Nüzul SırasıCüzSayfaSure
89461Al-i İmran(3)
٩٢
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّىتُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَوَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَىْءٍ فَاِنَّ اللّهَ بِه عَليمٌ
(92) len tenalül birra hatta tünfiku mimma tühibbun ve ma tünfiku min şey’in fe innellahe bihi alim
iyiliğe nail olamazsınız infak etmedikçe sizler sevdiğiniz şeylerden sadaka (olarak) ne verirseniz şüphesiz Allah onu bilir
1. |
len tenâlû |
: nail olamazsınız, erişemezsiniz |
2. |
el birre |
: birr (üst seviyede zekat) |
3. |
hattâ tunfikû |
: infak edinceye kadar, infak etmedikçe |
4. |
mim-mâ tuhibbûne |
: sevdiğiniz şeylerden |
5. |
ve mâ tunfikû |
: ve infak ettiğiniz şey |
6. |
min şey’in |
: bir şeyden |
7. |
fe inne allâhe |
: o zaman, muhakkak ki Allah |
8. |
bi-hî alîmun |
: onu en iyi bilen |
٩٣
كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلًّا لِبَنى اِسْرَاءلَ اِلَّا مَا حَرَّمَ اِسْرَاءلُعَلى نَفْسِه مِنْ قَبْلِ اَنْ تُنَزَّلَ التَّوْريةُ قُلْ فَاْتُوا بِالتَّوْريةِ فَاتْلُوهَا اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ
(93) küllüt taami kane hillel li beni israile illa ma harrame israilü ala nefsihi min kabli en tünezzelet tevrah kul fe’tu bit tevrati fatluha in küntüm sadikiyn
bütün taamlar helaldi israil oğullarına haram kıldığından başka yakup’un kendine tevrat indirilmezden önce de ki haydi tevrat’ı getirin doğru söylüyorsanız, onu okuyuverin
1. |
kullu et taâmi |
: bütün yiyecekler |
2. |
kâne hillen |
: helâl idi |
3. |
li benî isrâîle |
: israiloğulları için |
4. |
illâ |
: …’den başka |
5. |
mâ harrame |
: haram kıldığı şey(ler) |
6. |
isrâîlu |
: israil |
7. |
alâ nefsi-hî |
: kendisine |
8. |
min kabli |
: önceden, daha önce |
9. |
en tunezzele |
: indirilmesi |
10. |
et tevrâtu |
: tevrat |
11. |
kul |
: de, söyle |
12. |
fe’tû |
: o halde, öyleyse getirin |
13. |
bi et tevrâti |
: tevrat’ı |
14. |
fe utlû-hâ |
: öyleyse, haydi, (…yapın) da okuyun |
15. |
in kuntum |
: eğer siz …. iseniz |
16. |
sâdıkîne |
: sadık(lar), yeminlerine, sözlerine sadık olanlar, doğru söyleyenler |
٩٤
فَمَنِ افْتَرى عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذلِكَ فَاُولءِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
(94) fe meniftera alellahil kezibe mim ba’di zalike fe ülaike hümüz zalimun
kim Allah’a iftira atarsa bundan sonra yalan yere işte onlar zalimlerdir
1. |
fe men |
: artık, o taktirde kim |
2. |
ifterâ |
: iftira etti |
3. |
alâ allâhi |
: Allah’a |
4. |
el kezibe |
: yalan |
5. |
min ba’di zâlike |
: bundan sonra |
6. |
fe ulâike |
: artık, o taktirde işte onlar |
7. |
hum ez zâlimûne |
: onlar zalimlerdi |
٩٥
قُلْ صَدَقَ اللّهُ فَاتَّبِعُوامِلَّةَ اِبْرهيمَحَنيفًا وَمَاكَانَ مِنَ الْمُشْرِكينَ
(95) kul sadekallahü fettebiu millete ibrahime hanifa ve ma kane minel müşrikin
de ki Allah doğru buyurmuştur o halde sizde tabi olun muvahhide olan ibrahim’in dinine (o) müşriklerden olmadı
1. |
kul |
: de, söyle |
2. |
sadaka allâhu |
: Allah doğruyu söyledi |
3. |
fe ittebiû |
: öyle ise tâbî olun |
4. |
millete ibrâhîme |
: ibrâhîm’in dînine |
5. |
hanîfen |
: hanif olarak (tek Allah’a inanarak teslim olmak) |
6. |
ve mâ kâne |
: ve o olmadı |
7. |
min el muşrikîne |
: müşriklerden |
٩٦
اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذى بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَمينَ
(96) inne evvele beytiv vüdia linnasi lellezi bi bekkete mübarakev ve hüdel lil alemin
insanlar için kurulan ilk beyit elbette mekke’de ki o çok mübarek ve bütün alemlere hidayet olan beyittir
1. |
inne |
: muhakkak ki |
2. |
evvele beytin |
: ilk ev |
3. |
vudia li en nâsi |
: insanlar için vaz’edildi, yapıldı |
4. |
le ellezî |
: elbette ki o |
5. |
bi bekkete |
: bekke’de, mekke’de |
6. |
mubâreken |
: mübarek |
7. |
ve huden |
: ve hidayet vesilesi olan |
8. |
li el âlemîne |
: âlemler için |
٩٧
فيهِ ايَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرهيمَ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ امِنًاوَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَبيلًا وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّهَ غَنِىٌّ عَنِ الْعَالَمينَ
(97) fihi ayatüm beyyinatüm mekamü ibrahim ve men dehalehu kane amina ve lillahi alen nasi hiccül beyti menistetaa ileyhi sebila ve men kefera fe innellahe ğaniyyün anil alemin
orada açık alametler (vardır) makamı ibrahim kim oraya girerse eman bulur insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır beyti haccetmesi yoluna gücü yeten kimsenin her kim (bunu) inkar ederse şüphesiz Allah bütün alemlerden müstağnidir
1. |
fîhi |
: orada |
2. |
âyâtun |
: âyetler, deliller, kanıtlar |
3. |
beyyinâtun |
: açık beyyineler |
4. |
makâmu ibrâhîme |
: hz. ibrâhîm’in makamı |
5. |
ve men |
: ve kim (…olursa) |
6. |
dahale-hu |
: oraya girdi |
7. |
kâne |
: oldu (olur) |
8. |
âminen |
: emniyette, emin |
9. |
ve li allâhi |
: ve Allah için |
10. |
alâ en nâsi |
: insanların üzeri (üzerinde sorumluluk) |
11. |
hiccu el beyti |
: beyt’ in hac edilmesi |
12. |
men istetâa |
: gücü yeten kimse |
13. |
ileyhi |
: ona |
14. |
sebîlen |
: yol, yol bulma |
15. |
ve men |
: ve kim |
16. |
kefere |
: inkâr etti |
17. |
fe inne allâhe |
: o zaman, artık muhakkak ki Allah |
18. |
ganiyyun |
: ganidir, hiçbir şeye muhtaç değil |
19. |
an el âlemîne |
: âlemlerden |
٩٨
قُلْ يَا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَبِايَاتِ اللّهِ وَاللّهُ شَهيدٌ عَلى مَا تَعْمَلُونَ
(98) kul ya ehlel kitabi lime tekfürune bi ayatillahi vallahü şehidün ala ma ta’melun
De ki ey ehli Kitap niçin inkar ediyorsunuz Allah’ın ayetlerini halbuki Allah şahittir sizin yaptıklarınıza
1. |
kul |
: de, söyle |
2. |
yâ ehle el kitâbi |
: ey kitap ehli, kitap sahipleri |
3. |
lime |
: niçin |
4. |
tekfurûne |
: inkâr ediyorsunuz |
5. |
bi âyâti allâhi |
: Allah’ın âyetlerini |
6. |
ve allâhu şehîdun |
: ve Allah şahittir |
7. |
alâ mâ ta’melûne |
: yapmakta olduğunuz şeylere |
٩٩
قُلْ يَا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَعَنْ سَبيلِ اللّهِ مَنْ امَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجًا وَاَنْتُمْ شُهَدَاءُ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
(99) kul ya ehlel kitabi lime tesuddune an sebilillahi men amene tebğuneha ıvecev ve entüm şüheda’ vemallahü bi ğafilin amma ta’melun
de ki ey ehli kitap niçin Allah’ın yolundan çeviriyorsunuz iman eden kimseleri (neden) onun eşitliğini istiyorsunuz sizler (buna) şahit olduğunuz halde ama Allah habersiz değildir yaptıklarınızdan
1. |
kul |
: de , söyle |
2. |
yâ ehle el kitâbi |
: ey kitap ehli, kitap sahipleri |
3. |
lime |
: niçin |
4. |
tesuddûne |
: men ediyorsunuz |
5. |
an sebîli allâhi |
: Allah’ın yolundan |
6. |
men |
: kim |
7. |
âmene |
: îmân etti |
8. |
tebgûne-hâ |
: onun istiyorsunuz |
9. |
ivecen |
: eğrilik |
10. |
ve entum |
: ve siz |
11. |
şuhedâu |
: şahitler |
12. |
ve mâ allâhu |
: ve Allah değildir |
13. |
bi gâfilin |
: gâfil, habersiz |
14. |
ammâ (an mâ) ta’melûne |
: yaptığınız şeylerden, yaptıklarınızdan |
١٠٠
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِنْ تُطيعُوا فَريقًا مِنَ الَّذينَاُوتُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ ايمَانِكُمْ كَافِرينَ
(100) ya eyyühellezine amenu in tütiy’u ferikam minellezine utül kitabe yerudduküm ba’de imaniküm kafirin
ey iman edenler siz bir fırkaya uyarsanız kitap verilenlerden sizi imanınızdan sonra çevirirler kafir olarak
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey |
2. |
ellezîne âmenû |
: îmân edenler, âmenû olanlar |
3. |
in tutîû |
: eğer itaat ederseniz |
4. |
ferîkan |
: fırka, grup, topluluk |
5. |
min ellezîne |
: onlardan |
6. |
ûtû el kitâbe |
: kitap verildiler |
7. |
yeruddû-kum |
: sizi reddeder, döndürür |
8. |
ba’de îmâni-kum |
: îmânınızdan sonra |
9. |
kâfirîne |
: kâfirlik, kâfir olma |
Sayfa:62
١٠١
وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلى عَلَيْكُمْ ايَاتُاللّهِ وَفيكُمْ رَسُولُهُ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّهِ فَقَدْ هُدِىَ اِلى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ
(101) ve keyfe tekfürune ve entüm tütla aleyküm ayatüllahi ve fiküm rasulüh ve mey ya’tesim billahi fe kad hüdiye ila siratim müstekiym
nasıl küfredersiniz ki karşınızda size okunuyor Allah’ın ayetleri (içinizde de) o’nun resulü bulunuyor kim Allah’a sımsıkı sarılırsa mutlaka hidayete ulaştırılır doğru yol üzerinde
1. |
ve keyfe |
: ve nasıl |
2. |
tekfurûne |
: inkâr ediyorsunuz |
3. |
ve entum |
: ve siz |
4. |
tutlâ aleykum |
: size okunuyor |
5. |
âyâtu allâhi |
: Allah’ın âyetleri |
6. |
ve fî-kum |
: ve sizin içinizde, aranızda |
7. |
resûlu-hu |
: ‘nun resûlü |
8. |
ve men |
: ve kim |
9. |
ya’tesim |
: sımsıkı sarılır, tutunur |
10. |
bi allâhi |
: Allah’a |
11. |
fe kad hudiye |
: artık o hidayet olunmuştur |
12. |
ilâ sırâtın mustakîmin |
: Allah’a ulaştıran yola |
١٠٢
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اتَّقُوااللّهَ حَقَّ تُقَاتِه وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
(102) ya eyyühellezine amenüt tekullahe hakka tükatihi ve la temutünne illa ve entüm müslimun
ey iman edenler Allah’tan sakının nasıl hakkı ile sakınacaksanız (öyle) ve sizler ancak müslümanlar olarak ölün
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey |
2. |
ellezîne âmenû |
: îmân edenler |
3. |
ittekû allâhe |
: Allah’a karşı takva sahibi olun |
4. |
hakka tukâti-hî |
: o’nun hak takvası ile, bi hakkın takva, en üst derece takva |
5. |
ve lâ temûtunne (temûtu enne) |
: ve sakın siz ölmeyin |
6. |
illâ |
: …’den başka, …olmadan |
7. |
ve entum |
: ve siz |
8. |
muslimûne |
: teslim olanlar |
١٠٣
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّهِ جَميعًا وَلَا تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ اِذْكُنْتُمْ اَعْدَاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه اِخْوَانًا وَكُنْتُمْ عَلى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَا كَذلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ ايَاتِه لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
(103) va ı’tesımu bi hablillahi cemiav ve la teferraku vezküru ni’metellahi aleyküm iz küntüm a’daen fe ellefe beyne kulubiküm fe esbahtüm bi ni’metihi ihvana ve küntüm ala şefa hufratim minen nari fe enkazeküm minha kezalike yübeyyinüllahü le küm ayatihi lealleküm tehtedun
sımsıkı sarılın hepiniz Allah’ın ipine parçalanıp ayrılmayın düşünün Allah’ın üzerinizdeki nimetini bir zaman siz birbirinize düşman idiniz (o) ülfet verdi sizin kalplerinizin arasına o’nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz sonra sizler tam kenarında iken ateşten bir çukurda (o) sizi kurtarmıştı işte Allah böyle açıklıyor ayetlerini size umulur ki hidayete erersiniz
1. |
ve ı’tasımû |
: ve sarılın |
2. |
bi habli allâhi |
: Allah’ın ipine |
3. |
cemîân |
: topluca, hepiniz |
4. |
ve lâ teferrekû |
: ve ayrılmayın, fırkalara ayrılmayın |
5. |
ve uzkurû |
: anın, hatırlayın |
6. |
ni’met allâhi |
: Allah’ın ni’meti |
7. |
aleykum |
: sizin üzerinizde |
8. |
iz kuntum |
: siz oldunuz |
9. |
a’dâen |
: düşman |
10. |
fe ellefe |
: sonra birleştirdi |
11. |
beyne |
: arasını |
12. |
kulûbi-kum |
: sizin kalpleriniz |
13. |
fe asbahtum |
: böylece oldunuz |
14. |
bi ni’meti-hî |
: onun ni’meti ile |
15. |
ihvânen |
: kardeşler |
16. |
ve kuntum |
: ve siz oldunuz |
17. |
alâ şefâ |
: kenarında |
18. |
hufretin |
: bir çukur |
19. |
min en nâri |
: ateşten |
20. |
fe enkaze-kum |
: …halde iken sizi kurtardı |
21. |
min-hâ |
: ondan |
22. |
kezâlike |
: işte böyle |
23. |
yubeyyinu |
: açıklıyor |
24. |
allâhu lekum |
: Allah, size |
25. |
âyâti-hî |
: âyetlerini |
26. |
lealle-kum |
: umulur ki böylece siz |
27. |
tehtedûne |
: hidayete erersiniz |
١٠٤
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاُولءِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
(104) velteküm minküm ümmetüy yed’une ilel hayri ve ye’mürune bil ma’rufi ve yenhevne anil münker ve ülaike hümül müflihun
sizden bir ümmet bulunsun hayra davet eden size iyiliği emreden kötülükten nehy eden işte onlar felaha erenlerdir
1. |
ve li tekun |
: ve olsun |
2. |
min-kum |
: sizden |
3. |
ummetun |
: bir topluluk, bir ümmet, bir cemaat |
4. |
yed’ûne |
: çağırır, davet eder |
5. |
ilâ el hayri |
: hayra |
6. |
ve ye’murûne |
: ve emreder |
7. |
bi el ma’rûfi |
: mâruf ile, irfan ile, iyilikle |
8. |
ve yenhevne |
: ve nehy eder, men eder |
9. |
an el munkeri |
: münkerden, kötülükten |
10. |
ve ulâike |
: ve işte onlar |
11. |
hum el muflihûne |
: onlar, kurtuluşa, felâha erenler |
١٠٥
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِمَا جَاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَاُولءِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظيمٌ
(105) ve la tekunu kellezine teferraku vahtelefu mim ba’di ma caehümül beyyinat ve ülaike lehüm azabün aziym
parçalanıp ihtilafa düşen kimseler gibi olmayın kendilerine açık ayetler geldikten sonra işte onlar için çok büyük azap (vardır)
1. |
ve lâ tekûnû |
: ve olmayın |
2. |
ke ellezîne |
: onlar gibi |
3. |
teferrakû |
: ayrıldılar |
4. |
ve ihtelefû |
: ve ihtilâfa, ayrılığa, anlaşmazlığa düştüler |
5. |
min ba’di |
: sonradan, sonra |
6. |
mâ câe-hum |
: onlara gelen şey |
7. |
beyyinâtu |
: beyyineler, açık deliller |
8. |
ve ulâike |
: ve işte onlar |
9. |
lehum |
: onlar için vardır |
10. |
azâbun azîmun |
: azîm azap, büyük azap |
١٠٦
يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ فَاَمَّا الَّذينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ اَكَفَرْتُمْبَعْدَ ايمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
(106) yevme tebyaddu vücuhüv ve tesveddü vücuh fe emmellezinesveddet vücuhühüm e kefartüm ba’de imaniküm fe zukul azabe bima küntüm tekfürun
(kıyamet) günü bir takım yüzler ağaracak bir takım yüzler kararacaktır yüzleri kararanlara gelince küfür mü ettiniz siz imandan sonra öyle ise tadın azabı küfrünüz sebebi ile
1. |
yevme |
: o gün |
2. |
tebyaddu |
: beyazlaşacak, ağaracak |
3. |
vucûhun |
: yüzler |
4. |
ve tesveddu |
: ve siyahlaşacak, kararacak |
5. |
vucûhun |
: yüzler |
6. |
fe emmâ |
: o zaman |
7. |
ellezîne |
: onlar, olanlar |
8. |
esveddet |
: karardı |
9. |
vucûhu-hum |
: onların yüzleri |
10. |
e kefertum |
: inkâr mı ettiniz |
11. |
ba’de |
: sonra |
12. |
îmâni-kum |
: sizin îmânınız, îmânınız |
13. |
fe zûkû |
: o zaman, öyleyse tadın |
14. |
el azâbe |
: azab |
15. |
bimâ |
: şey ile, sebebiyle, dolayısıyla |
16. |
kuntum |
: siz oldunuz |
17. |
tekfurûne |
: inkâr ediyorsunuz |
١٠٧
وَاَمَّا الَّذينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَفى رَحْمَةِ اللّهِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ
(107) ve emmellezinebyaddat vücuhühüm fe fi rahmetillah hüm fiha halidun
yüzleri ağaranlara gelince Allah’ın rahmetinde olacaklar onlar orada ebedi kalacaklar
1. |
ve emmâ |
: ve amma, amma …ise |
2. |
ellezîne |
: onlar, olanlar |
3. |
ebyaddat |
: beyazladı, ağardı |
4. |
vucûhu-hum |
: onların yüzleri |
5. |
fe |
: o zaman, öyle ise, artık |
6. |
fî |
: içinde |
7. |
rahmeti allâhi |
: Allah’ın rahmeti |
8. |
hum fî-hâ |
: onlar, onun içinde |
9. |
hâlidûne |
: ebedî kalacak olanlar |
١٠٨
تِلْكَ ايَاتُ اللّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ وَمَا اللّهُ يُريدُ ظُلْمًا لِلْعَالَمينَ
(108) tilke ayatüllahi netluha aleyke bil hakk vemallahü yüridü zulmel lil alemin
işte bunlar Allah’ın ayetleridir onları sana hak olarak okuyoruz Allah isteyici değildir alemlere zulüm etmek
1. |
tilke |
: bu, bunlar |
2. |
âyâtu allâhi |
: Allah’ın âyetleri |
3. |
netlû-hâ |
: onu okuyoruz, açıklıyoruz |
4. |
aleyke |
: sana |
5. |
bi el hakkı |
: hak olarak, gerçeği |
6. |
ve mâ allâhu |
: ve Allah değildir |
7. |
yurîdu |
: diler, ister |
8. |
zulmen |
: zulüm, zulüm olması, haksızlık |
9. |
li el âlemîne |
: âlemler için, âlemlere |
Sayfa:63
١٠٩
وَلِلّهِ مَافِى السَّموَاتِوَمَافِى الْاَرْضِ وَاِلَى اللّهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ
(109) ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard ve ilellahi türceul ümur
ne varsa Allah’ındır semalarda ve arzda bütün işler Allah’a döndürülür
1. |
ve li allâhi |
: ve Allah için, Allah’ın |
2. |
mâ fî es semâvâti |
: göklerdeki şeyler, ne varsa |
3. |
ve mâ fî el ardı |
: ve yeryüzündeki, yerlerde olan ne varsa |
4. |
ve ilâ allâhi |
: ve Allah’a |
5. |
turceu |
: döndürülür |
6. |
el umûru |
: emirler, işler |
١١٠
كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ امَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
(110) küntüm hayra ümmetin uhricet lin nasi te’mürune bil ma’rufi ve tenhevne anil münkeri ve tü’minune billah ve lev amene ehlül kitabi le kane hayral lehüm minhümül mü’minune ve ekseruhümül fasikun
siz en hayırlı bir ümmetsiniz insanlar içinden çıkarılmış iyiliği emredersiniz kötülükten men edersiniz ve Allah’a iman edersiniz eğer ehli kitapta iman etmiş olsaydı kendileri için daha hayırlı olurdu onlardan iman edenler varsa da onların çoğu fasıktırlar
1. |
kuntum |
: siz oldunuz |
2. |
hayra ummetin |
: hayırlı ümmet, topluluk |
3. |
uhricet |
: çıkarıldınız |
4. |
li en nâsi |
: insanlar için |
5. |
te’murûne |
: emredersiniz |
6. |
bi el ma’rûfi |
: irfan ile |
7. |
ve tenhevne |
: ve nehyedersiniz, men edersiniz |
8. |
an-il munkeri |
: münkerden, kötülükten |
9. |
ve tu’minûne bi allâhi |
: ve Allah’a îmân edersiniz |
10. |
ve lev âmene |
: ve eğer îmân etselerdi |
11. |
ehlu el kitâbi |
: kitap ehli, kitap sahipleri |
12. |
le kâne |
: elbette olurdu |
13. |
hayran |
: hayırlı |
14. |
lehum |
: onlar için |
15. |
min-hum |
: onlardan |
16. |
el mu’minûne |
: îmân edenler, mü’minler |
17. |
ve ekseru-hum |
: ve onların çoğu |
18. |
el fâsikûne |
: fâsıklar, fıska düşenler |
١١١
لَنْ يَضُرُّوكُمْ اِلَّا اَذًىوَاِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْاَدْبَارَ ثُمَّ لَايُنْصَرُونَ
(111) ley yedurru küm illa eza ve iy yükatiluküm yüvellukümül edbara sümme la yünsarun
zarar veremezler size ezadan başka eğer sizinle savaşırlarsa arkalarını dönüp kaçarlar sonra kendilerine yardımda edilmez
1. |
len yedurrû-kum |
: size asla zarar veremezler |
2. |
illâ ezen |
: ezadan başka |
3. |
ve in yukâtilû-kum |
: ve eğer sizinle savaşırlarsa |
4. |
yuvellû-kum |
: size (arkalarını) dönerler |
5. |
el edbâre |
: arkaları |
6. |
summe |
: sonra |
7. |
lâ yunsarûne |
: yardım olunmazlar |
١١٢
ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ اَيْنَ مَا ثُقِفُوا اِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللّهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِوَبَاؤُ بِغَضَبٍ مِنَ اللّهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُالْمَسْكَنَةُ ذلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِايَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ الْاَنْبِيَاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ ذلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ
(112) duribet aleyhimüz zilletü eyne ma sükıfu illa bi hablim minellahi ve hablim minen nasi ve bau bi ğadabim minellahi ve duribet aleyhimül meskeneh zalike bi ennehüm kanu yekfürune bi ayatillahi ve yaktülunel enbiyae bi ğayri hakk zalike bi ma asav ve kanu ya’tedun
üzerlerine zillet vurulmuştur nerede bulunsalar, ancak Allah’ın ipine sarılanlar (hariç), insanların ipine sarılanlar Allah’ın gazabına uğramışlardır onların üzerine miskinlik vurulmuştur bunun sebebi çünkü onlar inkar ediyorlardı Allah’ın ayetlerini, öldürüyorlardı haksız yere peygamberleri bunun sebebi isyan edip haddi aşmış olmaları idi
1. |
duribet |
: vuruldu |
2. |
aleyhim |
: onların üzerine |
3. |
ez zilletu |
: zillet |
4. |
eyne mâ |
: nerede olursa |
5. |
sukıfû |
: bulunurlar |
6. |
illâ |
: …’den başka, hariç |
7. |
bi hablin min allâhi |
: Allah’tan bir ip |
8. |
ve hablin |
: ve bir ip |
9. |
min en nâsi |
: insanlardan |
10. |
ve bâû |
: ve uğradılar |
11. |
bi gadabin |
: gazaba |
12. |
min allâhi |
: Allah’tan |
13. |
ve duribet |
: ve vuruldu |
14. |
aleyhim |
: onların üzerine |
15. |
el meskenetu |
: miskinlik |
16. |
zâlike |
: bu |
17. |
bi enne-hum |
: onların … olmaları |
18. |
kânû |
: oldular |
19. |
yekfurûne |
: inkâr ediyorlar |
20. |
bi âyâti allâhi |
: Allah’ın âyetlerini |
21. |
ve yaktulûne |
: ve öldürüyorlar |
22. |
el enbiyâe |
: peygamberler |
23. |
bi gayri hakkın |
: haksız yere |
24. |
zâlike bimâ |
: işte bu … sebebiyle |
25. |
asav |
: isyan ettiler |
26. |
ve kânû |
: ve oldular |
27. |
ya’tedûne |
: aşırı gidiyorlar, haddi aşıyorlar |
١١٣
لَيْسُوا سَوَاءً مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَاءِمَةٌ يَتْلُونَ ايَاتِ اللّهِ انَاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ
(113) leysu sevaa min ehlil kitabi ümmetün kaimetüy yetlune ayatillahi anael leyli ve hüm yescüdun
(hepsi) müsavi değildir ehli kitaptan ayakta duran bir ümmet (vardır ki) Allah’ın ayetlerini okuyup onlar gecenin (belli) zamanlarında secdeye kapanırlar
1. |
leysû |
: değil |
2. |
sevâen |
: eşit, müsavi, aynı, bir |
3. |
min ehli el kitâbi |
: kitap ehlinden (hristiyan ve yahudilerden) |
4. |
ummetun |
: bir ümmet, bir topluluk |
5. |
kâimetun |
: ayakta durarak |
6. |
yetlûne |
: okuyan |
7. |
âyâti allâhi |
: Allah’ın âyetlerini |
8. |
ânâ el leyli |
: gece saatleri, gece vakti |
9. |
ve hum |
: ve onlar |
10. |
yescudûne |
: secde ederler |
١١٤
يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَيَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِوَيُسَارِعُونَ فِى الْخَيْرَاتِ وَاُولءِكَ مِنَ الصَّالِحينَ
(114) yü’minune billahi vel yevmil ahiri ve ye’mürune bil ma’rufi ve yenhevne anil münkeri ve yüsariune fil hayrat ve ülaike mines salihiyn
Allah’a iman ederler ahiret gününe (de) iyiliği emrederler ve kötülüğü yasak ederler hayır işlerine koşuşurlar işte bunlar salihlerdendir
1. |
yu’minûne bi allâhi |
: Allah’a îmân ederler |
2. |
ve el yevmi el âhiri |
: ve âhir güne, son güne, sonraki güne |
3. |
ve ye’murûne |
: ve emrederler |
4. |
bi el ma’rûfi |
: irfan ile, iyilik ile |
5. |
ve yenhevne |
: ve nehy ederler, men ederler |
6. |
an el munkeri |
: münkerden, kötülükten |
7. |
ve yusâriûne |
: ve koşarlar |
8. |
fî el hayrâti |
: hayırlarda, hayırlara |
9. |
ve ulâike |
: ve işte onlar |
10. |
min es sâlihîne |
: sâlihlerden |
١١٥
وَمَا يَفْعَلُوا مِنْخَيْرٍ فَلَنْ يُكْفَرُوهُ وَاللّهُ عَليمٌ بِالْمُتَّقينَ
(115) ve ma yef’alu min hayrin fe ley yükferuh vallahü alimüm bil müttekiyn
hayır namına ne yaparsanız o yapılan küfranla karşılanmayacaktır Allah bilendir takva sahiplerini
1. |
ve mâ yef’alû |
: ve yaptıkları şey |
2. |
min hayrin |
: hayırdan, hayır olarak |
3. |
fe len yukferû-hu |
: o taktirde o asla örtülmez |
4. |
ve allâhu |
: ve Allah |
5. |
alîmun |
: en iyi bilen |
6. |
bi el muttekîne |
: takva sahiplerini |
Sayfa:64
١١٦
اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِىَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَا اَوْلَادُهُمْ مِنَاللّهِ شَيًْاوَاُولءِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ
(116) innellezine keferu len tuğniye anhüm emvalühüm ve la evladühüm minellahi şey’a ve ülaike ashabün nar hüm fiha halidun
şüphesiz o küfredenlere fayda sağlamaz malları ve evlatları Allah’a karşı hiçbir şekilde ve işte onlar cehennem ehlidirler onlar orada ebedi kalacaklardır
1. |
inne ellezîne |
: muhakkak ki onlar |
2. |
keferû |
: inkâr ettiler |
3. |
len tugniye an |
: asla fayda vermez |
4. |
hum |
: onlar, onlara |
5. |
emvâlu-hum |
: onların malları |
6. |
ve lâ evlâdu-hum |
: ve evlâtları … olmaz |
7. |
min allâhi |
: Allah’tan |
8. |
şey’en |
: bir şey |
9. |
ve ulâike |
: ve işte onlar |
10. |
ashâbu en nâri |
: ateş ehlidir, ateş halkıdır |
11. |
hum fî-hâ |
: onlar orada |
12. |
hâlidûne |
: devamlı kalacak olanlar |
١١٧
مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ فى هذِهِ الْحَيوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ريحٍ فيهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُ وَمَاظَلَمَهُمُ اللّهُ وَلكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
(117) meselü ma yünfikune fi hazihil hayatid dünya ke meseli rihin fiha sirrun esabet harse kavmin zalemu enfüsehüm fe ehlekethu ve ma zalemehümüllahü ve lakin enfüsehüm yazlimun
yaptıkları infakın misali bu dünya hayatında rüzgarın haline benzer içinde kavurucu soğuk olan bir kavmin ekinine isabet ederek kendilerine zulüm etmiş onu helak etmiştir zulüm etmiş değildir onlara Allah ve lakin kendilerine zulüm ediyorlardı
1. |
meselu |
: misal, durum |
2. |
mâ yunfikûne |
: infak edilen şeyler |
3. |
fî |
: içinde, …de |
4. |
hâzihi el hayâti ed dunyâ |
: bu dünya hayatı |
5. |
ke meseli |
: gibi, misal, durum |
6. |
rîhin |
: kavurucu, dondurucu bir rüzgâr |
7. |
fîhâ |
: onun içinde, ona |
8. |
sırrun |
: dondurucu soğuk |
9. |
esâbet |
: isabet etti |
10. |
harse |
: ekinler |
11. |
kavmin |
: kavim, toplum |
12. |
zalemû |
: zulmettiler |
13. |
enfuse-hum |
: kendi kendilerine |
14. |
fe ehleket-hu |
: böylece onu helâk etti, yok etti |
15. |
ve mâ zaleme-hum |
: ve onlara zulmetmedi |
16. |
allâhu |
: Allah |
17. |
ve lâkin |
: ve lâkin, fakat |
18. |
enfuse-hum |
: kendi kendilerine, kendilerine |
19. |
yazlımûne |
: zulmediyorlar |
١١٨
يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَاتَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَايَاْلُونَكُمْ خَبَالًا وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفى صُدُورُهُمْ اَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْايَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
(118) ya eyyühellezine amenu la tettehizu bitanetem min duniküm la ye’luneküm habala veddu ma anittüm kad bedetil bağdaü min efvahihim ve ma tuhfi suduruhüm ekber kad beyyenna lekümül ayati in küntüm ta’kilun
ey iman edenler sırdaş ve dostlar edinmeyin sizden olmayan(ları) kusur etmezler size zarar ve ziyan vermekte sıkıntıya düşmenizi isterler kesinlikle taşmaktadır onların gazabı ağızlarından onların göğüslerinde gizledikleri daha büyüktür size ayetlerimizi açıkladık eğer akıl ederseniz
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey |
2. |
ellezîne âmenû |
: âmenû olanlar, îmân edenler |
3. |
lâ tettehızû |
: edinmeyin |
4. |
bitâneten |
: sırdaş |
5. |
min dûni-kum |
: sizlerden başka, kendinizden |
6. |
lâ ye’lûne-kum |
: size … yapmaktan geri kalmazlar |
7. |
habâlen |
: fesada düşürmek |
8. |
veddû |
: istediler, temenni ettiler |
9. |
mâ anittum |
: size sıkıntı verecek şeyler |
10. |
kad bedet |
: belli olmuştur |
11. |
el bagdâu |
: kin ve öfke |
12. |
min efvâhi-him |
: onların ağızlarından (sözlerinden) |
13. |
ve mâ tuhfî |
: ve gizledikleri şey |
14. |
sudûru-hum |
: onların göğüsleri, sineleri |
15. |
ekberu |
: daha büyük |
16. |
kad beyyennâ |
: açıklamıştık |
17. |
lekum |
: sizin için, size |
18. |
el âyâti |
: âyetleri |
19. |
in kuntum |
: eğer siz … olmuş olsaydınız |
20. |
ta’kılûne |
: akıl ediyorsunuz |
١١٩
هَا اَنْتُمْ اُولَاءِ تُحِبُّونَهُمْوَلَايُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُوا امَنَّا وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْ اِنَّ اللّهَ عَليمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
(119) ha entüm ülai tühibbunehüm ve la yühibbuneküm ve tü’minune bil kitabi küllih ve iza lekuküm kalu amenna ve iza halev addu aleykümül enamile minel ğayz kul mutu bi ğayziküm innellahe alimüm bizatis sudur
Ha! Sizler öyle kimselersiniz ki onları seversiniz ama sizi sevmezler siz bütün kitaplara iman edersiniz sizinle karşılaştıkları zaman iman ettik derler yalnız kaldıkları zaman size kinlerinden parmaklarını ısırırlar de ki: kininizden ölün şüphesiz Allah bilir gizlediklerini bütün göğüslerin
1. |
hâ entum ulâi |
: işte siz busunuz, böylesiniz |
2. |
tuhıbbûne-hum |
: onları seversiniz |
3. |
ve lâ yuhıbbûne-kum |
: ve onlar sizi sevmezler |
4. |
ve tû’minûne |
: ve siz îmân edersiniz |
5. |
bi el kitâbi |
: kitaba |
6. |
kulli-hi |
: onun tamamına |
7. |
ve izâ |
: ve …olduğu zaman |
8. |
lekû-kum |
: sizinle karşılaştılar |
9. |
kâlû |
: dediler |
10. |
âmennâ |
: biz îmân ettik |
11. |
ve izâ halev |
: ve yalnız kaldıkları zaman |
12. |
addû |
: ısırdılar |
13. |
aleykum |
: size (karşı olan) |
14. |
el enâmile |
: parmak uçları |
15. |
min el gayzi |
: öfkelerinden, kinlerinden |
16. |
kul |
: de, söyle |
17. |
mûtû |
: ölün |
18. |
bi gayzi-kum |
: öfkeniz ile (öfkenizden) |
19. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allah |
20. |
alîmun |
: en iyi bilen |
21. |
bi zâti es sudûri |
: sinelerin sahip olduğu, sinelerde olan |
١٢٠
اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَاِنْ تُصِبْكُمْسَيِّءَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاوَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيًْا اِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحيطٌ
(120) in temsesküm hasenetün tesü’hüm ve in tüsibküm seyyietüy yefrahu biha ve in tasbiru ve tetteku la yedurruküm keydühüm şey’a innellahe bi ma ya’melune mühiyt
eğer size bir iyilik dokunsa onlar üzülürler eğer size bir kötülük isabet ederse ona sevinirler eğer sabreder ve sakınırsanız size zarar veremez onların hiçbir hileleri şüphesiz Allah onların amellerini kuşatmıştır
1. |
in temses-kum |
: eğer size değerse, dokunursa |
2. |
hasenetun |
: hasene, iyilik, güzellik |
3. |
tesû’-hum |
: onları hüzünlendirir |
4. |
ve in tusib-kum |
: ve eğer size isabet ederse |
5. |
seyyietun |
: seyyiat, bir kötülük |
6. |
yefrahû bi-hâ |
: onunla ferahlanırlar, ona sevinirler |
7. |
ve in tasbirû |
: ve eğer sabrederseniz |
8. |
ve tettekû |
: ve takva sahibi olursanız |
9. |
lâ yadurru-kum |
: size zarar veremez |
10. |
keydu-hum |
: onların hileleri |
11. |
şey’en |
: bir şey |
12. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allah |
13. |
bi- mâ |
: şeyi |
14. |
ya’melûne |
: yapıyorlar |
15. |
muhîtun |
: kuşatan |
١٢١
وَاِذْ غَدَوْتَ مِنْ اَهْلِكَ تُبَوِّءُ الْمُؤْمِنينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِ وَاللّهُ سَميعٌ عَليمٌ
(121) ve iz ğadevte min ehlike tübevviül mü’minine mekaide lil kıtal vallahü semiun alim
o zaman ki ehlinden ayrılmış müminleri yerleştiriyordun savaş için elverişli yerlere Allah işiten bilendir
1. |
ve iz |
: ve o zaman …olmuştu |
2. |
gadavte |
: sabah erken |
3. |
min ehli-ke |
: ailenden |
4. |
tubevviu |
: yerleştiriyorsun |
5. |
el mu’minîne |
: mü’minleri |
6. |
makâide |
: durulacak yerler, mevziler (uygun yerler) |
7. |
li el kıtâli |
: savaş için |
8. |
ve allâhu |
: ve Allah |
9. |
semîun |
: en iyi işiten |
10. |
alîmun |
: en iyi bilen |
Sayfa:65
١٢٢
اِذْ هَمَّتْ طَاءِفَتَانِ مِنْكُمْ اَنْ تَفْشَلَا وَاللّهُوَلِيُّهُمَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
(122) iz hemmet taifetani minküm en tefşela vallahü veliyyühüma ve alellahi fel yetevekkelil mü’minun
o zaman meyil etmişti sizdekine taife gevşeklik göstererek onların dostları Allah’tı müminler Allah’a güvensinler
1. |
iz hemmet |
: hamletti, meyletti |
2. |
tâifetâni |
: iki taife, iki grup |
3. |
min-kum |
: sizden |
4. |
en tefşelâ |
: korkmak, korkaklık göstermek |
5. |
ve allâhu |
: ve Allah |
6. |
veliyyu-humâ |
: o ikisinin (onların) dostu |
7. |
ve alâ allâhi |
: ve Allah’a |
8. |
fe li yetevekkeli |
: artık tevekkül etsinler |
9. |
el mu’minûne |
: mü’minler |
١٢٣
وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ بِبَدْرٍ وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌ فَاتَّقُوا اللّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
(123) ve le kad nesarekümüllahü bi bedriv ve entüm ezilleh fettekullahe lealleküm teşkürun
yemin olsun Allah size bedirde zafer verdi ve sizler zillet durumundaydınız o halde Allah’tan sakının olur ki şükredersiniz
1. |
ve lekad |
: ve andolsun |
2. |
nasara-kumu allâhu |
: Allah size yardım etti |
3. |
bi bedrin |
: bedir’de |
4. |
ve entum |
: ve siz |
5. |
ezilletun |
: daha aşağı, daha zayıf |
6. |
fe ittekû allâhe |
: artık Allah’a karşı takva sahibi olun |
7. |
lealle-kum |
: umulur ki böylece siz |
8. |
teşkurûne |
: şükredersiniz |
١٢٤
اِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِنينَ اَلَنْيَكْفِيَكُمْ اَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلثَةِ الَافٍ مِنَ الْمَلءِكَةِ مُنْزَلينَ
(124) iz tekulü lil mü’minine eley yekfiyeküm ey yümiddeküm rabbüküm bi selaseti alafim minel melaiketi münzelin
o zaman müminlere diyordun size yetmez mi Rabbinizin size destek olması indirilen üç bin melekle
1. |
iz tekûlu |
: diyordun |
2. |
li el mu’minîne |
: mü’minlere |
3. |
e len yekfiye-kum |
: size kâfi gelmiyor mu? |
4. |
en yumidde-kum |
: size imdad etmesi, yardım etmesi |
5. |
Rabbu-kum |
: Rabbiniz |
6. |
bi selâseti âlâfin |
: üç bini ile |
7. |
min el melâiketi |
: meleklerden |
8. |
munzelîne |
: indirilen |
١٢٥
بَلى اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَاْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هذَا يُمْدِدْكُمْرَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ الَافٍ مِنَ الْمَلءِكَةِ مُسَوِّمينَ
(125) bela in tesbiru ve tetteku ve ye’tuküm min fevrihim haza yümdidküm rabbüküm bi hamseti alafim minel melaiketi müsevvimin
hayır sabreder ve sakınırsanız sizin (üzerinize) aniden gelen size Rabbiniz destek verecek nişanlı beş bin melekle
1. |
belâ |
: (olumsuz soruya, olumlu cevap verirken kullanılır) evet, hayır, bilakis |
2. |
in tasbirû |
: eğer siz sabrederseniz |
3. |
ve tettekû |
: ve takva sahibi olursanız |
4. |
ve ye’tû-kum |
: ve size gelirler |
5. |
min fevri-him |
: onların ani hareketlerinden, aniden |
6. |
hâzâ yumdid-kum |
: bu size yardım |
7. |
Rabbu-kum |
: Rabbiniz |
8. |
bi hamseti âlâfin |
: beş bini ile |
9. |
min el melâiketi |
: melekerden |
10. |
musevvimîne |
: işaretlenmiş, nişanlı |
١٢٦
وَمَا جَعَلَهُ اللّهُ اِلَّا بُشْرى لَكُمْ وَلِتَطْمَءِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّهِ الْعَزيزِ الْحَكيمِ
(126) ve ma cealehüllahü illa büşra leküm ve li tatmeinne kulubüküm bih ve men nasru illa min indillahil azizil hakim
Allah bunu sırf bir müjde için yaptı ve kalpleriniz mutmain olup yatışması için (yaptı) zafer ancak güçlü ve hikmet sahibi Allah’ın katındadır
1. |
ve mâ ceale-hu allâhu |
: ve Allah onu yapmadı |
2. |
illâ buşrâ |
: müjde olmasından başka |
3. |
lekum |
: sizin için, size |
4. |
ve li tatmeinne |
: ve tatmin olması, sukûnet bulması için |
5. |
kulûbu-kum bi-hî |
: kalplerinizin onunla |
6. |
ve men nasru (mâ en nasru) |
: ve yardım (başka bir şekilde) olmaz |
7. |
illâ min indi allâhi |
: ancak Allah’ın katından (olur) |
8. |
el azîzi |
: azîz, üstün, izzetli |
9. |
el hakîmi |
: hüküm ve hikmet sahibi |
١٢٧
لِيَقْطَعَ طَرَفًا مِنَ الَّذينَ كَفَرُوا اَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَاءِبينَ
(127) li yaktaa tarafem minellezine keferu ev yekbitehüm fe yenkalibu haibin
küfredenlerin bir kısmını yahut onları perişan etsin bozularak dönüp gitsinler
1. |
li yaktaa |
: kesmek için, helak etmek için |
2. |
tarafen |
: bir tarafı, bir kısmı |
3. |
min |
: …’den |
4. |
ellezîne keferû |
: inkâr edenler, kâfirler |
5. |
ev yekbite-hum |
: veya onları perişan etmek |
6. |
fe yenkalibû |
: böylece dönerler |
7. |
hâibîne |
: bozguna uğrayanlar |
١٢٨
لَيْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَىْءٌ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَاِنَّهُمْ ظَالِمُونَ
(128) leyse leke minel emri şey’ün ev yetube aleyhim ev yüazzibehüm fe innehüm zalimun
senin elinde bu işten bir şey yok ve onların tövbesini kabul edecek yahut onlara azap edecek çünkü onlar zalimlerdir
1. |
leyse leke |
: senin için yoktur, değildir, olmadı |
2. |
min el emri |
: emirden, işten |
3. |
şey’un |
: bir şey |
4. |
ev yetûbe aleyhim |
: veya, onlara (onlar için) tövbeyi kabul eder |
5. |
ev yuazzibe-hum |
: veya onları azap eder |
6. |
fe inne-hum |
: oysa onlar, muhakkak |
7. |
zâlimûne |
: zalimler, haksızlık edenler |
١٢٩
وَلِلّهِ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ غَفُورٌ رَحيمٌ
(129) ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard yağfiru li mey yeşaü ve yüazzibü mey yeşa’ vallahü ğafurur rahiym
Allah’ındır semalarda ve arzda ne varsa dilediğini bağışlar dilediğine azap eder Allah bağışlayan, merhametlidir
1. |
ve li allâhi |
: ve Allah’ın, Allah için |
2. |
mâ fî es semâvâti |
: göklerde ne varsa |
3. |
ve mâ fî el ardı |
: ve yeryüzünde, yerde ne varsa |
4. |
yagfiru |
: mağfiret eder |
5. |
li men yeşâu |
: dilediği kimseyi |
6. |
ve yuazzibu |
: ve azab eder, azaplandırır |
7. |
men yeşâu |
: dilediği kimse |
8. |
ve allâhu gafûrun |
: ve Allah gafûrdur, bağışlayandır |
9. |
rahîmun |
: rahîmdir, rahmet nuru gönderen |
١٣٠
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا تَاْكُلُوا الرِّبوا اَضْعَافًامُضَاعَفَةً وَاتَّقُوا اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
(130) ya eyyühellezine amenu la te’külür riba ad’afem müdaafetev vettekullahe lealleküm tüflihun
