir |
8. | rabbi el âlemîne | : âlemlerin Rabbi |
١٦٣
لَا شَريكَ لَهُ وَبِذلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا اَوَّلُ الْمُسْلِمينَ
(163) la şerike leh ve bi zalike ümirtü ve ene evvelül müslimin
onun ortağı yoktur ben bununla emir olundum ve ben müslümanların ilkiyim
1. | lâ şerîke | : ortağı yoktur |
2. | lehu | : onun |
3. | ve bi zâlike | : ve bununla |
4. | umirtu | : emrolundum |
5. | ve ene | : ve ben |
6. | evvel | : evvel, ilk |
7. | el muslimîne | : müslümanlar, teslim olanlar |
١٦٤
قُلْ اَغَيْرَ اللّهِ اَبْغى رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَىْءٍ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَا وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرى ثُمَّ اِلى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّءُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ فيهِ تَخْتَلِفُونَ
(164) kul e ğayrallahi ebğiy rabbev ve hüve rabbü külli şey’ ve la teksibü küllü nefsin illa aleyha ve la teziru vaziratüv vizra uhra sümme ila rabbiküm merciuküm fe yünebbiüküm bima küntüm fihi tahtelifun
de ki ben Allah’tan başka Rab mi isterim o her şeyin Rabbi iken her nefsin kazanacağı vebal ancak kendi aleyhinedir vebaline geçmez vebal yüklenen başkasının yükünü sonra dönüşünüz Rabbinizedir o size kendisinden ihtilaf etmekte olduğunuz o şeyleri haber verecektir
1. | kul | : de, söyle |
2. | e gayrallâhi (e gayre allâhi ) | : Allah’tan başka mı |
3. | ebgî | : arayayım, isteyeyim |
4. | rabben | : bir Rab |
5. | ve huve | : ve O |
6. | rabbu | : Rab |
7. | kulli şey’in | : herşey |
8. | ve lâ teksibu | : ve kazanmaz |
9. | kullu | : hepsi, bütün |
10. | nefsin | : bir nefs, kişi |
11. | illâ | : ancak, hariç, …’den başka |
12. | aleyhâ | : ona, kendisine |
13. | ve lâ teziru | : ve (yük) yüklenmezler, taşımazlar |
14. | vâziretun | : yükü taşıyan, günahkâr |
15. | vizre | : ağırlık, yük, günah |
16. | uhrâ | : diğeri, başka biri, başkası |
17. | summe | : sonra |
18. | ilâ rabbi-kum | : Rabbinize |
19. | merciu-kum | : sizin dönüşünüz |
20. | fe yunebbiu-kum | : o zaman, size haber verecek |
21. | bi-mâ | : şeyleri |
22. | kuntum | : siz oldunuz |
23. | fîhi | : onun hakkında |
24. | tahtelifûne | : ihtilâfa düştünüz, anlaşmazlığa düştünüz |
١٦٥
وَهُوَ الَّذى جَعَلَكُمْ خَلَاءِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ فى مَا اتيكُمْ اِنَّ رَبَّكَ سَريعُ الْعِقَابِ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَحيمٌ
(165) ve hüvellezi cealeküm halaifel erdi ve rafea ba’daküm fevka ba’din deracatil li yeblüveküm fi ma ataküm inne rabbeke seriul ikabi ve innehu le ğafurur rahiym
o sizi arz (üzerinin) halifeleri yaptı bazısının derecesini bazısının üstüne yükselti size verdiği şeylerle sizi imtihan etsin şüphesiz Rabbinin cezası çabuk olandır şüphesiz O çok bağışlayıcı çok merhametlidir
1. | ve huve ellezî | : ve o’dur, ki o |
2. | ceale-kum | : sizi kıldı, yaptı |
3. | halâife el ardı | : arzın, yeryüzünün halifeleri |
4. | ve refea | : ve yükseltti |
5. | ba’da-kum | : bazınızı, bir kısmınızı |
6. | fevka | : üstünde, üstüne |
7. | ba’dın | : bazısı, bir kısmı |
8. | derecâtin | : dereceler |
9. | li yebluve-kum | : sizi imtihan etmek için |
10. | fî mâ | : şeylerle, şeyler hakkında (hususunda) |
11. | âtâ-kum, | : size verdi |
12. | inne | : muhakkak |
13. | rabbe-ke | : senin Rabbin |
14. | serîu | : seri, çabuk olan |
15. | el ikâbi | : ikâb, ceza |
16. | ve inne-hu | : ve muhakkak ki o |
17. | le gafûrun | : mutlaka mağfiret eden |
18. | rahîmun | : rahmet nuru gönderen |
7-ARAF
Sayfa:150
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
١
ا ل م ص
(1) elif lam mim sad
elif – lam– mim – sâd
٢
كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ فى صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِه وَذِكْرى لِلْمُؤْمِنينَ
(2) kitabün ünzile ileyke fe la yekün fi sadrike haracüm minhü li tünzira bihi ve zikra lil mü’minin
kitab sana indirildi sakın olmasın sadrında bir sıkıntı bundan dolayı onunla öğüt veresin uyarıp mü’minleri
1. | kitâbun | : kitap |
2. | unzile | : indirildi (indirilen) |
3. | ileyke | : sana |
4. | fe | : o zaman |
5. | lâ yekun | : olmasın |
6. | fî | : içinde |
7. | sadri-ke | : senin göğsün |
8. | haracun | : bir darlık, bir sıkıntı |
9. | min-hu | : ondan |
10. | li | : için |
11. | tunzire | : uyarırsın |
12. | bihî | : onunla |
13. | zikrâ | : hatırlatma, öğüt |
14. | li el mu’minîne | : mü’minler için, mü’minlere |
٣
اِتَّبِعُوا مَا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه اَوْلِيَاءَ قَليلًا مَا تَذَكَّرُونَ
(3) ittebiu ma ünzile ileyküm mir rabbiküm ve la tettebiu min dunihi evliya’ kalilem ma tezekkerun
tabi olun size indirilenlere Rabbinizden tabi olmayın ondan başka dostlara çok az düşünüyorsunuz
1. | ittebiû | : tâbî olun, uyun |
2. | mâ | : şey |
3. | unzile | : indirildi |
4. | ileykum | : sizlere |
5. | min rabbi-kum | : sizi Rabbinizden |
6. | lâ tettebiû | : tâbî olmayın |
7. | min dûni-hi | : ondan başka |
8. | evliyâe | : dostlar, velîler |
9. | kalîlen | : az |
10. | mâ | : ne kadar |
11. | tezekkerûne | : tezekkür etmek |
٤
وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَاءَهَا بَاْسُنَا بَيَاتًا اَوْ هُمْ قَاءِلُونَ
(4) ve kem min karyetin ehleknaha fe caeha be’süna beyaten ev hüm kailun
nice memleketleri helak etmişizdir azabımız onlara geceleyin gelmiş yahut onlar ayakta gezerlerken
1. | kem | : kaç tane, nice |
2. | min | : …den |
3. | karyetin | : ülke, şehir, kasaba |
4. | ehlek-nâ-hâ | : biz helâk ettik onu |
5. | fe | : o zaman |
6. | câe-hâ | : ona geldi |
7. | be’su-nâ | : azabımız |
8. | beyâten | : geceleyin |
9. | ev | : veya |
10. | hum | : onlar |
11. | kâilûne (kaylûle) |
: öğle uykusu uyuyanlar : (öğle uykusu) |
٥
فَمَا كَانَ دَعْويهُمْ اِذْ جَاءَهُمْ بَاْسُنَا اِلَّا اَنْ قَالُوا اِنَّا كُنَّا ظَالِمينَ
(5) fe ma kane da’vahüm iz caehüm be’süna illa en kalu inna künna zalimin
devam etmedi davaları onlara azabımız geldiği zaman ancak demeleri (oldu) biz gerçekten zalimlerdik
1. | fe | : o zaman |
2. | mâ kâne | : olmadı |
3. | dâ’vâ-hum | : onların duaları, yalvarmaları |
4. | iz | : o zaman, olduğunda |
5. | câe-hum | : onlara geldi |
6. | be’su-nâ | : azabımız |
7. | illâ | : …den başka |
8. | en kâlû | : söylemeleri, demeleri |
9. | innâ | : gerçekten, muhakkak ki |
10. | kun-nâ | : biz olduk |
11. | zâlimîne | : zalimler |
٦
فَلَنَسَْلَنَّ الَّذينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسَْلَنَّ الْمُرْسَلينَ
(6) fe le nes’elennel lezine ürsile ileyhim ve le nes’elennel murselin
muhakkak soracağız kendilerine (resul) gönderilenlere muhakkak soracağız peygamberlere de
1. | fe | : o zaman, artık |
2. | le nes’ele enne | : mutlaka soracağız |
3. | ellezîne | : o kimseler |
4. | ursile | : gönderildi |
5. | ileyhim | : onlara |
6. | ve | : ve |
7. | le nes’ele enne | : elbette soracağız |
8. | el murselîne | : elçiler, resûller |
٧
فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَاءِبينَ
(7) fe le nekussanne aleyhim bi ilmiv ve ma künna ğaibin
muhakkak anlatacağız kendilerine bir ilimle biz (onlardan) habersiz değildik
1. | fe | : böylece |
2. | le | : elbette |
3. | nekussa-enne | : mutlaka anlatacağız |
4. | aleyhim | : onlara |
5. | bi ilmin | : bir ilim ile |
6. | mâ | : değil |
7. | kun-nâ | : biz olduk |
8. | gâibîne | : bilmeyenler, haberi olmayanlar, bulunmayanlar, gâib olanlar |
٨
وَالْوَزْنُ يَوْمَءِذٍ الْحَقُّ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَازينُهُ فَاُولءِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
(8) vel veznü yevmeizinil hakk fe men sekulet mevazinühu fe ülaike hümül müflihun
ve (hükümlerin) tartılması o gün haktır kimin tartısı ağır gelirse işte onlar kurtulmuşlardır
1. | ve el veznu | : ve tartı |
2. | yevme izin | : izin günü |
3. | el hakku | : haktır |
4. | fe | : artık |
5. | men | : kim |
6. | sekulet | : ağır geldi |
7. | mevâzînu hu | : onun tartısı |
8. | fe ulâike | : işte onlar |
9. | hum el muflihûne | : onlar felâha erenlerdir |
٩
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازينُهُ فَاُولءِكَ الَّذينَ خَسِرُوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِايَاتِنَا يَظْلِمُونَ
(9) ve men haffet mevazinühu fe ülaikellezine hasiru enfüsehüm bima kanu bi ayatina yazlimun
kimin de tartısı hafif gelmişse işte onlar nefislerine yazık edenlerdir ayetlerimize zulüm ettiklerinden dolayı
1. | ve men | : ve kim |
2. | haffet | : hafif oldu |
3. | mevâzînu-hu | : onun tartısı |
4. | fe | : o zaman |
5. | ulâike ellezîne | : işte o kimseler |
6. | hasirû | : hüsranda oldular |
7. | enfuse-hum | : onların nefsleri, kendileri |
8. | bimâ kânû | : olduklarından dolayı |
9. | bi-âyâti-nâ | : âyetlerimize |
10. | yazlimûne | : zulmediyorlar |
١٠
وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِى الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ فيهَا مَعَايِشَ قَليلًا مَا تَشْكُرُونَ
(10) ve le kad mekkenna küm fil erdi ve cealna leküm fiha meayiş kalilem ma teşkürin
gerçekten biz yerleştirdik sizi arza size hazırladık orada bir çok geçim imkanları çok az şükrediyorsunuz
1. | lekad | : andolsun ki |
2. | mekken-nâ-kum | : sizi yerleştirdik |
3. | fî el ardı | : yeryüzünde |
4. | ceal-nâ | : kıldık |
5. | lekum | : sizin için |
6. | fî hâ | : onun içinde |
7. | maâyişe | : geçim kaynakları |
8. | kalîlen | : az |
9. | mâ | : ne kadar |
10. | teşkurûne | : şükrediyorsunuz |
١١
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلءِكَةِ اسْجُدُوا لِادَمَ فَسَجَدُوا اِلَّا اِبْليسَ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِدينَ
(11) ve le kad halaknaküm sümme savvernaküm sümme kulna lil melaiketis cüdu li ademe fe secedu illa iblis lem yeküm mines sacidin
gerçekten sizi biz yarattık sonra size suret verdik sonra meleklere dedik “adem’e secde edin” hemen secde ettiler ancak iblis hariç secde edenlerden olmadı
1. | ve | : ve |
2. | lekad | : andolsun ki |
3. | halak-nâ-kum | : sizi yarattık |
4. | summe | : sonra |
5. | savver-nâ-kum | : size şekil (suret) verdik |
6. | kul-nâ | : biz dedik |
7. | li el melâiketi | : meleklere |
8. | uscudû | : secde edin |
9. | li âdeme | : Âdem’e |
10. | fe | : o zaman |
11. | secedû | : secde ettiler |
12. | illâ | : hariç, …den başka |
13. | iblîse | : şeytan, iblis |
14. | lem | : olmadı |
15. | yekun | : olur |
16. | min es sâcidîne | : secde edenlerden |
Sayfa:151
١٢
قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَ قَالَ اَنَا خَيْرٌ مِنْهُ خَلَقْتَنى مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طينٍ
