بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
١
سُبْحَانَ الَّذى اَسْرى بِعَبْدِه لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَاالَّذى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ ايَاتِنَا اِنَّهُ هُوَالسَّميعُ الْبَصيرُ
(1) sübhanellezi esra bi abdihi leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksal lezi barakna havlehu li nüriyehu min ayatina innehu hüves semiul besiyr
Her şeyden münezzeh olan kulunu geceleyin götürdü mescid-i haram’dan mescid-i aksa’ya etrafını mübarek kıldığımız ona ayetlerimizi gösterelim diye şüphesiz O İşiten Görendir
1. | subhâne | : o sübhandır, bütün noksanlıklardan münezzehtir |
2. | ellezî | : ki o |
3. | esrâ bi | : gece yürüttü |
4. | abdi-hî | : kulunu |
5. | leylen | : geceleyin |
6. | min el mescidi el harâmi | : Mescid-i Haram’dan |
7. | ilâ el mescidi el aksa | : Mescid-i Aksa’ya |
8. | ellezî | : ki o, ki onu |
9. | bâreknâ | : hayırlı, mübarek ve bereketli kıldık |
10. | havle-hu | : onun etrafını, çevresini |
11. | li nuriye-hu | : ona göstermemiz için |
12. | min âyâti-nâ | : âyetlerimizden |
13. | inne-hu | : muhakkak o |
14. | huve es semîu el basîru | : o en iyi işitendir, en iyi görendir |
٢
وَاتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَنى اِسْرَاءلَ اَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُونى وَكيلًا
(2) ve ateyna musel kitabe ve cealnahü hüdel li beni israiyle ella tettehizu min duni vekila
Musa’ya kitap verdik onu hidayet göstericisi yaptık israil oğullarına benden başka vekil edinmeyin diye
1. | ve âteynâ | : ve verdik |
2. | mûsâ | : Musa |
3. | el kitâbe | : kitap |
4. | ve cealnâ-hu | : ve onu kıldık |
5. | huden | : hidayete erdiren, hidayetçi |
6. | li benî isrâîle | : İsrailoğulları için |
7. | ellâ tettehızû | : edinmeyin (diye) |
8. | min dûnî | : ondan başka |
9. | vekîlen | : bir vekil |
٣
ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ اِنَّهُ كَانَ عَبْدًا شَكُورًا
(3) zürriyyete men hamelna mea nuh innehu kane abden şekura
zürriyetinden gelenleri de Nuh’la beraber taşıyarak kurtardığımız kimselerin şüphesiz o, çok şükreden kuldu
1. | zurriyyete | : zürriyet, nesil |
2. | men hamelnâ | : taşıdığımız kimse |
3. | mea | : beraberinde, birlikte |
4. | nûhin | : Nuh |
5. | inne-hu | : muhakkak o, çünkü o |
6. | kâne | : oldu, idi |
7. | abden | : bir kul |
8. | şekûren | : çok şükreden |
٤
وَقَضَيْنَا اِلى بَنى اِسْرَاءلَ فِى الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِى الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَبيرًا
(4) ve kadayna ila beni israiyle fil kitabi le tüfsidünne fil erdi merrateyni ve le ta’lünne ulüvven kebira
kitapta israil oğullarına hükmettik fesat çıkaracaksınız arzda iki defa kesinlikle (cebir kullanarak) büyük bir üstünlük sağlayacaksınız
1. | ve kadaynâ | : ve bildirdik |
2. | ilâ benî İsrâîle | : İsrailoğullarına |
3. | fî el kitâbi | : kitapta |
4. | le tufsidunne | : mutlaka fesat çıkaracaksınız |
5. | fî el ardı | : yeryüzünde |
6. | merreteyni | : iki defa, iki kere |
7. | ve le ta’lunne (alâ) |
: ve gerçekten üstün geleceksiniz, gâlip geleceksiniz : (üstün, geldi) |
8. | uluvven | : üstünlük |
9. | kebîren | : büyük |
٥
فَاِذَا جَاءَ وَعْدُ اُوليهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَادًا لَنَا اُولى بَاْسٍ شَديدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِ وَكَانَ وَعْدًا مَفْعُولًا
(5) fe iza cae va’dü ulahüma beasna aleyküm ibadel lena üli be’sin şedidin fe casu hilaled diyar ve kane va’dem mef’ula
vaad geldiği zaman ikisinden birincisi sizin üzerinize göndereceğiz çok kuvvetli ve şiddetli bir takım kullarımızı diğerleri aralarına girerek araştırırlar bunun, açıklanmış bir vaat olduğunu
1. | fe | : artık böylece |
2. | izâ câe | : geldiği zaman |
3. | va’du | : vade, zaman |
4. | ûlâ-humâ | : ikisinden birincisi |
5. | beasnâ | : gönderdik |
6. | aleykum | : sizin üzerinize |
7. | ibâden | : kullar |
8. | lenâ | : bizim |
9. | ulî | : sahip |
10. | be’sin | : kuvvet |
11. | şedîdin | : şiddetli, çok çetin |
12. | fe | : böylece |
13. | câsû | : aradılar |
14. | hılâle ed diyâri | : evlerin arası |
15. | ve kâne | : ve oldu |
16. | va’den mef’ûlen | : yapılması vaadedilen |
٦
ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَاَمْدَدْنَاكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَنينَ وَجَعَلْنَاكُمْ اَكْثَرَ نَفيرًا
(6) sümme radedna lekümül kerrate aleyhim ve emdednaküm bi emvaliv ve benine ve cealnaküm eksera nefira
sonra iade edeceğiz sizi tekrar onların üzerine size destek vereceğiz mallarla ve oğullarla sizi yapacağız topluluğunuzdan daha fazla
1. | summe | : sonra |
2. | redednâ | : döndürdük, iade ettik |
3. | lekum | : size, sizi |
4. | el kerrete | : tekrar |
5. | aleyhim | : onlara, onların üzerine |
6. | ve emdednâ-kum | : ve destekledik, yardım (medet) ettik |
7. | bi emvâlin | : mal ile |
8. | ve benîne | : ve oğullar (erkek çocuklar) |
9. | ve cealnâ-kum | : ve sizi kıldık, yaptık |
10. | eksere | : ekser, daha çok |
11. | nefîren | : nefer olarak, cemiyet, birlik, topluluk olarak |
٧
اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ وَاِنْ اَسَاْتُمْ فَلَهَا فَاِذَا جَاءَ وَعْدُ الْاخِرَةِ لِيَسُؤُا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبيرًا
(7) in ahsentüm ahsentüm li enfüsiküm ve in ese’tüm feleha fe iza cae va’dül ahirati li yesuu vücuheküm ve li yedhulül mescide kema dehaluhü evvele merrativ ve liyütebbiru ma alev tetbira
eğer iyilik ederseniz kendi nefsinize iyilik etmiş olursunuz eğer kötülük ederseniz o da kendinizedir artık zaman geldiğinde vaad olunan, yüzleriniz kötüleşsin (Allah’ın) mescidine girsinler birinci defa oraya girdikleri gibi mahvetsinler diye üzerinize musallat edeceğiz
1. | in ahsentum | : eğer ahsen olursanız, ahsen davranırsanız |
2. | ahsen-tum | : ahsen oldunuz |
3. | li enfusi-kum | : kendi nefsiniz için |
4. | ve in ese’tum | : ve eğer kötülük ederseniz, kötü davranırsanız |
5. | fe lehâ, | : artık onun(dur) |
6. | fe izâ câe | : geldiği zaman |
7. | va’du | : vade, zaman |
8. | el âhıreti | : diğeri, sonraki |
9. | li yesûu | : fena olması için |
10. | vucûhe-kum | : sizin yüzleriniz |
11. | ve li yedhulû | : ve girsinler, dahil olsunlar |
12. | el mescide | : mescid |
13. | kemâ | : gibi |
14. | dehalû-hu | : ona girdiler |
15. | evvele | : evvel, ilk |
16. | merretin | : defa, kere |
17. | ve li yutebbirû | : ve helâk etmeleri için |
18. | mâ alev | : ele geçirdikleri, üstün oldukları şeyler, üstünlükleri |
19. | tetbîren | : helâk ederek, mahvederek |
Sayfa:282
٨
عَسى رَبُّكُمْ اَنْ يَرْحَمَكُمْ وَاِنْ عُدْتُمْ عُدْنَا وَجَعَلْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرينَ حَصيرًا
(8) asa rabbüküm ey yerhameküm ve in udtüm udna ve cealna cehenneme lil kafirine hasiyra
olur ki Rabbiniz size merhamet eder eğer dönerseniz biz de döneriz kafirler için cehennemi zindan yaptık
1. | asâ | : umulur ki |
2. | rabbu-kum | : sizin Rabbiniz |
3. | en yerhame-kum | : size merhamet etmesi |
4. | ve in udtum (âde) |
: ve eğer dönerseniz, döndüyseniz : (döndü) |
5. | udnâ | : biz döndük |
6. | ve cealnâ | : ve kıldık |
7. | cehenneme | : cehennemi |
8. | li el kâfirîne | : kâfirler için, kâfirlere |
9. | hasîren | : kuşatıcı |
٩