ey iman edenler faiz vermeyin kat kat ederek Allah’tan sakının olur ki felaha erersiniz
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey |
2. |
ellezîne âmenû |
: îmân edenler, âmenû olanlar |
3. |
lâ te’kulu |
: yemeyin |
4. |
er ribâ |
: ribâ, faiz |
5. |
ad’âfen |
: kat, kat |
6. |
mudâafeten |
: katlanmış, katlanarak artırılmış |
7. |
ve ittekû allâhe |
: ve Allah’a karşı takva sahibi olun |
8. |
lealle-kum |
: umulur ki böylece siz |
9. |
tuflihûne |
: felâha erersiniz |
١٣١
وَاتَّقُوا النَّارَ الَّتى اُعِدَّتْ لِلْكَافِرينَ
(131) vettekun naralleti üiddet lil kafirin
o ateşten sakının o ki kafirler için hazırlanmıştır
1. |
ve ittekû |
: takva sahibi olun |
2. |
nâre elletî |
: o ateş ki |
3. |
uiddet |
: hazırlandı |
4. |
li el kâfirîne |
: kâfirler için, kâfirlere |
١٣٢
وَاَطيعُوا اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
(132) ve etiy’ullahe ver rasule lealleküm türhamun
itaat edin, Allah’a ve resulüne umulur ki merhamet olunursunuz
1. |
ve etîû allâhe |
: ve Allah’a itaat edin |
2. |
ve er resûle |
: ve resûle, elçiye |
3. |
lealle-kum |
: umulur ki böylece siz |
4. |
turhamûne |
: rahmet olunursunuz |
Sayfa:66
١٣٣
وَسَارِعُوا اِلى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّموَاتُ وَالْاَرْضُ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّقينَ
(133) ve sariu ila mağfiratim mir rabbiküm ve cennetin arduhes semavatü vel erdu üiddet lil müttekiyn
Rabbinizin mağfiret ve cenneti (için) yarışın genişliği semalar ve arz (kadar olan) muttakiler için hazırlanmıştır
1. |
ve sâriû |
: ve koşun |
2. |
ilâ magfiretin |
: mağfirete |
3. |
min Rabbi-kum |
: Rabbinizden |
4. |
ve cennetin |
: ve cennet |
5. |
ardu-hâ |
: onun genişliği |
6. |
es semâvâtu |
: semâlar, gökler |
7. |
ve el ardu |
: ve yeryüzü (yedi kat yerler) |
8. |
uiddet |
: hazırlandı |
9. |
li el muttekîne |
: muttekîler, takva sahipleri için |
١٣٤
اَلَّذينَ يُنْفِقُونَ فِى السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ وَالْكَاظِمينَ الْغَيْظَ وَالْعَافينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنينَ
(134) ellezine yünfikune fis serrai ved darrai vel kaziminel ğayza vel afine anin nas vallahü yühibbül muhsinin
o kimseler ki bollukta ve darlıkta infak ederler öfkelerini yenerler ve insanları affederler Allah iyilik yapanları sever
1. |
ellezîne |
: onlar |
2. |
yunfikûne |
: Allah için infak ederler, verirler |
3. |
fî es serrâi |
: bolluk içinde, bollukta |
4. |
ve ed darrâi |
: ve darlık |
5. |
ve el kâzımîne |
: ve yutanlar |
6. |
el gayza |
: öfke |
7. |
ve el âfîne an |
: ve affedenler |
8. |
en nâsi |
: insanlar |
9. |
ve allâhu |
: ve Allah |
10. |
yuhibbu |
: sever |
11. |
el muhsinîne |
: muhsinler |
١٣٥
وَالَّذينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوااللّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْوَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
(135) vellezine iza fealu fahişeten ev zalemu enfüsehüm zekerullahe festağferu li zünubihim ve mey yağfiruz zünube illellah ve lem yüsirru ala ma fealu ve hüm ya’lemun
ve o kimseler ki bir fuhuş veya nefislerine zulüm ettikleri zaman Allah’ı anarak hemen günahlarının bağışlanmasını isterler kim bağışlayabilir Allah’tan başka günahları onlar yaptıkları fiillerde bilerek ısrar etmezler
1. |
vellezîne |
: ve onlar |
2. |
izâ fealû |
: yaptıkları zaman |
3. |
fâhişeten |
: kötülük |
4. |
ev zalemû |
: veya zulmettiler |
5. |
enfuse-hum |
: nefslerine, kendilerine |
6. |
zekerû allâhe |
: Allah’ı zikrettiler |
7. |
fe estagferû |
: o zaman, hemen istiğfar ettiler, mağfiret dilediler |
8. |
li zunûbi-him |
: kendi günahları için |
9. |
ve men |
: ve kim |
10. |
yagfiru ez zunûbe |
: mağfiret eder, bağışlar (günahları sevaba çevirir) |
11. |
illâ allâhu |
: Allah’tan başka |
12. |
ve lem yusırrû |
: ve ısrar etmezler |
13. |
alâ mâ fealû |
: yaptıkları şeyler üzerinde |
14. |
ve hum |
: ve onlar |
15. |
ya’lemûne |
: biliyorlar, bilirler |
١٣٦
اُولءِكَ جَزَاؤُهُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِلينَ
(136) ülaike cezaühüm mağfiratüm mir rabbihim ve cennatün tecri min tahtihel enharu halidine fiha ve ni’me ecrul amilin
işte bunların ecirleri Rablerinden bir mağfiret ve altlarından nehirler akan cennetlerdir orada ebedi olarak kalacaklardır ecri ne güzeldir böyle yapanların
1. |
ulâike |
: işte onlar |
2. |
cezâu-hum |
: onların cezası, karşılığ?, mükâfatı |
3. |
magfiretun |
: bağışlanma, mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi) |
4. |
min Rabbi-him |
: onların Rabbinden |
5. |
ve cennâtun |
: ve cennetler |
6. |
tecrî |
: akar |
7. |
min tahti-hâ |
: onun altından |
8. |
el enhâru |
: nehirler |
9. |
hâlidîne fî-hâ |
: orada, içinde kalacak olanlar |
10. |
ve ni’me |
: ve ne güzel |
11. |
ecru |
: ecir, bedel, karşılık |
12. |
el âmilîne |
: amel edenler |
١٣٧
قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ سُنَنٌ فَسيرُوا فِىالْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبينَ
(137) kad halet mim kabliküm sünenün fe siru fil erdi fenzuru keyfe kane akibetül mükezzibin
sizden önce şeriatler gelip geçti yeryüzünü bir gezin bir de bakın nasıl olmuş yalanlayanların akıbeti
1. |
kad halet |
: gelip geçmiş |
2. |
min kabli-kum |
: sizden önce |
3. |
sunenun |
: Allah’ın sünnetleri, ilâhi kanuniar? |
4. |
fe sîrû |
: artık gezin, görün |
5. |
fî el ardı |
: yeryüzünde |
6. |
fe unzurû |
: böylece bakın |
7. |
keyfe |
: nasıl |
8. |
kâne |
: oldu |
9. |
âkıbetu |
: âkibet, son, sonuç |
10. |
el mukezzibîne |
: yalancılar |
١٣٨
هذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِلْمُتَّقينَ
(138) haza beyanül linnasi ve hüdev ve mev’izatül lil müttekiyn
işte bu insanlar için bir açıklama hidayet ve vaazdır muttali olanlara
1. |
hâzâ |
: bu |
2. |
beyânun |
: bir beyan, açıklama |
3. |
li en nâsi |
: insanlar için, insanlara |
4. |
ve huden |
: ve hidayet |
5. |
ve mev’ızatun |
: ve vaaz, öğüt |
6. |
li el muttekîne |
: takva sahipleri için, takva sahiplerine |
١٣٩
وَلَاتَهِنُوا وَلَاتَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ
(139) ve la tehinu ve la tahzenu ve entümül el a’levne in küntüm mü’minin
gevşemeyin ve mahzunda olmayın ve üstün olan sizseniz siz mümin kişilerdensiniz
1. |
ve lâ tehinû |
: ve gevşemeyin, korkmayın |
2. |
ve lâ tahzenû |
: ve mahzun olmayın, üzülmeyin |
3. |
ve entum |
: ve siz |
4. |
el a’levne |
: üstün olanlar |
5. |
in kuntum |
: eğer siz … iseniz |
6. |
mu’minîne |
: mü’minler |
١٤٠
اِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُ وَتِلْكَ الْاَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِوَلِيَعْلَمَ اللّهُ الَّذينَ امَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَاءَ وَاللّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمينَ
(140) iy yemsesküm karhun fe kad messel kavme karhum mislüh ve tilkel eyyamü nüdavilüha beynen nas ve li ya’lemellahüllezine amenu ve yettehize minküm şüheda’ vallahü la yühibbüz zalimin
eğer size bir yara isabet ederse (karşı) kavme de aynı şekilde bir yara isabet etmiştir işte o günleri biz insanlar arasında döndürüp dururuz Allah iman edenleri belli etmesi için sizden şahitler edinir Allah zalimleri sevmez
1. |
in yemses-kum |
: eğer size dokunursa |
2. |
karhun |
: kerih bir şey, sıkıntı, bozgun, yara |
3. |
fe kad messe |
: o taktirde dokunmuştu |
4. |
el kavme |
: kavim, topluluk |
5. |
karhun |
: kerih bir şey, sıkıntı, bozgun, yara |
6. |
mislu-hu |
: onun aynısı |
7. |
ve tilke |
: ve o, bu |
8. |
el eyyâmu |
: günler |
9. |
nudâvilu-hâ |
: biz onu döndürür dolaştırırız |
10. |
beyne en nâsi |
: insanların arasında |
11. |
ve li ya’leme allâhu |
: ve Allah bilmesi, belli etmesi için |
12. |
ellezîne |
: onlar |
13. |
âmenû |
: âmenu, îmân edenler |
14. |
ve yettehize |
: ve edinir |
15. |
min-kum |
: sizden |
16. |
şuhedâe |
: şahitler |
17. |
ve allâhu lâ yuhibbu |
: ve Allah sevmez |
18. |
ez zâlimîne |
: zâlimler |
Sayfa:67
١٤١
وَلِيُمَحِّصَ اللّهُ الَّذينَ امَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِرينَ
(141) ve li yümehhisallahüllezine amenu ve yemhakal kafirin
Allah iman edenleri günahlarından temizlemesi kafirleri de bereketsiz kılıp mahvetmesi (için)
1. |
ve li yumahhisa |
: kusursuz kılması, temize çıkarması |
2. |
allâhu |
: Allah |
3. |
ellezîne |
: onlar |
4. |
âmenû |
: âmenû olanlar, îmân edenler |
5. |
ve yemhaka |
: ve yavaş yavaş helâk etmesi |
6. |
el kâfirîne |
: kâfirler |
١٤٢
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرينَ
(142) em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemma ya’lemillahüllezine cahedu minküm ve ya’lemes sabirin
yoksa siz cennete gireceğinizi mi sandınız Allah içinizden cihat edenleri bilip belli etmeden sabır edenleri de bilir
1. |
em hasibtum |
: yoksa siz zannediyor musunuz |
2. |
en tedhulû |
: girmenizi |
3. |
el cennete |
: cennete |
4. |
ve lemmâ |
: ve ancak, dışında, …olmadıkça |
5. |
ya’lemi allâhu |
: Allah’ın bilmesi, belli etmesi |
6. |
ellezîne |
: onlar |
7. |
câhedû |
: cihad ettiler |
8. |
min-kum |
: ve sizden, içinizden |
9. |
ve ya’leme |
: ve bilir, belli eder |
10. |
es sâbirîne |
: sabredenler |
١٤٣
وَلَقَدْ كُنْتُمْتَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْقَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُ فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ
(143) ve le kad küntüm temennevnel mevte min kabli en telkavhü fe kad raeytümuhü ve entüm tenzurun
şüphe yok ki ölümü temenni ediyordunuz ölümle karşılaşmadan önce fakat şimdi bakıp duruyorsunuz ve sizler bakıp duruyorsunuz
1. |
ve lekad |
: ve andolsun |
2. |
kuntum |
: siz … oldunuz, .. idiniz |
3. |
temennevne |
: siz temenni ediyorsunuz |
4. |
el mevte |
: ölüm |
5. |
min kabli |
: önceden, …’dan önce |
6. |
en telkav-hu |
: onunla karşılaşmak |
7. |
fe kad |
: i?te ?imdi … olmuş |
8. |
raeytumû-hu |
: onu gördünüz |
9. |
ve entum tenzurûne |
: ve siz inzar ediyorsunuz, bekliyorsunuz |
١٤٤
وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُاَفَاءِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَانْقَلَبْتُمْ عَلى اَعْقَابِكُمْ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّهَ شَيًْا وَسَيَجْزِى اللّهُ الشَّاكِرينَ
(144) ve ma muhammedün illa rasul kad halet min kablihir rusül e fa im mate ev kutilen kalebtüm ala a’kabiküm ve mey yenkalib ala akibeyhi fe ley yedurrallahe şey’a ve seyeczillahüş şakirin
ve muhammed ancak bir resuldür ondan öncede resuller gelip geçmiştir eğer o ölürse veya öldürülürse siz ardınıza dönüverecek misiniz her kim ardına döner giderse Allah’a asla bir zarar verecek değildir Allah şükredenleri ilerde mükafatlandıracaktır
1. |
ve mâ muhammedun |
: ve muhammed … olmadı, değildir |
2. |
illâ resûlun |
: resûl’den başka, sadece resûl |
3. |
kad halet |
: gelip geçmiştir |
4. |
min kabli-hi |
: ondan önce |
5. |
rusûlu |
: resûller, elçiler |
6. |
e fe in mâte |
: şimdi eğer öldü ise … mı |
7. |
ev kutile |
: veya öldürüldü |
8. |
inkalebtum |
: geriye döndünüz |
9. |
alâ a’kâbi-kum |
: topuklarınızın üzerinde |
10. |
ve men |
: ve kim … ise |
11. |
yenkalib |
: dönüyor |
12. |
alâ akıbeyhi |
: topukları üzerinde |
13. |
fe len yadurre allâhe |
: bundan sonra Allah’a asla zarar veremez |
14. |
şey’en |
: bir şey |
15. |
ve se yeczî allâhu |
: ve Allah yakında karşılığını verecek, mükâfatlandıracak |
16. |
eş şâkirîne |
: şükredenler |
١٤٥
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّهِ كِتَابًا مُؤَجَّلًاوَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه مِنْهَا وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاخِرَةِ نُؤْتِه مِنْهَا وَسَنَجْزِى الشَّاكِرينَ
(145) ve ma kane li nefsin en temute illa bi iznillahi kitabem müeccela ve mey yürid sevabed dünya nü’tihi minha ve mey yürid sevabel ahirati nü’tihi minha ve senecziş şakirin
hem hiçbir nefis ölmez Allah’ın izni olmadıkça o vadesi yazılmış bir yazıdır kim dünya sevabı isterse kendisine ondan veririz kim de ahiret sevabı isterse kendisine ondan veririz şükredenlere mükafatını vereceğiz
1. |
ve mâ kâne |
: ve olmadı |
2. |
li nefsin |
: bir nefs, bir kimse için |
3. |
en temûte |
: ölmek, ölmesi |
4. |
illâ bi izni allâhi |
: Allah’ın izni olmadan |
5. |
kitâben |
: yazılı olan, yazı |
6. |
mueccelen |
: tayin edilmiş, takdir edilmiş zaman |
7. |
ve men |
: ve kim |
8. |
yurid |
: ister, diler, murad eder |
9. |
sevâbe ed dunyâ |
: dünya sevabını |
10. |
nu’ti-hî |
: ona, kendisine veririz |
11. |
min-hâ |
: ondan |
12. |
ve men |
: ve kim |
13. |
yurid |
: ister, diler |
14. |
sevâbe el âhirati |
: ahiret sevabı |
15. |
nu’ti-hî |
: ona, kendisine veririz |
16. |
min-hâ |
: ondan |
17. |
ve se neczî |
: ve yakında karşılığını vereceğiz, mükâfatlandıracağız |
18. |
eş şâkirîne |
: şükredenler |
١٤٦
وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِىٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثيرٌ فَمَا وَهَنُوا لِمَا اَصَابَهُمْ فىسَبيلِ اللّهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُوا وَاللّهُ يُحِبُّ الصَّابِرينَ
(146) ve keeyyim min nebiyyin katele meahu ribbiyyune kesir fe ma vehenu li ma esabehüm fi sebilillahi ve ma daufu ve mestekanu vallahü yühibbüs sabirin
nice nebiler savaştı birçok erenlerle beraber başlarına gelenlerden gevşemediler Allah yolunda zaafa düşüp miskinlik etmediler Allah sabredenleri sever
1. |
ve keeyyin |
: ve niceleri |
2. |
min nebiyyin |
: peygamberlerden |
3. |
kâtele |
: savaştı |
4. |
mea-hu |
: onunla beRaber |
5. |
rıbbiyyûne |
: Rabbiyyun, kendini Allah’a adayanlar |
6. |
kesîrun |
: çok, bir çok |
7. |
fe mâ vehenû |
: fakat gevşeklik göstermediler |
8. |
li mâ |
: şeyler için, şeyler sebebiyle |
9. |
asâbe-hum |
: onlara isabet etti |
10. |
fî sebîli allâhi |
: Allah’ın yolunda |
11. |
ve mâ daufû |
: ve zayıflık göstermediler |
12. |
ve mestekânû |
: ve boyun eğmediler |
13. |
ve allâhu |
: ve Allah |
14. |
yuhibbu es sâbirîne |
: sabredenleri sever |
١٤٧
وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّا اَنْ قَالُوا رَبَّنَااغْفِرْلَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا فى اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرينَ
(147) ve ma kane kavlehüm illa en kalu rabbenağ firlena zünubena ve israfena fi emrina ve sebbit akdamena vensurna alel kavmil kafirin
onların sözü ancak şöyle demeleri oldu ey Rabbimiz bizim günahlarımızı bağışla işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ayaklarımıza sebat ver kafir kavme karşı bize yardım et
1. |
ve mâ kâne |
: ve olmadı |
2. |
kavle-hum |
: onların sözleri |
3. |
illâ en kâlû |
: demekten başka birşey olmadı |
4. |
Rabbe-nâ |
: Rabbimiz |
5. |
ıgfir lenâ |
: bizi bağışla |
6. |
zunûbe-nâ |
: günahlarımız |
7. |
ve isrâfe-nâ |
: ve israfımız, aşırılığımız, taşkınlığımız |
8. |
fî emri-nâ |
: işimizde |
9. |
ve sebbit |
: ve sabit kıl |
10. |
akdâme-nâ |
: ayaklarımızı |
11. |
ve unsur-nâ |
: ve bize yardım et |
12. |
alâ el kavmi |
: kavme karşı |
13. |
el kâfirîne |
: kâfirler |
١٤٨
فَاتيهُمُ اللّهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاخِرَةِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنينَ
(148) fe atahümüllahü sevabed dünya ve husne sevabil ahirah vallahü yühibbül muhsinin
Allah onlara dünya sevabı, ahiretin güzel sevabını verdi Allah güzel iş yapanları sever
1. |
fe âtâ-humu allâhu |
: böylece Allah onlara verdi |
2. |
sevâbe ed dunyâ |
: dünya sevabı |
3. |
ve husne |
: ve güzel, en güzel |
4. |
sevâbi el âhireti |
: ahiret sevabı |
5. |
ve allâhu yuhibbu |
: ve Allah sever |
6. |
el muhsinîne |
: muhsinler |
Sayfa:68
١٤٩
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِنْ تُطيعُوا الَّذينَكَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلى اَعْقَابِكُمْفَتَنْقَلِبُوا خَاسِرينَ
(149) ya eyyühellezine amenu in tütiy’ullezine keferu yerudduküm ala a’kabiküm fe tenkalibu hasirin
ey iman edenler eğer kafirlere itaat ederseniz sizi topuklarınızın üzerinden geriye çevirirler ziyana düşenlerin haline dönersiniz
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey |
2. |
ellezîne âmenû |
: âmenû olanlar, îmân edenler |
3. |
in tutîû |
: eğer itaat ederseniz |
4. |
ellezîne keferû |
: inkâr edenler, kâfirler |
5. |
yeruddû-kum |
: sizi çevirirler |
6. |
alâ a’kâbi-kum |
: topuklarınız üzerine |
7. |
fe tenkalibû |
: o zaman dönersiniz |
8. |
hâsirîne |
: hüsrana uğramış olanlar |
١٥٠
بَلِ اللّهُ مَوْليكُمْ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِرينَ
(150) belillahü mevlaküm ve hüve hayrun nasirin
hayır Allah sizin mevlanızdır O yardım edenlerin en hayırlısıdır
1. |
beli allâhu |
: hayır, öyle değil, bilâkis Allah |
2. |
mevlâ-kum |
: sizin mevlânız, dostunuz |
3. |
ve huve |
: ve o |
4. |
hayru |
: en hayırlı |
5. |
en nâsırîne |
: yardımcılar |
١٥١
سَنُلْقى فى قُلُوبِ الَّذينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَا اَشْرَكُوابِاللّهِ مَالَمْ يُنَزِّلْ بِه سُلْطَانًا وَمَاْويهُمُ النَّارُ وَبِءْسَ مَثْوَى الظَّالِمينَ
(151) senülkiy fi kulubillezine keferur ru’be bi ma eşraku billahi ma lem yünezzil bihi sültana ve me’vahümün nar ve bi’se mesvez zalimin
biz, küfredenlerin kalplerine korku düşüreceğiz şu sebeple ki onlar ortak koşuyorlar Allah’ın burhan indirdiği şeylere ve onların varacakları yer cehennemdir zalimlerin varacağı yer ne kadar kötüdür
1. |
se nulkî |
: biz salacağız (vereceğiz) |
2. |
fî kulûbi |
: kalplerine |
3. |
ellezîne keferû |
: inkâr edenler, kâfirler |
4. |
er ru’be |
: korku |
5. |
bi-mâ eşrakû |
: ortak koşmaları sebebiyle |
6. |
bi allâhi |
: Allah’a |
7. |
mâ lem yunezzil bi-hî |
: indirmediği bir şey |
8. |
sultânen |
: sultân, delil |
9. |
ve me’vâ-humu |
: ve onların sığınağı, barınağı |
10. |
en nâru |
: ateş |
11. |
ve bi’se |
: ve ne kötü |
12. |
mesve |
: kalınan yer |
13. |
ez zâlimîne |
: zalimler |
١٥٢
وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّهُ وَعْدَهُ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه حَتّى اِذَا فَشِلْتُمْوَتَنَازَعْتُمْ فِىالْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَا اَريكُمْ مَا تُحِبُّونَ مِنْكُمْ مَنْ يُريدُ الدُّنْيَاوَمِنْكُمْ مَنْ يُريدُ الْاخِرَةَ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْ وَاللّهُ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنينَ
(152) ve le kad sadekakümüllahü va’dehu iz tehussunehüm bi iznih hatta iza feşiltüm ve tenaza’tüm fil emri ve asaytüm mim ba’di ma eraküm ma tühibbun minküm mey yüridüd dünya ve minküm mey yüridül ahirah sümme sarafeküm anhüm li yebteliyeküm ve le kad afa anküm vallahü zu fadlin alel mü’minin