(12) kale ma meneake ella tescüde iz emartük kale ene hayrum minh halakteni min nariv ve halaktehu min tiyn
dedi sana ne mani oldu secde etmedin sana emrettiğim zaman dedi ki ben ondan hayırlıyım beni ateşten yarattın onu topraktan yarattın
1. | kâle | : dedi |
2. | mâ | : ne |
3. | menea-ke | : seni men eden |
4. | ellâ | : olmamak |
5. | tescude | : secde edersin |
6. | iz | : o zaman, olduğunda |
7. | emertu-ke | : sana emrettik |
8. | ene | : ben |
9. | hayrun | : hayırlı |
10. | min-hu | : ondan |
11. | halakte-nî | : beni yarattın |
12. | min nârin | : ateşten |
13. | halakte-hu | : onu yarattın |
14. | min tînin | : nemli topraktan |
١٣
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ اَنْ تَتَكَبَّرَ فيهَا فَاخْرُجْ اِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرينَ
(13) kale fehbit minha fe ma yekunü leke en tetekebbera fiha fahruc inneke mines sağirin
dedi: hemen oradan in olamaz büyüklük taslaman olmaz hemen çık muhakkak sen küçülmüşlerden (olarak)
1. | kâle | : dedi |
2. | fe ıhbit | : öyleyse in |
3. | min hâ | : oradan |
4. | fe mâ | : artık olmaz |
5. | yekûnu | : olur |
6. | leke | : sana, senin |
7. | en | : olmak |
8. | tetekebbere | : büyüklük taslamak, kibirlenmek |
9. | fî hâ | : orada |
10. | fe ıhruc | : artık çık |
11. | inne ke | : muhakkak sen |
12. | min es sâgirîne | : küçülenlerden, alçaklardan |
١٤
قَالَ اَنْظِرْنى اِلى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
(14) kale enzirni ila yevmi yüb’asun
(iblis) dedi beni beklet dirilme gününe kadar
1. | kâle | : dedi |
2. | enzır-nî | : bana mühlet ver |
3. | ilâ | : …e kadar |
4. | yevmi | : gün |
5. | yub’asûne | : diriltilirler |
١٥
قَالَ اِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرينَ
(15) kale inneke minel münzarin
(Allah) buyurdu, muhakkak sen bekletilenlerdensin
1. | kâle | : dedi |
2. | inne-ke | : muhakkak sen, gerçekten sen |
3. | min el munzarîne | : mühlet verilenlerden, bekletilenlerden, izin verilenlerden |
١٦
قَالَ فَبِمَا اَغْوَيْتَنى لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقيمَ
(16) kale fe bima ağveyteni le ak’udenne lehüm siratakel müstekım
dedi beni azdırmandan dolayı muhakkak oturacağım onlar için senin doğru yolunun (üzerine)
1. | kâle | : dedi |
2. | fe | : artık |
3. | bimâ | : şey sebebiyle |
4. | agveyte-nî | : beni azdırman |
5. | le ak’udenne | : mutlaka oturacağım |
6. | lehum | : onlar |
7. | sırâtekel mustekîme | : senin Sıratı Mustakîmin |
١٧
ثُمَّ لَاتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ اَيْديهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ اَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَاءِلِهِمْ وَلَا تَجِدُ اَكْثَرَهُمْ شَاكِرينَ
(17) sümme le atiyennehüm mim beyni eydihim ve min halfihim ve an eymanihim ve an şemailihim ve la tecidü ekserahüm şakirin
sonra muhakkak onlara önlerinden geleceğim arkalarından (da) sağlarından sollarından ve sen bulamazsın onların çoğunu şükür edicilerden
1. | summe | : sonra |
2. | le âtiyenne-hum | : onlara getirmek, yapmak, gelmek |
3. | min beyni | : arasından |
4. | eydî-him | : onların elleri |
5. | min beyni eydi-him | : elleri arasından, önlerinden |
6. | min halfi-him | : arkalarından |
7. | an | : …den, …den dolayı |
8. | eymâni-him | : sağları |
9. | şemâili-him | : solları |
10. | lâ tecidu | : bulamazsın |
11. | eksere-hum | : onların çoğu |
12. | şâkirîne | : şükredenler |
١٨
قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُمًا مَدْحُورًا لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَاَمْلََنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ اَجْمَعينَ
(18) kalehruc minha mez’umem medhura le men tebiake minhüm le emleenne cehenneme minküm ecmeın
(Allah) buyurdu çık oradan kınanmış kovulmuş olarak onlardan kim sana tabi olursa muhakkak dolduracağım sizin hepinizi cehenneme
1. | kâle | : dedi |
2. | uhruc | : çık |
3. | min-hâ | : oradan |
4. | mez’ûmen | : hor görülmüş, kınanmış |
5. | medhûren | : kovulmuş, uzaklaştırılmış olarak |
6. | le | : elbette |
7. | men | : kim |
8. | tebia-ke | : sana tâbî olur, uyarsa |
9. | min-hum | : onlardan |
10. | le emle enne | : mutlaka dolduracağım |
11. | min-kum | : sizden |
12. | ecmaîne | : hepsi |
١٩
وَيَاادَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِءْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمينَ
(19) ve ya ademüs kün ente ve zevcükel cennete fe küla min haysü şi’tüma ve la takraba hazihiş şecerate fe tekuna minez zalimin
Ey Adem yerleşin sen ve zevcen cennete, yiyin her ikinizde dilediğiniz yerden yaklaşmayın şu ağaca ikinizde olursunuz zalimlerden
1. | yâ âdemu | : ey Âdem |
2. | uskun | : yerleşin, ikamet edin |
3. | ente | : sen |
4. | zevcu-ke | : senin zevcen |
5. | el cennete | : cennet |
6. | fe | : böylece, o zaman |
7. | kulâ | : yeyin (ikiniz) |
8. | min haysu | : yerden, yerde, nereden |
9. | şi’tumâ | : dilediğiniz (siz ikiniz) |
10. | lâ takrebâ | : yaklaşmayın (ikiniz) |
11. | hâzihi | : bu |
12. | eş şecerete | : ağaç |
13. | fe tekûnâ | : o zaman olursunuz (siz ikiniz) |
14. | min ez zâlimîne | : zalimlerden |
٢٠
فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِىَ لَهُمَا مَاوُرِىَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْاتِهِمَا وَقَالَ مَانَهيكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هذِهِ الشَّجَرَةِ اِلَّا اَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ اَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدينَ
(20) fe vesvese lehümeş şeytanü li yübdiye lehüma mavuriye anhüma min sev’atihima ve kale ma nehaküma rabbüküma an hazihiş şecerati illa en tekuna melekeyni ev tekuna minel halidin
vesvese verdi şeytan her ikisine de açığa çıkarmak için ikisininde örtülerini (açarak) avret yerlerini ve dedi ki size neden yasak etti Rabbiniz bu ağacı iki melek olacağınızdan (dolayı) yahut ikinizde ebedi kalanlar olacağınızdan
1. | fe | : o zaman |
2. | vesvese | : vesvese verdi |
3. | lehum eş şeytânu | : şeytan onlara |
4. | li yubdiye | : açığa çıkarması, ortaya çıkarması için |
5. | lehumâ | : o ikisinin |
6. | mâ | : şey |
7. | vuriye | : gizlenmiş, örtülmüş |
8. | an-humâ | : o ikisinden, (kendilerinden) |
9. | min | : …den |
10. | sev’âti-himâ | : ikisinin avret yerleri (görünmesi) |
11. | kâle | : dedi |
12. | nehâkumâ | : ikinize yasakladı (nehyetti) |
13. | rabbu-kumâ | : Rabbiniz (ikinizin Rabbi) |
14. | an | : …den |
15. | hâzihi eş şecereti | : bu ağaç |
16. | illâ | : sadece, ancak, …den başka |
17. | en tekûnâ | : olmanız (ikinizin) |
18. | melekeyni | : iki melek |
19. | ev | : yoksa, veya |
20. | min el hâlidîne | : ebedî kalanlardan |
٢١
وَقَاسَمَهُمَا اِنّى لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحينَ
(21) ve kasemehüma inni leküma le minen nasihiyn
ve ikisine de yemin etti şüphesiz ben ikinize de nasihat edicilerdenim
1. | ve | : ve |
2. | kâseme-humâ | : ikisine yemin etti |
3. | innî | : muhakkak ki ben |
4. | leku-mâ | : gerçekten sizin ikinize |
5. | le min en nâsıhîne | : mutlaka nasihat (öğüt) edenlerdenim |
٢٢
فَدَلّيهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَاديهُمَا رَبُّهُمَا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُبينٌ
(22) fe della hüma bi ğurur fe lemma zakaş şecerate bedet lehüma sev’atühüma ve tafika yahsifani aleyhima miv verakil cenneh ve nadahüma rabbühüma e lem enheküma an tilkümaş şecerati ve ekul leküma inneş şeytane leküma adüvvüm mübin
böylece tevessül ettirdi her ikisini de kandırarak vaktaki ağaçtan tattılar açığa çıktı ikisinin de avret yerleri ikisi de yapıştırmaya koyuldular cennet yapraklarını üzerlerine ikisine de nida etti Rableri yasak etmedim mi? bu ağacı ikinize ikinize demedim mi? şüphesiz şeytan size açık düşmandır
1. | fe | : böylece |
2. | dellâ | : o ikisine delillik (önderlik) yaptı |
3. | humâ | : ikisi |
4. | bi gurûrin | : aldatarak |
5. | fe lemmâ | : öyle olunca |
6. | zâkâ | : tattılar (ikisi) |
7. | eş şecerete | : ağacı tattıklarında |
8. | bedet | : göründü, açığa çıktı |
9. | lehumâ | : kendilerine (ikisine) |
10. | sev’âtu-humâ | : ayıp yerleri (ikisinin) |
11. | ve tafikâ | : ve başladılar (ikisi) |
12. | yahsıfâni | : yapıştırıyorlar (ikisi) |
13. | aleyhimâ | : üzerlerine (ikisinin) |
14. | min | : …den |
15. | varaki | : yaprak |
16. | el cenneti | : cennet |
17. | ve nâdâ-huma | : ve ikisine seslendi |
18. | rabbu-humâ | : ikisinin Rabbi |
19. | e lem enhe-kumâ | : ikinize menetmemiş miydim yasaklamamış mıydım |
20. | an tilkum eş şecereti | : bu ağaçtan |
21. | ve ekul | : ve söyledim |
22. | lekumâ | : ikinize |
23. | inne eş şeytâne | : muhakkak ki şeytan |
24. | aduvvun | : düşmandır |
25. | mubînun | : apaçık |
Sayfa:152
٢٣
قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرينَ
(23) kala rabbena zalemna enfüsena ve il lem tağfir lena ve terhamna lenekunenne minel hasirin
ikisi de dedi Rabbimiz biz nefsimize zulüm ettik eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak bizler oluruz hüsrana düşenlerden
1. | kâlâ | : dediler (o ikisi) |
2. | rabbe-nâ | : Rabbimiz |
3. | zalem-nâ | : zulmettik |
4. | enfuse-nâ | : nefslerimiz |
5. | ve in | : ve eğer |
6. | lem tagfir-lenâ | : bize mağfiret etmezsin |
7. | ve terham-nâ | : ve bize rahmet et |
8. | le nekûne enne | : mutlaka biz oluruz |
9. | min el hâsirîne | : hüsrana uğrayanlardan |
٢٤
قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِى الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلى حينٍ
(24) kaleh bitu ba’duküm li ba’din adüvv ve leküm fil erdi müstekarruv ve metaun ila hiyn
dedi inin bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak sizin için yeryüzünde yerleşme ve geçinme (vardır) bir zamana kadar
1. | kâle | : dedi |
2. | ıhbitû | : inin |
3. | ba’dukum | : sizin bir kısmınız |
4. | li ba’dın | : bir kısmına |
5. | ba’dukum li ba’dın | : birbirinize |
6. | aduvvun | : düşman |
7. | ve lekum | : ve sizin için vardır |
8. | fî el ardı | : yeryüzünde |
9. | mustekarrun | : bir yerleşim (istikrar) karar verilmiş |
10. | ve metâ’un | : ve metâ (geçim) |
11. | ilâ hînin | : belli bir süreye kadar |
٢٥
قَالَ فيهَا تَحْيَوْنَ وَفيهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ
(25) kale fiha tahyevne ve fiha temutune ve minha tuhracun
dedi ki orada yaşayacaksınız orada öleceksiniz oradan çıkarılacaksınız
1. | kâle | : dedi |
2. | fî-hâ | : orada (yeryüzünde) |
3. | tahyevne | : yaşarsınız (hayy olursunuz) |
4. | ve | : ve |
5. | fî hâ | : orada |
6. | temûtûne | : ölürsünüz |
7. | ve min-hâ | : ve oradan |
8. | tuhrecûne | : çıkarılırsınız |