اِنَّ هذَا الْقُرْانَ يَهْدى لِلَّتى هِىَ اَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِنينَ الَّذينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْرًا كَبيرًا
(9) inne hazel kur’ane yehdi lilleti hiye akvemü ve yübeşşirul mü’mininellezine ya’melunes salihati enne lehüm ecran kebira
kesinlikle bu kur’an kişileri en doğru olan hidayete eriştirir ve salih amel işleyen mü’minleri de müjdele kendileri için çok büyük bir ecir olduğunu
1. | inne | : muhakkak |
2. | hâzâ el kur’âne | : bu Kur’ân |
3. | yehdî | : hidayete erdirir |
4. | li elletî | : ki onu |
5. | hiye | : o |
6. | akvemu | : en kuvvetli, en kavi, en sağlam |
7. | ve yubeşşiru | : ve müjdeler |
8. | el mu’minîne ellezîne | : mü’min kimseler ki, onlar |
9. | ya’melûne | : yaparlar, amel ederler |
10. | es sâlihâti | : salih ameller |
11. | enne | : muhakkak, vardır, olduğunu |
12. | lehum | : onlar için |
13. | ecren kebîren | : büyük bir ecir, mükâfat |
١٠
وَاَنَّ الَّذينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاخِرَةِ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا اَليمًا
(10) ve ennellezine la yü’minune bil ahirati a’tedna lehüm azaben elima
şüphesiz ahirete inanmayanlara elim bir azab hazırladığımızı bildirdik
1. | ve ennellezîne (enne ellezîne) | : ve muhakkak o kimseler ki |
2. | lâ yu’minûne | : inanmazlar, mü’min olmazlar (kalplerine îmân yazılmaz) |
3. | bi el âhıreti | : ahirete |
4. | a’tednâ | : hazırladık |
5. | lehum | : onlar için, onlara |
6. | azâben | : bir azap |
7. | elîmen | : elîm, acı |
١١
وَيَدْعُ الْاِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءَهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الْاِنْسَانُ عَجُولًا
(11) ve yed’ul insanü biş şerri düaehu bil hayr ve kanel insanü acula
insan dua eder hayra dua ettiği gibi şerre de ve insan çok acelecidir
1. | ve yed’u | : ve dua eder |
2. | el insânu | : insan |
3. | bi eş şerri | : şerre |
4. | duâe-hu | : onun duası |
5. | bi el hayri | : hayır için, hayra |
6. | ve kâne | : ve oldu |
7. | el insânu | : insan |
8. | acûlen | : aceleci |
١٢
وَجَعَلْنَا الَّيْلَ وَالنَّهَارَ ايَتَيْنِ فَمَحَوْنَا ايَةَ الَّيْلِ وَجَعَلْنَا ايَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُوا فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنينَ وَالْحِسَابَ وَكُلَّ شَىْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْصيلًا
(12) ve cealnel leyle ven nehara ayeteyni fe mehavna ayetel leyli ve cealna ayeten nehari mübsiratel li tebteğu fadlem mir rabbiküm ve li ta’lemu adedes sinine vel hisab ve külle şey’in fassalnahü tefsiyla
gece ve gündüzü iki ayet yaptık sonra gece alametini giderdik ve gündüzün ayetini aydınlık yaptık Rabbinizden bir lütuf aramanız için yılların sayısını, zamanların hesabını bilmeniz için her şeyi tam olarak açıkladık
1. | ve cealnâ | : ve kıldık |
2. | el leyle | : gece |
3. | ve en nehâre | : ve gündüz |
4. | âyeteyni | : iki âyet |
5. | fe | : böylece |
6. | mehavnâ | : mahvettik, sildik, giderdik |
7. | âyete | : âyet, delil, alâmet, belirti |
8. | el leyli | : gece |
9. | ve cealnâ | : ve biz kıldık |
10. | âyete | : âyet |
11. | en nehâri | : gündüz |
12. | mubsıraten | : gösteren, gösterici olan |
13. | li tebtegû | : istemeniz için |
14. | fadlen | : bir fazl |
15. | min rabbi-kum | : Rabbinizden |
16. | ve li ta’lemû | : ve bilmeniz (öğrenmeniz) için |
17. | adede | : adet, sayı |
18. | es sinîne | : yıllar, seneler |
19. | ve el hisâbe | : ve hesap |
20. | ve kulle şey’in | : ve herşeyi, hepsini |
21. | fassalnâ-hu | : onu açıkladık |
22. | tafsîlen | : tefsilatlı, ayrıntıları ile |
١٣
وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَاءِرَهُ فى عُنُقِه وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيمَةِ كِتَابًا يَلْقيهُ مَنْشُورًا
(13) ve külle insanin elzemnahü tairahu fi unukih ve nuhricü lehu yevmel kıyameti kitabey yelkahü menşura
ve her insanın boynuna onun can kuşunu astık onun için çıkarırız, kitabını kıyamet günü ona açılmış olarak kavuşacak
1. | ve kulle | : ve hepsi, bütün |
2. | insânin | : insan |
3. | elzemnâ-hu | : onu bağladık, astık |
4. | tâire-hu | : onun kuşu, onun amellerinin neticesi |
5. | fî unukı-hî | : onun boynunda |
6. | ve nuhricu | : ve çıkarırız |
7. | lehu | : ona |
8. | yevme el kıyâmeti | : kıyâmet günü |
9. | kitâben | : bir kitap |
10. | yelkâhu | : onu ilka eder, arz eder |
11. | menşûren | : neşredilmiş olarak |
١٤
اِقْرَاْ كِتَابَكَ كَفى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسيبًا
(14) ikra’ kitabek kefa bi nefsikel yevme aleyke hasiba
oku kitabını! hesaba çekici olarak bugün nefsin sana yeter
1. | ikra’ | : oku |
2. | kitâbe-ke | : senin kitabın |
3. | kefâ | : kâfi oldu |
4. | bi nefsike | : senin nefsine |
5. | el yevme | : (bu) gün |
6. | aleyke | : sana |
7. | hasîben | : hesap görücü olarak |
١٥
مَنِ اهْتَدى فَاِنَّمَا يَهْتَدى لِنَفْسِه وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلَاتَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرى وَمَاكُنَّا مُعَذِّبينَ حَتّى نَبْعَثَ رَسُولًا
(15) menihteda fe innema yehtedi li nefsih ve men dalle fe innema yedillü aleyha ve la teziru vaziratüv vizra uhra ve ma künna müazzibine hatta neb’ase rasula
kim doğru yola giderse ancak kendi nefsi için gider kim de dalalete düşerse ancak kendi aleyhine sapıtır hiçbir günahkar yüklenemez başka birinin günahını biz azap edici değiliz hatta biz resül göndermedikçe
1. | men ihtedâ | : kim hidayete erdiyse (ererse) |
2. | fe | : o taktirde, öyle olunca |
3. | innemâ | : sadece |
4. | yehtedî | : hidayete erer |
5. | li nefsi-hi | : kendi nefsi için |
6. | ve men dalle | : ve kim dalâlette ise |
7. | fe | : o taktirde, öyle olunca |
8. | innemâ | : sadece |
9. | yadıllu | : dalâlette kalır |
10. | aleyhâ | : (sorumluluğu) kendi üzerinedir |
11. | ve lâ teziru | : ve yük (ağırlık) taşımaz |
12. | vâziretun | : yük taşıyan (günah yüklenen) kimse |
13. | vizre | : ağırlık, yük, günah |
14. | uhrâ | : diğeri, başkası |
15. | ve mâ kunnâ | : ve biz olmadık |
16. | muazzibîne | : azap edenler, azap ediciler |
17. | hattâ | : oluncaya kadar, olmadıkça |
18. | neb’ase | : göndeririz, beas ederiz, vazifelendiririz |
19. | resûlen | : bir resûl |
١٦
وَاِذَا اَرَدْنَا اَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً اَمَرْنَا مُتْرَفيهَا فَفَسَقُوا فيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْميرًا
(16) ve iza eradna en nühlike karyeten emarna mütrafiha fe feseku fiha fe hakka aleyhel kavlü fe demmernaha tedmira
biz bir memleketi helak etmek istediğimiz zaman oranın zevk sahiplerine emir ederiz oradakiler yoldan çıkarlar böylece azap sözü onların üzerine hak olmuştur oraya nasıl helak gerekirse öyle helak ederiz
1. | ve izâ | : ve olduğu zaman |
2. | erednâ | : istedik |
3. | en nuhlike | : helâk etmeyi |
4. | karyeten | : bir ülke, bir karye, bir kasaba |
5. | emernâ | : emrettik |
6. | mutrafî-hâ (etrefe) |
: onun refah içinde olan ileri gelenleri, zenginleri : (her istediği verildi) |
7. | fe | : böylece, buna rağmen |
8. | fesekû | : fesat çıkardılar |
9. | fî-hâ | : orada |
10. | fe | : böylece, artık |
11. | hakka | : haketti, hak oldu |
12. | aleyhâ | : onun üzerine |
13. | el kavlu | : söz |
14. | fe | : artık, bundan sonra, böylece |