kesin şu ki, Allah’ın size vaadi doğru çıktı onun izni ile onların köklerini kazıyorsunuz hatta çekişip yılgınlık edinceye kadar münakaşa ettiniz verilen emirlere ve isyan ettiniz o sevdiğiniz size gösterildikten sonra sizin kiminiz dünyayı istiyor kiminizde ahireti temenni ediyordunuz sonra yardımı üzerinizden aldı sizi imtihan edip sizi gerçekten affetti Allah müminlere fazlı ihsan sahibidir
1. |
ve lekad |
: ve andolsun |
2. |
sadaka-kumu allâhu |
: Allah size sadık kaldı |
3. |
va’de-hû |
: onun vaadi |
4. |
iz tehussûne-hum |
: onları perişan edip öldürüyordunuz |
5. |
bi izni-hî |
: onun izni ile |
6. |
hattâ |
: hatta, öyle ki, fakat |
7. |
izâ feşiltum |
: gevşeklik göstermiştiniz |
8. |
ve tenâza’tum |
: ve nizâya (anlaşmazlığa) düştünüz |
9. |
fî el emri |
: emir hakkında |
10. |
ve asaytum |
: ve isyan ettiniz |
11. |
min ba’di |
: sonradan, …den sonra |
12. |
mâ erâ-kum |
: size gösterdiği şey |
13. |
mâ tuhıbbûne |
: sevdiğiniz şey |
14. |
min-kum |
: sizden |
15. |
men |
: kim, kimi |
16. |
yurîdu |
: diliyor, istiyor |
17. |
ed dunyâ |
: dünya |
18. |
ve min-kum |
: ve sizden |
19. |
men |
: kim, kimi |
20. |
yurîdu |
: diliyor, istiyor |
21. |
el âhirete |
: ahireti |
22. |
summe |
: sonra |
23. |
sarafe-kum |
: sizi geri çevirdi |
24. |
anhum |
: onlardan |
25. |
li yebteliye-kum |
: sizi imtihan etmek için |
26. |
ve lekad |
: ve andolsun |
27. |
afâ ankum |
: sizi affetti |
28. |
ve allâhu |
: ve Allah |
29. |
zû fadlin |
: fazlın sahibi |
30. |
alâ el mu’minîne |
: mü’minlere karşı |
١٥٣
اِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْوُنَ عَلى اَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ فى اُخْريكُمْ فَاَثَابَكُمْ غَمًّا بِغَمٍّ لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَا اَصَابَكُمْ وَاللّهُ خَبيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
(153) iz tus’idune ve la telvune ala ehadiv ver rasulü yed’uküm fi uhraküm fe esabeküm ğammem bi ğammil li keyla tahzenu ala ma fateküm ve la ma esabeküm vallahü habirum bima ta’melun
hani o zaman geri çekiliyor hiçbir kimseye bakmıyordunuz resulde sizi arkanızdan çağırıyordu sizi cezalandırıyordu kedere kederle zafere üzülmüş olmamanız için nede başınıza gelen musibete Allah sizin yaptıklarınızın tamamından haberdardır
1. |
iz tus’idûne |
: uzaklaşıyordunuz |
2. |
ve lâ telvûne |
: ve dönüp bakmıyordunuz |
3. |
alâ ehadin |
: hiç kimseye |
4. |
ve er resûlu |
: ve resûl |
5. |
yed’û-kum |
: sizi çağırıyor |
6. |
fî uhrâ-kum |
: sizin arkanızdan |
7. |
fe esâbe-kum |
: bundan sonra size, isabet etti |
8. |
gammen |
: gam, keder |
9. |
bi gammin |
: gam ile, keder ile |
10. |
li keylâ |
: … olmaması için |
11. |
tahzenû |
: mahzun oluyorsunuz, üzülüyorsunuz |
12. |
alâ mâ fâte-kum |
: sizin elinizden çıkan şeylere |
13. |
ve lâ mâ |
: ve şeylere değil |
14. |
asâbe-kum |
: size isabet etti |
15. |
ve allâhu |
: ve Allah |
16. |
habîrun |
: haberdar |
17. |
bi-mâ ta’melûne |
: sizin yaptıklarınız şeylere yaptıklarınıza |
Sayfa:69
١٥٤
ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشى طَاءِفَةً مِنْكُمْ وَطَاءِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنْ الْاَمْرِ مِنْ شَىْءٍ قُلْاِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّهِ يُخْفُونَ فى اَنْفُسِهِمْ مَا لَايُبْدُونَ لَكَ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَىْءٌ مَا قُتِلْنَا ههُنَا قُلْ لَوْ كُنْتُمْ فى بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلىمَضَاجِعِهِمْوَلِيَبْتَلِىَ اللّهُ مَا فى صُدُورِكُمْوَلِيُمَحِّصَ مَافى قُلُوبِكُمْ وَاللّهُ عَليمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
(154) sümme enzele aleyküm mim ba’dil ğammi emeneten nüasey yağşa taifetem minküm ve taifetün kad ehemmethüm enfüsühüm yezunnune billahi ğayral hakkı zannel cahiliyyeh yekulune hel lena minel emri min şey’ kul innel emra küllehu lillah yuhfune fi enfüsihim ma la yübdune lek yekulune lev kane lena minel emri şey’üm ma kutilna hahüna kul lev küntüm fi büyutiküm le berazellezine kütibe aleyhimül katlü ila medaciıhim ve li yebteliyellahü ma fi suduriküm ve li yümehhisa ma fi kulubiküm vallahü alimüm bi zatis sudur
sonra üzerinize bir emniyet indirdi o kederin arkasından uyku sarıyordu sizden bir taifeyi bir taifeyi de nefisleri can kaygısına düşmüş Allah’a karşı cahiliyet zannı gibi hakları olmayan bir zan besliyorlardı bu işten bize ne diyorlar? de ki bütün işler Allah’ındır sana açıklamadıkları şeyi de nefislerinde gizliyorlardı eğer bu iş için (elimizde) bir şey olsaydı burada öldürülmezdik diyorlar deki siz evinizde de olsanız oradan çıkar üzerlerine öldürülmeleri yazılmış olanlar can verecekleri yere (gider) Allah sizi iptila etti sadırlarınızda olan şeylerden kalplerinizde ki niyetlerinizi temizlemek için yaptı Allah bilendir sadırlarda olanları
1. |
summe |
: sonra |
2. |
enzele |
: indirdi |
3. |
aleykum |
: sizin üzerinize |
4. |
min ba’di |
: sonradan, …den sonra, arkasından |
5. |
el gammi |
: gam, keder |
6. |
emeneten |
: emniyet, güvenmek |
7. |
nuâsen |
: sukunet veren uyku |
8. |
yagşâ |
: sarıp kaplıyor |
9. |
tâifeten |
: bir grup, topluluk, cemaat |
10. |
min-kum |
: sizden |
11. |
ve tâifetun |
: ve bir grup, topluluk, cemaat |
12. |
kad ehemmet-hum |
: onlar kendilerine ehemmiyet vermişlerdi, önemsemişti |
13. |
enfusu-hum |
: kendilerini, canlarını |
14. |
yezunnûne |
: zanda bulunuyorlar |
15. |
bi allâhi |
: Allah’a karşı |
16. |
gayre el hakkı |
: haksız |
17. |
zanne el câhiliyyeti |
: cahiliye zannı ile |
18. |
yekûlûne |
: diyorlar |
19. |
hel lenâ |
: bizim için var mı |
20. |
minel emri |
: işten, emirden |
21. |
min şey’in |
: şeyden, bir şey |
22. |
kul |
: de, söyle |
23. |
inne el emre |
: muhakkak ki emir, iş |
24. |
kulle-hu |
: onun hepsi |
25. |
li allâhi |
: Allah için, Allah’ın |
26. |
yuhfûne |
: gizliyorlar, saklıyorlar |
27. |
fî enfusi-him |
: nefslerinde, içlerinde |
28. |
mâ lâ yubdûne leke |
: sana açıklamadıkları bir şey |
29. |
yekûlûne |
: diyorlar |
30. |
lev kâne lenâ |
: bizim için olsaydı |
31. |
minel emri |
: emirden, işten |
32. |
şey’un |
: bir şey |
33. |
mâ kutilnâ |
: biz öldürülmezdik |
34. |
hâ-hunâ |
: burada |
35. |
kul |
: de, söyle |
36. |
lev kuntum |
: siz … bile olsaydınız |
37. |
fî buyûti-kum |
: evlerinizin içinde, evlerinizde |
38. |
le bereze |
: elbette, mutlaka çıkardı |
39. |
ellezîne |
: onlar |
40. |
kutibe |
: yazıldı, takdir edildi |
41. |
aleyhim |
: onların üzerine |
42. |
el katlu |
: katl, ölüm |
43. |
ilâ medâcii-him |
: yatacakları, düşecekleri |
44. |
ve li yebteliye allâhu |
: ve Allah’ın sınaması için |
45. |
mâ fî sudûri-kum |
: sinelerinizde olanı |
46. |
ve li yumahhısa |
: ve temize çıkarmak (fitneden kurtarmak) |
47. |
mâ fî kulûbi-kum |
: kalplerinizde olandan |
48. |
ve allâhu |
: ve Allah |
49. |
alîmun |
: en iyi bilen |
50. |
bi zâti es sudûri |
: göğüslerde olanı, sinelerde olanı |
١٥٥
اِنَّ الَّذينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِمَا كَسَبُوا وَلَقَدْ عَفَا اللّهُ عَنْهُمْ اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ حَليمٌ
(155) innellezine tevellev minküm yevmel tekal cem’ani innemestezellehümüş şeytanü bi ba’di ma kesebu ve le kad afallahü anhüm innellahe ğafurun halim
şüphesiz içinizden yüz çevirenler o iki ordunun karşılaştığı gün ancak şeytan onları kaydırmak istemişti yapmış oldukları bazı amellerinden dolayı Allah onları gerçekten affetti şüphesiz Allah bağışlayan, halimdir
1. |
inne ellezîne |
: muhakkak ki onlar |
2. |
tevellev |
: yüz çevirdiler |
3. |
min-kum |
: sizden, içinizden |
4. |
yevme ilteka |
: karşılaştığı gün |
5. |
el cem’âni |
: iki cemaat, iki topluluk |
6. |
innemâ |
: fakat, ancak, oysa |
7. |
istezelle-hum |
: onları zillete düşürmek istedi |
8. |
eş şeytânu |
: şeytan |
9. |
bi ba’di mâ |
: bazı şeylerden dolayı |
10. |
kesebû |
: kazandılar |
11. |
ve lekad |
: ve andolsun ki |
12. |
afâ allâhu |
: Allah affetti |
13. |
an-hum |
: onları |
14. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allah |
15. |
gafûrun |
: gafûr olan, bağışlayan |
16. |
halîmun |
: halîm, yumuşak davranan, acele etmeyen |
١٥٦
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَاتَكُونُوا كَالَّذينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِى الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَامَاتُوا وَمَا قُتِلُوا لِيَجْعَلَاللّهُ ذلِكَ حَسْرَةً فى قُلُوبِهِمْ وَاللّهُ يُحْى وَيُميتُ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصيرٌ
(156) ya eyyühellezine amenu la tekunu kellezine keferu ve kalu li ihvanihim iza darabu fil erdi ev kanu ğuzzel lev kanu indena ma matu ve ma kutilu li yec’alellahü zalike hasraten fi kulubihim vallahü yuhyi ve yümit vallahü bi ma ta’melune basiyr
ey iman edenler o küfredenler gibi olmayın kardeşleri yeryüzünde dolaştıkları yahut gazada oldukları zaman dediler bizim yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi Allah bunu kalplerinde bir hasret (olsun) diye yaptı Allah yaşatan ve öldürendir Allah bütün yaptıklarınızı görür
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey |
2. |
ellezîne âmenû |
: âmenû olanlar, îmân edenler |
3. |
lâ tekûnû |
: siz … olmayın |
4. |
ke |
: gibi |
5. |
ellezîne keferû |
: inkâr edenler, kâfirler |
6. |
ve kâlû |
: ve dediler |
7. |
li ıhvâni-him |
: kendi kardeşleri için |
8. |
izâ darabû |
: sefere çıktıkları zaman |
9. |
fî el ardı |
: yeryüzünde |
10. |
ev kânû |
: veya … oldular |
11. |
guzzen |
: gâzi olanlar (savaşa katılanlar) |
12. |
lev kânû |
: eğer olsaydı |
13. |
inde-nâ |
: bizim yanımızda |
14. |
mâ mâtû |
: ölmezler |
15. |
ve mâ kutilû |
: ve öldürülmezlerdi |
16. |
li yec’ale allâhu |
: Allah, … kılmak için |
17. |
zâlike |
: bunu |
18. |
hasreten |
: hasret, pişmanlık |
19. |
fî kulûbi-him |
: kalpleri içinde, kalplerinde |
20. |
ve allâhu |
: ve Allah |
21. |
yuhyî |
: diriltir, yaşatır, hayat verir |
22. |
ve yumîtu |
: ve öldürür |
23. |
ve allâhu |
: ve Allah |
24. |
bi mâ ta’melûne |
: yaptığınız şeyleri |
25. |
basîrun |
: en iyi gören |
١٥٧
وَلَءِنْ قُتِلْتُمْ فى سَبيلِ اللّهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌمِنَ اللّهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
(157) ve lein kutiltüm fi sebilillahi ev muttum le mağfiratüm minellahi ve rahmetün hayrum mimma yecmeun
eğer Allah yolunda öldürülür ve ölürseniz sizin için Allah’tan bağışlanma ve bir rahmet (vardır) sizin topladığınız dünyalık şeylerden daha hayırlıdır
1. |
ve le in |
: ve eğer … olursa |
2. |
kutiltum |
: siz öldürüldünüz |
3. |
fî sebîli allâhi |
: Allah’ın yolunda |
4. |
ev muttum |
: veya öldünüz |
5. |
le magfiretun |
: mutlaka mağfiret vardır (günahlar sevaba çevrilir) |
6. |
min allâhi |
: Allah’tan |
7. |
ve rahmetun |
: ve rahmet |
8. |
hayrun |
: daha hayırlı |
9. |
mimmâ (min mâ) |
: şeylerden |
10. |
yecmeûne |
: onlar toplayacaklar, toplarlar |
Sayfa:70
١٥٨
وَلَءِنْ مُتُّمْ اَوْ قُتِلْتُمْ لَاِلَى اللّهِ تُحْشَرُونَ
(158) ve leim muttum ev kutiltüm le ilellahi tuhşerun
yemin olsun ki siz ölseniz de öldürseniz de mutlaka Allah’ın (huzurunda) toplanacaksınız
1. |
ve le |
: ve elbette, mutlaka |
2. |
in muttum |
: eğer ölseniz |
3. |
ev kutiltum |
: veya öldürülseniz |
4. |
le ilâ allâhi |
: mutlaka Allah’a |
5. |
tuhşerûne |
: haşrolunacaksınız, toplanacaksınız |
١٥٩
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَليظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِى الْاَمْرِ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلينَ
(159) fe bi ma rahmetim minellahi linte lehüm ve lev künte fezzan ğalizal kalbi lenfeddu min havlike fa’fü anhüm vestağfir lehüm ve şavirhüm fil emr fe iza azemte fe tevekkel alellah innellahe yühibbül mütevekkilin
Allah’tan (gelen) bir rahmetten dolayı sen onlara yumuşak davrandın velev sen onlara kaba ve katı kalpli olsaydın elbette etrafından dağılıp giderlerdi artık onları affet onlar için mağfiret dile iş (hususunda) onlarla müşavere et bir defa da azmettin mi artık Allah’a dayan Allah tevekkül edenleri sever
1. |
fe bi-mâ |
: o zaman sebebiyle |
2. |
rahmetin |
: rahmet |
3. |
min allâhi |
: Allah’tan |
4. |
linte |
: yumuşak davrandın |
5. |
lehum |
: onlar için, onlara |
6. |
ve lev kunte |
: ve eğer, sen … olsaydın |
7. |
fazzan |
: kaba |
8. |
galîza el kalbi |
: katı kalpli |
9. |
le infaddû |
: mutlaka dağılırlardı |
10. |
min havli-ke |
: senin etrafından |
11. |
fe a’fu |
: artık affet |
12. |
an-hum |
: onları |
13. |
ve istagfir |
: ve mağfiret dile |
14. |
lehum |
: onlar için |
15. |
ve şâvir-hum |
: ve onlarla muşavere et, onlara danış |
16. |
fî el emri |
: işler konusunda |
17. |
fe izâ azamte |
: artık azmettiğin, karar verdiğin zaman |
18. |
fe tevekkel |
: artık tevekkül et |
19. |
alâ allâhi |
: Allah’a |
20. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allah |
21. |
yuhibbu |
: sever |
22. |
el mutevekkilîne |
: tevekkül edenler, Allah’a güvenenler |
١٦٠
اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَاِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذى يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِه وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
(160) iy yensurkümüllahü fe la ğalibe leküm ve iy yahzülküm fe min zellezi yensuruküm mim ba’dih ve alellahi felyetevekkelil mü’minun
eğer Allah size yardım ederse size galip gelecek yoktur eğer sizi yalnız bırakırsa ondan sonra kim size yardım edebilir mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler
1. |
in yansur-kumu allâhu |
: eğer Allah size yardım ederse |
2. |
fe lâ gâlibe |
: o taktirde galip gelecek, yenecek yoktur |
3. |
lekum |
: size, sizin için |
4. |
ve in yahzul-kum |
: ve eğer size yardımı keserse |
5. |
fe men zâ |
: o zaman kim sahip |
6. |
ellezî |
: ki o |
7. |
yansuru-kum |
: size yardım eder |
8. |
min ba’di-hi |
: ondan sonra |
9. |
ve alâ allâhi |
: ve Allah’a |
10. |
fe li yetevekkeli |
: o zaman tevekkül etsinler, güvensinler |
11. |
el mu’minûne |
: mü’minler |
١٦١
وَمَاكَانَ لِنَبِىٍّ اَنْ يَغُلَّ وَمَنْ يَغْلُلْيَاْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيمَةِ ثُمَّ تُوَفّى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
(161) ve ma kane li nebiyyin ey yeğull ve mey yağlül ye’ti bi ma ğalle yevmel kıyameh sümme tüveffa küllü nefsim ma kesebet ve hüm la yuzlemun
bir nebi için ganimette (haksızlık yapılması) olmaz kim ganimete hıyanet ederse o hıyanet ettiği ganimetle gelecektir kıyamet günü sonra ödenecektir bütün nefisler ne kazanmışsa onlar zulme uğramayacaktır
1. |
ve mâ kâne |
: ve olmadı, olamaz |
2. |
li nebiyyin |
: bir peygamber için |
3. |
en yagulle |
: ganimete hıyanet etmek, gizlice almak |
4. |
ve men |
: ve kim |
5. |
yaglul |
: ganimete hıyanet eder |
6. |
ye’ti |
: gelir |
7. |
bi-mâ galle |
: çaldığı şeyle |
8. |
yevme el kıyâmeti |
: kıyâmet günü |
9. |
summe |
: sonra |
10. |
tuveffâ |
: vefa edilir, ödenir |
11. |
kullu nefsin |
: her nefse, herkese |
12. |
mâ kesebet |
: kazandığı şey |
13. |
ve hum |
: ve onlar |
14. |
lâ yuzlemûne |
: zulmedilmezler, haksızlık yapılmaz |
١٦٢
اَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّهِ كَمَنْ بَاءَ بِسَخَطٍ مِنَ اللّهِ وَمَاْويهُ جَهَنَّمُ وَبِءْسَ الْمَصيرُ
(162) e fe menittebea ridvanellahi ke mem bae bi sehatim minellahi ve me’vahü cehennem ve bi’sel mesiyr
Allah rızasına uyan kimse Allah’ın hışmına uğrayan kimse gibi mi (olur)? onun yeri cehennemdir ne kötü dönüş yeridir
1. |
e fe men |
: artık o kimse … midir |
2. |
ittebea |
: tâbî oldu, uydu |
3. |
rıdvâne allâhi |
: Allah’ın rızası |
4. |
ke men |
: kimse gibi |
5. |
bâe |
: uğradı |
6. |
bi sehatin |
: gazaba |
7. |
min allâhi |
: Allah’tan |
8. |
ve me’vâ-hu |
: ve onun barınağı, sığınağı |
9. |
cehennemu |
: cehennem |
10. |
ve bi’se el masîru |
: ve kötü varış yeri, dönüş yeri |
١٦٣
هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللّهِوَاللّهُ بَصيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
(163) hüm deracatün indellah vallahü besiyrum bi ma ya’melun
onların dereceleri Allah katındadır Allah görendir onların yaptıklarını
1. |
hum |
: onlar |
2. |
derecâtun |
: dereceler |
3. |
inde allâhi |
: Allah katında |
4. |
ve allâhu |
: ve Allah |
5. |
basîrun |
: en iyi gören |
6. |
bi mâ ya’melûne |
: yaptıkları şeyleri, yaptıklarını |
١٦٤
لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤْمِنينَ اِذْ بَعَثَ فيهِمْ رَسُولًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ ايَاتِه وَيُزَكّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَوَالْحِكْمَةَ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفى ضَلَالٍ مُبينٍ
(164) le kad mennellahü alel mü’minine iz bease fihim rasulem min enfüsihim yetlu aleyhim ayatihi ve yüzekkihim ve yüallimühümül kitabe vel hikmeh ve in kanu min kablü le fi dalalim mübin
yemin olsun Allah müminlere bol ihsanda bulundu içlerinden bir resül gönderdi kendi nefislerinden onlara o’nun ayetlerini okuyor onları temizliyor onlara öğretiyor kitabı ve hikmeti daha önce açık bir dalalet için de olsalar dahi
1. |
lekad |
: andolsun ki |
2. |
menne allâhu |
: Allah ni’metlendirdi |
3. |
alâ el mu’minîne |
: mü’minlerin üzerine |
4. |
iz bease |
: beas etmişti (beas ederek) |
5. |
fî-him |
: onların içinde, onların aralarında |
6. |
resûlen |
: resûl, elçi, mürşid |
7. |
min enfusi-him |
: onların kendilerinden |
8. |
yetlû |
: tilâvet eder, okur |
9. |
aleyhim |
: onlara |
10. |
âyâti-hî |
: O’nun âyetleri |
11. |
ve yuzekkî-him |
: ve onları tezkiye eder, arındırır |
12. |
ve yuallimu-hum |
: ve onlara öğretir |
13. |
el kitâbe |
: kitap |
14. |
ve el hikmete |
: ve hikmet |
15. |
ve in kânû |
: ve “… ise, … idi” ler |
16. |
min kablu |
: önceden, önce, evvel |
17. |
le fî dalâlin |
: elbette dalâlet içinde |
18. |
mubînin |
: apaçık |
١٦٥
اَوَ لَمَّا اَصَابَتْكُمْ مُصيبَةٌ قَدْ اَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَاقُلْتُمْ اَنّى هذَا قُلْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْ اِنَّ اللّهَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
(165) e ve lemma esabetküm müsiybetün kad esabtüm misleyha kultüm enna haza kul hüve min indi enfüsiküm innellahe ala külli şey’in kadir
böyle iken isabet ederse size bir musibet size isabet edenlerin mislide onlara (oldu) bu nereden dediniz de ki: o nefislerinizin hatasındandır şüphesiz Allah her şeye kadirdir
1. |
e ve lemmâ |
: ve … olduğu zaman |
2. |
asâbet-kum |
: size isabet etti |
3. |
musîbetun |
: bir musibet, bela |
4. |