٢٦
يَا بَنى ادَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارى سَوْاتِكُمْ وَريشًا وَلِبَاسُ التَّقْوى ذلِكَ خَيْرٌ ذلِكَ مِنْ ايَاتِ اللّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
(26) ya beni ademe kad enzelna aleyküm libasey yüvari sev’atiküm ve rişev ve libasüt takva zalike hayr zalike min ayatillahi leallehüm yezzekkerun
ey adem oğulları size indirdik gerçekten bir libas edep yerlerinizi örtecek hilkat (indirdik) ve takva libası bundan hayırlıdır işte bu Allah’ın ayetlerindendir olur ki onlar düşünürler
1. | yâ benî âdeme | : ey Âdemoğulları |
2. | kad enzel-nâ | : indirdik |
3. | aleykum | : size |
4. | libâsen | : elbise |
5. | yuvârî | : örter |
6. | sev’âti-kum | : ayıp yerlerinizi |
7. | ve | : ve |
8. | rîşâen | : süs, ziynet eşyası |
9. | ve libâsu et takvâ | : ve takva elbisesi |
10. | zâlike | : bu |
11. | hayrun | : hayırlıdır |
12. | min âyâti allâhi | : Allah’ın âyetlerindendir |
13. | lealle-hum | : umulur ki onlar, böylece onlar |
14. | yezzekkerûne | : tezekkür ederler |
٢٧
يَا بَنى ادَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاتِهِمَا اِنَّهُ يَريكُمْ هُوَ وَقَبيلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطينَ اَوْلِيَاءَ لِلَّذينَ لَا يُؤْمِنُونَ
(27) ya beni ademe la yeftinennekümüş şeytanü kema ahrace ebeveyküm minel cenneti yenziu anhüma libasehüma li yüriyehüma sev’atihima innehu yeraküm hüve ve kabilühu min haysü la teravnehüm inna cealneş şeyatiyne evliyae lillezine la yü’minun
ey adem oğulları sizi fitneye düşürmesin şeytan çıkardığı gibi ananızı ve babanızı cennetten çekip soydu o ikisinin libasını onlara göstermek için edep yerlerini o ve kabilesi muhakkak sizi görür sizin onları göremeyeceğiniz yerden şüphesiz biz, kıldık şeytanları dostlar iman etmeyen kimselerle
1. | yâ benî âdeme | : ey Âdemoğulları |
2. | lâ yeftine-enne-kum | : sizi sakın fitneye düşürmesin, şaşırtmasın |
3. | eş şeytânu | : şeytan |
4. | kemâ ahrece | : çıkardığı gibi |
5. | ebevey-kum | : sizin anne ve babanızı |
6. | min el cenneti | : cennetten |
7. | yenziu | : çıkarır, soyar ikisinden |
8. | an-humâ | : ikisinden |
9. | libâse-humâ | : ikisinin elbiselerini |
10. | li yuriye-humâ | : ikisine göstermek için |
11. | sev’âti-himâ | : ikisinin ayıp yerlerini |
12. | inne-hu | : çünkü, muhakkak ki |
13. | yerâ-kum | : sizleri görür |
14. | huve ve | : o ve |
15. | kabîlu-hu | : onun kabilesi, onun topluluğu |
16. | min haysu | : herhangibir yerden |
17. | lâ terevne-hum | : onları göremezsiniz |
18. | innâ | : muhakkak ki |
19. | cealne eş şeyâtîne | : şeytanları kıldık |
20. | evliyâe | : evliya, dostlar |
21. | li ellezîne | : o kimselere |
22. | lâ yu’minûne | : inanmazlar, (mü’min olmayanlar) |
٢٨
وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَا ابَاءَنَا وَاللّهُ اَمَرَنَا بِهَا قُلْ اِنَّ اللّهَ لَا يَاْمُرُ بِالْفَحْشَاءِ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَالَا تَعْلَمُونَ
(28) ve iza fealu fahişeten kalu vecedna aleyha abaena vallahü emerana biha kul innellahe la ye’müru bil fahşa’ e tekulune alellahi ma la ta’lemun
bir fuhuş yaptıkları zaman derler bunun üzerine bulduk biz babalarımızı bunu bize Allah emretti de ki şüphesiz Allah fuhşu emretmez bilmediğiniz şeyleri Allah (söyledi) mi diyorsunuz
1. | ve | : ve |
2. | izâ faalû | : yaptıkları zaman |
3. | fâhişeten | : kötülük, çirkin bir şey |
4. | kâlû | : dediler |
5. | veced-nâ | : biz bulduk |
6. | aleyhâ | : bunun üzerine |
7. | âbâe-nâ | : atalarımızı |
8. | vallâhu | : ve Allah |
9. | emere-nâ | : bize emretti |
10. | bi-hâ | : onu |
11. | kul | : de ki |
12. | inne allâhe | : şüphesiz Allah |
13. | lâ ye’muru | : emretmez |
14. | bi el fahşâi | : fuhşu, kötülüğü |
15. | e tekûlûne | : mı söylüyorsunuz |
16. | alâ allâhi | : Allah’a karşı |
17. | mâ | : bir şeyi |
18. | lâ ta’lemûne | : (bilmediğiniz) bilmiyorsunuz |
٢٩
قُلْ اَمَرَ رَبّى بِالْقِسْطِ وَاَقيمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِصينَ لَهُ الدّينَ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَ
(29) kul emera rabbi bil kısti ve ekiymu vücuheküm inde külli mescidiv ve’du hü muhlisine lehüddin kema bedeeküm teudun
de ki Rabbim adaleti emretti yüzünüzü (o’na) çevirin bütün mescitlerde o’na dua edin ihlaslılar olarak o’nun dininin (gerektirdiği gibi) sizi ilk yaratığı gibi (o’na) döneceksiniz
1. | kul | : de |
2. | emere | : emretti |
3. | rabbî | : Rabbim |
4. | bi el kıstı | : adaletle |
5. | ve ekîmû | : ve ikame ettirin, yönelin, döndürün |
6. | vucûhe-kum | : yüzlerinizi, kendinizi |
7. | inde | : yanında |
8. | kulli | : her |
9. | mescidin | : mescid |
10. | ved’û-hu | : ona dua edin |
11. | muhlisîne lehu ed dîne | : dîni ona has kılarak |
12. | kemâ bedee-kum | : sizi yarattığı gibi |
13. | teûdûne | : dönersiniz |
٣٠
فَريقًا هَدى وَفَريقًا حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُ اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاطينَ اَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ اللّهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ
(30) ferikan heda ve ferikan hakka aleyhimüd dalaleh innehümüt tehazüş şeyatiyne evliyae min dunillahi ve yahsebune ennehüm muhtedun
bir kısmı hidayete erecek bir kısmının hak oldu üzerine dalalet şüphesiz onlar edindiler şeytanları dostlar Allah’tan başka zannederler muhakkak onlar kendilerini hidayete ermiş
1. | ferîkan | : bir grup, bir kısım |
2. | hadâ | : hidayete erdi |
3. | ve | : ve |
4. | ferîkan | : bir grup, bir kısmı |
5. | hakka | : haketti |
6. | aleyhim ed dalâletu | : üzerlerine dalâleti |
7. | innehum ettehazû eş şeyâtîne | : çünkü onlar şeytanı edindiler |
8. | evliyâe | : velîler, dostlar, evliya |
9. | min dûni allâhi | : Allah’tan başka |
10. | ve yahsebûne | : ve zannederler, zannediyorlar |
11. | enne-hum | : onların olduğunu, kendilerinin olduğunu |
12. | muhtedûne | : hidayete ermiş olanlar |
Sayfa:153
٣١
يَا بَنى ادَمَ خُذُوا زينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُوا اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفينَ
(31) ya beni ademe huzu zineteküm inde külli mescidiv ve külu veşrabu ve la tüsrifu innehu la yühibbül müsrifin
ey adem oğulları ziynetlerinizi takınız bütün mescitlerde yiyiniz ve içiniz israf edenlerden olmayın şüphesiz o, sevmez israf edenleri
1. | yâ benî âdeme | : ey Âdemoğulları |
2. | huzû | : alınız |
3. | zînete-kum | : ziynetleriniz |
4. | inde | : yanında |
5. | kulli | : her |
6. | mescidin | : namaz kılınan yer, mescid |
7. | kulû | : yeyiniz |
8. | ve işrebû | : ve içiniz |
9. | ve lâ tusrifû | : ve israf etmeyin |
10. | inne-hu | : muhakkak ki o |
11. | lâ yuhıbbu | : sevmez |
12. | el musrifîne | : israf edenleri |
٣٢
قُلْ مَنْ حَرَّمَ زينَةَ اللّهِ الَّتى اَخْرَجَ لِعِبَادِه وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ قُلْ هِىَ لِلَّذينَ امَنُوا فِى الْحَيوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيمَةِ كَذلِكَ نُفَصِّلُ الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
(32) kul men harrame zinetellahilleti ahrace li ibadihi vet tayyibati miner rızk kul hiye lillezine amenu fil hayatid dünya halisatey yevmel kıyameh kezalike nüfassilül ayati li kavmiy ya’lemun
de ki kim haram etmiş Allah’ın ziynetini o çıkardı kulları için helal, hoş rızkını de ki bunlar iman eden kimseler içindir dünya hayatında kıyamet gününde (onlara) mahsustur böylece biz açıklıyoruz ayetleri bilen bir kavme
1. | kul | : de (ki) |
2. | men | : kim |
3. | harreme | : haram kıldı |
4. | zînete allâhi elletî | : Allah’ın ziyneti ki o |
5. | ahrece | : çıkardı |
6. | li ibâdi-hî | : kulları için |
7. | ve et tayyibâti | : ve temiz, helâl olanlar |
8. | min er rızkı | : rızıktan |
9. | kul | : de (ki) |
10. | hiye | : o |
11. | li | : için |
12. | ellezîne âmenû | : îmân edenler, âmenû olan kimseler |
13. | fî el hayâti ed dunyâ | : dünya hayatında |
14. | hâlisaten | : has, özel |
15. | yevme el kıyâmeti | : kıyâmet günü |
16. | kezâlike | : böylece |
17. | nufassılu el âyâti | : âyetleri ayrı ayrı açıklarız, açıklıyoruz |
18. | li kavmin | : bir kavim için |
19. | ya’lemûne | : biliyorlar |
٣٣
قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّىَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْىَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّهِ مَالَمْ يُنَزِّلْ بِه سُلْطَانًا وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّهِ مَالَا تَعْلَمُونَ
(33) kul innema harrame rabbiyel fevahişe ma zahera minha ve ma betane vel isme vel bağye bi ğayril hakkı ve en tüşriku billahi ma lem yünezzil bihi sültanev ve en tekulu alellahi ma la ta’lemun
de ki Rabbim ancak haram kıldı fuhşun açığını ve onun gizlisini ve günah işlemeyi haksız yere haddi aşmayı Allah’a ortak koşmanızı indirmediği halde hakkında hiçbir hüccet Allah’a isnat ederek söylemenizi bilmediğiniz şeyleri
1. | kul | : de |
2. | innemâ | : sadece |
3. | harreme | : haram kıldı |
4. | rabbiyel | : Rabbim size |
5. | el fevâhişe | : kötülükler, günahlar |
6. | mâ zahere | : açıkta olan şey |
7. | min-hâ | : ondan |
8. | mâ batane | : gizli olan şey |
9. | ve el isme | : ve günah |
10. | ve el bagye | : ve isyan, zulüm |
11. | bi gayri el hakkı | : haksız yere |
12. | en tuşrikû | : ortak koşmanız, şirk koşmanız |
13. | bi allâhi | : Allah’a |
14. | mâ lem yunezzil | : indirmediği şey |
15. | bi-hî | : ona |
16. | sultânen | : bir huccet, bir delil |
17. | ve en tekûlû | : ve söylemeniz |
18. | alâ allâhi | : Allah’a |
19. | mâ lâ ta’lemûne | : bilmediğiniz bir şeyi |
٣٤
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌ فَاِذَا جَاءَ اَجَلُهُمْ لَايَسْتَاْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
(34) ve li külli ümmetin ecel fe iza cae ecelühüm la yeste’hırune saatev ve la yestakdimun
her ümmetin bir eceli vardır geldiği zaman onların ecelleri o saat ne tehir edilir ne de öne alınır
1. | ve li kulli ummetin | : bütün ümmet için vardır |
2. | ecelun | : ecel, süre, müddet, zaman dilimi |
3. | fe | : böylece |
4. | izâ câe | : geldiği zaman |
5. | ecelu-hum | : onların ecelleri (takdir edilen zaman dolunca) |
6. | lâ yeste’hırûne | : geriye bırakılmaz, tehir edilmez |
7. | sâaten | : bir saat |
8. | ve lâ yestakdimûne | : ve öne alınmaz |
٣٥
يَا بَنى ادَمَ اِمَّا يَاْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ ايَاتى فَمَنِ اتَّقى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَاهُمْ يَحْزَنُونَ
(35) ya beni ademe imma ye’tiyenneküm rusülüm minküm yekussune aleyküm ayati fe menitteka ve asleha fe la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