15. | demmernâ-hâ | : onu dumura uğrattık, helâk ettik |
16. | tedmîren | : dumura uğratarak (malını, canını, evlâdını yok ederek) |
١٧
وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِنْ بَعْدِ نُوحٍ وَكَفى بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِه خَبيرًا بَصيرًا
(17) ve kem ehlekna minel kuruni mim ba’di nuh ve kefa bi rabbike bi zünubi ibadihi habiram besiyra
nice memleketleri helak etmişizdir nuh’tan sonra Rabbin kafidir kulların günahlarına her şeyden haberi vardır, her şeyi görür
1. | ve kem | : ve kaç, kaç tane, nice |
2. | ehleknâ | : biz helâk ettik |
3. | min el kurûni | : asırlar boyunca yaşayan insanlardan, nesillerden |
4. | min ba’di nûhin | : Nuh’tan sonra |
5. | ve kefâ bi | : ve …’e kâfidir, kâfi oldu |
6. | rabbi-ke | : senin Rabbin |
7. | bi zunûbi | : günahlara |
8. | ıbâdi-hi | : onun kulları |
9. | habîren | : haberdar olarak, haberdar olan |
10. | basîren | : görerek, gören |
Sayfa:283
١٨
مَنْ كَانَ يُريدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ فيهَا مَانَشَاءُ لِمَنْ نُريدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ يَصْليهَا مَذْمُومًا مَدْحُورًا
(18) men kane yüridül acilete accelna lehu fiha ma neşaü li men nüridü sümme cealna lehu cehennem yaslaha mezmumem medhura
her kim acele isterse ona orada veririz bir de dilediğimiz kimseye, acele (istenen) şeyi sonra onu cehennemliklerden yaparız oraya girer kınanmiş, kovulmuş halde
1. | men | : kim |
2. | kâne | : oldu |
3. | yurîdu el âcilete | : acil, acele olarak (bu dünyada) isterse |
4. | accelnâ | : acele verdik |
5. | lehu | : ona |
6. | fî-hâ | : orada |
7. | mâ neşâu | : dilediğimiz şeyi |
8. | li men nurîdu | : istediğimiz kimseye |
9. | summe | : sonra |
10. | cealnâ | : kıldık |
11. | lehu | : ona, onu |
12. | cehenneme | : cehennem |
13. | yaslâ-hâ | : ona maruz kalır (atılır) |
14. | mezmûmen | : ayıplanmış, kınanmış, zemmedilmiş |
15. | medhûren | : kovulmuş, uzaklaştırılmış olarak |
١٩
وَمَنْ اَرَادَ الْاخِرَةَ وَسَعى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُولءِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُورًا
(19) ve men eradel ahirate ve sea leha sa’yeha ve hüve mü’minün fe ülaike kane sa’yühüm meşkura
ama kimde ahireti istemişse çalışmasını da ahirete göre yapmışsa ve mü’min olarak artık böyle olanların çalışmaları şükranla karşılanır
1. | ve men | : ve kim |
2. | erâde el âhırete | : ahireti istedi |
3. | ve saâ | : ve çalıştı |
4. | lehâ | : ona, onun için |
5. | sa’ye-hâ | : onun çalışması |
6. | ve huve | : ve o |
7. | mu’minun | : mü’min |
8. | fe | : o zaman, böylece |
9. | ulâike | : işte onlar |
10. | kâne | : oldu |
11. | sa’yu-hum | : onların çabası, onların çalışması |
12. | meşkûren | : şükre değer olan, şükredilen, karşılığını hakeden |
٢٠
كُلًّا نُمِدُّ هؤُلَاءِ وَهؤُلَاءِ مِنْ عَطَاءِ رَبِّكَ وَمَاكَانَ عَطَاءُ رَبِّكَ مَحْظُورًا
(20) küllen nümiddü haülai ve haülai min atai rabbik ve ma kane ataü rabbike mahzura
hepsini de destekleriz dünyayı isteyenleri de ahireti isteyenleri de Rabbinin verdiği ihsanından Rablerin verdiği ihsanı ise yasaklanamaz
1. | kullen | : herkes, hepsi |
2. | numiddu | : yardım ederiz, arttırırız, veririz |
3. | hâulâi | : bunlar |
4. | ve hâulâi | : ve bunlar |
5. | min atâi | : ihsan(lar)dan |
6. | rabbi-ke | : senin Rabbinin |
7. | ve mâ kâne | : ve değildir, olmadı |
8. | atâu | : ihsan(lar) |
9. | rabbi-ke | : senin Rabbinin |
10. | mahzûren | : mahzur, hazer edilmiş, men edilmiş, sınırlı, kısıtlı |
٢١
اُنْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلى بَعْضٍ وَلَلْاخِرَةُ اَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَاَكْبَرُ تَفْضيلًا
(21) ünzur keyfe faddalna ba’dahüm ala ba’d ve lel ahiratü ekberu deracativ ve ekberu tefdiyla
bak nasıl üstün kıldık bazısını bazısına ahirette, dereceler daha büyük ve fazilet yönüyle de daha üstündür
1. | unzur | : bak |
2. | keyfe | : nasıl |
3. | faddalnâ | : üstün kıldık |
4. | ba’da-hum | : onların bir kısmını |
5. | alâ ba’dın | : bir kısmına |
6. | ve le el âhıretu | : ve muhakkak ahiret |
7. | ekberu | : en büyük, daha büyük |
8. | derecâtin | : dereceler |
9. | ve ekberu | : ve en büyük |
10. | tafdîlen | : üstünlük bakımından, fazl bakımından |
٢٢
لَا تَجْعَلْ مَعَ اللّهِ اِلهًا اخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُومًا مَخْذُولًا
(22) la tec’al meallahi ilahen ahara fe tak’ude mezmumem mahzula
Allah ile beraber başka ilah edinme sonra (oturur) kalırsın kınanmış, kendi başına
1. | lâ tec’al | : kılma, yapma, edinme |
2. | meallâhi (mea allâhi) | : Allah ile beraber |
3. | ilâhen | : bir ilâh |
4. | âhare | : başka, diğer |
5. | fe | : o zaman, o taktirde |
6. | tak’ude | : oturursun, kalırsın |
7. | mezmûmen | : kınanmış, zemmedilmiş olarak |
8. | mahzûlen | : hor görülmüş olarak |
٢٣
وَقَضى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُوا اِلَّا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَريمًا
(23) ve kada rabbüke elle ta’büdu illa iyyahü ve bil valedeyni ihsana imma yeblüğanne indekel kibera ehadühüma ev kilahüma fe la tekul lehüma üffiv ve la tenher hüma ve kul lehüma kavlen kerima
Rabbinin verdiği hüküm (şudur) ondan başkasına kulluk etmeyin ve anne babaya ihsanda bulununuz şayet erişirse ikisinden biri senin yanında ihtiyarlık haline yahut ikisi de aynı durumda olursa sakın onlara “üf” (dahi) söyleme ve onları azarlama onların hoşlarına giden güzel söz söyle
1. | ve kadâ | : ve yerine getirdi, takdir etti, hükmetti, bildirdi |
2. | rabbu-ke | : Rabbin |
3. | ellâ | : olmamak |
4. | ta’budû | : ibadet etmek, kulluk etmek |
5. | illâ | : ancak, başka |
6. | iyyâ-hu | : yalnız, sadece o |
7. | ve bil vâlideyni | : ve anne babaya |
8. | ihsânen | : ihsanla davranma |
9. | immâ | : eğer, şâyet, fakat, olursa |
10. | yebluganne | : ulaşır, erişir |
11. | inde-ke | : senin yanında |
12. | el kibere | : yaşlılık |
13. | ehadu-humâ | : ikisinden birisi |
14. | ev kilâ-humâ | : veya her ikisi |
15. | fe | : o zaman |
16. | lâ tekul | : söyleme |
17. | lehumâ | : onlara (ikisine), o ikisine |
18. | uffin | : öf, aman (sıkıntı ifade etmek) |
19. | ve lâ tenher-humâ | : ve ikisini azarlama, bağırma, kaba davranma |
20. | ve kul | : ve de |
21. | lehumâ | : onlara (ikisine), o ikisine |
22. | kavlen | : söz |
23. | kerîmen | : güzel, hoş, kerim |
٢٤
وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانى صَغيرًا
(24) vahfid lehüma cenahaz zülli miner rahmeti ve kur rabbirhamhüma kema rabbeyani sağiyra
onların üzerine tevazu kanatlarını merhamet ile ger de ki: ey Rabbim! onlara rahmet buyur beni küçükken nasıl terbiye ettilerse
1. | vahfıd (ve ihfıd) | : ve (yere) indir, ger |
2. | lehumâ | : onlara, o ikisine |
3. | cenâha | : kanat |
4. | ez zulli | : yumuşak olarak, alçaltarak (zelil olarak), tevazu ile |
5. | min er rahmeti | : rahmetten, merhametten, merhamet ederek |
6. | ve kul | : ve de, söyle |
7. | rabbirhamhumâ | : Rabbim, ikisine de rahmet et |
8. | kemâ | : gibi, nasıl |
9. | rabbeyânî | : (ikisi) beni yetiştirdi, terbiye etti |
10. | sagîren | : küçük iken |
٢٥
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا فى نُفُوسِكُمْ اِنْ تَكُونُوا صَالِحينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّابينَ غَفُورًا