kad asabtum |
: isabet etmişti |
5. |
misley-hâ |
: onun iki misli, iki katı |
6. |
kultum |
: dediniz |
7. |
ennâ hâzâ |
: bu nasıl |
8. |
kul |
: de, söyle |
9. |
huve |
: o |
10. |
min indi enfusi-kum |
: sizin kendi nefsinizden |
11. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allah |
12. |
alâ kulli şey’in |
: her şeye |
13. |
kadîrun |
: kaadirdir, kudret sahibi |
Sayfa:71
١٦٦
وَمَا اَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَىالْجَمْعَانِ فَبِاِذْنِ اللّهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِنينَ
(166) ve ma esabeküm yevmeltekal cem’ani fe bi iznillahi ve li ya’lemel mü’minin
(başınıza) gelen musibet iki ordunun karşılaştığı gün Allah’ın izniyle müminlerin bilinmesi içindi
1. |
ve mâ asâbe-kum |
: ve size isabet eden şey |
2. |
yevme ilteka |
: karşılaştıkları gün |
3. |
el cem’âni |
: iki grup, iki topluluk |
4. |
fe bi izni allâhi |
: o zaman, ancak Allah’ın izni ile |
5. |
ve li ya’leme |
: ve bilmesi için |
6. |
el mu’minîne |
: mü’minler |
١٦٧
وَلِيَعْلَمَ الَّذينَ نَافَقُوا وَقيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا فى سَبيلِ اللّهِ اَوِ ادْفَعُوا قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالًا لَاتَّبَعْنَاكُمْهُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَءِذٍ اَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْايمَانِ يَقُولُونَ بِاَفْوَاهِهِمْ مَا لَيْسَ فى قُلُوبِهِمْ وَاللّهُ اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَ
(167) ve li ya’lemellezine nefeku ve kıle lehüm tealev katilu fi sebilillahi evidfeu kalu lev na’lemü kıtalel letteba’naküm hüm lil küfri yevmeizin akrabü minhüm lil iman yekulune bi efvahihim ma leyse fi kulubihim vallahü a’lemü bima yektümun
münafıklık yapanları bilmek için onlara denilmişti veyahut müdafaada bulunun gelin Allah yolunda savaşalım biz bilseydik harp etmeyi dediler elbette arkanızdan gelirdik onlar o gün imandan çok küfre daha yakındılar ağızları ile söylüyorlardı kalplerinde olmayanı Allah onların gizlediklerini en iyi bilendir
1. |
ve li ya’leme |
: ve bilmesi, belirlenmesi için |
2. |
ellezîne nâfekû |
: nifak çıkaranlar, münafıklar |
3. |
ve kîle |
: ve denildi |
4. |
lehum |
: onlara |
5. |
teâlev |
: geliniz |
6. |
kâtilû |
: savaşın |
7. |
fî sebîli allâhi |
: Allah’ın yolunda |
8. |
ev idfeû |
: veya def’edin, savunun, müdafaa edin |
9. |
kâlû |
: dediler |
10. |
lev na’lemu |
: şayet biz bilseydik |
11. |
kıtâlen |
: savaş |
12. |
le itteba’nâ-kum |
: elbette size tâbî olurduk |
13. |
hum li el kufri |
: onlar, küfre, küfür için |
14. |
yevme izin |
: izin günü |
15. |
akrabu |
: daha yakın |
16. |
min-hum |
: onlardan |
17. |
li el îmâni |
: îmâna |
18. |
yekûlûne |
: diyorlar |
19. |
bi efvâhi-him |
: kendi ağızları ile |
20. |
mâ leyse |
: olmayan şey |
21. |
fî kulûbi-him |
: onların kalplerinde |
22. |
ve allâhu |
: ve Allah |
23. |
a’lemu |
: daha iyi, en iyi bilir |
24. |
bi mâ yektumûne |
: gizledikleri şeyi |
١٦٨
اَلَّذينَ قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُوا لَوْ اَطَاعُونَا مَاقُتِلُوا قُلْ فَادْرَؤُا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ
(168) ellezine kalu li ihvanihim ve kaadu lev etauna ma kutilu kul fedrau an enfüsikümül mevte in küntüm sadikiyn
onlar oturdular ve kardeşleri için dediler eğer bize itaat etselerdi ölmezlerdi de ki: ölümü nefisinizden defediverin eğer siz doğru söylüyorsanız
1. |
ellezîne |
: onlar |
2. |
kâlû |
: dediler |
3. |
li ihvâni-him |
: kardeşleri için |
4. |
ve kaadû |
: ve oturdular |
5. |
lev atâû-nâ |
: eğer bize itaat etselerdi |
6. |
mâ kutilû |
: öldürülmezlerdi |
7. |
kul |
: de, söyle |
8. |
fe idreû |
: o zaman, haydi savın |
9. |
an enfusi-kum |
: kendinizden |
10. |
el mevte |
: ölüm |
11. |
in kuntum |
: eğer siz …. iseniz |
12. |
sâdıkîne |
: sâdık kimseler |
١٦٩
وَلَاتَحْسَبَنَّ الَّذينَ قُتِلُوا فىسَبيلِ اللّهِ اَمْوَاتًا بَلْ اَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
(169) ve la tahsebennellezine kutilu fi sebilillahi emvata bel ahyaün inde rabbihim yürzekun
sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma hayır onlar diridirler Rableri katında rızıklandırılırlar
1. |
ve lâ tahsebenne |
: ve sakın zannetmeyin |
2. |
ellezîne kutilû |
: öldürülenler |
3. |
fî sebîli allâhi |
: Allah’ın yolunda |
4. |
emvâten |
: ölüler |
5. |
bel ahyâun |
: hayır, bilâkis diridirler |
6. |
inde rabbi-him |
: Rab’leri katında |
7. |
yurzekûne |
: rızıklandırılırlar |
١٧٠
فَرِحينَ بِمَا اتيهُمُ اللّهُ مِنْ فَضْلِه وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَاهُمْ يَحْزَنُونَ
(170) ferihiyne bi ma atahümüllahü min fadlihi ve yestebşirune billezine lem yelhaku bihim min halfihim ella havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
Allah’ın kendilerine verdiği fazlı ihsandan sevinçli (olarak) kendilerine yetişemeyenleri müjdelerler arkalarından halef olarak gelecekleri de onlara bir korku yoktur onlar mahzun (da) olmayacaklar
1. |
ferihîne |
: ferahlanırlar, sevinç duyarlar |
2. |
bi mâ |
: şey ile |
3. |
âtâ hum(u) allâhu |
: Allah’ın onlara verdiği |
4. |
min fadlı-hî |
: kendi fazlından |
5. |
ve yestebşirûne |
: ve müjdelemek isterler |
6. |
bi ellezîne |
: onlara |
7. |
lem yelhakû |
: henüz katılmayanlar |
8. |
bi-him |
: onlara |
9. |
min halfi-him |
: onların arkalarından |
10. |
ellâ havfun |
: korku yoktur, olmaz |
11. |
aleyhim |
: onlara |
12. |
ve lâ hum |
: ve onlar değildir, olmazlar |
13. |
yahzenûne |
: mahzun olurlar |
١٧١
يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍمِنَ اللّهِ وَفَضْلٍ وَاَنَّ اللّهَ لَا يُضيعُ اَجْرَ الْمُؤْمِنينَ
(171) yestebşirune bi ni’metim minellahi ve fadliv ve ennellahe la yüdiy’u ecral mü’minin
Allah’tan bir nimet ve fazl ile müjdelerler şüphesiz Allah müminlerin ecrini zayi etmez
1. |
yestebşirûne |
: müjdelemek isterler |
2. |
bi ni’metin |
: ni’met ile |
3. |
min allâhi |
: Allah’tan |
4. |
ve fadlin |
: ve fazl |
5. |
ve enne allâhe |
: ve Allah’ın … olduğu |
6. |
lâ yudîu |
: zayi etmez |
7. |
ecre |
: ecir, mükâfat |
8. |
el mu’minîne |
: mü’minler |
١٧٢
اَلَّذينَ اسْتَجَابُوا لِلّهِ وَالرَّسُولِ مِنْ بَعْدِ مَااَصَابَهُمُ الْقَرْحُ لِلَّذينَ اَحْسَنُوامِنْهُمْ وَاتَّقَوْا اَجْرٌ عَظيمٌ
(172) ellezinestecabu lillahi ver rasuli mim ba’di ma esabehümül karhu lillezine ahsenu minhüm vettekav ecrun aziym
Allah ve resulün davetine icabet edenler kendilerine yara isabet ettikten sonra iyilikte bulunup onlardan sakınanlara büyük ecir (vardır)
1. |
ellezine |
: onlar |
2. |
estecâbû |
: davete icâbet ettiler, uydular |
3. |
li allâhi |
: Allah’a, Allah için |
4. |
ve er resûli |
: ve resûle, elçi |
5. |
min ba’di |
: sonradan, sonra |
6. |
mâ asâbe-hum |
: onlara isabet eden şey |
7. |
el karhu |
: yara |
8. |
li ellezîne |
: onlar için |
9. |
ahsenû |
: ahsen, en güzel |
10. |
min-hum |
: onlardan |
11. |
ve ettekav |
: ve takva sahibi olanlar |
12. |
ecrun |
: ecir, mükâfat, karşılık |
13. |
azîmun |
: büyük, en büyük |
١٧٣
اَلَّذينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَقَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ايمَاناً وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكيلُ
(173) ellezine kale lehümün nasü innen nase kad cemeu leküm fahşevhüm fe zadehüm imana ve kalu hasbünellahü ve ni’mel vekil
o kimseler ki, insanlar kendilerine dedi(ler); insanlar size karşı ordu topladı onlardan korkun bu onların imanını arttırdı ve dediler Allah bize yeter ve ne güzel vekildir
1. |
ellezîne |
: onlar, o kimseler ki |
2. |
kâle |
: dedi |
3. |
lehum |
: onlara, onlar için |
4. |
en nâsu |
: insanlar |
5. |
inne en nâse |
: muhakkak ki insanlar |
6. |
kad cemeû |
: toplanmışlardı |
7. |
lekum |
: sizin için |
8. |
fe ahşev-hum |
: artık onlardan korkun |
9. |
fe zâde-hum |
: o zaman onların arttı |
10. |
îmânen |
: îmân |
11. |
ve kâlû |
: ve dediler |
12. |
hasbunâ allâhu |
: Allah kâfidir |
13. |
ve ni’me el vekîlu |
: ve ne güzel vekil |
Sayfa:72
١٧٤
فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّهِوَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَظيمٍ
(174) fenkalebu bi ni’metim minellahi ve fadlil lem yemseshüm suüv vettebeu ridvanellah vallahü zu fadlin aziym
sonra kendilerine Allah’tan gelen bir lutuf ve nimet ile döndüler onlara hiçbir kötülük dokunmadan Allah rızasına tâbi oldular Allah azimdir ihsan sahibidir
1. |
fe inkalebû |
: böylece döndüler |
2. |
bi ni’metin |
: bir ni’met ile |
3. |
min allâhi |
: Allah’tan |
4. |
ve fadlin |
: ve bir fazl |
5. |
lem yemses-hum |
: onlara dokunmadı |
6. |
sûun |
: bir kötülük |
7. |
ve ettebeû |
: ve tâbî oldular |
8. |
rıdvâne allâhi |
: Allah’ın rızası |
9. |
ve allâhu |
: ve Allah |
10. |
zû fadlin |
: fazlın sahibi |
11. |
azîmin |
: azîm, büyük |
١٧٥
اِنَّمَا ذلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ اَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ
(175) innema zalikümüş şeytanü yühavvifü evliyaehu fe la tehafuhüm ve hafuni in küntüm mü’minin
işte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur onlardan korkmayın benden korkun eğer müminlerseniz
1. |
innemâ |
: ancak, sadece, fakat |
2. |
zâlikum |
: böylece |
3. |
eş şeytânu |
: şeytan |
4. |
yuhavvifu |
: korkutur |
5. |
evliyâe–hu |
: kendi dostları (onu dost edinenler) |
6. |
fe lâ tehâfû-hum |
: artık onlardan korkmayın |
7. |
ve hâfû-ni |
: ve Ben’den korkun |
8. |
in kuntum |
: eğer sizler … iseniz, .. olduysanız |
9. |
mu’minîne |
: mü’minler |
١٧٦
وَلَايَحْزُنْكَ الَّذينَ يُسَارِعُونَ فِى الْكُفْرِ اِنَّهُمْلَنْيَضُرُّوا اللّهَ شَيًْا يُريدُ اللّهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِى الْاخِرَةِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظيمٌ
(176) ve la yahzünkellezine yüsariune fil küfr innehüm ley yedurrullahe şey’a yüridüllahü ella yec’ale lehüm hazzan fil ahirah ve le hüm azabün aziym
seni mahzun etmesin o küfürde yarışanlar çünkü onlar Allah’a hiçbir şeyi zarar olarak vermezler Allah ahirette onlara bir nasip vermemek istiyor onlar için azap büyüktür
1. |
ve lâ yahzun-ke |
: ve seni mahzun etmesin |
2. |
ellezîne |
: onlar |
3. |
yusâriûne |
: koşuyorlar |
4. |
fî el kufri |
: küfür konusunda |
5. |
inne-hum |
: muhakkak ki onlar |
6. |
len yadurrû allâhe |
: Allah’a asla zarar veremezler |
7. |
şey’an |
: bir şey |
8. |
yurîdu allâhu |
: Allah diliyor, istiyor |
9. |
ellâ yec’ale |
: kılmamak, yapmamak (vermemek) |
10. |
lehum |
: onlar için, onlara |
11. |
hazzan |
: bir haz, bir nasip |
12. |
fî el âhireti |
: ahirette |
13. |
ve lehum |
: ve onlar için vardır |
14. |
azâbun azîmun |
: büyük azap |
١٧٧
اِنَّ الَّذينَ اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْايمَانِ لَنْيَضُرُّوا اللّهَ شَيًْا وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ
(177) innellezineş teravül küfra bil imani ley yedurrullahe şey’a ve lehüm azabün elim
şüphesiz onlar imana bedel küfrü satın aldılar Allah’a hiçbir şeyi zarar olarak vermezler onlar için azap büyüktür
1. |
inne ellezîne |
: muhakkak ki onlar |
2. |
eşteravu |
: satın aldılar |
3. |
el kufra |
: küfür |
4. |
bi el îmâni |
: îmân ile |
5. |
len yadurrû allâhe |
: Allah’a asla zarar veremezler |
6. |
şey’en |
: bir şey |
7. |
ve lehum |
: ve onlar için vardır |
8. |
azâbun elîmun |
: elîm azap, acı azap |
١٧٨
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذينَ كَفَرُوا اَنَّمَا نُمْلى لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْ اِنَّمَا نُمْلى لَهُمْ لِيَزْدَادُوا اِثْمًا وَلَهُمْ عَذَابٌ مُهينٌ
(178) ve la yahsebennellezine keferu ennema nümli lehüm hayrul li enfüsihim innema nümli lehüm li yezdadu isma ve lehüm azabüm mühin
o küfredenler kendilerine mühlet verişimizi onlar nefisleri için hayır sanmasınlar biz onlara ancak günahları ziyadeleşsin diye mühlet veriyoruz onlar için aşağılayıcı azaptır
1. |
ve lâ yahsebe-enne |
: ve sakın zannetmesinler |
2. |
ellezîne keferû |
: kâfirler |
3. |
ennemâ |
: … olduğu, … olması |
4. |
numlî |
: mühlet veririz, mühlet veriyoruz |
5. |
lehum |
: onlar için, onlara |
6. |
hayrun |
: hayırdır |
7. |
li enfusi-him |
: kendileri için |
8. |
innemâ |
: ancak, sadece |
9. |
numlî |
: mühlet veririz, mühlet veriyoruz |
10. |
lehum |
: onlar için, onlara |
11. |
li yezdâdû |
: artırmaları için |
12. |
ismen |
: günah |
13. |
ve lehum |
: ve onlar için, onlara vardır |
14. |
azâbun |
: azap |
15. |
muhînun |
: alçaltıcı |
١٧٩
مَاكَانَ اللّهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنينَ عَلى مَااَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّى يَميزَ الْخَبيثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلكِنَّ اللّهَ يَجْتَبى مِنْ رُسُلِه مَنْ يَشَاءُ فَامِنُوا بِاللّهِ وَرُسُلِه وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظيمٌ
(179) ma kanellahü li yezeral mü’minine ala ma entüm aleyhi hatta yemizel habise minet tayyib ve ma kanellahü li yutliaküm alel ğaybi ve lakinnellahe yectebi mir rusülihi mey yeşaü fe aminu billahi ve rusülih ve in tü’minu ve tetteku fe le küm ecrun aziym
Allah, müminleri sizin bulunduğunuz durumda bırakacak değildir hatta temizden mundarı ayırıncaya kadar size gaybı Allah muttali kılacak değildir ve lakin Allah resullerinden dilediği kimseyi seçer Allah’a ve o’nun resulüne iman edin eğer iman eder ve sakınırsanız sizin için büyük ecirdir
1. |
mâ kâne |
: olmadı, değildir |
2. |
allâhu |
: Allah |
3. |
li yezere |
: bırakır, terkeder |
4. |
el mu’minîne |
: mü’minler |
5. |
alâ mâ |
: şey (hal) üzere |
6. |
entum |
: sizi |
7. |
aleyhi |
: onun üzerinde (bulunulan) |
8. |
hattâ |
: oluncaya kadar |
9. |
yemîze |
: ayırt eder, ayırır |
10. |
el habîse |
: kötü |
11. |
min et tayyibi |
: temizden, temiz olandan |
12. |
ve mâ kâne |
: ve olmadı, değildir |
13. |
allâhu |
: Allah |
14. |
li yutlia-kum |
: sizi muttali edecek, bildirecek |
15. |
alâ el gaybi |
: gaybı, bilinmeyeni |
16. |
ve lâkinne allâhe |
: ve lâkin, fakat, Allah |
17. |
yectebî |
: seçer |
18. |
min rusuli-hî |
: kendi resûllerinden, elçilerinden |
19. |
men |
: kimi |
20. |
yeşâu |
: diler |
21. |
fe âminû |
: o zaman, o halde, îmân edin |
22. |
bi allâhi |
: Allah’a |
23. |
ve rusuli-hî |
: ve O’nun resûllerine, elçilerine |
24. |
ve in tu’minû |
: ve eğer îmân ederseniz |
25. |
ve tettekû |
: ve takva sahibi olursanız |
26. |
fe lekum |
: o zaman sizin için vardır |
27. |
ecrun azîmun |
: büyük ecir, mükâfat, karşılık |
١٨٠
وَلَايَحْسَبَنَّ الَّذينَ يَبْخَلُونَ بِمَا اتيهُمُ اللّهُ مِنْ فَضْلِه هُوَ خَيْرًا لَهُمْ بَلْ هُوَشَرٌّ لَهُمْ سَيُطَوَّقُونَ مَابَخِلُوا بِه يَوْمَ الْقِيمَةِ وَلِلّهِ ميرَاثُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبيرٌ
(180) ve la yahsebennellezine yebhalune bi ma atahümüllahü min fadlihi hüve hayral lehüm bel hüve şerrul lehüm seyütavvekune ma behilu bihi yevmel kıyameh ve lillahi mirasüs semavati vel ard vallahü bi ma ta’melune habir
cimrilik edenler sanmasınlar Allah’ın kendine fazlı kereminden verdiğinden onu kendilerine hayır onlar için bilakis şerdir boyunlarına dolanacaktır kıyamet günü cimrilik ettikleri şeyler ve Allah sema ve arzın mirasçısıdır Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır
1. |
ve lâ yahsebe-enne |
: ve sakın zannetmesinler |
2. |
ellezîne |
: onlar |
3. |
yebhalûne |
: cimrilik ederler |
4. |
bi mâ âtâ-humu allâhu |
: Allah’ın onlara verdiği şeyler |
5. |
min fadlı-hî |
: kendi fazlından |
6. |
huve |
: o |
7. |
hayran |
: hayırdır |
8. |
lehum |
: onlar için |
9. |
bel huve |
: hayır, bilâkis o |
10. |
şerrun |
: şerdir |
11. |
lehum |
: onlar için |
12. |
se yutavvekûne |
: boyunlarına dolanacak |
13. |
mâ bahilû bi-hî |
: onun ile cimrilik ettikleri şey |
14. |
yevme el kıyâmeti |
: kıyâmet günü |
15. |
ve li allâhi |
: ve Allah’ın |
16. |
mîrâsu es semâvâti |
: semâların, göklerin mirası |
17. |
ve el ardı |
: ve arz, yeryüzü, yer |
18. |
ve allâhu |
: ve Allah |
19. |
bi mâ ta’melûne |
: yaptığınız şeyleri |
20. |
habîrun |
: haberdar olandır |
Sayfa:73
١٨١
لَّقَدْ سَمِعَ اللّهُ قَوْلَ الَّذِينَقَالُواْ إِنَّ اللّهَ فَقِيرٌ وَنَحْنُ أَغْنِيَاء سَنَكْتُبُ مَا قَالُواْوَقَتْلَهُمُ الأَنبِيَاء بِغَيْرِ حَقٍّ وَنَقُولُ ذُوقُواْ عَذَابَ الْحَرِيقِ
(181) le kad semiallahü kavlel lezine kalu innellahe fekıyruv ve nahnü ağniya’ senektübü ma kalu ve katlehümül enbiyae bi ğayri hakkıv ve nekulü zuku azabel hariyk
Allah söylenen sözü kesin işitti muhakkak Allah fakir, bizler zenginiz diyenler söylediklerini yazacağız haksız yere peygamberleri de öldürenleri de tadın diyeceğiz şu yangın azabını
1. |
lekad |
: andolsun |
2. |
semia allâhu |
: Allah işitti |
3. |
kavle ellezîne |
: onların sözlerini |
4. |
kâlû |
: dediler |
5. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allah |
6. |
fakîrun |
: fakir |
7. |
ve nahnu |
: ve biz |
8. |
agniyâu |
: daha zengin |
9. |
se nektubu |
: yakında yazacağız |
10. |
mâ kâlû |
: dedikleri şeyleri |
11. |
ve katle-hum |
: ve onların öldürmelerini |
12. |
el enbiyâe |
: peygamberleri |
13. |
bi gayri hakkın |
: haksız yere, haksızlıkla |
14. |
ve nekûlu |
: ve diyeceğiz |
15. |
zûkû |
: tadın |
16. |
azâbe el harîki |
: yakıcı azabı |
١٨٢
ذلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْديكُمْ وَاَنَّ اللّهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبيدِ
(182) zalike bi ma kaddemet eydiküm ve ennellahe leyse bi zallamil lil abid
bu o şeyin karşılığıdır ellerinizin takdim ettiği şüphesiz Allah kullarına zulüm edici değildir
1. |
zâlike |
: işte bu |
2. |
bimâ |
: şeyler sebebiyle |
3. |
kaddemet |
: takdim ettiğiniz (yaptığınız) |
4. |
eydî-kum |
: sizin elleriniz |
5. |
ve enne allâhe |
: ve Allah … olduğu |
6. |
leyse |
: değil |
7. |
bi zallâmin |
: zalim, zulmedici |
8. |
li el abîdi |
: kullar için, kullara |
١٨٣
اَلَّذينَ قَالُوا اِنَّ اللّهَ عَهِدَ اِلَيْنَااَلَّا نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتّى يَاْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَاْكُلُهُ النَّارُ قُلْقَدْ جَاءَكُمْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلى بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذى قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ
(183) ellezine kalu innellahe ahide ileyna ella nü’mine li rasulin hatta ye’tiyena bi kurbanin te’külühün nar kul kad caeküm rusülüm min kabli bil beyyinati ve billezi kultüm fe lime kateltümuhüm in küntüm sadikiyn
o kimseler dediler şüphesiz Allah bize ahit verdi hiçbir resule iman etmememiz (hususunda) hatta bize getirinceye kadar bir kurban ateşinin yeyip bitirdiği de ki: benden önce resuller size açık delillerle gelmişti sizin söylediklerinizle niçin onları öldürdünüz eğer siz doğru kimselerseniz