ey adem oğulları muhakkak size geldiğinde içinizden resul anlattıklarında size benim ayetlerimi kim sakınır ve halini düzeltirse onlara korku yoktur onlar olmayacaklardır mahzunda
1. | yâ benî âdeme | : ey Âdemoğulları |
2. | immâ | : eğer, şâyet |
3. | ye’tiyenne-kum | : size gelirse |
4. | rusulun | : resûller |
5. | min-kum | : sizden |
6. | yekussûne | : hikâye etmek, anlatmak |
7. | aleykum | : sizin üzerinize |
8. | âyâtî | : âyetler |
9. | fe | : o zaman |
10. | men ittekâ | : kim takva sahibi olursa |
11. | ve asleha | : ve (nefsini) ıslâh ederse |
12. | fe lâ havfun | : o zaman korku yoktur |
13. | aleyhim | : onların üzerine, onlara |
14. | ve lâ hum yahzenûne | : ve onlar mahzun olmazlar |
٣٦
وَالَّذينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا اُولءِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ
(36) vellezine kezzebu bi ayatina vestekberu anha ülaike ashabün nar hüm fiha halidun
o kimseler ki yalanladılar ayetlerimizi onu kibirlerine yediremediler işte onlar cehennem güruhudur onlar orada ebedi kalacaklardır
1. | ve ellezîne | : ve o kimseler ki |
2. | kezzebû | : yalanladılar |
3. | bi âyâti-nâ | : âyetlerimizi |
4. | ve estekberû | : ve büyüklendiler, kibirlendiler |
5. | an-hâ | : ona (ondan) |
6. | ulâike | : işte onlar |
7. | ashabu en nâri | : ateş ehli |
8. | hum | : onlar |
9. | fî-hâ | : orada |
10. | hâlidûne | : kalıcıdırlar, kalanlardır |
٣٧
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرى عَلَى اللّهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِايَاتِه اُولءِكَ يَنَالُهُمْ نَصيبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِ حَتّى اِذَا جَاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْ قَالُوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّهِ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِرينَ
(37) fe men azlemü mimmeniftera alellahi keziben ev kezzebe bi ayatih ülaike yenalühüm nesiybühüm minel kitab hatta iza caet hüm rusülüna yeteveffevnehüm kalu eyne ma küntüm ted’une min dunillah kalu dallu anna ve şehidu ala enfüsihim ennehüm kanu kafirin
en büyük zalim kimdir? o kimse ki iftira eder Allah’a karşı yalan yere yahut o’nun ayetlerini yalanlar işte bunlar erişeceklerdir kitapta (takdir edilen) nasiplerine hatta geldiği zaman onlara elçilerimiz onların ruhlarını almak için nerede derler taptıklarınız Allah’tan başka bizden kayboldular derler şahitlik ederler nefisleri aleyhinde kendilerinin şüphesiz kafir olduklarına (dair)
1. | fe | : o zaman, böylece |
2. | men azlemu | : kim daha zalim |
3. | mimmen ifterâ | : iftira eden kimseden |
4. | alâ allâhi | : Allah’a |
5. | keziben | : bir yalan, yalanla |
6. | ev | : veya |
7. | kezzebe | : yalanladı |
8. | bi âyâtihi | : onun âyetlerini |
9. | ulâike | : işte onlar |
10. | yenâlu-hum | : onlara erişir, (ulaşır, nail olur) |
11. | nasîbu-hum | : nasipleri, payları |
12. | min el kitâbi | : kitaptan |
13. | hattâ | : sonunda, olunca |
14. | izâ câet-hum | : onlara geldiği zaman |
15. | rusulu-nâ | : resûllerimiz, elçilerimiz |
16. | yeteveffevne-hum | : onların vefat ettirir |
17. | kâlû | : dediler |
18. | eyne | : nerede |
19. | mâ kuntum ted’ûne | : ibadet ettiğiniz şey(ler), dua ettiğiniz şeyler |
20. | min dûnillâhi | : Allah’tan başka |
21. | kâlû | : dediler |
22. | dallû | : saptılar (gittiler) |
23. | an-nâ | : bizden |
24. | ve şehidû | : ve şahit oldular |
25. | alâ enfusi-him | : kendi nefslerine, kendilerine |
26. | enne-hum | : kendilerinin olduğuna |
27. | kânû kâfirîne | : kâfirler oldular |
Sayfa:154
٣٨
قَالَ ادْخُلُوا فى اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِى النَّارِ كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَا حَتّى اِذَا ادَّارَكُوا فيهَا جَميعًا قَالَتْ اُخْريهُمْ لِاُوليهُمْ رَبَّنَا هؤُلَاءِ اَضَلُّونَا فَاتِهِمْ عَذَابًا ضِعْفًا مِنَ النَّارِ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلكِنْ لَا تَعْلَمُونَ
(38) kaledhulu fi ümemin kad halet min kabliküm minel cinni vel insi fin nar küllema dehalet ümmetül leanet uhteha hatta ized daraku fiha cemian kalet uhrahüm li ulahüm rabbena haülai edalluna fe atihim azaben di’fem minen nar kale li küllin di’füv ve lakil la ta’lemun
içine giriniz buyuracak gerçekten sizden önce geçmiş olan ümmetler insan ve cinlerden ateşin içine her ümmet (ateşe) girdikçe (günaha sürüklenen) hak yoldan çıkarana lanet eder hatta bir araya geldikleri zaman onun içinde birikerek der ki sonrakiler öncekiler için Rabbimiz işte bunlar bizi saptırdılar onlara azap ver ateşten iki kat buyurur hepsine iki kat (azap) vardır lakin bilmezler
1. | kâle edhulû | : girin dedi |
2. | fî | : içine |
3. | umemin | : ümmetler |
4. | kad | : oldu, olmuştur |
5. | halet | : gelip geçti |
6. | min kabli-kum | : sizden öncekilerden |
7. | min el cinni | : cinlerden |
8. | ve el insi | : ve insanlardan |
9. | fî en nâri | : ateşin içine |
10. | kullemâ | : her defasında |
11. | dehalet | : girdi, dahil oldu |
12. | ummetun | : bir ümmet |
13. | leanet | : lânetledi |
14. | uhte-hâ | : kardeşleri |
15. | hattâ | : olunca |
16. | izâ eddârekû | : ard arda biraraya geldikleri zaman |
17. | fî-hâ | : orada |
18. | cemîan | : hepsi |
19. | kâlet | : dedi (dediler) |
20. | uhrâ-hum | : onların sonrakileri |
21. | li ûlâ-hum | : onların öncekileri için |
22. | rabbe-nâ | : Rabbimiz |
23. | hâulâi | : işte onlar |
24. | edallû-nâ | : bizi saptırdı, dalâlete düşürdü |
25. | fe | : böylece, artık |
26. | âti-him | : onlara ver |
27. | azâben | : bir azap |
28. | di’fen | : iki misli, iki kat |
29. | min en nâri | : ateşten |
30. | kâle | : dedi |
31. | li kullin | : hepiniz için vardır |
32. | di’fun | : iki misli, iki kat |
33. | ve lâkin | : ve lâkin, fakat |
34. | lâ ta’lemûne | : siz bilmezsiniz |
٣٩
وَقَالَتْ اُوليهُمْ لِاُخْريهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ
(39) ve kalet ulahüm li uhrahüm fe ma kane leküm aleyna min fadlin fe zukul azabe bima küntüm teksibun
der ki öncekilerde sonrakiler için sizin olmadı bize karşı bir üstünlüğünüz tadınız azabı yaptıklarınızdan dolayı
1. | ve kâlet | : ve dedi (dediler) |
2. | ûlâ-hum | : onların evvelkileri |
3. | li uhrâ-hum | : onların sonrakilere |
4. | fe | : böylece |
5. | mâ kâne lekum | : sizin yoktur |
6. | aleynâ | : bize |
7. | min fadlin | : üstünlükten (bir üstünlük) |
8. | fe zûkû el azâbe | : o zaman tadın, azabı |
9. | bi-mâ | : o şey (şeyler) sebebiyle |
10. | kuntum teksibûne | : kazandığınız, kazanmış olduğunuz |
٤٠
اِنَّ الَّذينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّى يَلِجَ الْجَمَلُ فى سَمِّ الْخِيَاطِ وَكَذلِكَ نَجْزِى الْمُجْرِمينَ
(40) innellezine kezzebu bi ayatina vestekberu anha la tüfettehu lehüm ebvabüs semai ve la yedhulunel cennete hatta yelicel cemelü fi semmil hiyad ve kezalike neczil mücrimin
şüphesiz o kimseler ayetlerimizi yalanladılar ona karşı büyüklendiler onlara açılmaz semanın kapıları cennete giremezler hatta deve geçmedikçe iğnenin deliğinden işte böyle cezalandırırız mücrimleri
1. | inne ellezîne | : muhakkak o kimseler (ki) |
2. | kezzebû | : yalanladılar |
3. | bi âyâti-nâ | : âyetlerimizi |
4. | ve estekberû | : ve büyüklendiler, kibirlendiler |
5. | an-hâ | : ona, (ondan) |
6. | lâ tufettehu | : açılmaz |
7. | lehum | : onlara |
8. | ebvâbu es semâi | : semanın kapıları |
9. | ve lâ yedhulûne el cennete | : cennete giremezler |
10. | hattâ | : oluncaya kadar |
11. | yelice | : girer |
12. | el cemelu | : erkek deve (veya urgan) |
13. | fî semm el hiyâtı | : iğne deliğinin içine |
14. | kezâlike | : işte böyle |
15. | neczî | : cezalandırırız |
16. | el mucrimîne | : suçlular, günahkârlar |
٤١
لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍ وَكَذلِكَ نَجْزِى الظَّالِمينَ
(41) lehüm min cehenneme mihadüv ve min fevkı him ğavaş ve kezalike necziz zalimin
onlar için cehennemden bir döşek onların üzerinde örtüler vardır zalimleri böyle cezalandırırız
1. | lehum | : onlar için vardır |
2. | min cehenneme | : cehennemden |
3. | mihâdun | : yatak, döşek |
4. | min fevkı-him | : onların üstlerinde |
5. | gavaşın | : örtüler |
6. | ve | : ve |
7. | kezâlike | : işte böyle |
8. | neczî | : cezalandırırız |
9. | ez zâlimîne | : zalimler |
٤٢
وَالَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا اُولءِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ
(42) vellezine amenu ve amilus salihati la nükellifü nefsen illa vüs’aha ülaike ashabül cenneh hüm fiha halidun
o kimseler ki iman edip salih amel işlerlerse nefsi mükellef tutmayız ancak gücünün nispetinde işte bunlar cennet ashabıdır onlar orada ebedi kalacaklardır
1. | ve | : ve |
2. | ellezîne âmenû | : âmenû olan, îmân eden, kimseler (hayatta iken Allah’a ulaşmayı dileyen) |
3. | ve amilu es sâlihâti | : salih amel işleyen (nefs tezkiyesi yapan) |
4. | lâ nukellifu | : sorumlu tutmayız |
5. | nefsen | : nefs |
6. | illâ | : ancak, yalnız, …den başka |
7. | vus’a-hâ | : onun gücü, kapasitesi |
8. | ulâike | : işte onlar |
9. | ashâbu el cenneti | : cennet ehli |
10. | hum | : onlar |
11. | fî-hâ | : orada |
12. | hâlidûne | : ebedî kalanlar, kalıcı olanlar |
٤٣
وَنَزَعْنَا مَا فىصُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْرى مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ وَقَالُواالْحَمْدُ لِلّهِ الَّذى هَدينَا لِهذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْ لَا اَنْ هَدينَا اللّهُ لَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ وَنُودُوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
(43) ve neza’na ma fi sudurihim min ğıllin tecri min tahtihimül enhar ve kalül hamdü lillahil lezi hedana li haza ve ma künna li nehtediye lev la en hedanellah le kad caet rusülü rabbina bil hakk ve nudu en tilkümül cennetü uristümuha bima küntüm ta’melun
kini söküp alırız onların sadırlarındaki altlarından nehirler akacaktır derler hamd Allah’a mahsustur o ki bizi hidayete erdirdi biz bu hidayete erişmezdik Allah bize hidayet vermeseydi gerçekten getirdi Rabbimizin resulleri hakkı nida edilir işte cennet budur mirasçı olduğunuz yapmış olduğunuz amelleriniz sebebi ile
1. | ve neza’nâ | : ve çekip aldık |
2. | mâ | : şey |
3. | fî sudûri-him | : onların göğüslerinde |
4. | min | : …den |
5. | gıllin | : kin, adavet, haset, ….. gibi nefsin kalbinin afetleri |
6. | tecrî | : akar |
7. | min tahti-him | : onların altlarından |
8. | el enhâru | : nehirler |
9. | kâlû | : dediler |
10. | el hamdu | : hamd |
11. | li allâhi ellezî | : Allah’a ki |
12. | hedâ-nâ | : bizi hidayete ulaştırdı |
13. | li hâzâ | : bununla |