(25) rabbüküm a’lemü bima fi nüfusiküm in tekunu salihiyne fe innehu kane lil evvabine ğafura
Rabbiniz daha iyi bilir sizin nefislerinizde olanı eğer siz salihlerden olursanız şüphesiz O tövbe edenleri çok bağışlayandır
1. | rabbu-kum | : sizin Rabbiniz |
2. | a’lemu | : en iyi bilir, daha iyi bilir |
3. | bi mâ | : o şeyi |
4. | fî nufûsi-kum | : nefslerinizde olanı (niyetinizi) |
5. | in tekûnû | : eğer olursanız |
6. | sâlihîne | : salihler |
7. | fe | : o zaman, böylece |
8. | inne-hu | : muhakkak o |
9. | kâne | : oldu |
10. | li el evvâbîne(evvâb) (evvâbin) |
: evvab olanlar için, (ona) yönelip tövbe ederek ulaşanlar için, çok tövbe edenler için : (çok tövbe eden) : (çok tövbe edenler) |
11. | gafûren | : mağfiret edici, bağışlayıcı |
٢٦
وَاتِ ذَا الْقُرْبى حَقَّهُ وَالْمِسْكينَ وَابْنَ السَّبيلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذيرًا
(26) ve ati zel kurba hakkahu vel miskine vebnes sebili ve la tübezzir tebzira
akrabaya hakkı olanı ver miskinlere yolda kalmışlara saçıp savurma lüzumsuz yere (malını)
1. | ve âti | : ve ver |
2. | ze el kurbâ | : karib olan, yakınlık sahibi, akraba |
3. | hakka-hu | : onun hakkı |
4. | ve el miskîne | : ve miskinlere (çalışamayacak durumda olan ihtiyarlara) |
5. | vebnes sebîli (ve ibne es sebîli) | : ve yolda olan |
6. | ve lâ tubezzir | : ve savurma, israf etme |
7. | tebzîren | : israf ederek, savurarak, malı gereksiz yere harcayarak |
٢٧
اِنَّ الْمُبَذِّرينَ كَانُوا اِخْوَانَ الشَّيَاطينِ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه كَفُورًا
(27) innel mübezzirine kanu ihvaneş şeyatiyn ve kaneş şeytanü li rabbihi kefura
kesin şu ki müsrifler şeytanların kardeşleridir şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür
1. | inne | : muhakkak |
2. | el mubezzirîne | : savuranlar, israf edenler |
3. | kânû | : oldular |
4. | ihvâne eş şeyâtîni | : şeytanların kardeşleri |
5. | ve kâne eş şeytânu | : ve şeytan oldu |
6. | li rabbi-hî | : onun Rabbi için, Rabbine karşı |
7. | kefûren | : küfür içinde, çok nankör |
Sayfa:284
٢٨
وَاِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلًا مَيْسُورًا
(28) ve imma tu’ridanne anhümüb tiğae rahmetim mir rabbike tercuha fe kul lehüm kavlem meysura
ve eğer onlardan yüz çevirmek mecburiyetinde kalırsan bir rahmeti talep etmek için Rabbinden ümit ettiğin artık onların kolaylıklarına gelen sözü söyle
1. | ve immâ | : ve eğer, şâyet, fakat, ama |
2. | tu’ridanne | : sen yüz çevirirsin |
3. | an-hum | : onlardan |
4. | ibtigâe | : istedi |
5. | rahmetin | : rahmet |
6. | min rabbi-ke | : senin Rabbinden |
7. | tercû-hâ | : onu ümit edersin |
8. | fe | : böylece, o zaman |
9. | kul | : de, söyle |
10. | lehum | : onlara |
11. | kavlen | : söz |
12. | meysûren | : yumuşak, güzel |
٢٩
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا
(29) ve la tec’al yedeke magluleten ila unukike ve la tebsutha küllel bestı fe tak’ude melumem mahsura
elini boynuna bağlayıp (cimrilik) yapma dağıtacağın hepsini dağıtma sonra oturur kalırsın kınanmış eli boş olarak
1. | ve lâ tec’al | : ve kılma, yapma |
2. | yedeke maglûleten | : elini bağlamış |
3. | ilâ unukı-ke | : boynuna |
4. | ve lâ tebsut-hâ | : ve tutma, onu fazla harcama |
5. | kulle el bastı | : büsbütün açma, hepsini açma, açıp savurma |
6. | fe | : böylece, sonra, o zaman |
7. | tak’ude | : kalırsın |
8. | melûmen | : kınanmış |
9. | mahsûren | : malı tükenmiş |
٣٠
اِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه خَبيرًا بَصيرًا
(30) inne rabbeke yebsütur rizka li mey yeşaü ve yakdir innehu kane bi ibadihi habiram besiyra
Gerçekten Rabbin dilediğinin rızkını Genişletir, dilediğinin de rızkını Daraltır muhakkak o kullarından haberdardır her şeyi Görendir
1. | inne | : muhakkak |
2. | rabbe-ke | : senin Rabbin |
3. | yebsutu | : genişletir |
4. | er rızka | : rızık |
5. | li men yeşâu | : dilediği kimse için, dilediğine |
6. | ve yakdiru | : ve daraltır, ölçüsünü takdir eder |
7. | inne-hu | : muhakkak o, mutlaka o |
8. | kâne | : oldu |
9. | bi ibâdi-hî | : onun kulları |
10. | habîran | : haberdar olan |
11. | basîran | : gören |
٣١
وَلَا تَقْتُلُوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْ اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْاً كَبيرًا
(31) ve la taktülu evladeküm haşyete imlak nahnü nerzükuhüm ve iyyaküm inne katlehüm kane hit’en kebira
çocuklarınızı öldürmeyin fakirleşme korkusu ile onları da sizi de biz rızıklandırırız şüphesiz onları öldürmek çok büyük günahtır
1. | ve lâ taktulû | : ve öldürmeyin |
2. | evlâde-kum | : evlâtlarınız |
3. | haşyete | : korku |
4. | imlâkın | : yokluk, yoksulluk, fakirlik |
5. | nahnu | : biz |
6. | nerzuku-hum | : onları rızıklandırırız |
7. | ve iyyâ | : ve sadece, yalnız |
8. | kum | : siz, sizi |
9. | inne | : muhakkak |
10. | katle-hum | : onların öldürülmesi |
11. | kâne | : oldu |
12. | hıt’en | : bilerek yapılan (kasdî işlenen) suç |
13. | kebîren | : büyük |
٣٢
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنى اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاءَ سَبيلًا
(32) ve la takrabüz zina innehu kane fahişeh ve sae sebila
zinaya da yaklaşmayın çünkü o çirkindir ve kötü bir yoldur
1. | ve lâ takrebû | : ve yaklaşmayın |
2. | ez zinâ | : zina |
3. | inne-hu | : muhakkak o, çünkü o |
4. | kâne | : oldu |
5. | fâhışeten | : fuhuş, hayasızlık |
6. | ve sâe | : ve kötü |
7. | sebîlen | : bir yol |
٣٣
وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتى حَرَّمَ اللّهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُومًا فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّه سُلْطَانًا فَلَا يُسْرِفْ فِى الْقَتْلِ اِنَّهُ كَانَ مَنْصُورًا
(33) ve la taktülün nefsel leti harramellahü illa bil hakk ve men kutile mazlumen fe kad cealna li veliyyihi sültanen fe la yüsrif fil katl innehu kane mensura
hiç kimseyi öldürmeyiniz Allah’ın haram kıldığı ancak hak namına (yapılan) hariç kim ki zulme uğrayarak öldürülmüşse muhakkak vermişizdir onun velisine tasallut hakkı bu öldürme işinde artık ileri gitmesin çünkü o yardım görmüştür
1. | ve lâ taktulû | : ve öldürmeyin |
2. | en nefselletî (en nefse elletî) | : bir kişi, ki o(nu) |
3. | harremallâhu | : Allah haram kıldı |
4. | illâ | : hariç, den başka |
5. | bi el hakkı | : hak ile, hak olarak |
6. | ve men | : ve kim |
7. | kutile | : öldürülürdü |
8. | mazlûmen | : mazlum, zulmedilen (haksızlığa uğrayan) |
9. | fe | : o zaman |
10. | kad cealnâ | : kıldık, yaptık |
11. | li veliyyi-hi | : onun velîsine |
12. | sultânen | : sultan (hak sahibi) |
13. | fe | : artık, o taktirde, o zaman |
14. | lâ yusrif | : haddi aşmasın |
15. | fî el katli | : öldürmede |
16. | inne-hu | : muhakkak o, çünkü o |
17. | kâne | : oldu |
18. | mensûren | : yardım gören |
٣٤
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتيمِ اِلَّا بِالَّتى هِىَ اَحْسَنُ حَتّى يَبْلُغَ اَشُدَّهُ وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُلًا
(34) ve la takrabu malel yetimi illa billeti hiye ahsenü hatta yeblüğa eşüddehu ve evfu bil ahd innel ahde kane mes’ula
yetimin malına yaklaşmayın ancak en güzel şekilde ola! Rüştüne erinceye kadar ve verdiğiniz sözü yerine getirin mutlaka verilen ahitte sorumluluk vardır
1. | ve lâ takrebû | : ve yaklaşmayın |