1. |
ellezîne |
: onlar |
2. |
kâlû |
: dediler |
3. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allah |
4. |
ahide |
: ahd etti |
5. |
ileynâ |
: bize |
6. |
ellâ nu’mine |
: îmân etmememiz için |
7. |
li resûlin |
: bir resûle, elçiye |
8. |
hattâ |
: … oluncaya kadar, … olmadıkça |
9. |
ye’tiye-nâ bi |
: bize getirir |
10. |
kurbânin |
: bir kurban |
11. |
te’kulu-hu en nâru |
: ateş onu yer |
12. |
kul |
: de, söyle |
13. |
kad câe-kum |
: size gelmişti |
14. |
rusulun |
: resûller, elçiler |
15. |
min kablî |
: benden önce |
16. |
bi el beyyinâti |
: beyyinelerle, açık deliller ile |
17. |
ve bi ellezî |
: ve ki o şey |
18. |
kultum |
: siz söylediniz |
19. |
fe lime |
: o halde niçin |
20. |
kateltumû-hum |
: onları öldürdünüz |
21. |
in kuntum |
: eğer siz … iseniz |
22. |
sâdıkîne |
: sâdıklar, doğru söyleyenler |
١٨٤
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِنْقَبْلِكَ جَاؤُ بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُنيرِ
(184) fe in kezzebuke fe kad küzzibe rusülüm min kablike cau bil beyyinati vez zübüri vel kitabil münir
seni şimdi yalanladılarsa da kesinlikle yalanladılar senden önce açık mucizelerle gelen resulleri de (hikmetli) sayfalar ve nurlu kitabı da (getiren)
1. |
fe in kezzebûke |
: artık seni yalanlarlarsa |
2. |
fe kad kuzzibe |
: oysa, halbuki, öyle ki yalanlanmıştı |
3. |
rusulun |
: resûller, elçiler |
4. |
min kabli-ke |
: senden önce |
5. |
câû bi |
: getirdiler |
6. |
el beyyinâti |
: beyyineler, açık deliller |
7. |
ve ez zuburi |
: ve yazılı sahifeler |
8. |
ve el kitâbi el munîri |
: ve aydınlatıcı (hak yola) ışık tutan nurlu Kitap |
١٨٥
كُلُّ نَفْسٍ ذَاءِقَةُ الْمَوْتِ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَالْقِيمَةِ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَمَاالْحَيوةُ الدُّنْيَا اِلَّامَتَاعُ الْغُرُورِ
(185) küllü nefsin zaikatül mevt ve innema tüveffevne ücuraküm yevmel kıyameh fe men zuhziha anin nari ve üdhilel cennete fe kad faz ve mel hayatüd dünya illa metaul ğurur
her nefis ölümü tadacaktır ve ecirlerinizi de yerine getirecektir ancak kıyamet günü her kim ki cehennemden uzaklaştırılır ve cennete konursa muhakkak muradına ermiştir yoksa dünya hayatı aldatıcı bir metadır
1. |
kullu nefsin |
: herkes, her nefs |
2. |
zâikatu el mevti |
: ölümü tadıcıdır |
3. |
ve innemâ |
: ve lakin, fakat, amma |
4. |
tuveffevne |
: vefa edilir, ödenir, ödenecek |
5. |
ucûre-kum |
: sizin ecirleriniz, yaptıklarınızın karşılığı (ücret, mükâfat) |
6. |
yevme el kıyâmeti |
: kıyâmet günü |
7. |
fe men |
: o zaman, o vakit kim … ise |
8. |
zuhziha |
: uzaklaştırılır |
9. |
an en nâri |
: ateşten |
10. |
ve udhıle el cennete |
: ve cennete, sokulur, konur |
11. |
fe kad fâze |
: o zaman, o taktirde kurtulmuştur |
12. |
ve mâ el hayâtu ed dunyâ |
: ve dünya hayatı değildir |
13. |
illâ |
: ancak, …’den başka |
14. |
metâu el gurûri |
: aldatıcı metadan, geçici faydalanma |
١٨٦
لَتُبْلَوُنَّ فى اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذينَ اَشْرَكُوا اَذًى كَثيرًا وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ
(186) le tüblevünne fi emvaliküm ve enfüsiküm ve le tesmeunne minellezine utül kitabe min kabliküm ve minellezine eşraku ezen kesira ve in tasbiru ve tetteku fe inne zalike min azmil ümur
muhakkak imtihan olunacaksınız mallarınızla ve nefislerinizle işiteceksiniz sizden önce kendilerine kitap verilenlerden şirk koşanlardan çok incitici eza veren sözleri eğer sabreder ve sakınırsanız işte bu azim olunacak işlerdendir
1. |
le tublevunne |
: elbette, mutlaka imtihan olacaksınız, deneneceksiniz |
2. |
fî emvâli-kum |
: kendi mallarınız konusunda, hususunda |
3. |
ve enfusi-kum |
: ve nefsleriniz, kendiniz, canlarınız |
4. |
ve le tesmeunne |
: ve elbette işiteceksiniz |
5. |
min ellezîne |
: onlardan |
6. |
ûtû el kitâbe |
: kitap verilenler |
7. |
min kabli-kum |
: sizden önce |
8. |
ve min ellezîne |
: ve onlardan |
9. |
eşrakû |
: Allah’a şirk koşanlardan |
10. |
ezen |
: eziyetli, incitici |
11. |
kesîran |
: çok |
12. |
ve in tasbirû |
: ve eğer siz sabrederseniz |
13. |
ve tettekû |
: ve takva sahibi olun |
14. |
fe inne zâlike |
: ki bu muhakkak |
15. |
min azmi el umûri |
: işlerin “âzim” olanlarından |
Sayfa:74
١٨٧
وَاِذْ اَخَذَ اللّهُ ميثَاقَ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَاتَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِه ثَمَنًا قَليلًا فَبِءْسَ مَا يَشْتَرُونَ
(187) ve iz ehazellahü misakallezine utül kitabe le tübeyyinünnehu lin nasi ve la tektümunehü fe nebezu hü verae zuhurihim veşterav bihi semenen kalila fe bi’se ma yeşterun
o zaman Allah almıştı kitap verilenlerden (şöyle) misak mutlaka onu insanlara açıklayacaksınız onu gizlemeyeceksiniz attılar onu sırtlarının arkasına onu sattılar az bir menfaate ne kötü bir şey satın aldılar
1. |
ve iz ehaze allâhu |
: ve Allah … almıştı |
2. |
mîsâka |
: misâk, kesin söz, yemin |
3. |
ellezîne |
: onlar |
4. |
ûtû el kitâbe |
: kitap verildiler |
5. |
le tubeyyinunne-hu |
: onu mutlaka beyan edeceksiniz, açıklayacaksınız |
6. |
li en nâsi |
: insanlara |
7. |
ve lâ tektumûne-hu |
: ve onu gizlemeyeceksiniz |
8. |
fe nebezû-hu |
: fakat onu attılar |
9. |
verâe zuhûrihim |
: sırtlarının arkasına |
10. |
ve eşterav bi-hî |
: ve onu sattılar |
11. |
semenen kalîlen |
: az bir değere |
12. |
fe bi’se |
: oysa ne kötü |
13. |
mâ yeşterûne |
: yaptıkları alışveriş |
١٨٨
لَاتَحْسَبَنَّ الَّذينَ يَفْرَحُونَ بِمَا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ
(188) la tahsebennel lezine yefrahune bi ma etev ve yühibbune ey yuhmedu bi ma lem yef’alu fe la tahsebennehüm bi mefazetim minel azab ve lehüm azabün elim
sakın sanma şımaran kimseleri verdikleri şeyle övülmeyi severler yapmadıkları şeylerle kesinlikle sanmasınlar azaptan kurtulduklarını onlar için elim bir azap (vardır)
1. |
lâ tahsebe-enne |
: sakın zannetme |
2. |
ellezîne |
: onlar |
3. |
yefrahûne |
: ferahlarlar, sevinirler, şımarırlar |
4. |
bi mâ etev |
: getirdikleri şey ile |
5. |
ve yuhıbbûne |
: ve severler |
6. |
en yuhmedû |
: övülmek, methedilmek |
7. |
bi mâ lem yef’alû |
: yapmadıkları şey ile |
8. |
fe lâ tahsebe- enne-hum |
: bu yüzden, artık sakın sanma ki onlar |
9. |
bi mefâzetin |
: kurtulacak yer |
10. |
min el azâbi |
: azaptan |
11. |
ve lehum |
: ve onlara, onlar için vardır |
12. |
azâbun elîmun |
: elîm azap |
١٨٩
وَلِلّهِ مُلْكُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَاللّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
(189) ve lillahi mülküs semavati vel ard vallahü ala külli şey’in kadir
mülk Allah’ındır semaların ve arzın Allah her şeye kadirdir
1. |
ve li allâhi |
: ve Allah için, Allah’ın |
2. |
mulku es semâvâti |
: semâların, göklerin mülkü |
3. |
ve el ardı |
: ve arz, yeryüzü |
4. |
ve allâhu |
: ve Allah |
5. |
alâ kulli şey’in |
: her şeye |
6. |
kadîrun |
: kaadir, kudret sahibi |
١٩٠
اِنَّ فى خَلْقِ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَايَاتٍ لِاُولِى الْاَلْبَابِ
(190) inne fi halkis semavati vel erdi vahtilafil leyli ven nehari le ayatil li ülil elbab
şüphesiz yaratılışında semaların ve arzın ve gece ve gündüzün bir biriyle nizamında akıl sahipleri için ayetler vardır
1. |
inne |
: muhakkak |
2. |
fî halkı |
: yaratılışında vardır |
3. |
es semâvâti |
: semâlar, gökler |
4. |
ve el ardı |
: ve arz, yeryüzü |
5. |
ve ıhtilâfi el leyli |
: ve gecenin ihtilaflı, karşılıklı, ardarda olması |
6. |
ve en nehâri |
: ve gündüz |
7. |
le âyâtin |
: elbette deliller |
8. |
li ulî el elbâbı |
: lübb’lerin, sırların sahipleri için |
١٩١
اَلَّذينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًاوَعَلى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فى خَلْقِ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ رَبَّنَا مَاخَلَقْتَ هذَا بَاطِلًا سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
(191) ellezine yezkürunellahe kıyamev ve kuudev ve ala cünubihim ve yetefekkerune fi halkis semavati vel ard rabbena ma halakte haza batıla sübhaneke fekina azaben nar
o kimseler ki Allah’ı zikir ederler ayaktayken ve otururken yanları üzerlerine (yatarken) tefekkür ederler semaların ve arzın yaratılışına ey Rabbimiz sen yaratmadın bunu batıl ve boş yere sen noksan sıfatlardan münezzehsin bizi cehennem azabından koru
1. |
ellezîne |
: onlar |
2. |
yezkurûne allâhe |
: Allah’ı zikrederler |
3. |
kıyâmen |
: ayakta iken |
4. |
ve kuûden |
: ve oturur iken |
5. |
ve alâ cunûbi-him |
: ve yanları üzere iken, yatarken |
6. |
ve yetefekkerûne |
: ve tefekkür ederler, düşünürler |
7. |
fî halkı es semâvâti |
: göklerin yaratılışı hakkında |
8. |
ve el ardı |
: ve arz, yeryüzü, yerler, yer |
9. |
rabbe-nâ |
: Rabbimiz |
10. |
mâ halakte hâzâ |
: Sen bunu yaratmadın |
11. |
bâtılân |
: batıl olarak, faydasız, boşuna |
12. |
subhâne-ke |
: Sen Subhan’sın (Seni tesbih ve tenzih ederiz) |
13. |
fe kı-nâ |
: o zaman, artık bizi koru |
14. |
azâbe en nârı |
: ateşin azabı |
١٩٢
رَبَّنَا اِنَّكَ مَنْ تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ اَخْزَيْتَهُ وَمَا لِلظَّالِمينَ مِنْ اَنْصَارٍ
(192) rabbena inneka men tüdhilin nara fe kad ahzeyteh ve ma liz zalimine min ensar
ey Rabbimiz sen kimimizi ateşe sokarsın muhakkak onu perişan rezil edersin zalimlerin yoktur yardımcıları da
1. |
rabbe-nâ |
: Rabbimiz |
2. |
inne-ke |
: muhakkak ki sen |
3. |
men |
: kim, kimi |
4. |
tudhıli en nâre |
: ateşe sokarsan |
5. |
fe kad ahzeyte-hu |
: artık onu hakir ve rezil etmişsindir |
6. |
ve mâ li ez zâlimîne |
: ve zalimler için yoktur |
7. |
min ensârin |
: yardım edenlerden bir yardımcı |
١٩٣
رَبَّنَا اِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادى لِلْايمَانِ اَنْ امِنُوا بِرَبِّكُمْ فَامَنَّا رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّاَتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْاَبْرَارِ
(193) rabbena innena semi’na münadiyey yünadi lil imani en aminu bi rabbiküm fe amenna rabbena fağfir lena zünubena ve keffir anna seyyiatina ve teveffena meal ebrar
ey Rabbimiz hakikaten bizler bir davetçi işittik imana davet ediyordu Rabbinize iman edin diye biz de hemen iman ettik ey Rabbimiz bizim günahlarımızı bağışla günahlarımızı ört bizim canlarımızı iyilerle beraber al
1. |
rabbe-nâ |
: Rabbimiz |
2. |
inne-nâ |
: muhakkak ki biz |
3. |
semi’nâ |
: işittik |
4. |
munâdiyen |
: nida eden, davetçi |
5. |
yunâdî |
: davet ediyor |
6. |
li el îmâni |
: îmâna |
7. |
en âminû |
: âmenû olmak, îmân etmek |
8. |
bi rabbi-kum |
: Rabbinize |
9. |
fe âmennâ |
: o zaman, böylece biz âmenû olduk îmân ettik |
10. |
rabbe-nâ |
: Rabbimiz |
11. |
fe agfir lenâ |
: o halde, artık bizi mağfiret et |
12. |
zunûbe-nâ |
: günahlarımız |
13. |
ve keffir annâ |
: ve bizden ört |
14. |
seyyiâti-nâ |
: günahlarımızı |
15. |
ve teveffe-nâ |
: ve bizi vefat ettir, öldür |
16. |
mea el ebrâri |
: ebrar olan (Allah’a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber |
١٩٤
رَبَّنَا وَاتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلى رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيمَةِ اِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْميعَادَ
(194) rabbena ve atina ma veadtena ala rusülike ve la tuhzina yevmel kıyameh inneke la tuhlifül miad
ey Rabbimiz bize ver resullerin bize vaat ettiği şeyi bizi rezil etme kıyamet günü şüphesiz sen vaadinden dönmezsin
1. |
rabbe-nâ |
: Rabbimiz |
2. |
ve âti-nâ |
: ve bize ver |
3. |
mâ vaadte-nâ |
: bize vaad ettiğin şeyi |
4. |
alâ rusuli-ke |
: senin resûllerin vasıtası ile |
5. |
ve lâ tuhzi-nâ |
: ve bizi rezil ve perişan etme |
6. |
yevme el kıyâmeti |
: kıyâmet günü |
7. |
inne-ke |
: muhakkak ki sen |
8. |
lâ tuhlifu |
: değiştirmezsin |
9. |
el mîâde |
: verilen söz, vaad |
Sayfa:75
١٩٥
فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ اَنّى لَا اُضيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثى بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍ فَالَّذينَهَاجَرُوا وَاُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاُوذُوا فى سَبيلى وَقَاتَلُوا وَقُتِلُوا لَاُكَفِّرَنَّعَنْهُمْ سَيَِّاتِهِمْ وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ ثَوَابًا مِنْ عِنْدِ اللّهِ وَاللّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ
(195) festecabe lehüm rabbühüm enni la üdiy’u amele amilim minküm min zekerin ev ünsa ba’duküm min ba’d fellezine haceru ve uhricu min diyarihim ve uzu fi sebili ve katelu ve kutilu le ükeffiranne anhüm seyyiatihim ve le üdhilennehüm cennatin tecri min tahtihel enhar sevabem min indillah vallahü indehu husnüs sevab
şöyle icabet etti Rableri de onlara şüphesiz ben zayi etmem amel işleyenin işini sizden erkek olsun veya kadın olsun sizler hep birbirinizdensiniz o kimseler ki hicret edenler yurtlarından çıkarılanlar eziyet edilenler benim yolumda harp edenler öldürülenler ben muhakkak örterim onların günahlarını ve mutlaka onları koyacağım altlarından nehirler akan cennetlere sevap verilecektir Allah katında Allah’ın katındadır mükafatın en güzeli de
1. |
fe istecâbe |
: o zaman, icabet etti, dualarına cevap verdi |
2. |
lehum |
: onlara, onlar için |
3. |
rabbu-hum |
: onların Rabbi |
4. |
ennî |
: muhakkak ki ben |
5. |
lâ udîu |
: zayi etmem, boşa çıkarmam |
6. |
amele âmilin |
: amel edenin amelini |
7. |
min-kum |
: sizden |
8. |
min zekerin |
: erkeklerden |
9. |
ev unsâ |
: ve ya kadın |
10. |
ba’du-kum |
: sizin bir kısmınız |
11. |
min ba’dın
(ba’du-kum min ba’dın) |
: bir kısmınızdan
: (birbirinizden) |
12. |
fe ellezîne |
: artık onların |
13. |
hâcerû |
: hicret ettiler |
14. |
ve uhricû |
: ve çıkarıldılar |
15. |
min diyâri-him |
: kendi yurtlarından |
16. |
ve ûzû |
: ve eziyet edildiler |
17. |
fî sebîlî |
: benim yolumda |
18. |
ve kâtelû |
: ve savaştılar |
19. |
ve kutilû |
: ve öldürüldüler |
20. |
le ukeffirenne |
: mutlaka örteceğim |
21. |
an-hum |
: onlardan |
22. |
seyyiâti-him |
: onların günahlarını |
23. |
ve le udhılenne-hum |
: ve onları mutlaka sokacağım |
24. |
cennâtin |
: cennetler |
25. |
tecrî |
: akar |
26. |
min tahti-hâ |
: onun altından |
27. |
el enhâru |
: nehirler |
28. |
sevâben |
: sevap, mükâfat olarak |
29. |
min indi allâhi |
: Allah’ın katından |
30. |
ve allâhu |
: ve Allah |
31. |
inde-hû |
: onun katında |
32. |
husnu es sevâbi |
: sevabın, mükâfatların en güzeli |
١٩٦
لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُالَّذينَ كَفَرُوا فِىالْبِلَادِ
(196) la yeğurranneke tekallübül lezine keferu fil bilad
sakın seni aldatmasın dönüp dolaşmaları o küfredenler diyar diyar
1. |
lâ yegurranne-ke |
: sakın seni aldatmasın |
2. |
tekallubu |
: dönüp dolaşmaları, gezip dolaşmaları |
3. |
ellezîne keferû |
: kâfirler |
4. |
fî el bilâdi |
: beldeler arasında |
١٩٧
مَتَاعٌ قَليلٌ ثُمَّ مَاْويهُمْ جَهَنَّمُ وَبِءْسَ الْمِهَادُ
(197) metaun kalilün sümme me’vahüm cehennem ve bi’sel mihad
pek az bir menfaattir sonra varacakları yer cehennemdir ne kötü döşektir
1. |
metâun |
: bir metâ, |
2. |
kalîlun |
: az |
3. |
summe |
: sonra |
4. |
me’vâ-hum |
: onların varacakları, barınacakları yer |
5. |
cehennemu |
: cehennem |
6. |
ve bi’se |
: ve ne kötü |
7. |
el mihâdu |
: döşek, yatak |
١٩٨
لكِنِ الَّذينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْلَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُخَالِدينَ فيهَا نُزُلًا مِنْ عِنْدِ اللّهِ وَمَا عِنْدَ اللّهِ خَيْرٌ لِلْاَبْرَارِ
(198) lakinillezinet tekav rabbehüm lehüm cennatün tecri min tahtihel enharu halidine fiha nüzülem min indillah ve ma indellahi hayrul lil ebrar
lakin o kimseler ki Rablerinden sakınırlar onlara cennetler (vardır) altlarından nehirler akan orada ebedi olarak kalacaklar Allah’ın indinde konaklamadır Allah katında onlar ise iyilik edenler için daha hayırlıdır
1. |
lâkin ellezîne |
: lâkin, fakat onlar, … olanlar |
2. |
ittekav |
: takva sahibi oldular |
3. |
rabbe-hum |
: Rab’lerine |
4. |
lehum |
: onlar için, onlara |
5. |
cennâtun |
: cennetler |
6. |
tecrî |
: akar |
7. |
min tahti-hâ |
: onun altından |
8. |
el enhâru |
: nehirler |
9. |
hâlidîne fî-hâ |
: onun içinde ebedîyyen kalacak olanlar |
10. |
nuzulen |
: ağırlama, ziyafet sofraları var |
11. |
min indi allâhi |
: Allah’ın katından |
12. |
ve mâ inde allâhi |
: ve Allah’ın katındaki şeyler |
13. |
hayrun |
: daha hayırlı |
14. |
li el ebrâri |
: (cennete ehil olan) ebrar kullar için |
١٩٩
وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَمَا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِعينَ لِلّهِ لَايَشْتَرُونَ بِايَاتِ اللّهِ ثَمَنًا قَليلًا اُولءِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ اِنَّ اللّهَ سَريعُ الْحِسَابِ
(199) ve inne min ehlil kitabi le mey yü’minü billahi ve ma ünzile ileyküm ve ma ünzile ileyhim haşiiyne lillahi la yeşterune bi ayatillahi semenen kalila ülaike lehüm ecruhüm inde rabbihim innellahe seriul hisab
şüphesiz ehli kitaptan (öyle kimseler var ki) Allah’a iman ederler ve size indirilene kendilerine indirilene Allah’a boyun eğerler Allah’ın ayetlerini satmazlar az bir menfaate işte bunların ecirleri Rableri katındadır şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir
1. |
ve inne |
: ve muhakkak ki |
2. |
min ehli el kitâbi |
: Kitap ehlinden, kitab sahiplerinden |
3. |
le men |
: elbette, mutlaka o kimseler |
4. |
yu’minu bi allâhi |
: Allah’a îmân ederler |
5. |
ve mâ unzile |
: ve indirilen şeye |
6. |
ileykum |
: size |
7. |
ve mâ unzile |
: ve indirilen şeye |
8. |
ileyhim |
: onlara |
9. |
hâşiîne li allâhi |
: Allah’a karşı huşû duyarlar |
10. |
lâ yeşterûne |
: satmazlar |
11. |
bi âyâti allâhi |
: Allah’ın âyetlerini |
12. |
semenen kalîlen |
: az bir pahaya, değere, bedele |
13. |
ulâike |
: işte onlar |
14. |
lehum |
: onlar için, onlara, onların |
15. |
ecru-hum |
: onların karşılıkları, mükâfatları |
16. |
inde rabbi-him |
: Rab’leri katında |
17. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allah |
18. |
serîu el hısâbi |
: hesabı çabuk gören |
٢٠٠
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اصْبِرُواوَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
(200) ya eyyühellezine amenus biru ve sabiru ve rabitu vettekullahe lealleküm tüflihun
ey iman edenler sabredin sabırlılardan olun (Allah’a karşı) Rabıtalı olun Allah’tan sakının olur ki felaha erersiniz
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey |
2. |
ellezîne âmenu |
: âmenû olanlar |
3. |
usbirû |