14. | ve mâ kun-nâ | : biz olmadık, olmazdık |
15. | li nehtediye | : hidayete ermemiz |
16. | lev lâ | : olmasaydı |
17. | en hedâna allâhu | : Allah’ın bize hidayet etmesi |
18. | lekad | : andolsun ki |
19. | câet | : geldi |
20. | rusulu | : Resûller, elçiler |
21. | rabbi-nâ | : Rabbimizin |
22. | bi el hakkı | : hak ile |
23. | nûdû | : nida edilir (seslenilir) |
24. | en | : olmak (mastar eki) |
25. | tilkum | : o (bu), işte o |
26. | el cennetu | : cennet |
27. | ûristumû-hâ | : ona varis kılındınız |
28. | bimâ | : şey ile |
29. | kuntum ta’melûne | : amel ettiğiniz, yaptığınız |
Sayfa:155
٤٤
وَنَادى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَاوَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا قَالُوا نَعَمْ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمينَ
(44) ve nada ashabül cenneti ashaben nari en kad vecedna ma veadena rabbüna hakkan fe hel vecedtüm ma veade rabbüküm hakka kalu neam fe ezzene müezzinüm beynehüm el la’netüllahi alez zalimin
cennet ashabı nida eder cehennem ashabına gerçekten biz bulduk bize vaat ettiğini Rabbimizin hak olarak siz de buldunuz mu? vaat ettiği şeyi Rabbinizin hak olarak evet derler bir müezzin ilan eder onların aralarında Allah’ın laneti zalimlerin üzerine (olsun)
1. | ve nâdâ | : ve seslendiler |
2. | ashâbu el cenneti | : cennet ehli |
3. | ashâbe en nâri | : ateş ehline |
4. | en kad veced-nâ | : bulduk |
5. | mâ vâade-nâ | : biz vaadettiği şeyi |
6. | rabbu-nâ | : Rabbimiz |
7. | hakkan | : bir hak olarak, hakettiğini |
8. | fe | : o zaman, böylece, artık |
9. | hel | : mı, mu |
10. | vecedtum | : size buldunuz |
11. | mâ vaade | : vaadedilen şey |
12. | rabbu-kum | : Rabbiniz |
13. | hakkan | : haktır |
14. | kâlû | : de ki |
15. | neam | : evet |
16. | fe ezzene | : böylece açıkça bildirdi, ilân etti |
17. | muezzinun | : bir müezzin, ilân eden, seslenmekle görevli kişi |
18. | beyne-hum | : onların aralarında |
19. | en lâ’netu allâhi | : Allah’ın lâneti olsun |
20. | alâ ez zâlimîne | : zalimlerin üzerine |
٤٥
اَلَّذينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَبيلِ اللّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا وَهُمْ بِالْاخِرَةِ كَافِرُونَ
(45) ellezine yesuddune an sebilillahi ve yebğuneha iveca ve hüm bil ahirati kafirun
o kimseler ki men ederler Allah yolundan onu eğriltmek isterler onlar ahireti inkar edenlerdir
1. | ellezîne | : o kimseler ki |
2. | yasuddûne | : alıkoyarlar, mani olurlar |
3. | an sebîli allâhi | : Allah’ın yolundan |
4. | ve yebgûne-hâ | : ve onu isterler |
5. | ivecen | : eğrilik, kusur |
6. | ve | : ve |
7. | hum | : onlar |
8. | bi el âhireti | : ahireti |
9. | kâfirûne | : inkâr edenler |
٤٦
وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلًّا بِسيميهُمْ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
(46) ve beynehüma hicab ve alel a’rafi ricalüy ya’rifune küllem bisimahüm ve nadev ashabel cenneti en selamün aleyküm lem yedhuluha ve hüm yatmeun
ikisinin arasında perde (vardır) araf’ın üzerinde şahıslar (vardır) hepsini tanırlar onların simalarından nida ederler cennet ashabına selam sizin üzerinize oraya girememişlerdir onlar ümit ettikleri halde
1. | ve beyne-humâ | : ve ikisi arasında (var)dır |
2. | hicâbun | : bir perde |
3. | alâ el a’râfi | : A’raf (cennet-cehennem arasındaki tepelerin adı) üzerinde |
4. | ricâlun | : bir erkek, bir adam |
5. | ya’rifûne | : tanırlar |
6. | kullen | : hepsini |
7. | bi sîmâ-hum | : onları yüzleri |
8. | ve nâdev | : ve seslendiler |
9. | ashâbe el cenneti | : cennet halkına, ehline |
10. | en selâmun aleykum | : selâmlanmak sizin üzerinize olsun (selâm üzerinize olsun) |
11. | lem yedhulû-hâ | : henüz oraya girmediler |
12. | ve hum | : ve onlar |
13. | yatme’ûne | : ümit ediyorlar, çok istekli oluyorlar |
٤٧
وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَاءَ اَصْحَابِ النَّارِ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمينَ
(47) ve iza surifet ebsaruhüm tilkae ashabin nari kalu rabbena la tec’alna meal kavmiz zalimin
gözleri çevrildiği zaman ateş ehlinin tarafına Rabbimiz derler bizi zalim kavimle beraber yapma
1. | ve izâ surifet | : ve çevrildikleri zaman |
2. | ebsâru-hum | : onların bakışlarını |
3. | tilkâe | : tarafa |
4. | ashâbi en nâri | : ateş ehline |
5. | kâlû | : dediler |
6. | rabbe-nâ | : Rabbimiz |
7. | lâ tec’al-nâ | : bizi kılma |
8. | mea | : birlikte, beraber |
9. | el kavmi ez zâlimîne | : zalimler kavmi |
٤٨
وَنَادى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالًا يَعْرِفُونَهُمْ بِسيميهُمْ قَالُوا مَا اَغْنى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ
(48) ve nada ashabül a’rafi ricaley ya’rifunehüm bisimahüm kalu ma ağna anküm cem’uküm ve ma küntüm testekbirun
nida eder araf ehlinden ricaller simalarından tanıdıkları kimselere derler ki size fayda sağlamaz topladıklarınız büyüklük tasladığınız şeyler
1. | ve nâdâ | : ve seslendi(ler) |
2. | ashâbu el a’râfi | : A’raf halkı, ehli |
3. | ricâlen | : bir erkek, bir adam |
4. | ya’rifûne-hum | : onları tanırlar |
5. | bi sîmâ-hum | : simaları ile yüzlerinden |
6. | kâlû | : dediler |
7. | mâ | : olmadı (olumsuz anlam verir) |
8. | agnâ | : fayda, zenginlik |
9. | an-kum | : sizden |
10. | cem’u-kum | : topladıklarınız |
11. | ve mâ | : ve şey |
12. | kuntum testekbirûne | : kibirlenmiş oldunuz |
٤٩
اَهؤُلَاءِ الَّذينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّهُ بِرَحْمَةٍ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ
(49) e haülail lezine aksemtüm la yenalühümüllahü bi rahmeh üdhulül cennete la havfün aleyküm ve la entüm tahzenun
bunlar mıydı? sizin yemin ettikleriniz? Allah’ın rahmetine ulaşamazlar cennete girin sizin için korku yoktur sizler mahzun da olmayacaksınız
1. | e hâulâi ellezîne | : o kimseler bunlar mı |
2. | aksemtum | : yemin ettiniz |
3. | lâ yenâlu-hum âllâhu | : Allah onlara ulaşmaz |
4. | bi rahmetin | : rahmet ile |
5. | udhulû el cennete | : cennete girin |
6. | lâ havfun | : korku yoktur |
7. | aleykum | : size |
8. | lâ entum tahzenûne | : siz mahzun olmayacaksınız |
٥٠
وَنَادى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَفيضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ قَالُوا اِنَّ اللّهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِرينَ
(50) ve nada ashabün nari ashabel cenneti en efidu aleyna minel mai ev mimma razekakümüllah kalu innellahe harramehüma alel kafirin
ateş ehli nida eder, cennet ehline akıtın bizim üzerimize su veya Allah’ın size verdiği rızıktan derler şüphesiz Allah bunları kafirlere haram kıldı
1. | ve nâdâ | : ve seslendiler |
2. | ashâbu en nâri | : ateş halkı, ehli |
3. | ashâbe el cenneti | : cennet halkı, ehli |
4. | en efîdû | : aktarmak |
5. | aleynâ | : bize |
6. | min el mâi | : sudan |
7. | ev | : yahut, veya |
8. | mim mâ | : o şeyden |
9. | rezeka-kum allâhu | : Allah’ın sizi rızıklandırdığı |
10. | kâlû | : dediler |
11. | inne allâhe | : muhakkak Allah |
12. | harreme-humâ | : o ikisini haram kıldı (yasakladı) |
13. | alâ el kâfirîne | : kâfirlere |
٥١
اَلَّذينَ اتَّخَذُوا دينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيوةُ الدُّنْيَا فَالْيَوْمَ نَنْسيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَاءَ يَوْمِهِمْ هذَا وَمَا كَانُوا بِايَاتِنَا يَجْحَدُونَ
(51) ellezinettehazu dinehüm lehvev ve leibev ve ğarrathümül hayatüd dünya fel yevme nensahüm kema nesu likae yevmihim haza ve ma kanu bi ayatina yechadun
onlar edinmişlerdi dinlerini oyun ve eğlence onları aldatmıştı dünya hayatı bugün biz de onları unutacağız unuttukları gibi onların bu karşılaşacakları günde bizim ayetlerimizi bilerek, inkar etmiş olmalarından
1. | ellezîne | : o kimseler, onlar |
2. | ettehazû | : edindiler |
3. | dîne-hum | : dînlerini |
4. | lehven | : bir eğlence, oyalanma |
5. | ve leiben | : ve bir oyun |
6. | garret-hum | : onları aldattı |
7. | el hayâtu | : hayat |
8. | ed dunyâ | : dünya |
9. | fe el yevme | : böylece o gün |
10. | nensâ-hum | : onları unutacağız |
11. | kemâ | : nasıl |
12. | nesû | : unuttular |
13. | likâe | : kavuşma, ulaşma |
14. | yevmi-him | : günlerini |
15. | hâzâ | : bu |
16. | ve mâ | : ve nasıl |
17. | kânû | : oldular |
18. | bi âyâti-nâ | : âyetlerimizi |
19. | yechadûne | : bilerek inkâr etmek |
Sayfa:156
٥٢
وَلَقَدْ جِءْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
(52) ve le kad ci’na hüm bi kitabin fassalnahü ala ilmin hüdev ve rahmetel li kavmiy yü’minun
gerçekten geldik onlara bir kitap ile onu fasıl fasıl açıkladık ilme dayalı hidayete ve rahmet üzerine iman edecek bir kavim için
1. | ve lekad | : ve andolsun |
2. | ci’nâ-hum | : onlara getirdik |
3. | bi kitâbin | : bir kitap ile |
4. | fassal-nâ-hu | : biz ona ayrı ayrı açıkladık |
5. | alâ ilmin | : bir ilim üzere |
6. | huden | : bir hidayet olarak |
7. | ve rahmeten | : ve bir rahmet |
8. | li kavmin | : bir kavim için, bir kavme |
9. | yu’minûne | : inanırlar |
٥٣
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَاْويلَهُ يَوْمَ يَاْتى تَاْويلُهُ يَقُولُ الَّذينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذى كُنَّا نَعْمَلُ قَدْ خَسِرُوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَاكَانُوا يَفْتَرُونَ
(53) hel yenzurune illa te’vileh yevme ye’ti te’vilühu yekulüllezine nesu hü min kablü kad caet rusülü rabbina bil hakk fe hel lena min şüfeae fe yeşfeu lena ev nüraddü fe na’mele ğayrallezi künna na’mel kad hasiru enfüsehüm ve dalle anhüm ma kanu yefterun
onlar gözetliyorlar ancak onun tevilini geleceği gün onun tevilini unutanlar diyecekler ki daha önceden onu gerçekten getirmişler Rabbimizin resulleri hakkı bize bir şefaatçi var mı? bize şefaatte bulunsalar yahut geri döndürülür müyüz? amel işleyelim başka ameller yaptıklarımızdan gerçekten yazık ettiler onlar kendilerine onlardan kayboldu iftira ettikleri şeyler
1. | hel yanzurûne | : mı bakıyorlar |
2. | illâ | : başka, yalnız, sadece |
3. | te’vîle-hu | : onun tevîli |
4. | yevme | : gün |
5. | ye’tî | : gelir |
6. | te’vîlu-hu | : onun tevîli |
7. | yekûlu ellezîne | : onlar derler |
8. | nesûhu | : unutanlar |
9. | min kablu | : önceden |
10. | kad câet | : gelmişti |
11. | rusulu | : resûller |
12. | rabbinâ | : Rabbimizin |
13. | bi el hakkı | : hak ile |
14. | fe hel | : artık var mı |
15. | lenâ | : bize, bizim için |
16. | min şufeâe | : şefaatçilerden |
17. | fe yeşfeû | : şefaat etsinler |
18. | lenâ | : bize |
19. | ev | : yahut, veya |
20. | nureddu | : döndürülelim |
21. | fe na’mele | : o zaman yaparız |
22. | gayre ellezî | : o şeylerden başkalarını |