2. | mâle el yetîmi | : yetimin malına |
3. | illâ | : ancak, den başka (şekilde), olmadıkça |
4. | bi elletî | : o şey ile, ki o |
5. | hiye | : o |
6. | ahsenu | : en güzel |
7. | hattâ yebluga | : erişinceye kadar |
8. | eşudde-hu | : onun en kuvvetli (bulûğ) çağı |
9. | ve evfû | : ve vefa gösterin, yerine getirin, ifa edin |
10. | bi el ahdi | : ahde |
11. | inne el ahde | : muhakkak ki ahd |
12. | kâne | : oldu |
13. | mes’ûlen | : mes’ul, sorumlu |
٣٥
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقيمِ ذلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَاْويلًا
(35) ve evfül keyle iza kiltüm vezinu bil kıstasil müstekım zalike hayruv ve ahsenü te’vila
tam olarak ölçü tutunuz ölçtüğünüz zaman adaletli ve doğru olarak tartın tarttığınızda da bu daha hayırlıdır istenenin en güzeli (budur)
1. | ve evfû el keyle | : ve ölçüyü tam ifa edin (yerine getirin) |
2. | izâ | : olduğu zaman |
3. | kiltum | : ölçtünüz |
4. | vezinû | : tartın |
5. | bi el kıstâsi | : kıstas ile, ölçü ile, adaletle |
6. | el mustekîmi | : doğru olarak |
7. | zâlike | : işte bu |
8. | hayrun | : daha hayırlı |
9. | ve ahsenu | : ve ahsen, en güzel, daha güzel |
10. | te’vîlen | : te’vîl (yorum) bakımından |
٣٦
وَلَا تَقْفُ مَالَيْسَ لَكَ بِه عِلْمٌ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ اُولءِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُلًا
(36) ve la takfü ma leyse leke bihi ilm innes sem’a vel besara vel füade küllü ülaike kane anhü mes’ula
bir şeyin ardından gitme hakkında bilgi sahibi olmadığın şüphesiz kulak, göz ve gönül bunların hepsi yaptıklarından sorumlu olacaklar
1. | ve lâ takfu (kafâ) |
: ve ardına düşme : (ardından yürüdü) |
2. | mâ | : şey |
3. | leyse | : değil, yok, olmaz |
4. | leke | : senin |
5. | bi-hi | : onu, onun |
6. | ilmun | : ilim, bilgi |
7. | inne | : muhakkak |
8. | es sem’a | : işitme |
9. | ve el basara | : ve görme |
10. | ve el fuâde | : ve idrak |
11. | kullu | : hepsi |
12. | ulâike | : işte onlar, onlar |
13. | kâne | : oldu |
14. | an-hu | : ondan |
15. | mes’ûlen | : mesul, sorumlu |
٣٧
وَلَا تَمْشِ فِى الْاَرْضِ مَرَحًا اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولًا
(37) ve la temşi fil erdi merahan inneka len tahrikal erda ve len teblüğal cibale tula
yeryüzünde büyüklenerek yürüme muhakkak sen arzı asla yaramazsın ve dağlara da boyca uzanamazsın
1. | ve lâ temşi | : ve yürüme |
2. | fîl ardı | : yeryüzünde |
3. | merehan (merah) | : gururlanarak, azametle (aşırı sevinç, gurur) |
4. | inne-ke | : muhakkak sen |
5. | len tahrika el arda (hareka) |
: yeryüzünü asla tahrik edemezsin (hareket ettiremezsin) : (deldi, tahrik etti, yardı) |
6. | ve len tebluga (belega) | : ve asla erişemezsin (erişti, ulaştı) |
7. | el cibâle | : dağlar |
8. | tûlen | : boy bakımından, uzayarak, uzanarak |
٣٨
كُلُّ ذلِكَ كَانَ سَيِّءُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهًا
(38) küllü zalike kane seyyiühu inde rabbike mekruha
işte bunların hepsi kötüdür Rabbinin katında istenmeyen şeylerdir
1. | kullu | : hepsi |
2. | zâlike | : işte bunlar |
3. | kâne | : oldu |
4. | seyyiu-hu | : onun seyyiatleri (derecat kaybettiren şeyler), onun kötülüğü |
5. | inde | : yanında |
6. | rabbi-ke | : senin Rabbin |
7. | mekrûhen | : kerih olan (hoş olmayan) |
Sayfa:285
٣٩
ذلِكَ مِمَّا اَوْحى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّهِ اِلهًا اخَرَ فَتُلْقى فى جَهَنَّمَ مَلُومًا مَدْحُورًا
(39) zalike mimma evha ileyke rabbüke minel hikmeh ve la tec’al meallahi ilahen ahara fe tülka fi cehenneme melumem medhura
işte bunlar Rabbinin sana vahy ettiği hikmetlerindendir Allah ile beraber başka ilah edinme sonra cehenneme atılırsın kınanmış, kovulmuş olarak
1. | zâlike | : işte bunlar |
2. | mimmâ | : şeylerden |
3. | evhâ | : vahyetti |
4. | ileyke | : sana |
5. | rabbu-ke | : senin Rabbin |
6. | min el hikmeti | : hikmetten |
7. | ve lâ tec’al | : ve kılma, edinme |
8. | meallâhi (mea allahi) | : Allah’la beraber |
9. | ilâhen | : bir ilâh |
10. | âhare | : diğer, başka |
11. | fe tulkâ | : o zaman yoksa, atılırsın |
12. | fî cehenneme | : cehenneme |
13. | melûmen | : kınanmış olarak |
14. | medhûren | : kovulmuş olarak |
٤٠
اَفَاَصْفيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَنينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلءِكَةِ اِنَاثًا اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلًا عَظيمًا
(40) e fe asfaküm rabbüküm bil benine vettehaze minel melaiketi inasa inneküm le tekulune kavlen aziyma
yoksa Rabbiniz size oğullarını tahsis etti de (kendisi) meleklerden kızlar mı edindi? şüphesiz büyük bir söz söylüyorsunuz
1. | e fe asfâ-kum | : size mi seçti |
2. | rabbu-kum | : sizin Rabbiniz |
3. | bi el benîne | : oğulları |
4. | vettehaze (ve ittehaze) | : ve edindi |
5. | min el melâiketi | : meleklerden |
6. | inâsen | : kadınlar (kızlar) |
7. | inne-kum | : muhakkak siz |
8. | le tekûlûne | : gerçekten söylüyorsunuz |
9. | kavlen | : bir söz |
10. | azîmen | : (çok) büyük |
٤١
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فى هذَا الْقُرْانِ لِيَذَّكَّرُوا وَمَا يَزيدُهُمْ اِلَّا نُفُورًا
(41) ve le kad sarrafna fi hazel kur’ani li yezzekkeru ve ma yezidühüm illa nüfura
şanım hakkı için biz açıklamaları yaptık bu kur’an da düşünesiniz diye ancak (bu açıklamalar) onların nefretini artırıyor
1. | ve lekad | : ve andolsun |
2. | sarraf-nâ | : biz (tekrar tekrar) açıkladık |
3. | fî | : içinde |
4. | hâzâ | : bu |
5. | el kur’âni | : Kur’ân |
6. | li yezzekkerû | : tezekkür etsinler diye |
7. | ve mâ yezîdu-hum | : ve onlara artırmadı |
8. | illâ | : ancak, den başka |
9. | nufûren | : nefret |
٤٢
قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُ الِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذًا لَابْتَغَوْا اِلى ذِى الْعَرْشِ سَبيلًا
(42) kul lev kane meahu alihetün kema yekulune izel lebteğav ila zil arşi sebila
de ki eğer (Allah) ile beraber ilahlar olsaydı onların dedikleri gibi o zaman mutlaka arşın sahibine (varmaya) yol ararlardı
1. | kul | : de, söyle |
2. | lev | : eğer |
3. | kâne | : oldu |
4. | mea-hu | : onunla beraber |
5. | âlihetun | : ilâhlar |
6. | kemâ | : gibi |
7. | yekûlûne | : söylüyorlar |
8. | izen | : bu durumda, öyle olursa |
9. | lebtegav (le ibtega) | : elbette, mutlaka ararlardı |
10. | ilâ zîl arşı (zî el arşı) | : arşın sahibine |
11. | sebîlen | : sebîl, yol |
٤٣
سُبْحَانَهُ وَتَعَالى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَبيرًا
(43) sübhanehu ve teala amma yekulune ulüvven kebira
O, Münezzeh ve Ala’dır söyledikleri şeylerden çok Yüce ve Büyüktür
1. | subhânehu | : Allah münezzehtir |
2. | ve teâlâ | : ve âlâ, üstün |
3. | ammâ | : şeyden |
4. | yekûlûne | : söyledikleri |
5. | uluvven | : ulu, çok yüce |
6. | kebîren | : büyük |
٤٤
تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ فيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه وَلكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْبيحَهُمْ اِنَّهُ كَانَ حَليمًا غَفُورًا
(44) tüsebbihu lehüs semavatüs seb’u vel erdu ve men fihinn ve im min şey’in illa yüsebbihu bi hamdihi ve lakil la tefkahune tesbihahüm innehu kane halimen ğafura
yedi sema, O’nu tespih eder arz ve onların içinde bulunanlar hiçbir şey yok ki O’nu Hamd ile tespih etmesin lakin siz onların tesbihlerini anlayamazsınız şüphesiz o, halimdir, bağışlayandır