: sabredin |
4. |
ve sâbirû |
: ve sabır sahibi olun |
5. |
ve râbitû |
: ve râbıta kuranlar olun |
6. |
ve ittekû allâhe |
: ve Allah’a takva sahibi olun |
7. |
lealle-kum |
: umulur ki böylece siz |
8. |
tuflihûne |
: felâha, kurtuluşa ulaşırsınız |
4-NİSA
Sayfa:76
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
١
يَا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذى خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللّهَ الَّذى تَسَاءَ لُونَ بِه وَالْاَرْحَامَ اِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقيبًا
(1) ya eyyühen nasüt teku rabbekümül lezi halekaküm min nefsiv vahidetiv ve haleka minha zevceha ve besse minhüma ricalen kesirav ve nisaa vettekullahel lezi tesaelune bihi vel erham innellahe kane aleyküm rakiyba
Ey insanlar Rabbinizden sakının o ki sizleri yarattı tek bir nefisten ondan da eşini yaratan ikisinden de üretip yayan ve bir çok erkek ve kadın Allah’tan sakının o ki birbirinizden dilekte bulunasınız diye onun ile akrabalık bağları kurdu şüphesiz Allah üzerinizde gözetleyici bulunmaktadır
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey |
2. |
en nâsu |
: insanlar |
3. |
ittekû |
: takva sahibi olun |
4. |
rabbekum(u) |
: Rabbinize karşı |
5. |
ellezî |
: o ki |
6. |
halakakum |
: sizi yarattı |
7. |
min |
: … den, …dan |
8. |
nefsin |
: bir nefs |
9. |
vâhidetin |
: bir tek |
10. |
ve halaka |
: yarattı |
11. |
minhâ |
: ondan |
12. |
zevcehâ |
: onun eşini, hanımını (Havva anamızı) |
13. |
ve besse |
: yaydı, türetti |
14. |
minhumâ |
: onlardan |
15. |
ricâlen |
: erkekler |
16. |
kesîran |
: birçok, çok sayıda |
17. |
ve nisâen |
: kadınlar |
18. |
ve ittekû |
: takva sahibi olun |
19. |
allâhe |
: Allah |
20. |
ellezî |
: o ki |
21. |
tesâelûne |
: birbirine yemin verme, yeminle istekte bulunmak |
22. |
bihî |
: onunla |
23. |
ve el erhâme |
: rahimler, akrabalıklar, yakınlar |
24. |
inne |
: muhakkak |
25. |
allâhe |
: Allah |
26. |
kâne |
: oldu, idi |
27. |
aleykum |
: sizin üzerinize |
28. |
rakîben |
: murakabe eden, kontrol eden |
٢
وَاتُوا الْيَتَامى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَبيثَ بِالطَّيِّبِوَلَا تَاْكُلُوا اَمْوَالَهُمْ اِلى اَمْوَالِكُمْ اِنَّهُ كَانَ حُوبًا كَبيرًا
(2) ve atül yetama emvalehüm ve la tetebeddelül habise bit tayyibi ve la te’külu emvalehüm ila emvaliküm innehu kane huben kebira
yetimlere mallarını verin değiştirmeyin temizi pis ile yemeyin onların mallarını kendi mallarınızla (beraber) çünkü bu büyük günahtır
1. |
ve âtû |
: veriniz |
2. |
el yetâmâ |
: yetimlere |
3. |
emvâlehum |
: onların mallarını |
4. |
ve lâ tetebeddelû |
: değiştirmeyin |
5. |
el habîse |
: pisi, kötüyü, zarar vereni |
6. |
bi et tayyîbi |
: temiz, iyi |
7. |
ve lâ te’kulû |
: yeyin |
8. |
emvâlehum |
: onların mallarını |
9. |
ilâ emvâlikum |
: kendi mallarınıza, sizin mallarınıza |
10. |
innehu |
: muhakkak ki o |
11. |
kâne |
: oldu, idi, …dır |
12. |
hûben |
: günah |
13. |
kebîran |
: büyük |
٣
وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوافِى الْيَتَامى فَانْكِحُوامَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنىوَثُلثَ وَرُبَاعَ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوافَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ذلِكَ اَدْنى اَلَّا تَعُولُوا
(3) ve in hiftüm ella tuksitu fil yetama fenkihu ma tabe leküm minen nisai mesna ve sülase ve ruba’ fe in hiftüm ella ta’dilu fe vahideten ev ma meleket eymanüküm zalike edna ella teulu
eğer korkarsanız adaletle davranamayacağınızdan yetimlerin (haklarında) nikah edin sizin için helal olan kadınlardan ikişer üçer dörder eğer korkarsanız adalet yapamayacağınızdan bir kadın veya sahip bulunduğunuz cariyenizle (yetinin) bu daha uygundur adaletli davranmanıza
1. |
ve in hıftum |
: korkarsanız |
2. |
ellâ |
: …ma |
3. |
tuksitû |
: adaletle davranmak |
4. |
fî |
: içinde |
5. |
el yetâmâ |
: yetimler hakkında |
6. |
fe inkihû |
: o zaman nikâh edin |
7. |
mâ |
: şeyi |
8. |
tâbe |
: helâl olan, hoşunuza giden |
9. |
lekum |
: sizin için |
10. |
min |
: …den, …dan |
11. |
en nisâi |
: kadınlar |
12. |
mesnâ |
: ikişer |
13. |
ve sulâse |
: üçer |
14. |
ve rubâa |
: dörder |
15. |
fe |
: art?k, öyleyse |
16. |
in hıftum |
: korkarsanız |
17. |
ellâ |
: …ma, …me |
18. |
ta’dilû |
: adaletle davranacağınız |
19. |
fe |
: artık |
20. |
vâhideten |
: bir adet, bir (kişi) |
21. |
ev mâ |
: veya |
22. |
meleket |
: sahip olduğunuz |
23. |
eymânukum |
: kendi elinizin altındaki |
24. |
zâlike |
: o |
25. |
ednâ |
: çok yakın, daha yakın, daha az, en az |
26. |
ellâ |
: …ma, …me |
27. |
teûlû |
: zulmetmeniz, haksızlık etmeniz |
٤
وَاتُوا النِّسَاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةً فَاِنْ طِبْنَلَكُمْ عَنْ شَىْءٍ مِنْهُ نَفْسًا فَكُلُوهُ هَنيًا مَريًا
(4) ve atün nisae sadükatihinne nihleh fe in tibne leküm an şey’im minhü nefsen fe küluhü heniem meria
(nikah kıydığınız) kadınlara veriniz mehirlerini gönül hoşluğu ile eğer bağışlarlarsa kendi istekleri ile onu rahatlıkla (ve) afiyetle yiyin
1. |
ve âtû |
: veriniz |
2. |
en nisâe |
: kadınlara |
3. |
sadukâtihinne |
: onların mehirlerini |
4. |
nıhleten |
: gönülden koparak, seve seve vermek |
5. |
fe in tıbne |
: razı, hoşnut olarak |
6. |
lekum |
: sizin için |
7. |
an şey’in |
: bir şeyi, bir şeyden |
8. |
minhu |
: veriniz |
9. |
nefsen |
: zat, şahıs, kimse |
10. |
kulûhu |
: onu yeyin |
11. |
henîen |
: afiyetle |
12. |
merîan |
: boğazdan kolayca geçen, afiyet verici |
٥
وَلَا تُؤْتُوا السُّفَهَاءَ اَمْوَالَكُمُ الَّتى جَعَلَاللّهُ لَكُمْ قِيَامًا وَارْزُقُوهُمْ فيهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُوا لَهُمْقَوْلًا مَعْرُوفًا
(5) ve la tü’tüs süfehae emvalekümül leti cealellahü leküm kıyamev verzükuhüm fiha veksuhüm ve kulu lehüm kavlem ma’rufa
vermeyin mallarınızı (harcayacağı yeri) bilmeyenlere Allah’ın sizin için yaptığı geçim kaynağı (olarak) onları rızıklandırın ve onları giydirin ve de onlara söyleyiniz sözün iyisini
1. |
ve lâ tu’tû |
: vermeyin |
2. |
es sufehâe |
: aklı ermeyen, mallarının değerini bilmeyenler, sefihler |
3. |
emvâlekum(u) |
: sizin mallarınızı |
4. |
elletî |
: o ki |
5. |
ceale |
: kıldı, yaptı |
6. |
allâhu |
: Allah |
7. |
lekum |
: sizin için, size |
8. |
kıyâmen |
: nizam ve emniyetini sağlayan, tasarrufunda olan |
9. |
ve urzukûhum |
: onları rızıklandırın |
10. |
fîhâ |
: onun içinde, orada |
11. |
ve eksûhum |
: onları giydirin |
12. |
ve kûlû |
: söyleyin, deyin |
13. |
lehum |
: onlar için, onlara |
14. |
kavlen |
: söz |
15. |
ma’rûfen |
: iyilikle, iyilik |
٦
وَابْتَلوُا الْيَتَامى حَتّى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَفَاِنْ انَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَاْكُلُوهَا اِسْرَافًا وَبِدَارًا اَنْ يَكْبَرُوا وَمَنْ كَانَ غَنِيًّا فَلْيَسْتَعْفِفْ وَمَنْكَانَ فَقيرًا فَلْيَاْكُلْ بِالْمَعْرُوفِ فَاِذَا دَفَعْتُمْ اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ فَاَشْهِدُوا عَلَيْهِمْ وَكَفى بِاللّهِ حَسيبًا
(6) vebtelül yetama hatta iza beleğun nikah fe in anestüm minhüm ruşden fedfeu ileyhim emvalehüm ve la te’küluha israfev ve bidaran ey yekberu ve men kane ğaniyyen felyesta’fif ve men kane fakıran felye’kül bil ma’ruf fe iza defa’tüm ileyhim emvalehüm fe eşhidu aleyhim ve kefa billahi hasiba
yetimleri imtihan edip deneyin hatta gelince buluğ çağına, evlenme çağına eğer sezerseniz onlardan bir rüşt mallarını onlara iade edin (mallarını) yemeye kalkmayın israf edip acele ile (onlar) büyüyecekler diye (velisi olan) kimse zengin ise iffetli davransın o kimse fakir ise meşru bir surette yesin iade ettiğiniz zaman malları onlara karşılarında şahit bulundurun hesaba çekici olarak Allah yeter
1. |
ve ibtelû |
: deneyin, imtihan edin |
2. |
el yetâmâ |
: yetimleri |
3. |
hattâ |
: ta ki, … e kadar |
4. |
izâ belegû |
: erince |
5. |
en nikâha |
: nikâh |
6. |
fe in ânestum |
: anlar, farkına varırsanız |
7. |
minhum |
: onlardan |
8. |
ruşden |
: malları zaptetmede ehliyet sahibi |
9. |
fe idfeû |
: o zaman verin |
10. |
emvâlehum |
: onların mallarını |
11. |
ve lâ te’kulûhâ |
: onu yeyin |
12. |
isrâfen |
: savurganlık, israf ederek |
13. |
ve bidâren |
: alelacele, acele davranmak |
14. |
en yekberû |
: büyüyor olmaları, büyümeleri |
15. |
ve men kâne |
: idi, oldu |
16. |
ganiyyen |
: zengin |
17. |
felyesta’fif |
: o zaman sakınsın, çekinsin |
18. |
ve men kâne |
: idi, oldu |
19. |
fakîran |
: fakir |
20. |
felye’kul |
: o zaman yesin |
21. |
bi el ma’rûfi |
: iyilik |
22. |
fe izâ defa’tum |
: vereceğiniz |
23. |
ileyhim emvâlehum |
: onların mallarını |
24. |
fe eşhidû |
: şahit tutun |
25. |
aleyhim |
: onlar |
26. |
ve kefâ |
: kâfidir |
27. |
bi allâhi |
: Allah |
28. |
hasîben |
: hesapları görücü, hesap gören olarak |
Sayfa:77
٧
لِلرِّجَالِ نَصيبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ وَلِلنِّسَاءِ نَصيبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَ نَصيبًا مَفْرُوضًا
(7) lir ricali nasıbüm mimma terakel validani vel akrabune ve lin nisai nasıbüm mimma terakel validani vel akrabune mimma kalle minhü evkesür nasiybem mefruda
erkeklere bir pay vardır bıraktığı mirastan ana baba ve akrabalarının kadınlara da bıraktıklarınından ana baba ve akrabalarının o şeyden az olsun çok olsun takdir edilmiş bir pay (vardır)
1. |
li er ricâli |
: erkekler için vardır, erkeklere |
2. |
nasîbun |
: nasip, pay |
3. |
mimmâ (min mâ) |
: şeyden (miras, tereke) |
4. |
tereke |
: geriye bıraktı |
5. |
el vâlidâni |
: ebeveyn, ana baba |
6. |
ve el akrabûne |
: ve akrabalar |
7. |
ve li en nisâi |
: ve kadınlar için vardır |
8. |
nasîbun |
: nasip, pay |
9. |
mimmâ (min mâ) |
: şeyden (miras, tereke ) |
10. |
tereke |
: geriye bıraktı |
11. |
el vâlidâni |
: ebeveyn, ana baba |
12. |
ve el akrabûne |
: ve akrabalar |
13. |
mimmâ (min mâ) |
: şeyden |
14. |
kalle |
: az |
15. |
min-hu |
: ondan |
16. |
ev |
: veya |
17. |
kesura |
: çok |
18. |
nasîben |
: nasip, pay |
19. |
mefrûdan |
: farz kılınmış olan |
٨
وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُولُوا الْقُرْبىوَالْيَتَامى وَالْمَسَاكينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا
(8) ve iza hadaral kısmete ülül kurba vel yetama vel mesakinü ferzüku hüm minhü ve kulu lehüm kavlem ma’rufa
miras taksiminde orada hazır bulunan akrabaları yetimleri ve miskinleri rızıklandırınız o maldan onları onlara güzel söz söyleyiniz
1. |
ve izâ |
: ve … olduğu zaman |
2. |
hadara |
: hazır oldu, orada bulundu |
3. |
el kısmete |
: paylaştırma, taksim |
4. |
ulû |
: sahibi |
5. |
el kurbâ |
: yakınlık, akrabalar |
6. |
ve el yetâmâ |
: ve yetimler |
7. |
ve el mesâkînu |
: ve miskinler, çalışamayacak durumdaki yaşlılar, yoksullar |
8. |
fe urzukû-hum |
: o taktirde onları rızıklandırın |
9. |
min-hu |
: ondan |
10. |
ve kûlû |
: ve deyin, söyleyin |
11. |
lehum |
: onlara |
12. |
kavlen |
: söz |
13. |
ma’rûfen |
: iyi, güzel |
٩
وَلْيَخْشَ الَّذينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُوا عَلَيْهِمْ فَلْيَتَّقُوا اللّهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلًا سَديدًا
(9) velyahşellezine lev teraku min halfihim zürriyyeten diafen hafu aleyhim felyettekullahe velyekulu kavlen sedida
korkan kimseler kendileri bırakmış olsalar zürriyetinden akrabalarından zayıf bulunanların haklarından korksunlar Allah’tan sakınsınlar doğru söz söylesinler
1. |
velyahşa (ve li yahşa) |
: ve sakınsınlar, korksunlar, çekinsinler |
2. |
ellezîne |
: onlar, … olanlar |
3. |
lev terekû |
: eğer bıraksalardı |
4. |
min halfi-him |
: arkalarından |
5. |
zurriyyeten |
: zürriyet, nesil, çocuklar |
6. |
dıâfen |
: zayıf, kuvvetsiz |
7. |
hâfû |
: korktular |
8. |
aleyhim |
: onlara, onların üzerine, onlar için |
9. |
felyettekû (fe li yettekû ) |
: artık Allah’a karşı takva sahibi olsunlar |
10. |
allâhe |
: Allah |
11. |
velyekûlû (ve li yekûlû ) |
: ve söylesinler |
12. |
kavlen |
: söz |
13. |
sedîdan |
: doğru, dürüst, adaletli |
١٠
اِنَّ الَّذينَ يَاْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامى ظُلْمًا اِنَّمَايَاْكُلُونَ فى بُطُونِهِمْ نَارًا وَسَيَصْلَوْنَ سَعيرًا
(10) innellezine ye’külune emvalel yetama zulmen innema ye’külune fi bütunihim nara ve seyaslevne seiyra
şüphesiz yiyenler yetimlerin mallarını zulüm ile yedikleri ancak karınlarında ateştir çılgın ateşe girecekler
1. |
inne |
: muhakkak |
2. |
ellezîne |
: onlar |
3. |
ye’kulûne |
: yerler |
4. |
emvâle |
: mallar |
5. |
el yetâmâ |
: yetimler |
6. |
zulmen |
: zulüm ile, haksızlıkla |
7. |
innemâ |
: sadece |
8. |
ye’kulûne |
: yerler |
9. |
fî |
: içine, …’e |
10. |
butûni-him |
: onların karınları, karınlarına |
11. |
nâran |
: ateş |
12. |
ve se- yaslevne |
: ve yakında yaslanacaklar, atılacaklar |
13. |
seîran |
: alevli ateş |
١١
يُوصيكُمُ اللّهُ فى اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِ فَاِنْ كُنَّ نِسَاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُ وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌ فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُ فَاِنْ كَانَ لَهُ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصى بِهَا اَوْ دَيْنٍ ابَاؤُكُمْ وَاَبْنَاؤُكُمْ لَاتَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعًا فَريضَةً مِنَ اللّهِ اِنَّ اللّهَ كَانَ عَليمًا حَكيمًا
(11) yusiykümüllahü fi evladiküm lizzekeri mislü hazzil ünseyeyn fe in künne nisaen fevkasneteyni fe lehünne sülüsa ma terake ve in kanet vahideten fe lene nisf ve li ebeveyhi li külli vahidim minhümes südüsü mimma terake in kane lehu veled fe il lem yekül lehu veledüv ve verisehü ebevahü fe li ümmihis sülus fe in kane lehu ihvetün fe li ümmihis südüs mim ba’di vesiyyetiy yusiy biha ev deyn abaüküm ve ebnaüküm la tedrune eyyühüm akrabü leküm nef’a feridatem minellah innellahe kane alimen hakima
Allah size şöyle vasiyet ediyor evlatlarınızın (hakkında) erkekler için iki kadın payı vardır eğer kadınlar iseler ikiden fazla onlara (ölenin) terekesinden üçte ikisi vardır eğer bir kadınsa ona (mirasın) yarısı vardır ana ve babasına her birine terekeden altı da bir (vardır) eğer (ölenin) çocuğu varsa eğer ölenin çocuğu olmayıp (yalnız) baba ve anası mirasçı oluyorsa anasına üçte biri (vardır) eğer ölenin kardeşleri varsa anasına altı da bir vardır yaptığı vasiyet yerine getirildikten sonra (ve) borcu (da ödeyip) babalarınız ve oğullarınız bilemezsiniz hangisi daha yakındır size fayda itibari ile Allah’tan bir farizadır şüphesiz Allah bilen, hükmedendir
1. |
yûsîkum(u) |
: size vasiyet eder, farz kılar |
2. |
allâhu |
: Allah |
3. |
fî evlâdi-kum |
: (sizin evlâdınız) evlâtlarınız hakkında |
4. |
li ez zekeri |
: erkek için |
5. |
mislu |
: misli, kadar, katı |
6. |
hazzı |
: pay |
7. |
el unseyeyni |
: iki kız |
8. |
fe in |
: fakat eğer |
9. |
kunne |
: onlar (kadınlar) … oldu |
10. |
nisâen |
: kadın |
11. |
fevka |
: üstünde, fazla |
12. |
isneteyni |
: iki |
13. |
fe lehunne |
: o zaman onlarındır (kadınlarındır) |
14. |
sulusâ |
: üçte bir |
15. |
mâ tereke |
: bırakılan şey, mal, miras |
16. |
ve in kânet |
: ve eğer … ise |
17. |
vâhideten |
: bir, tek |
18. |
fe lehâ |
: o zaman onundur (kadınındır) |
19. |
en nısfu |
: yarım, yarısı |
20. |
ve li |
: ve …. için |
21. |
ebevey-hi |
: onun ebeveyni, anne ve babası |
22. |
li kulli vâhidin |
: her biri için |
23. |
min humâ |
: ikisinden |
24. |
es sudusu |
: altıda bir |
25. |
mimmâ (min mâ) |
: şeyden |
26. |
tereke |
: terk etti, bıraktı |
27. |
in kâne |
: eğer oldu ise (varsa) |
28. |
lehu |
: onun |
29. |
veledun |
: çocuk, oğul |
30. |
fe in |
: fakat, eğer … ise |
31. |
lem yekun |
: olmamış, olmaz (yoksa) |
32. |
lehu |
: onun |
33. |
veledun |
: çocuk, oğul |
34. |
ve varise-hû |
: ve onun vârisi |
35. |
ebevâ-hu |
: onun ebeveyni, ana babası |
36. |
fe li ummi-hi |
: o taktirde o zaman onun annesi içindir, annesinindir |
37. |
es sulusu |
: üçte biri |
38. |
fe |
: fakat |
39. |
in kâne |
: oldu ise, varsa |
40. |
lehu |
: onun |
41. |
ıhvetun |
: kardeşler |
42. |
fe li ummi-hi |
: o zaman onun annesi içindir, annesinindir |
43. |
es sudusu |
: altıda bir |
44. |
min ba’di |
: sonradan, sonra |
45. |
vasiyyetin |
: vasiyet |
46. |
yûsi |
: vasiyet yerine getirilir |
47. |
bi-hâ |
: onunla |
48. |
ev |
: veya (ve de) |
49. |
deynin |
: borç |
50. |
âbâu-kum |
: babalarınız |
51. |
ve ebnâu-kum |
: ve oğullarınız |
52. |
lâ tedrûne |
: bilmezsiniz, bilemezsiniz |
53. |
eyyu-hum |
: onların hangisi |
54. |
akrabu |
: daha yakın |
55. |
lekum |
: iszin için, size |
56. |
nef’en |
: faydalı |
57. |
ferîdaten |
: farz olarak, farz |
58. |
minallâhi (min allâhi) |
: Allah’tan, Allah tarafından |
59. |
innallâhe (inne allâhe) |
: muhakkak ki Allah |
60. |
kâne |
: oldu, …dır |
61. |
alîmen |
: alim, en iyi bilen |
62. |
hakîmen |
: hakim, hüküm ve hikmet sahibi |
Sayfa:78
١٢
وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌ فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصينَ بِهَا اَوْ دَيْنٍ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَا اَوْ دَيْنٍ وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَ اَةٌ وَلَهُ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ فَاِنْ كَانُوا اَكْثَرَ مِنْ ذلِكَ فَهُمْ شُرَكَاءُ فِى الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍيُوصى بِهَا اَوْ دَيْنٍ غَيْرَ مُضَارٍّ وَصِيَّةً مِنَ اللّهِ وَاللّهُ عَليمٌ حَليمٌ
(12) ve leküm nisfü ma terake ezvacüküm il lem yekül lehünne veled fe in kane lehünne veledün fe lekümür rubüu mimma terakne mim ba’di vesiyyetiy yusiyne biha ev deyn ve lehünner rübüu mimma teraktüm il lem yekül leküm veled fe in kane leküm veledün fe lehünnes sümünü mimma teraktüm mim ba’di vesiyyetin tusune biha ev deyn ve in kane racülüy yurasü kelaleten evimraetüv ve lehu ehun ev uhtün fe li külli vahidim minhümes südüs fe in kanu eksera min zalike fe hüm şürakaü fis sülüsi mim ba’di vesiyyetiy yusa biha ev deynin ğayra mudarrin vesiyyetem minellah vallahü alimün halim
malların yarısı sizindir kadınların size bıraktığı eğer (kadının) çocukları yoksa eğer kadının çocukları varsa dörtte biri sizindir bıraktığı malın borçları (ödeyip) yaptığı vasiyet yerine geldikten sonra dörtte biri onlarındır bıraktığı mallardan eğer sizin çocuğunuz yoksa eğer çocuğunuz varsa kadınlara sekizde biri vardır bıraktığınız mallardan borçları (ödeyip) yaptığı vasiyet yerine geldikten sonra eğer erkeğin mirasçıları (bulunmazsa) varisleri veya kadının (mirasçıları bulunmazsa) onun erkek ve kız kardeşi (varsa) vardır her birine bu kardeşlerin altı da bir hisse eğer bundan daha çok iseler onlar ortak olurlar üçte bir hissesine borçları (ödeyip) yaptığı vasiyet yerine geldikten sonra kimseye zarar vermeden yapılır (bu) Allah’ın fermanıdır Allah bilen acele etmeyendir