23. | kunnâ na’mel | : biz yapmış olduğumuz |
24. | kad hasirû | : hüsrana uğrattılar (uğratılmışlardır) |
25. | enfuse-hum | : nefslerini |
26. | ve dalle | : ve saptı, uzaklaştı |
27. | anhum | : onlardan |
28. | mâ kânû yefterûn | : uydurmuş oldukları şey(ler) |
٥٤
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذى خَلَقَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ فى سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِى الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمينَ
(54) inne rabbekümüllahüllezi halekas semavati vel erda fi sitteti eyyamin sümmesteva alel arşi yuğşil leylen nehara yatlübühu hasisev veş şemse vel kamera ven nücume müsehharatim bi emrih ela lehül halku vel emr tebarakellahü rabbül alemin
şüphesiz sizin Rabbiniz Allah yaratmış semalarla, arzı altı günde sonra arşı istiva etmiş gündüzü gece (ile) örter süratle birbirlerini kovarlar güneş’i, ay’ı, yıldızları musahhar kılmıştır o kendi emrine dikkat edin, o’na mahsustur yaratmak ve emretmek Allah ne mübarektir alemlerin Rabbi olan
1. | inne | : muhakkak |
2. | rabbe-kum | : sizin Rabbiniz |
3. | allâhu ellezî | : Allah’tır ki o |
4. | halaka | : yarattı |
5. | es semâvâti | : semalar, gök katları |
6. | ve el ardı | : ve yeryüzü |
7. | fî sitteti eyyâmin | : altı günde |
8. | summe istevâ | : sonra istiva etti |
9. | alâ el arşı | : arşa |
10. | yugşî | : örter, bürür |
11. | el leyle | : gece |
12. | en nehâre | : gündüz |
13. | yatlubu-hu | : onu takip eder, talep eder |
14. | hasîsen | : süratli olarak |
15. | ve eş şemse | : ve güneş |
16. | ve el kamere | : ve ay |
17. | ve en nucûme | : ve yıldızlar |
18. | musahharâtin | : boyun eğmişlerdir |
19. | bi emri-hi | : onun emrine |
20. | e lâ | : değil mi |
21. | lehu el halku | : yaratmak onundur (ona mahsustur) |
22. | vel emru | : ve emir |
23. | tebâreke allâhu | : Allah şanı yücedir, mukaddestir, mübarektir |
24. | rabbu el âlemîne | : âlemlerin Rabbi |
٥٥
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدينَ
(55) üd’u rabbeküm tedarruav ve hufyeh innehu la yühibbül mu’tedin
Rabbinize dua edin tazarru ve gizli olarak şüphesiz o haddi aşanları sevmez
1. | ud’û | : dua edin |
2. | rabbekum | : Rabbinize |
3. | tedarruan | : yalvarıp yakararak |
4. | ve hufyeten | : ve gizli olarak |
5. | inne-hu | : muhakkak o |
6. | lâ yuhıbbu | : sevmez |
7. | el mu’tedîne | : haddi aşanlar |
٥٦
وَلَا تُفْسِدُوا فِىالْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا اِنَّ رَحْمَتَ اللّهِ قَريبٌ مِنَ الْمُحْسِنينَ
(56) ve la tüfsidu fil erdi ba’de islahiha ved’uhü havfev ve tamea inne rahmetellahi karibüm minel muhsinin
fesat çıkarmayın yeryüzünü ıslah ettikten sonra o’na dua edin korku ve ümit (ile) şüphesiz Allah’ın rahmeti iyilik edenlere yakındır
1. | ve lâ tufsidû | : ve fesat, bozgunculuk çıkarmayın |
2. | fî el ardı | : yeryüzünde |
3. | ba’de | : sonra |
4. | ıslâhı-hâ | : ıslâhı, düzeni |
5. | ved’û-hu | : ona dua edin |
6. | havfen | : korkarak |
7. | ve tamaân | : ve ümit ederek |
8. | inne | : muhakkak |
9. | rahmete allâhi | : Allah’ın rahmeti |
10. | karîbun | : yakındır |
11. | min el muhsinîne | : muhsinlere |
٥٧
وَهُوَ الَّذى يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَىْ رَحْمَتِه حَتّى اِذَا اَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالًا سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ كَذلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
(57) ve hüvellezi yürsilür riyaha büşram beyne yedey rahmetih hatta iza ekallet sehaben sikalen suknahü li beledim meyyitin fe enzelna bihil mae fe ahracna bihi min küllis semerat kezalike nuhricül mevta lealleküm tezekkerun
gönderen o’dur rüzgarları müjdeleyici olarak rahmetinin önünde hatta o zaman yüklü bulutları kaldırıp onu sevk ederiz ölü beldelere böylece indiririz (yere) onunla su onunla çıkarırız her türlü mahsuller işte ölüleri de böyle çıkarırız umulur ki siz düşünürsünüz
1. | ve huvellezî | : ve, ….. olan kişi odur |
2. | yursilu | : gönderir |
3. | er riyâha | : rüzgârları |
4. | buşren | : müjdeleyici olarak |
5. | beyne | : arasında |
6. | yedey | : iki eli |
7. | rahmetihi | : rahmetini |
8. | hattâ | : öyle ki, nihayet |
9. | izâ | : …dığı zaman |
10. | ekallet | : yüklendi |
11. | sehâben | : bulutlar |
12. | sikâlen | : ağır (ağırlık) |
13. | suknâ-hu | : onu sevkederiz |
14. | li beledin | : bir beldeye |
15. | meyyitin | : ölü |
16. | fe enzel-nâ | : böylece indiririz |
17. | bi-hi el mâe | : onunla su |
18. | fe ahrec-nâ | : çıkartırız |
19. | bihî | : onunla |
20. | min kulli es semerâti | : bütün ürünlerden |
21. | kezâlike | : işte bunun gibi |
22. | nuhricu el mevtâ | : ölüleri çıkartırız |
23. | leallekum | : umulur ki, böylece siz |
24. | tezekkerûne | : tezekkür edersiniz |
Sayfa:157
٥٨
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّه وَالَّذى خَبُثَ لَايَخْرُجُ اِلَّا نَكِدًا كَذلِكَ نُصَرِّفُ الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ
(58) vel beledüt tayyibü yahrucü nebatühu bi izni rabbih vellezi habüse la yahrucü illa nekida kezalike nüsarrifül ayati li kavmiy yeşkürun
iyi beldenin nebatı çıkar Rabbinin izni ile habis yerin nebatı çıkmaz ancak verimsiz (çıkar) böylece ayetleri açıklıyoruz şükür eden kavimler için
1. | ve el beledu | : ve şehir, belde |
2. | et tayyibu | : temiz |
3. | yahrucu | : çıkar (çıkarır) |
4. | nebâtu-hu | : onun bitkisi, nebatı |
5. | bi izni rabbihi | : Rabbinin izni ile |
6. | ve ellezî habuse | : ve kötü olan ki |
7. | lâ yahrucu | : çıkmaz |
8. | illâ | : başka |
9. | nekiden | : kıt mahsul, kavruk ot, faydasız bitki |
10. | kezâlike | : işte bunun gibi |
11. | nusarrifu el âyâti | : âyetleri açıklarız |
12. | li kavmin | : bir kavim için, bir kavme |
13. | yeşkurûne | : şükrederler |
٥٩
لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا اِلى قَوْمِه فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلهٍ غَيْرُهُ اِنّى اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظيمٍ
(59) le kad erselna nuhan ila kavmihi fe kale ya kavmi’ büdüllahe ma leküm min ilahin ğayruh inni ehafü aleyküm azabe yevmin aziym
gerçekten biz gönderdik nuh’u kavmine (resul olarak) dedi ey kavmim Allah’a kulluk edin sizin için yok o’ndan başka ilah şüphesiz ben sizin için korkuyorum o büyük günün azabından
1. | lekad | : andolsun ki |
2. | ersel-nâ | : biz gönderdik |
3. | nûhan | : Nuh’u |
4. | ilâ kavmi-hî | : kavmine |
5. | fe kâle | : o zaman dedi |
6. | yâ kavmi | : ey kavmim |
7. | a’budû allâhe | : Allah’a kul olun |
8. | mâ lekum | : sizin için yoktur |
9. | min ilâhin | : bir ilâhtan |
10. | gayruhu | : ondan başka |
11. | innî | : muhakkak ki ben |
12. | ehâfu | : korkuyorum |
13. | aley-kum | : sizin üzerinize |
14. | azâbe | : azap günü |
15. | yevmin azîmin | : büyük gün |
٦٠
قَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِه اِنَّا لَنَريكَ فى ضَلَالٍ مُبينٍ
(60) kalel meleü min kavmihi inna le nerake fi dalalim mübin
ileri gelenleri dedi kavminin şüphesiz biz seni görüyoruz açık bir dalalet içinde
1. | kâle | : dedi (dediler) |
2. | el meleu | : ileri gelenler |
3. | min kavmi-hî | : kavminden |
4. | in-nâ | : muhakkak ki biz |
5. | le nerâ-ke | : gerçekten seni görüyoruz |
6. | fî dalâlin | : dalâletin |
7. | mubînin | : apaçık |
٦١
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ بى ضَلَالَةٌ وَلكِنّى رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمينَ
(61) kale ya kavmi leyse bi dalaletüv ve lakinni rasulüm mir rabbil alemin
ey kavmim dedi bende sapıklık yok ve lakin ben resulüm alemlerin Rabbinden (gönderilen)
1. | kâle | : dedi |
2. | yâ kavmi | : ey kavmim |
3. | leyse | : değil |
4. | bî dalâletun | : benim şaşırmışlık ve sapmışlığım |
5. | ve lâkin-nî | : ve, fakat ben |
6. | resûlun | : bir resûl |
7. | min rabbi el âlemîne | : âlemlerin Rabbinden |
٦٢
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّى وَاَنْصَحُ لَكُمْ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَالَا تَعْلَمُونَ
(62) übelliğuküm risalati rabbi ve ensahu leküm ve a’lemü minellahi ma la ta’lemun
size tebliğ ediyorum Rabbimin risaletini ve size nasihat ediyorum Allah tarafından biliyorum sizin bilmediklerinizi
1. | ubelligu-kum | : size tebliğ ediyorum |
2. | risâlâti | : risaletleri |
3. | rabbî | : Rabbimin |
4. | ve ensahu | : ve öğüt veriyorum, nasihat ediyorum |
5. | lekum | : size |
6. | a’lemu | : biliyorum (öğreniyorum) |
7. | min allâhi | : Allah’tan |
8. | mâ lâ ta’lemûne | : bilmediğiniz şeyleri |
٦٣
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
(63) e ve acibtüm en caeküm zikrüm mir rabbiküm ala raculin minküm li yünziraküm ve li tetteku ve lealleküm türhamun
hayret mi ettiniz? size bir öğüt gelmesine Rabbiniz tarafından sizden (gelen) bir adam vasıtasıyla sizi uyarmasını ve sakınmanızı umulur ki merhamet olunursunuz
1. | e ve acibtum | : ve şaşırdınız mı |
2. | en câe-kum | : size gelmesine |
3. | zikrun | : bir zikir |
4. | min rabbi-kum | : Rabbinizden |
5. | alâ raculin | : bir adama |
6. | min-kum | : sizden |
7. | li yunzire-kum | : sizi uyarması için |
8. | ve li tettekû | : ve takva sahibi olmanız için |
9. | ve lealle-kum | : ve umulur ki siz, böylece siz |
10. | turhamûne | : rahmet olunursunuz |
٦٤
فَكَذَّبُوهُ فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذينَ مَعَهُ فِى الْفُلْكِ وَاَغْرَقْنَا الَّذينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا عَمينَ
(64) fe kezzebuhü fe enceynahü vellezine meahu fil fülk ve ağraknellezine kezzebu bi ayatina innehüm kanu kavmen amin
onu yalanladılar bizde onu kurtardık ve onunla beraber gemide olanları yalanlayanları da boğduk ayetlerimizi şüphesiz onlar körleşmiş bir kavimdiler
1. | fe kezzebû-hu | : fakat onu yalanladılar |
2. | fe encey-nâ-hu | : o zaman, böylece onu kurtardık |
3. | ve ellezîne | : o kimseleri |
4. | mea-hu | : onunla beraber |
5. | fî el fulki | : gemide |
6. | ve | : ve |
7. | agrak-nâ | : suda boğduk |
8. | ellezîne | : o kimseleri |
9. | kezzebû | : yalanladılar |
10. | bi âyâti-nâ | : âyetlerimizi |
11. | inne-hum | : muhakkak onlar |
12. | kânû | : idi, oldular |
13. | kavmen | : bir kavim |
14. | amîne | : kör, âmâ |
٦٥
وَاِلى عَادٍ اَخَاهُمْ هُودًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلهٍ غَيْرُهُ اَفَلَا تَتَّقُونَ
(65) ve ila adin ehahüm huda kale ya kavmi’ büdüllahe maleküm min ilahin ğayruh e fe la tettekun
ad kavmine de kardeşleri hud’u (gönderdik) dedi ki ey kavmim Allah’a kulluk edin sizin için yok o’ndan başka ilah hala sakınmayacak mısınız?