1. | tusebbihu lehu | : onu tesbih eder |
2. | es semâvâtu | : semalar |
3. | es seb’u | : 7 |
4. | ve el ardu | : ve yeryüzü |
5. | ve men fîhinne | : ve içindekiler, onlarda bulunan kimseler |
6. | ve in | : ve eğer olsa, olursa |
7. | min şey’in | : bir şeyden, bir şey |
8. |
illâ
(in … illâ)
|
: ancak: (yoktur) |
9. | yusebbihu | : tesbih eder |
10. | bi hamdi-hi | : onu hamd ile |
11. | ve lâkin | : ve lâkin, fakat |
12. | lâ tefkahûne | : fıkıh edemezsiniz, idrak edemezsiniz, anlayamazsınız |
13. | tesbîha-hum | : onların tesbihlerini |
14. | inne-hu | : muhakak ki o |
15. | kâne | : oldu |
16. | halîmen | : halim |
17. | gafûren | : gafûr (mağfiret eden) |
٤٥
وَاِذَا قَرَاْتَ الْقُرْانَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاخِرَةِ حِجَابًا مَسْتُورًا
(45) ve iza kara’tel kur’ane cealna beyneke ve beynellezine la yü’minune bil ahirati hicabem mestura
sen kur’an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanların arasına çekeriz gizli bir perde
1. | ve izâ kara’te | : ve kıraat ettiğin (okuduğun) zaman |
2. | el kur’âne | : Kur’ân |
3. | ceal-nâ | : kıldık |
4. | beyne-ke | : seninle arasına |
5. | ve beynellezîne | : ve onların arasına |
6. | lâ yu’minûne | : inanmazlar |
7. | bi el âhıreti | : ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) |
8. | hicâben mestûren | : hicab-ı mesture, gizli perde |
٤٦
وَجَعَلْنَا عَلى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَفى اذَانِهِمْ وَقْرًا وَاِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِى الْقُرْانِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلى اَدْبَارِهِمْ نُفُورًا
(46) ve cealna ala kulubihim ekinneten ey yefkahuhü ve fi azanihim vakra ve iza zekerte rabbeke fil kur’ani vahdehu vellev ala edbarihim nüfura
kalplerinin üzerine örtüler örteriz onu anlamamaları için kulaklarına ağırlık (koyarız) sen andığın zaman kur’an’da Rabbinin tek olduğunu döner giderler nefret ederek arkalarını
1. | ve cealnâ | : ve kıldık |
2. | alâ | : üzerine |
3. | kulûbi-him | : oların kalpleri |
4. | ekinneten | : ekinnet, idrak etme engeli |
5. | en yefkahû-hu | : onu fıkıh etmeleri, anlamaları |
6. | ve fî âzâni-him | : ve onların kulaklarında vardır |
7. | vakran | : vakra, işitme engeli |
8. | ve izâ zekerte | : ve sen zikrettiğin zaman |
9. | rabbe-ke | : Rabbini |
10. | fî el kur’âni | : Kur’ân’da |
11. | vahde-hu | : onun tekliğini, tek oluşunu |
12. | vellev | : döndüler |
13. | alâ | : üzerine |
14. | edbâri-him | : arkalarına |
15. | nufûren | : nefretle |
٤٧
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا
(47) nahnü a’lemü bima yestemiune bihi iz yestemiune ileyke ve iz hüm necva iz yekulüz zalimune in tettebiune illa racülem meshura
biz en iyi bileniz seni dinledikleri zamanda (neyi) dinlediklerini fısıldaştıkları zamanda zalimlerin konuştuklarını, siz ancak tabi olunursunuz büyülenmiş bir adama.
1. | nahnu | : biz |
2. | a’lemu | : çok iyi biliriz |
3. | bimâ | : şeyi |
4. | yestemiûne | : seni dinlerler |
5. | bi-hi | : ona, onu |
6. | iz yestemiûne | : dinliyorlarken |
7. | ileyke | : sana, seni |
8. | ve iz hum necvâ | : ve onlar fısıldaştılar, gizli gizli konuştular |
9. | iz yekûlu | : dedikleri zaman, diyerek |
10. | ez zâlimûne | : zalimler |
11. | in tettebiûne | : eğer siz tâbî oluyorsanız |
12. | illâ | : ancak |
13. | raculen | : bir adam |
14. | meshûran | : büyülenmiş |
٤٨
اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَطيعُونَ سَبيلًا
(48) ünzur keyfe darabu lekel emsale fe dallu fela yestetiune sebila
bak senin hakkında nasıl misaller getirdiler? sonra saptılar artık yol (bulmaya da) güçleri yetmez
1. | unzur | : bak |
2. | keyfe | : nasıl |
3. | darabû | : (misal) getirdiler, vurguladılar |
4. | leke | : sana, senin için |
5. | el emsâle | : örnekler, misaller, benzetmeler |
6. | fe | : böylece |
7. | dallû | : dalâlette kaldılar |
8. | fe lâ yestetîûne | : artık güç yetiremezler, güçleri yetmez |
9. | sebîlen | : bir yol |
٤٩
وَقَالُوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَديدًا
(49) ve kalu e iza künna izamev ve rufaten e inna le meb’usune halkan cedida
dediler ki: bizler kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı? hakikaten biz mi diriltileceğiz? yeniden yaratılıp
1. | ve kâlû | : ve dediler |
2. | e | : mı |
3. | izâ | : olduğu zaman |
4. | kunnâ | : biz olduk |
5. | izâmen | : kemik |
6. | ve rufâten | : ve kırıntı, ufalanmış toprak |
7. | e | : mı |
8. | innâ | : gerçekten biz |
9. | le meb’ûsûne | : mutlaka beas edilenler (yeniden diriltilenler) |
10. | halkan | : yaratılış |
11. | cedîden | : yeni, yeniden |
Sayfa:286
٥٠
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً اَوْحَديدًا
(50) kul kunu hicareten ev hadida
de ki taş olun, yahut demir
1. | kul | : de, söyle |
2. | kûnû | : olun |
3. | hicâreten | : taş |
4. | ev | : veya |
5. | hadîden | : demir |
٥١
اَوْ خَلْقًا مِمَّا يَكْبُرُ فى صُدُورِكُمْ فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُعيدُنَا قُلِ الَّذى فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُسَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتى هُوَ قُلْ عَسى اَنْ يَكُونَ قَريبًا
(51) ev halkam mimma yekbüru fi suduriküm fe seyekulune mey yüiydüna kulillezi fetaraküm evvele merrah feseyünğidune ileyke ruusehüm ve yekulune meta hu kul asa ey yekune kariba
yahut bir mahluk olun gönlünüzde büyüyen sonra diyecekler bizi tekrar kim diriltecek? sizi ilk defa yaratan de sonra sana başlarını sallayacaklar o ne zaman diyecekler umulur ki yakındır de
1. | ev | : veya |
2. | halkan | : yaratılış |
3. | mim mâ (min mâ) | : şeyden |
4. | yekburu | : büyür, büyük olur, büyüyen (bir şey) |
5. | fî sudûri-kum | : gönlünüzde, içinizde, hayalinizde |
6. | fe se yekûlûne | : o zaman derler |
7. | men | : kim |
8. | yuîdu-nâ | : bizi geri çevirir |
9. | kulillezî (kul ellezî) | : de, ki o |
10. | fetara-kum | : sizi yarattı |
11. | evvele | : ilk, evvelce |
12. | merretin | : kere, defa |
13. | fe se yungıdûne (angada) |
: o zaman sallayacaklar : (salladı) |
14. | ileyke | : sana |
15. | ruûse-hum | : onların başları, başlarını |
16. | ve yekûlûne | : ve derler |
17. | metâ | : ne zaman |
18. | huve | : o |
19. | kul | : de |
20. | asâ | : umulur ki, belki, muhtemelen |
21. | en yekûne | : olmak, olması |
22. | karîben | : pek yakın, yakın |
٥٢
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَجيبُونَ بِحَمْدِه وَتَظُنُّونَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَليلًا
(52) yevme yed’uküm fe testecibune bi hamdihi ve tezunnune il lebistüm illa kalila
sizi o gün davet edecek siz hemen icabet edeceksiniz O’na Hamd ile kaldığınızı zannedeceksiniz sadece çok az (bir süre)
1. | yevme | : o gün |
2. | yed’û-kum | : sizi çağırır, çağıracak |
3. | fe testecîbûne | : o zaman, hemen icabet edeceksiniz |
4. | bi hamdi-hi | : ona hamd ile, onun hamdi ile |
5. | ve tezunnûne | : ve zannedeceksiniz |
6. | in | : eğer, ise, öyle |
7. | lebistum | : kaldınız, orada bulundunuz |
8. | illâ | : ancak, sadece |
9. | kalîlen | : az, pek az |
٥٣
وَقُلْ لِعِبَادى يَقُولُواالَّتى هِىَ اَحْسَنُ اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوًّا مُبينًا