1. |
ve lekum |
: ve sizin |
2. |
nısfu |
: yarısı |
3. |
mâ tereke |
: bırakılan şeyler |
4. |
ezvâcu-kum |
: sizin eşleriniz |
5. |
in |
: eğer, ise |
6. |
lem yekun |
: olmadı (yok) |
7. |
lehunne |
: onların (kadınların) |
8. |
veledun |
: veled, çocuk |
9. |
fe |
: fakat |
10. |
in kâne |
: e |
11. |
lehunne |
: onların (kadınların) |
12. |
veledun |
: veled, çocuk |
13. |
fe lekum |
: o zaman sizindir |
14. |
er rubuu |
: dörtte bir |
15. |
mimmâ (min mâ ) |
: şeyden, şeylerden |
16. |
terekne |
: bıraktı |
17. |
min ba’di |
: sonradan, sonra |
18. |
vasıyyetin |
: vasiyet |
19. |
yûsîne |
: vasiyet yerine getirilir |
20. |
bi-hâ |
: onunla |
21. |
ev |
: veya (ve de) |
22. |
deynin |
: borç |
23. |
ve lehunne |
: ve onların (kadınların) |
24. |
er rubuu |
: dörtte bir |
25. |
mimmâ (min mâ ) |
: şeyden, şeylerden |
26. |
terektum |
: siz bıraktınız |
27. |
in |
: eğer, ise |
28. |
lem yekun |
: olmadı (yok) |
29. |
lekum |
: sizin |
30. |
veledun |
: veled, çocuk |
31. |
fe |
: fakat |
32. |
in kâne |
: eğer, oldu ise, varsa |
33. |
lekum |
: sizin |
34. |
veledun |
: veled, çocuk |
35. |
fe lehunne |
: o zaman, o taktirde onlarındır (kadınlarındır) |
36. |
es sumunu |
: sekizde bir |
37. |
mimmâ (min mâ ) |
: şeyden, şeylerden |
38. |
terektum |
: siz bıraktınız |
39. |
min ba’di |
: sonradan, sonra |
40. |
vasıyyetin |
: vasiyet |
41. |
tûsûne |
: vasiyet edersiniz |
42. |
bi-hâ |
: onunla |
43. |
ev |
: veya |
44. |
deynin |
: borç |
45. |
ve in kâne |
: ve eğer, oldu ise |
46. |
raculun |
: erkek |
47. |
yûresu |
: miras bırakılır |
48. |
kelâleten |
: kadının evlâdı veya babası olmayıp, erkek kardeşi, dayısı veya amcası |
49. |
ev |
: veya |
50. |
imraetun |
: kadın?, hanımı |
51. |
ve lehu |
: ve onun |
52. |
ahun |
: erkek kardeş |
53. |
ev |
: veya |
54. |
uhtun |
: kız kardeş |
55. |
fe |
: o zaman, o taktirde |
56. |
li kulli vâhidin |
: her biri için |
57. |
min humâ |
: ikisinden |
58. |
es sudusu |
: altıda bir |
59. |
fe |
: o zaman, o taktirde |
60. |
in kânû |
: eğer, oldular ise |
61. |
eksere |
: daha çok |
62. |
min zâlike |
: bundan |
63. |
fe hum |
: o zaman onlar |
64. |
şurekâu |
: ortaklar |
65. |
fî es sulusi |
: üçte birinde, üçte birine |
66. |
min ba’di |
: sonradan, sonra |
67. |
vasiyyetin |
: vasiyet |
68. |
yûsâ |
: vasiyet yerine getirilir |
69. |
bi-hâ |
: onunla |
70. |
ev |
: veya |
71. |
deynin |
: borç |
72. |
gayre |
: olmaksızın |
73. |
mudârrin |
: zarar verici, darlığa düşürücü |
74. |
vasıyyeten |
: vasiyet, emir |
75. |
min allâhi |
: Allah’tan, Allah tarafından |
76. |
ve allâhu |
: ve Allah |
77. |
alîmun |
: alim, en iyi bilen |
78. |
halîmun |
: halîm |
١٣
تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَنْ يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا وَذلِكَ الْفَوْزُ الْعَظيمُ
(13) tilke hududullah ve mey yütiillahe ve rasulehu yudhilhü cennatin tecri min tahtihel enharu halidine fiha ve zalikel fevzül aziym
işte bunlar Allah’ın hudutlarıdır kim Allah’a itaat ederse ve ve o’nun resulüne (Allah) onu cennetlere koyar altından nehirler akan orada ebedi olarak kalırlar işte bu en büyük kurtuluştur
1. |
tilke |
: o, bu, işte bunlar |
2. |
hudûdu |
: hudutlar |
3. |
allâhi |
: Allah |
4. |
ve men |
: ve kim |
5. |
yutıı |
: itaat eder |
6. |
allâhe |
: Allah |
7. |
ve resûle-hu |
: ve O’nun Resûlü, elçisi |
8. |
yudhıl-hu |
: onu dahil eder, koyar |
9. |
cennâtin |
: cennetler |
10. |
tecrî |
: akar |
11. |
min tahti-hâ |
: onun altından |
12. |
el enhâru |
: nehirler |
13. |
hâlidîne |
: ebedi kalacak olanlar |
14. |
fî-hâ |
: onun içinde, orada |
15. |
ve zâlike |
: ve bu |
16. |
el fevzu |
: fevz, kurtuluş |
17. |
el azîmu |
: büyük, en büyük |
١٤
وَمَنْ يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُيُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُهينٌ
(14) ve mey ya’sillahe ve rasulehu ve yeteadde hududehu yudhılhü naran haliden fiha ve lehu azabüm mühin
kim Allah’a isyan ederse ve O’nun resulüne ve o’nun hududunu aşarsa (Allah) onu ateşe sokar orada ebedi olarak kalır onun için aşağılayıcı bir azap (vardır)
1. |
ve men |
: ve kim |
2. |
ya’sı |
: isyan eder, karşı gelir |
3. |
allâhe |
: Allah |
4. |
ve resûle-hu |
: ve O’nun Resûlü, elçisi |
5. |
ve yeteadde |
: ve aşar |
6. |
hudûde-hu |
: onun hududu, sınırları |
7. |
yudhıl-hu |
: onu dahil eder, koyar |
8. |
nâren |
: ateş |
9. |
hâliden |
: ebedi kalacak olanlar |
10. |
fî-hâ |
: onun içinde, orada |
11. |
ve lehu |
: ve onun için (vardır) |
12. |
azâbun |
: azap |
13. |
muhînun |
: alçaltıcı, zelil |
Sayfa:79
١٥
وَالّتى يَاْتينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَاءِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ اَرْبَعَةً مِنْكُمْ فَاِنْ شَهِدُوا فَاَمْسِكُوهُنَّ فِىالْبُيُوتِ حَتّى يَتَوَفّيهُنَّ الْمَوْتُ اَوْ يَجْعَلَ اللّهُ لَهُنَّ سَبيلًا
(15) vellati ye’tinel fahişete min nisaiküm festeşhidu aleyhinne erbeatem minküm fe in şehidu fe emsikuhünne fil büyuti hatta yeteveffahünnel mevtü ev yec’alellahü lehünne sebila
fahişelik yapanlar (için) kadınlarınızdan şahitlik yapacak sizden onların aleyhine de, dört kişi (getirin) eğer bunlar şahitlik yaparlarsa o kadınları evlerde tutun hatta vadeleri gelip ölünceye kadar veya Allah açıncaya kadar onlara bir çıkış yolu
1. |
vellâtî (ve ellâtî ) |
: ve onlar (kadınlar) |
2. |
ye’tîne |
: gelirler, yaparlar |
3. |
el fâhişete |
: fuhuş, zina |
4. |
min nisâi-kum |
: sizin kadınlarınızdan |
5. |
fe isteşhidû |
: o zaman şahitler isteyin |
6. |
aleyhinne |
: onların üzerine, onlara |
7. |
erbaaten |
: dört |
8. |
min-kum |
: sizden, kendinizden |
9. |
fe |
: o taktirde |
10. |
in şehidû |
: eğer şahitlik ederlerse |
11. |
fe emsikû-hunne |
: artık onları tutun |
12. |
fî el buyûti |
: evlerin içinde, evlerde |
13. |
hattâ |
: oluncaya kadar |
14. |
yeteveffâ-hunne |
: (ölüm)onları vefat ettirir |
15. |
el mevtu |
: ölüm |
16. |
ev |
: veya |
17. |
yec’al |
: kılar, yapar |
18. |
allâhu |
: Allah |
19. |
lehunne |
: onlara (kadınlara) |
20. |
sebîlen |
: yol |
١٦
وَالَّذَانِ يَاْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاذُوهُمَا فَاِنْ تَابَاوَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَااِنَّ اللّهَ كَانَ تَوَّابًا رَحيمًا
(16) vellezani ye’tiyaniha minküm fe azuhüma fe in taba ve asleha fe a’ridu anhüma innellahe kane tevvaber rahiyma
sizden zina edenlerin her ikisine de eza edin eğer tövbe eder ıslah olurlarsa o ikisine de (ezadan) vazgeçin şüphesiz Allah tövbeleri kabul edici merhametlidir
1. |
vellezâni (ve ellezâni ) |
: ve o ikisi (erkek) |
2. |
ye’tiyâni-hâ |
: onu yaparlar (fuhuş, zina yaparlar) |
3. |
min-kum |
: sizden, içinizden |
4. |
fe âzû-humâ |
: o taktirde artık ikisine eza edin |
5. |
fe |
: fakat, o zaman, artık |
6. |
in tâbâ |
: eğer tövbe ederler ise |
7. |
ve aslehâ |
: ve ıslâh oldular |
8. |
fe a’rıdû |
: o zaman vazgeçin |
9. |
an-humâ |
: ikisinden |
10. |
inne |
: muhakkak |
11. |
allâhe |
: Allah |
12. |
kâne |
: oldu, idi, …dır |
13. |
tevvâben |
: tövbeleri kabul eden |
14. |
rahîmen |
: Rahîm olan |
١٧
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّهِ لِلَّذينَ يَعْمَلُونَ السُّوءَبِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَريبٍ فَاُولءِكَ يَتُوبُ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللّهُ عَليمًا حَكيمًا
(17) innemet tevbetü alellahi lillezine ya’melunes sue bi cehaletin sümme yetubune min karibin fe ülaike yetubüllahü aleyhim ve kanellahü alimen hakima
ancak Allah’ın kabul ettiği tövbe o kimseler ki bir kötülük yaparlar cahillik ederek sonra tövbe ederler yakın bir zamanda işte bunların Allah tövbelerini kabul buyurur Allah bilen, işlerinde hikmet sahibidir
1. |
innemâ |
: fakat, ancak, sadece |
2. |
et tevbetu |
: tövbe |
3. |
alâ allâhi |
: Allah’a |
4. |
li ellezîne |
: onlar için |
5. |
ya’melûne |
: yaparlar |
6. |
es sûe |
: kötülük |
7. |
bi cehâletin |
: cahillik ile |
8. |
summe |
: sonra |
9. |
yetûbûne |
: tövbe ederler |
10. |
min karîbin |
: yakın zaman, hemen |
11. |
fe ulâike |
: işte onlar |
12. |
yetûbu |
: tövbelerini kabul eder |
13. |
allâhu |
: Allah |
14. |
aleyhim |
: onlara |
15. |
ve kâne |
: ve oldu, idi, …dır |
16. |
allâhu |
: Allah |
17. |
alîmen |
: alim, en iyi bilen |
18. |
hakîmen |
: hakîm, hüküm ve hikmet sahibi |
١٨
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذينَ يَعْمَلُونَ السَّيَاتِ حَتّى اِذَاحَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّى تُبْتُ الْنَ وَلَاالَّذينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ اُولءِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْعَذَابًا اَليمًا
(18) ve leysetit tevbetü lillezine ya’melunes seyyiat hatta iza hadara ehadehümül mevtü kale inni tübtül ane ve lellezine yemutune ve hüm küffar ülaike a’tedna lehüm azaben elima
(şu) kimselerin tövbesi kabul değildir kötülükleri yapmakta devam eden hatta gelince onlardan birine ölüm ben işte şimdi tövbe ettim diyenin kafir olarak ölenlerin de işte onlara hazırladık elim bir azap
1. |
ve leyset(i) |
: ve değil |
2. |
et tevbetu |
: tövbe |
3. |
li ellezîne |
: onların |
4. |
ya’melûne |
: yapıyorlar |
5. |
es seyyiâti |
: kötülük |
6. |
hattâ |
: oluncaya kadar |
7. |
izâ |
: olduğu zaman |
8. |
hadara |
: hazır oldu (geldi) |
9. |
ehade- hum |
: onların birine, kendilerine |
10. |
el mevtu |
: ölüm |
11. |
kâle |
: dedi |
12. |
innî |
: muhakkak ki ben, gerçekten ben |
13. |
tubtu |
: tövbe ettim |
14. |
el’âne |
: şimdi |
15. |
ve lâ ellezîne |
: ve onlara olmaz, onlar için değildir |
16. |
yemûtûne |
: ölürler |
17. |
ve hum |
: ve onlar |
18. |
kuffârun |
: kâfirler olarak |
19. |
ulâike |
: işte onlar |
20. |
a’tednâ |
: biz hazırladık |
21. |
lehum |
: onlar için, onlara |
22. |
azâben |
: azap |
23. |
elîmen |
: elîm, acı |
١٩
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَرِثُوا النِّسَاءَ كَرْهًا وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَا اتَيْتُمُوهُنَّ اِلَّا اَنْ يَاْتينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍوَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَاِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسى اَنْ تَكْرَهُوا شَيًا وَيَجْعَلَ اللّهُ فيهِ خَيْرًا كَثيرًا
(19) ya eyyühellezine amenu la yehillü leküm en terisün nisae kerha ve la ta’duluhünne li tezhebu bi ba’di ma ateytümuhünne illa ey ye’tine bi fahişetim mübeyyineh ve aşiruhünne bil ma’ruf fe in kerihtümuhünne fe asa en tekrahu şey’ev ve yec’alellahü fihi hayran kesira
ey iman edenler size helal olmaz kadınlara zorla mirasçı olmanız o kadınlara engel olmanız ve sıkıştırmanız birazını kurtarıp götürmeniz (helal değildir) verdiğiniz mehirlerin ancak yapmış olsalar açık bir fuhuş onlarla iyi geçinin ve kaynaşın eğer kedilerinden hoşlanmadınız ise olur ki bir şey hoşunuza gitmeyebilir Allah takdir etmiştir onda birçok hayırlar
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey |
2. |
ellezîne |
: onlar, olanlar |
3. |
âmenû |
: âmenû oldular, Allah’a ulaşmayı dilediler, îmân ettiler |
4. |
lâ yahıllu |
: helâl olmaz, helâl değldir |
5. |
lekum |
: size |
6. |
en terisû |
: sizin varis olmanız |
7. |
en nisâe |
: kadınlar |
8. |
kerhen |
: zorla |
9. |
ve lâ ta’dulû-hunne |
: ve onlara baskı yapmayın, sıkıştırmayın |
10. |
li tezhebû |
: gidermek, almak |
11. |
bi ba’dı |
: bazısını, bir kısmını |
12. |
mâ |
: şey (şeyler) |
13. |
âteytumû-hunne |
: onlara verdiğiniz şeyleri |
14. |
illâ |
: hariç |
15. |
en ye’tîne |
: gelmeleri, yapmaları |
16. |
bi fâhışetin |
: fuhuş ile, kötülük ile |
17. |
mubeyyinetin |
: açıkça |
18. |
ve âşirû-hunne |
: ve onlarla geçinin |
19. |
bi el ma’rûfi |
: iyilikle |
20. |
fe |
: fakat |
21. |
in kerihtumû-hunne |
: eğer onlardan hoşlanmadınızsa |
22. |
fe asâ |
: o taktirde umulur ki |
23. |
en tekrehû |
: sizin kerih görmeniz, hoşlanmamanız |
24. |
şey’en |
: bir şey |
25. |
yec’al |
: kılar, yapar |
26. |
allâhu |
: Allah |
27. |
fî-hi |
: onda, onun hakkında |
28. |
hayren |
: hayır |
29. |
kesîren |
: çok |
Sayfa:80
٢٠
وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍ وَاتَيْتُمْ اِحْديهُنَّ قِنْطَارًا فَلَا تَاْخُذُوا مِنْهُ شَيْا اَتَاْخُذُونَهُ بُهْتَانًا وَاِثْمًا مُبينًا
(20) ve in eradtümüs tibdale zevcim mekane zevciv ve ateytüm ihdahünne kıntaran fe la te’huzu minhü şey’a e te’huzunehü bühtanev ve ismem mübina
eğer isterseniz bir zevceyi bırakır başka bir zevce (almak), vermiş bile olsanız evvelkine yüklerle mehir almayın ondan hiçbir şey onu alacaksınız? açık bir bühtan ve günah isnat ederek
1. |
ve in |
: ve eğer |
2. |
eradtum |
: siz istediniz |
3. |
istibdâle |
: bedel yapmak, değiştirmeyi istemek |
4. |
zevcin |
: eş, zevce |
5. |
mekâne |
: yerine |
6. |
zevcin |
: eş, zevce |
7. |
ve âtey-tum |
: ve siz verdiniz |
8. |
ihdâ-hunne |
: onlardan biri |
9. |
kıntâren |
: yüklerle, kantar kantar, çok fazla |
10. |
fe |
: artık |
11. |
lâ te’huzû |
: almayın |
12. |
min-hu |
: ondan |
13. |
şey’en |
: bir şey |
14. |
e te’huzûne-hu |
: onu alacak mısınız |
15. |
buhtânen |
: iftira ederek |
16. |
ve ismen |
: ve günah işleyerek |
17. |
mubînen |
: açıkça, apaçık |
٢١
وَكَيْفَ تَاْخُذُونَهُ وَقَدْ اَفْضى بَعْضُكُمْ اِلىبَعْضٍ وَاَخَذْنَ مِنْكُمْ ميثَاقًا غَليظًا
(21) ve keyfe te’huzunehü ve kad efda ba’duküm ila ba’div ve ehazne minküm misakan ğaliza
onun (mehrini) nasıl alabilirsiniz ki, muhakkak katılıp kaynaştınız birbirinizle sizden aldılar kuvvetli bir misak
1. |
ve keyfe |
: ve nasıl |
2. |
te’huzûne-hu |
: onu alırsınız |
3. |
ve kad |
: ve … olmuştu |
4. |
efdâ |
: birleşip kaynaşdı |
5. |
ba’du-kum ilâ ba’dın |
: birbirinize, birbirinizle |
6. |
ve ehazne |
: ve onlar aldılar |
7. |
min-kum |
: sizden |
8. |
mîsâkan |
: misak, kuvvetli söz |
9. |
galîzan |
: çok kuvvetli, kesin |
٢٢
وَلَا تَنْكِحُوا مَا نَكَحَ ابَاؤُكُمْ مِنَ النِّسَاءِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَ اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتًا وَسَاءَ سَبيلًا
(22) ve la tenkihu ma nekeha abaüküm minen nisai illa ma kad selef innehu kane fahişetev ve makta ve sae sebila
(kendinize) nikahlamayın babalarınızın nikah kıydığı kadınları geçmişte (olanlar) hariç şüphesiz bu iğrenç, gazabı çeken bir ameldir ne kadar kötü bir yoldur
1. |
ve lâ tenkihû |
: ve siz nikâhlamayın |
2. |
mâ |
: şey, olan |
3. |
nekaha |
: nikâhladı |
4. |
âbâu-kum |
: sizin babalarınız |
5. |
min en nisâi |
: kadınlardan |
6. |
illâ |
: hariç |
7. |
mâ |
: şey, olan |
8. |
kad |
: olmuştu |
9. |
selefe |
: geçti |
10. |
inne-hu |
: muhakkak ki o |
11. |
kâne |
: oldu, idi, …dır |
12. |
fâhışeten |
: fuhuş, kötü, çirkin |
13. |
ve maktan |
: iğrenç, kızdırıcı husus |
14. |
ve sâe |
: ve kötü, fena |
15. |
sebîlen |
: yol |
٢٣
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ وَبَنَاتُ الْاُخْتِ وَاُمَّهَاتُكُمُ الّتى اَرْضَعْنَكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ مِنَ الرَّضَاعَةِ وَاُمَّهَاتُ نِسَاءِكُمْ وَرَبَاءِبُكُمُ الّتى فى حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَاءِكُمُ الّتى دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَاِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ وَحَلَاءِلُ اَبْنَاءِكُمُ الَّذينَ مِنْ اَصْلَابِكُمْ وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَ اِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَحيمًا
(23) hurrimet aleyküm ümmehatüküm ve benatüküm ve ehavatüküm ve ammatüküm ve halatüküm ve benatül ehi ve benatül uhti ve ümmehatükümüllati erda’neküm ve ehavatüküm miner radaati ve ümmehatü nisaiküm ve rabaibükümüllati fi hucuriküm min nisaikümüllati dehaltüm bihinne fe il lem tekunu dehaltüm bihinne fe la cünaha aleyküm ve halailü ebnaikümül lezine min eslabiküm ve en tecmeu beynel uhteyni illa ma kad selef innellahe kane ğafurar rahiyma
size haram kılındı analarınız kızlarınız kız kardeşleriniz halalarınız teyzeleriniz erkek kardeşlerinizin kızları kız kardeşlerinizin kızları sizi emziren süt anneleriniz (haram kılındı) süt kız kardeşleriniz kadınlarınızın anneleri (haram kılındı) başkasından olan kızları (haram kılındı) kendileri ile halvete girdiğiniz kadınlar eğer (anaları ile zifafa) girmediniz ise (kızları ile evlenmenizde) size bir günah yoktur oğullarınızın hanımları ki bunlar kendi öz oğullarınızın hanımları birlikte nikahlamanız iki kız kardeşi aynı zamanda (haram kılındı) geçmişte (olanlar) hariç şüphesiz Allah bağışlayan merhamet sahibidir
1. |
hurrimet |
: haram kılındı |
2. |
aleykum |
: sizin üzerinize, size |
3. |
ummehâtu-kum |
: anneleriniz |
4. |
ve benâtu-kum |
: ve kızlarınız |
5. |
ve ehavâtu-kum |
: ve kız kardeşleriniz |
6. |
ve ammâtu-kum |
: ve halalarınız |
7. |
ve halâtu-kum |
: ve teyzeleriniz |
8. |
ve benâtu |
: ve kızları |
9. |
el ahi |
: erkek kardeş |
10. |
ve benâtu |
: ve kızları |
11. |
el uhti |
: kız kardeş |
12. |
ve ummehâtu-kum |
: ve anneleriniz |
13. |
ellâtî |
: ki onlar |
14. |
erdâ’ne-kum |
: sizi emzirdi |
15. |
ve ehavâtu-kum |
: ve kız kardeşleriniz |
16. |
min er radâati |
: süt kız kardeşlerinden |
17. |
ve ummehâtu |
: ve anneleri |
18. |
nisâi-kum |
: kadınlarınız |
19. |
ve rabâibu-kum |
: ve üvey kızlarınız |
20. |
ellâti fî hucûri-kum |
: sizin hücrelerinizde, odalarınızda, himayenizde olanlar |
21. |
min nisâi-kum |
: sizin kadınlarınızdan |
22. |
ellâti dehaltum |
: gerdeğe girdiğiniz (birleştiğiniz kadınlar) |
23. |
bi- hinne |
: onlarla |
24. |
fe in |
: fakat eğer |
25. |
lem tekûnû dehaltum |
: gerdeğe girmediniz (birleşmediniz) |
26. |
bi- hinne |
: onlarla |
27. |
fe |
: o zaman, o taktirde |
28. |
lâ cunâha |
: günah yoktur |
29. |
aleykum |
: size, sizin üzerinize |
30. |
ve halâilu |
: ve hanımları, eşleri |
31. |
ebnâi-kum |
: oğullarınız |
32. |
ellezîne |
: onlar |
33. |
min aslâbi-kum |
: sizin sulbunuzdan, soyunuzdan, neslinizden |
34. |
ve en tecmeû |
: ve toplamanız |
35. |
beyne |
: arasında, birarada |
36. |
el uhteyni |
: iki kız kardeş |
37. |
illâ |
: hariç, ancak |
38. |
mâ |
: şey, olan |
39. |
kad |
: olmuştu |
40. |
selefe |
: geçti |
41. |
inne |
: muhakkak |
42. |
allâhe |
: Allah |
43. |
kâne |
: oldu, idi, …dır |
44. |
gafûran |
: gafur, bağışlayan, mağfiret eden |
45. |
rahîmen |
: rahim olan |
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...