1. | ve ilâ âdin | : ve Ad (kavmine)’a |
2. | ehâ-hum | : onların kardeşi |
3. | hûden | : Hud |
4. | kâle | : dedi |
5. | yâ kavmi | : ey kavmim |
6. | u’budû allâhe | : Allah’a kul olun |
7. | mâ lekum | : sizin için yoktur |
8. | min ilâhin | : bir ilâhtan |
9. | gayru-hu | : ondan başka |
10. | e fe lâ | : hâlâ olmaz mı |
11. | tettekûne | : takva sahibi olursunuz |
٦٦
قَالَ الْمَلَاُ الَّذينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه اِنَّا لَنَريكَ فى سَفَاهَةٍ وَاِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِبينَ
(66) kalel meleüllezine keferu min kavmihi inna le nerake fi sefahetiv ve inna le nezunnüke minel kazibin
ileri gelen kafirler dedi kavminin şüphesiz biz seni görüyoruz sefihlerden şüphesiz biz seni zannediyoruz yalancılardan (olduğunu)
1. | kâle | : dedi (dediler) |
2. | el meleu ellezîne | : ileri gelen kimseler |
3. | keferû | : inkâr edenler, küfredenler, kâfirler |
4. | min kavmi-hî | : onun kavminden |
5. | innâ | : muhakkak ki biz |
6. | le nerâ-ke | : mutlaka seni görüyoruz |
7. | fî sefâhetin | : bir sefihliğin (aptallığın) içinde |
8. | ve innâ | : ve gerçekten biz |
9. | le nezunnu-ke | : seni kesinlikle zannediyoruz |
10. | min el kâzibîne | : yalancılardan |
٦٧
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ بى سَفَاهَةٌ وَلكِنّى رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمينَ
(67) kale ya kavmi leyse bi sefahetüv ve lakinni rasulüm mir rabbil alemin
dedi ki ey kavmim ben sefihlerden değilim ve lakin ben resulüm alemlerin Rabbi tarafından (gönderilmiş)
1. | kâle | : dedi |
2. | yâ kavmi | : ey kavmim |
3. | leyse bi | : ben değilim |
4. | sefâhetun | : sefih, akılsız |
5. | ve lâkin-nî | : ve fakat ben |
6. | resûlun | : bir resûlüm |
7. | min rabbi el âlemîne | : âlemlerin Rabbinden |
Sayfa:158
٦٨
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّى وَاَنَالَكُمْ نَاصِحٌ اَمينٌ
(68) übelliğuküm risalati rabbi ve ene leküm nasihun emin
ben size tebliğ ediyorum Rabbimin risaletini ben sizin için emin bir nasihatçıyım
1. | ubelligu-kum | : size tebliğ ediyorum, ulaştırıyorum |
2. | risâlâti | : risaleler |
3. | rabbî | : Rabbimin |
4. | ve ene | : ve ben |
5. | lekum | : sizin için, size |
6. | nâsıhun | : bir nasihat veren, öğütçü |
7. | emînun | : güvenilir, emin |
٦٩
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ وَاذْكُرُوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِى الْخَلْقِ بَصْطَةً فَاذْكُرُوا الَاءَ اللّهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
(69) e ve acibtüm en caeküm zikrum mir rabbiküm ala racülim minküm li yünziraküm vezküru iz cealeküm hulefae mim ba’di kavmi nuhiv ve zadeküm fil halkı bestah fezküru alaellahi lealleküm tüflihun
hayret mi ettiniz? size Rabbinizin ihtarı gelmesine aranızdan bir şahsın sizi uyarmak için düşünün ki sizi halifeler yaptı nuh kavminden sonra yaratılışça size (onlardan) ziyade boy, güç verdi o halde hatırlayın Allah’ın nimetlerini umulur ki siz felaha erersiniz
1. | e ve acibtum | : ve şaşırdınız mı |
2. | en câe-kum | : size gelmesine |
3. | zikrun | : bir zikir |
4. | min rabbi-kum | : Rabbinizden |
5. | alâ raculin | : bir adama |
6. | min-kum | : sizden |
7. | li yunzire-kum | : sizi uyarması için |
8. | ve uzkurû | : ve hatırlayın |
9. | iz ceale-kum | : sizi kıldığı zaman, sizi yaptığı |
10. | hulefâe | : halifeler |
11. | min ba’di | : sonrası |
12. | kavmi nûhın | : Nuh kavmi |
13. | ve zâdekum | : ve sizi arttırdı, güçlü yaptı |
14. | fi el halkı | : yaratılışta |
15. | bastaten | : gelişim, güç, kuvvet, beden |
16. | fe uzkurû | : artık hatırlayın, zikredin |
17. | âlâe allâhi | : Allah’ın (ni’metlerini) üzerinizdekileri |
18. | lealle-kum | : umulur ki siz, böylece siz |
19. | tuflihûne | : felâha erersiniz, kurtuluşa ulaşırsınız |
٧٠
قَالُوا اَجِءْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ ابَاؤُنَا فَاْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقينَ
(70) kalu eci’tena li na’büdellahe vahdehu ve nezera ma kane ya’büdü abaüna fe’tina bima teidüna in künte mines sadikın
dediler sen bize geldin? tek olan Allah’a kulluk edelim diye mi ve bırakalım (diye mi?) babalarımızın kulluk ettiğine haydi bize vaat edileni getir eğer doğru söyleyenlerdensen
1. | kâlû | : dediler |
2. | e ci’te-nâ | : bize mi geldin |
3. | li na’bude allâhe | : tek bir Allah’a kul olmamız için |
4. | vahde-hu | : onun tek oluşu (tek bir Allah) |
5. | ve nezere | : ve bırakırız, terkederiz |
6. | mâ kâne | : geçmişte olan, olmuş olan |
7. | ya’budu | : kul oluyorlar, oldular |
8. | âbâu-nâ | : atalarımız, babalarımız |
9. | fe’ti-nâ | : haydi bize getir |
10. | bimâ | : şeyi |
11. | te’idu-nâ | : bize vaadettiğin |
12. | in | : eğer, isen |
13. | kunte min es sâdıkîne | : sen sadıklardan, doğru sözlülerden oldun |
٧١
قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌ اَتُجَادِلُونَنى فى اَسْمَاءٍ سَمَّيْتُمُوهَا اَنْتُمْ وَابَاؤُكُمْ مَا نَزَّلَ اللّهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍ فَانْتَظِرُوا اِنّى مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِرينَ
(71) kale kad vekaa aleyküm mir rabbiküm ricsüv ve ğadab e tücadiluneni fi esmain semmeytümuha entüm ve abaüküm ma nezzelellahü biha min sültan fenteziru inni meaküm minel müntezirin
dedi ki gerçekten sizin üzerinize vuku buldu Rabbinizden bir murdarlık ve gazap benimle mücadele mi ediyorsunuz? onlara taktığı isimler hakkında sizin ve babalarınızın Allah indirmedi onlarla ilgili hiçbir hüccet bekleyin muhakkak ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim
1. | kâle | : dedi |
2. | kad | : olmuş, oldu, olmuştur |
3. | vakaa | : vaki oldu, vuku buldu, hak oldu |
4. | aleykum | : sizin üzerinize |
5. | min rabbi-kum | : Rabbinizden |
6. | ricsun | : azab |
7. | ve gadabun | : ve öfke |
8. | e tucâdilûne-nî | : benimle mücâdele mi ediyorsunuz |
9. | fî esmâin | : isimler hakkında |
10. | semmeytumû-hâ | : onu isimlendirdiniz |
11. | entum | : siz |
12. | ve âbâu-kum | : ve babalarınız |
13. | mâ nezzele Allâhu | : Allah indirmedi |
14. | bi-hâ | : ona |
15. | min sultânin | : hüccetten, burhandan, delilden (bir şey) |
16. | fe intezırû | : artık bekleyin |
17. | in-nî | : şüphesiz ben |
18. | mea-kum | : sizinle birlikte, beraber |
19. | min el muntezırîne | : bekleyenlerden |
٧٢
فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَمَا كَانُوا مُؤْمِنينَ
(72) fe enceynahü vellezine meahü bi rahmetim minna ve kata’na dabiral lezine kezzebu bi ayatina ve ma kanu mü’minin
onu kurtardık ve onunla beraber olanları tarafımızdan bir rahmetle arkasını kestik ayetlerimizi yalanlayanlarında ve iman etmeyenlerin de
1. | fe encey-nâ-hu | : böylece, biz onu kurtardık |
2. | ve ellezîne | : ve o kimseleri |
3. | mea-hu | : onunla birlikte, beraber |
4. | bi rahmetin | : rahmet ile |
5. | min-nâ | : bizden |
6. | ve kata’nâ | : ve kestik |
7. | dâbire ellezîne | : o kimselerin kökünü |
8. | kezzebû | : yalanladılar |
9. | bi âyâti-nâ | : âyetlerimizi |
10. | ve mâ kânû mu’minîne | : ve mü’min olmadılar |
٧٣
وَاِلى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلهٍ غَيْرُهُ قَدْ جَاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ هذِه نَاقَةُ اللّهِ لَكُمْ ايَةً فَذَرُوهَا تَاْكُلْ فىاَرْضِ اللّهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَاْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَليمٌ
(73) ve ila semude ehahüm saliha kale ya kavmi’ büdüllahe maleküm min ilahin ğayruh kad caetküm beyyinetüm mir rabbiküm hazihi nakatüllahi leküm ayeten fe zeruha te’kül fi erdillahi ve la temessuha bi suin fe ye’huzeküm azabün elim
Semud kavmine de kardeşleri Salih’i (gönderdik) dedi ey kavmim Allah’a kulluk edin sizin için yok o’ndan başka ilah gerçekten size beyyinat geldi Rabbinizden Allah’ın şu dişi devesi size bir mucizedir onu bırakın otlasın Allah’ın arzında ona dokunmayın bir kötülükle sonra sizi yakalar elim bir azap
1. | ve ilâ semûde | : ve Semud’a |
2. | ehâ-hum | : onların kardeşi |
3. | sâlihan | : Salih |
4. | kâle | : dedi |
5. | yâ kavmi | : ey kavmim |
6. | u’budû allâhe | : Allah’a kul olun |
7. | mâ | : yoktur |
8. | lekum | : sizin için |
9. | min ilâhin | : bir ilâhtan |
10. | gayru-hu | : ondan başka |
11. | kad | : olmuştur |
12. | câet-kum | : size geldi |
13. | beyyinetun | : bir beyyine, delil, ispat vasıtası |
14. | min rabbi-kum | : Rabbinizden |
15. | hâzihî | : bu |
16. | nâkatu allâhi | : Allah’ın (dişi) devesi |
17. | lekum | : sizin için |
18. | âyeten | : bir âyet |
19. | fe zerû-ha | : artık onu bırakın, salın |
20. | te’kul | : yesin |
21. | fî ardı allâhi | : Allah’ın arzında |
22. | ve lâ temessû-hâ | : ve ona dokunmayın |
23. | bi-sûin | : kötülükle |
24. | fe ye’huze-kum | : o zaman sizi alır |
25. | azâbun elîmun | : acı bir azap |
Sayfa:159
٧٤
وَاذْكُرُوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّاَكُمْ فِى الْاَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُورًا وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتًا فَاذْكُرُوا الَاءَ اللّهِ وَلَا تَعْثَوْا فِى الْاَرْضِ مُفْسِدينَ
(74) vezküru iz cealeküm hulefae mim ba’di adiv ve bevveeküm fil erdi tettehizune min sühuliha kusurav ve tenhitunel cibale büyuta fezküru alaellahi ve la ta’sev fil erdi müfsidin
düşünün sizi halifeler yaptı ad kavminden sonra sizi arzda yerleştirdi ediniyorsunuz düz arazilerde köşkler dağları yontarak evler artık düşünün Allah’ın nimetlerini yapmayın arzda bozgunculuk
1. | ve uzkurû | : ve hatırlayın |
2. | iz ceale-kum | : sizi kıldığı zaman (sizi kılmıştı, yapmıştı) |
3. | hulefâe | : halifeler |
4. | min ba’di | : sonradan |
5. | âdin | : Ad (kavmi) |
6. | ve bevvee-kum | : ve sizi yerleştirdi |
7. | fî el ardı | : yeryüzünde |
8. | tettehızûne | : edindiniz |
9. | min suhûli-hâ | : onun (düzlük yerlerinden), ovalarından |
10. | kusûren | : saraylar, köşkler |
11. | ve | : ve |
12. | tenhitûne | : oyuyorsunuz |
13. | el cibâle | : dağlar |
14. | buyûten | : evler |
15. | fe uzkurû | : artık hatırlayın, zikredin |
16. | âlâe allâhi | : Allah’ın ni’metleri |
17. | ve lâ ta’sev | : ve karışıklık çıkarmayın, bozgunculuk etmeyin |
18. | fî el ardı | : yeryüzünde |
19. | mufsidîne | : bozgunculuk yapan kimseler, fesat çıkaran kimseler |
٧٥
قَالَ الْمَلَاُ الَّذينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه لِلَّذينَ اسْتُضْعِفُوا لِمَنْ امَنَ مِنْهُمْ اَتَعْلَمُونَ اَنَّ صَالِحًا مُرْسَلٌ مِنْ رَبِّه قَالُوا اِنَّا بِمَا اُرْسِلَ بِه مُؤْمِنُونَ
(75) kalel meleül lezinestekberu min kavmihi lillezines tud’ifu li men amene minhüm eta’lemune enne saliham murselüm mir rabbih kalu inna bima ürsile bihi mü’minun
ileri gelenler, dediler ki kavminden büyüklük taslayanlar biçare zayıf kişilere onlardan iman etmiş kesin olarak biliyor musunuz? Salih’in Rabbi tarafından gönderildiğini şüphesiz biz, dediler ona gönderilen her şeye iman edenleriz
1. | kâle | : dedi |