(53) ve kul li ibadi yekulülleti hiye ahsen inneş şeytane yenzeğu beynehüm inneş şeytane kane lil insani adüvvem mübina
ve kullarıma de en güzel olan şeyi söylesin mutlaka şeytan onların aralarını bozar çünkü şeytan insanın açık bir düşmanıdır
1. | ve kul | : ve de |
2. | li ibâdî | : kullarıma |
3. | yekûlû | : söylesinler |
4. | elletî | : ki onu |
5. | hiye | : o |
6. | ahsenu | : en güzel, en ahsen |
7. | inne eş şeytâne | : muhakkak şeytan |
8. | yenzegu | : arasını bozar, fesat çıkarır |
9. | beyne-hum | : onların araları, aralarında |
10. | inne eş şeytâne | : muhakkak şeytan |
11. | kâne | : oldu |
12. | li el insâni | : insan için, insana |
13. | aduvven | : düşman |
14. | mubînen | : apaçık, açıkça, beyan olunan, açıklanan |
٥٤
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِكُمْ اِنْ يَشَاْ يَرْحَمْكُمْ اَوْ اِنْ يَشَاْ يُعَذِّبْكُمْ وَمَا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَكيلًا
(54) rabbüküm a’lemü biküm iy yeşa’ yerhamküm ev iy yeşe’ yüazzibküm ve ma erselnake aleyhim vekila
Rabbiniz sizi çok iyi bilir eğer dilerse size merhamet eder veya size dilerse azap eder biz seni göndermedik onların üzerine vekil
1. | rabbu-kum | : sizin Rabbiniz |
2. | a’lemu | : iyi bilir |
3. | bi-kum | : sizi |
4. | in | : eğer |
5. | yeşa’ | : diler |
6. | yerham-kum | : size merhamet eder, rahmet nuru gönderir |
7. | ev | : veya |
8. | in | : eğer |
9. | yeşa’ | : diler |
10. | yuazzib-kum | : sizi azaplandırır |
11. | ve mâ erselnâ-ke | : ve biz seni göndermedik |
12. | aleyhim | : onların üzerine, onlara |
13. | vekîlen | : vekil olarak |
٥٥
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِمَنْ فِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّنَ عَلى بَعْضٍ وَاتَيْنَا دَاوُدَ زَبُورًا
(55) ve rabbüke a’lemü bi men fis semavati vel ard ve le kad faddalna ba’dan nebiyyine ala ba’div ve ateyna davude zebura
senin Rabbin en iyi bilendir gökyüzünde ve yeryüzünde kim varsa yemin olsun ki, faziletli kıldık biz nebilerin bazısını bazısından ve Davud’a Zebur’u verdik
1. | ve rabbu-ke | : ve Rabbin |
2. | a’lemu | : iyi bilir |
3. | bi men | : kimseyi |
4. | fî es semâvâti | : semalarda (7 kat göklerde) |
5. | ve el ardı | : ve yeryüzü |
6. | ve lekad | : ve andolsun ki |
7. | faddalnâ | : biz üstün kıldık |
8. | ba’dan | : bir kısmını, bazısını |
9. | nebiyyîne | : peygamberler |
10. | alâ ba’dın | : bir kısmı üzerine, diğerlerine |
11. | ve âteynâ | : ve biz verdik |
12. | dâvûde | : Davut’a |
13. | zebûren | : Zebur’u |
٥٦
قُلِ ادْعُوا الَّذينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْويلًا
(56) kulid’ ullezine zeamtüm min dunihi fe la yemlikune keşfed durri anküm ve la tahvila
de ki ondan başka (ilah) zannettiklerinizi çağırın artık malik değillerdir sizden bir zararı kaldırmaya ve değiştirmeye de
1. | kulid’ûllezîne (kul udû ellezîne) | : “o kimseleri davet edin” de |
2. | zeamtum | : zanda bulundunuz |
3. | min dûni-hi | : ondan başka |
4. | fe | : o zaman, oysa, halbuki |
5. | lâ yemlikûne | : güçleri yetmez, güce malik (sahip) değiller |
6. | keşfe | : giderdi, kaldırdı |
7. | ed durri | : darlık, sıkıntı |
8. | an-kum | : sizden |
9. | ve lâ tahvîlen | : ve değiştirme olmaz |
٥٧
اُولءِكَ الَّذينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلى رَبِّهِمُ الْوَسيلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُورًا
(57) ülaikellezine yed’une yebteğune illa rabbihimül vesilete eyyühüm akrabü ve yercune rahmetehu ve yehafune azabeh inne azabe rabbike kane mahzura
işte bunların yalvardıkları kimseler Rablerine vesile ararlar hangisinin daha çok yaklaştıracağına onun rahmetini umanlar ve onun azabından korkanlar şüphesiz Rabbinin azabı çekinilecek bir azaptır
1. | ulâikellezîne (ulâike ellezîne) | : işte onlar |
2. | yed’ûne | : davet ediyorlar, çağırıyorlar |
3. | yebtegûne | : talep ediyorlar, arıyorlar |
4. | ilâ rabbi-him | : Rab’lerine, kendilerinin Rabbine |
5. | el vesîlete | : bir vesile |
6. | eyyu-hum | : onların hangisi |
7. | akrebu | : en yakın |
8. | ve yercûne | : ve ümit ederler |
9. | rahmete-hu | : onun rahmeti |
10. | ve yehâfûne | : ve korkarlar |
11. | azâbe-hu | : onun azabı |
12. | inne | : muhakkak |
13. | azâbe | : azap |
14. | rabbi-ke | : senin Rabbin |
15. | kâne | : oldu |
16. | mahzûren | : hazer edilen (çekinilen, korkulan) |
٥٨
وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَابًا شَديدًا كَانَ ذلِكَ فِى الْكِتَابِ مَسْطُورًا
(58) ve im min karyetin illa nahnü mühlikuha kable yevmil kıyameti ev müazzibuha azaben şedida kane zalike fil kitabi mestura
hiçbir memleket yok ki onu kıyamet kopmadan önce biz helak etmiş olmayalım yahut onu çekmiş olmayalım şedit bir azaba bu hüküm, kitapta yazılıdır
1. | ve in | : ve ise, olursa |
2. | min karyetin | : bir ülke, bir şehir |
3. | illâ | : ancak, yalnız (öyle olur) |
4. | nahnu | : biz |
5. | muhlikû-hâ | : onu helâk edenler, helâk ediciler |
6. | kable | : önce |
7. | yevmi el kıyâmeti | : kıyâmet günü |
8. | ev | : veya |
9. | muazzibû-hâ | : ona azap ediciler, azap edenler |
10. | azâben şedîden | : şiddetli azap |
11. | kâne | : oldu |
12. | zâlike | : işte bu |
13. | fî el kitâbi | : kitapta (vardır) |
14. | mestûren | : yazılmış, yazılı (satırlandırılmış) olarak |
Sayfa:287
٥٩
وَمَا مَنَعَنَا اَنْ نُرْسِلَ بِالْايَاتِ اِلَّا اَنْ كَذَّبَ بِهَاالْاَوَّلُونَ وَاتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا بِهَا وَمَانُرْسِلُ بِالْايَاتِ اِلَّا تَخْويفًا
(59) ve ma meneana en nürsile bil ayati illa en kezzebe bihel evvelun ve ateyna semuden nakate mübsiraten fe zalemu biha ve ma nürsilü bil ayati illa tahvifa
bizi men edemedi o ayetleri göndermekten ancak yalanladı o mucizeleri evvelkiler biz semud kavmine gözle görülen dişi deveyi verdik de onun sebebi ile zalim oldular biz göndeririz mucizeleri ancak korkutmak (için)
1. | ve mâ menea-nâ | : ve bizi engellemedi, bize mani olmadı |
2. | en nursile | : bizim göndermemiz |
3. | bi el âyâti | : âyetleri, delilleri, mucizeleri |
4. | illâ | : ancak, yalnız |
5. | en kezzebe | : yalanlamak |
6. | bi-hâ | : onu |
7. | el evvelûne | : öncekiler, evvelkiler |
8. | ve âteynâ | : ve biz verdik |
9. | semûden | : Semud kavmine |
10. | en nâkate | : dişi deve |
11. | mubsıraten | : görünür olarak, görünen |
12. | fe zalemû | : sonra zulmettiler |
13. | bi-hâ | : ona |
14. | ve mâ nursilu | : ve biz göndermedik |
15. | bi el âyâti | : âyetleri, delilleri, mucizeleri |
16. | illâ | : ancak, den başka |
17. | tahvîfen | : korkutucu olarak |
٦٠
وَاِذْ قُلْنَا لَكَ اِنَّ رَبَّكَ اَحَاطَ بِالنَّاسِ وَمَا جَعَلْنَا الرُّءْيَا الَّتى اَرَيْنَاكَ اِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِى الْقُرْانِ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزيدُهُمْ اِلَّا طُغْيَانًا كَبيرًا
(60) ve iz kulna leke inne rabbeke ehata bin nas ve ma cealner ru’yelleti eraynake illa fitnetel linnasi veş şeceratel mel’unete fil kur’an ve nühavvifühüm fe ma yezidühüm illa tuğyanen kebira
bir zaman, biz sana muhakkak Rabbin insanları kuşatmıştır demiştik biz sana rüyanda gösterdiğimiz o şeyi ancak insanlara bir imtihan (için) verdik, lanet edilen ağacı da kur’an’da, biz onları korkutuyoruz onların ziyadeleşecek olan şeyleri ancak büyük azgınlıklarıdır.