2. | el meleu ellezîne | : kavmin önde gelen kimseleri |
3. | istekberû | : büyüklendiler, kibirlendiler |
4. | min kavmi-hî | : onun kavminden |
5. | li ellezîne ıstud’ıfû | : hakir görülen, güçsüz sayılan kimselere |
6. | li men | : kimseye, kişiye, kimselere |
7. | âmene | : îmân etti, inandı |
8. | min-hum | : onlardan |
9. | e ta’lemûne | : biliyor musunuz |
10. | enne | : muhakkak ki |
11. | sâlihan | : Salih |
12. | murselun | : gönderilen, gönderilmiş olan |
13. | min rabbi-hi | : Rabbinden, Rabbi tarafından |
14. | kâlû | : dediler |
15. | innâ | : muhakkak ki biz |
16. | bimâ ursile | : gönderilen şeye |
17. | bihi | : onunla |
18. | mu’minûne | : inanan kimseler |
٧٦
قَالَ الَّذينَ اسْتَكْبَرُوا اِنَّا بِالَّذى امَنْتُمْ بِه كَافِرُونَ
(76) kalellezinestekberu inna billezi amentüm bihi kafirun
o büyüklenen kimselere dedi şüphesiz biz de sizin kendisine iman ettiğiniz şeyi inkar edenleriz
1. | kâle | : dedi |
2. | ellezîne istekberû | : kibirlenen kimseler |
3. | innâ | : muhakkak biz |
4. | bi ellezî | : onu (o şeyi) |
5. | âmen-tum | : îmân ettiniz |
6. | bihi | : ona |
7. | kâfirûne | : inkâr edenler |
٧٧
فَعَقَرُوا النَّاقَةَ وَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ وَقَالُوا يَا صَالِحُ اءْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا اِنْ كُنْتَ مِنَ الْمُرْسَلينَ
(77) fe akarun nakate ve atev an emri rabbihim ve kalu ya salihu’ tina bima teidüna in künte minel murselin
derken deveyi kestiler karşı geldiler Rabbinin emrine dediler ya salih bize tehdit ettiğin şeyleri getir eğer sen (gerçekten) peygamberlerdensen
1. | fe | : nihayet |
2. | akarû | : kestiler |
3. | en nâkate | : dişi deve |
4. | ve atev | : ve haddi aştılar |
5. | an emri | : emrinden |
6. | rabbi-him | : Rab’lerinin |
7. | ve kâlû | : ve dediler |
8. | yâ sâlihu a’ti-nâ | : ey Salih bize getir |
9. | bimâ | : şeyi |
10. | teidu-nâ | : bize vaadettiğin (tehdit ettiğin, negatif vaadini) |
11. | in | : eğer, ise |
12. | kunte min el murselîne | : sen gönderilenlerden oldun |
٧٨
فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا فى دَارِهِمْ جَاثِمينَ
(78) fe ehazet hümür racfetü fe asbehu fi darihim casimin
bunun üzerine yakaladı onları şiddetli bir sarsıntı helak oldular yurtlarında diz üstü çöküp
1. | fe | : bunun üzerine, o zaman |
2. | ehazet-hum | : onları aldı (helâk etti) |
3. | er recfetu | : şiddetli sarsıntı |
4. | fe asbahû | : o zaman oldular |
5. | fî dâri-him | : kendi yurtlarında |
6. | câsimîne | : diz üstü çökenler (çöküp kaldılar) |
٧٩
فَتَوَلّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبّى وَنَصَحْتُ لَكُمْ وَلكِنْ لَا تُحِبُّونَ النَّاصِحينَ
(79) fe tevella anhüm va kale ya kavmi le kad eblağtüküm risalete rabbi ve nesahtü leküm ve lakil la tühibbunen nasihın
Yüz çevirip onlardan dedi ki ey kavmim gerçekten ben size tebliğ ettim Rabbimin risaletini ve size nasihat ettim lakin siz sevmiyorsunuz nasihat edenleri
1. | fe tevellâ | : o zaman yüz çevirdi, döndü |
2. | anhum | : onlardan |
3. | ve kâle | : ve dedi |
4. | yâ kavmi | : ey kavmim |
5. | lekad | : andolsun ki |
6. | eblagtu-kum | : size tebliğ ettim, ulaştırdım |
7. | risâlete | : risalet, elçiye verilip gönderilen |
8. | rabbî | : Rabbimin |
9. | ve nesahtu | : ve nasihat ettim, öğüt verdim |
10. | lekum | : size |
11. | ve lâkin | : ve lâkin, fakat |
12. | lâ tuhıbbûne | : siz sevmiyorsunuz |
13. | en nâsıhîne | : nasihat edenler |
٨٠
وَلُوطًا اِذْ قَالَ لِقَوْمِه اَتَاْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَمينَ
(80) ve lutan iz kale li kavmihi ete’tunel fahişete ma sebekaküm biha min ehadim minel alemin
Lut’u (da gönderdik) o zaman kavmine dedi siz fahişelik mi yapıyorsunuz? geçmişte yapmadığını hiçbir kimsenin o hususta alemler içerisinde
1. | ve lûtan | : ve Lut |
2. | iz | : …mıştı, olmuştu |
3. | kâle | : dedi |
4. | li kavmi-hî | : kavmine |
5. | e te’tûne | : mı getiriyorsunuz, mı yapıyorsunuz |
6. | el fâhışete | : fuhuş, kötülük |
7. | mâ | : olmadı |
8. | sebeka-kum | : sizden önce gelip geçmiş |
9. | bi-hâ | : onu |
10. | min ehadin | : birinden |
11. | min el âlemîn | : âlemlerden |
٨١
اِنَّكُمْ لَتَاْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَاءِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ
(81) inneküm le te’tuner ricale şehvetem min dunin nisa’ bel entüm kavmüm müsrifun
şüphesiz siz geliyorsunuz erkeklere şehvetle kadınlarınızı bırakarak hayır! siz haddi aşmış bir kavimsiniz
1. | inne-kum | : muhakkak ki siz |
2. | le te’tûne | : mutlaka geliyorsunuz |
3. | er ricâle | : erkeklere |
4. | şehveten | : şehvetle |
5. | min dûni en nisâi | : kadınlardan başka |
6. | bel | : bilâkis, aksine, hayır |
7. | entum | : siz |
8. | kavmun musrifûne | : müsrif, haddi aşan bir kavim |
Sayfa:160
٨٢
وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه اِلَّا اَنْ قَالُوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
(82) ve ma kane cevabe kavmihi illa en kalu ahricuhüm min karyetiküm innehüm ünasüy yetetahherun
kavmin cevabı, olmadı (şöyle) demelerinden başka onları çıkarın memleketlerinizden şüphesiz onlar kendilerini çok temiz tutan insanlar
1. | ve mâ kâne | : ve olmadı |
2. | cevâbe | : cevap |
3. | kavmi-hî | : onun kavmi |
4. | illâ | : ancak, yalnız, …den başka |
5. | en kâlû | : demek, söylemek |
6. | ahricû-hum | : onları çıkarın |
7. | min karyeti-kum | : yurdunuzdan, beldenizden |
8. | inne-hum | : muhakkak onlar (çünkü onlar) |
9. | unâsun | : insanlar |
10. | yetetahherûne | : çok temiz oluyorlar (çok temizler) |
٨٣
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُ اِلَّا امْرَاَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرينَ
(83) fe enceynahü ve ehlehu illemraetehu kanet minel ğabirin
onu ve ehlini kurtardık karısı hariç yere geçenlerden oldu
1. | fe | : bunun üzerine |
2. | encey-nâ-hu | : onu kurtardık |
3. | ve ehle-hu | : ve onun ehlini, ailesini |
4. | illâ imreete-hu | : onun karısı (hanımı) hariç |
5. | kânet min el gâbirîne | : geride kalanlardan oldu |
٨٤
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًا فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمينَ
(84) ve emtarna aleyhim metara fenzur keyfe kane akibetül mücrimin
ve yağdırdık üzerlerine azap yağmurunu bak nasıl olmuş mücrimlerin akıbeti
1. | ve emtar-nâ | : ve (taş) yağmuru yağdırdık |
2. | aleyhim | : onların üzerine |
3. | matarâ | : (taş) yağmur |
4. | fenzur (fe unzur) | : artık bak |
5. | keyfe | : nasıl |
6. | kâne | : oldu |
7. | âkıbetu el mucrimîne | : mücrimlerin akıbeti, suçluların sonu |
٨٥
وَاِلى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلهٍ غَيْرُهُ قَدْ جَاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْميزَانَ وَلَاتَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِى الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا ذلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ
(85) ve ila medyene ehahüm şüayba kale ya kavmi’büdüllahe maleküm min ilahin ğayruh kad caetküm beyyinetüm mir rabbiküm fe evfül keyle vel mizane ve la tebhasün nase eşyaehüm ve la tüfsidu fil erdi ba’de islahiha zaliküm hayrul leküm in küntüm mü’minin
medyen kavmine de kardeşleri şuayb’ı (gönderdik) dedi ki ey kavmim Allah’a kulluk edin sizin için yoktur o’ndan başka ilah gerçekten size geldi Rabbinizden beyyinat artık tam tutunuz ölçüyü ve tartıyı eksik vermeyin insanlardan aldıkları eşyaları ifsat etmeyin yeryüzü ıslah olduktan sonra bu sizin için daha hayırlıdır eğer siz mü’minlerseniz
1. | ve ilâ medyene | : ve Medyen’e |
2. | ehâ-hum | : onların kardeşi |
3. | şuaybâ | : Şuayb |
4. | kâle | : dedi |
5. | yâ kavmi | : ey kavmim |
6. | u’budû allâhe | : Allah’a kul olun |
7. | mâ | : yoktur |
8. | lekum | : sizin için |
9. | min ilâhin | : bir ilâhtan |
10. | gayru-hu | : ondan başka |
11. | kad | : olmuştur |
12. | câet-kum | : size geldi |
13. | beyyinetun | : bir beyyine, bir delil |
14. | min rabbi-kum | : Rabbinizden |
15. | fe evfû | : artık ifa edin, yapın |
16. | el keyle | : ölçü |
17. | ve el mîzâne | : ve tartı, mizan |
18. | ve lâ tebhasû | : eksiltmeyin, hakkını vermemezlik yapmayın |
19. | en nâse | : insanlar |
20. | eşyâe-hum | : onların eşyaları |
21. | ve lâ tufsidû | : ve fesat çıkartmayın |
22. | fî el ardı | : yeryüzünde |
23. | ba’de | : sonra |
24. | ıslâhı-hâ | : onun ıslâh olması |
25. | zâlikum hayrun | : işte bu hayırlıdır |
26. | lekum | : sizin için |
27. | in kuntum mu’minîne | : eğer inananlar iseniz |
٨٦
وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَبيلِ اللّهِ مَنْ امَنَ بِه وَتَبْغُونَهَا عِوَجًا وَاذْكُرُوا اِذْ كُنْتُمْ قَليلًا فَكَثَّرَكُمْ وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدينَ
(86) ve la tak’udu bi külli siratin tuidune ve tesuddune an sebilillahi men amene bihi ve tebğuneha iveca vezküru iz küntüm kalilen fe kesseraküm venzuru keyfe kane akibetül müfsidin
her yol başına oturup da tehdit etmeyin çevirmeyin Allah yolundan ona iman edenleri dinin eğriliğini istemeyin düşünün ki o zaman sizler azdınız böyleyken sizi çoğalttı bakın nasıl oldu ifsat edenlerin akıbeti
1. | ve lâ tak’udû | : ve oturmayın |
2. | bi kulli sırâtın | : her yola |
3. | tû’ıdûne | : tehdit ediyorsunuz, vaad ediyorsunuz (negatif vaad) |
4. | ve tasuddûne | : ve mani oluyorsunuz, engelliyorsunuz |
5. | an sebîli allâhi | : Allah’ın yolundan |
6. | men | : kim, kimse |
7. | âmene | : inandı |
8. | bi-hî | : ona |
9. | ve tebgûne-hâ | : ve onda arıyorsunuz |
10. | ivecen | : eğrilik |
11. | ve uzkurû | : ve hatırlayın |
12. | iz kuntum kalîlen | : siz az idiniz |
13. | fe kessere-kum | : böylece sizi çoğalttı |
14. | ve unzurû | : ve bakın (ibret alın) |
15. | keyfe | : nasıl |
16. | kâne | : oldu |
17. | âkıbetu | : son, sonuç |
18. | el mufsidîne | : fesat çıkaranlar |
٨٧
وَاِنْ كَانَ طَاءِفَةٌ مِنْكُمْ امَنُوا بِالَّذى اُرْسِلْتُ بِه وَطَاءِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاصْبِرُوا حَتّى يَحْكُمَ اللّهُ بَيْنَنَا وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمينَ
(87) ve in kane taifetüm minküm amenu billezi ürsiltü bihi ve taifetül lem yü’minu fasbiru hatta yahkümellahü beynena ve hüve hayrul hakimin
eğer sizden bir taife iman etmişse bana gönderilen hakikatlere bir taifede iman etmemişse o halde sabredin Allah hüküm verinceye kadar aramızda o en hayırlısıdır hüküm verenlerin
1. | ve in kâne | : ve eğer olursa |
2. | tâifetun | : bir grup, bölük, taife |
3. | min-kum | : sizden |
4. | âmenû | : âmenû oldular |
5. | bi ellezî | : …ki onunla |
6. | ursiltu | : gönderildim |
7. | bihî | : onunla |
8. | ve tâifetun | : ve bir grup |
9. | lem yu’minû | : inanmazlar |
10. | fe ısbirû | : o zaman sabredin |
11. | hattâ | : …ceye kadar |
12. | yahkume allâhu | : Allah hükmünü verir |
13. | beyne-nâ | : aramızda |
14. | ve huve | : ve O |
15. | hayru el hâkimîn | : hüküm verenlerin, açanların en hayırlısı |
Reklamlar