1. | ve iz kulnâ | : ve biz dediğimiz zaman |
2. | leke | : sana |
3. | inne | : muhakkak |
4. | rabbe-ke | : senin Rabbin |
5. | ehâta | : kuşattı, kapsadı |
6. | bi en nâsi | : insanları |
7. | ve mâ cealnâ | : ve biz kılmadık, yapmadık |
8. | er ru’yâlletî (er ru’yâ elletî) | : rüya ki o |
9. | ereynâ-ke | : sana gösterdik |
10. | illâ | : ancak, den başka, sadece |
11. | fitneten | : bir imtihan, fitne |
12. | li en nâsi | : insanlar için |
13. | ve eş şecerete | : ve ağaç |
14. | el mel’ûnete | : lânetlenmiş |
15. | fî el kur’âni | : Kur’ân-ı Kerim’de |
16. | ve nuhavvifu-hum | : ve onları korkutuyoruz |
17. | fe mâ yezîdu-hum | : artık onların arttırmıyor |
18. | illâ | : yalnız, ancak, den başka |
19. | tugyânen | : azgınlık, şaşkınlık |
20. | kebîren | : büyük |
٦١
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلءِكَةِ اسْجُدُوا لِادَمَ فَسَجَدُوا اِلَّا اِبْليسَ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ طينًا
(61) ve iz kulna lil melaiketi scüdu li ademe fe secedu illa iblis kale e escüdü li men halakte tiyna
o zaman meleklere demiştik adem’e secde edin hemen secde ettiler yalnız iblis hariç (iblis) hiç ben secde eder miyim? dedi çamurdan yarattığın birine
1. | ve iz kulnâ | : ve biz demiştik |
2. | lil melâiketiscudû | : meleklere secde edin |
3. | li âdeme | : Âdem’e |
4. | fe | : o zaman |
5. | secedû | : secde ettiler |
6. | illâ | : ancak, başka, hariç |
7. | iblîse | : iblis |
8. | kâle | : dedi |
9. | e escudu | : ben secde mi edeyim |
10. | li men halakte | : halkettiğin, yarattığın kimseye |
11. | tînen | : tînden, çamurdan |
٦٢
قَالَ اَرَاَيْتَكَ هذَا الَّذى كَرَّمْتَ عَلَىَّ لَءِنْ اَخَّرْتَنِ اِلى يَوْمِ الْقِيمَةِ لَاَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُ اِلَّا قَليلًا
(62) kale e raeyteke hazel lezi kerramte aleyye le in ehherteni ila yevmil kıyameti le ahtenikenne zürriyyetehu illa kalila
dedi ki baksana sen buna benden üstün tuttuğuna eğer bana mühlet verirsen kıyamet gününe kadar muhakkak onun zürriyetini kendime bağlayacağım çok azı hariç
1. | kâle | : dedi |
2. | e | : mi |
3. | raeyte-ke | : senin görüşün |
4. | hâzâ | : bu |
5. | ellezî | : ki o |
6. | kerremte | : sen yücelttin, kerim kıldın, üstün kıldın, şerefli kıldın |
7. | aleyye | : bana, benim üzerime |
8. | le in ahharte-ni | : gerçekten eğer beni ertelersen |
9. | ilâ yevmil kıyâmeti | : kıyâmet gününe |
10. | le ahtenikenne | : muhakkak ele geçireceğim, kumanda edeceğim, bana tâbî kılacağım |
11. | zurriyyete-hu | : onun soyunu, zürriyetini |
12. | illâ | : ancak, başka, hariç |
13. | kalîlen | : az |
٦٣
قَالَ اذْهَبْ فَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَاِنَّ جَهَنَّمَ جَزَاؤُكُمْ جَزَاءً مَوْفُورًا
(63) kalez heb fe men tebiake minhüm fe inne cehenneme cezaüküm cezaem mevfura
buyurdu defol git artık onlardan kim sana tabi olursa muhakkak sizin cezanız cehennemdir tam yerine getirilen bir ceza
1. | kâlezheb (kâle izheb) | : “git” dedi |
2. | fe men | : artık kim |
3. | tebia-ke | : sana tâbî oldu |
4. | min-hum | : onlardan |
5. | fe | : o zaman, artık |
6. | inne | : muhakkak |
7. | cehenneme | : cehennem |
8. | cezâu-kum | : sizin cezanız |
9. | cezâen | : ceza olarak |
10. | mevfûren | : eksiksiz, tam |
٦٤
وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِى الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ وَعِدْهُمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُورًا
(64) vestefziz menisteta’te minhüm bi savtike ve eclib aleyhim bi haylike ve racilike ve şarikhüm fil emvali vel evladi veidhüm ve ma yeidühümüş şeytanü illa ğurura
tedirgin et gücünün yettiği kimseleri onları sesinle, üzerlerine yaygara bas süvarilerinle ve piyadelerinle mallarına, evlatlarına ortak ol onlara vaatte bulun onlara vaatte bulunur şeytan ancak aldatır.
1. | vestefziz (ve istefsiz) | : ve aldat, rahatsız et |
2. | men isteta’te | : kime güç yetirirsen |
3. | min-hum | : onlardan |
4. | bi savti-ke | : sesinle |
5. | ve eclib | : ve bağırarak sevket (yönlendir) |
6. | aleyhim | : onların üzerine |
7. | bi hayli-ke | : senin atlılarınla |
8. | ve recili-ke | : ve senin yayaların |
9. | ve şârik-hum | : ve onlara ortak ol |
10. | fî el emvâli | : mallarda |
11. | ve el evlâdi | : ve evlâtlarda, çocuklarda |
12. | vaid-hum, | : onlara vaadet |
13. | ve mâ yaidu-hum | : ve onlara vaadettiği şeyler |
14. | eş şeytânu | : şeytan |
15. | illâ | : ancak, fakat |
16. | gurûren | : aldanma, aldatma |
٦٥
اِنَّ عِبَادى لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ وَكَفى بِرَبِّكَ وَكيلًا
(65) inne ibadi leyse leke aleyhim sültan ve kefa bi rabbike vekila
şüphesiz senin kullarımın üzerinde bir hakimiyetin olamaz vekil olarak Rabbin kafidir
1. | inne | : muhakkak |
2. | ibâdî | : kullarım |
3. | leyse | : değil, yoktur |
4. | leke | : senin |
5. | aleyhim | : onların üzerine |
6. | sultânûn | : sultanlık, yaptırım gücü |
7. | ve kefâ bi | : ve yeterli, kâfi |
8. | rabbi-ke | : senin Rabbin |
9. | vekîlen | : vekil olarak |
٦٦
رَبُّكُمُ الَّذى يُزْجى لَكُمُ الْفُلْكَ فِى الْبَحْرِ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه اِنَّهُ كَانَ بِكُمْ رَحيمًا
(66) rabbükümüllezi yüzci lekümül fülke fil bahri li tebteğu min fadlih innehu kane bi küm rahiyma
Rabbiniz o (Allah ki) sevk eder sizin için denizde gemileri o’nun fazlından arayasınız diye şüphesiz o size karşı çok merhametlidir
1. | rabbu-kum | : sizin Rabbiniz |
2. | ellezî | : ki o |
3. | yuzcî | : sevkeder (yüzdürür) |
4. | lekum | : sizi, sizin için |
5. | el fulke | : gemiler |
6. | fî el bahri | : denizde |
7. | li tebtegû | : aramanız için |
8. | min fadli-hi | : onun fazlından |
9. | inne-hu | : muhakkak o, çünkü o |
10. | kâne | : oldu |
11. | bi kum | : size |
12. | rahîmen | : merhametli, rahmet eden, rahmet nuru gönderen |
Sayfa:288
٦٧
وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِى الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّا اِيَّاهُ فَلَمَّا نَجّيكُمْ اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُورًا
(67) ve iza messekümüd durru fil bahri dalle men ted’une illa iyyah felemma neccaküm ilel berri a’radtüm ve kanel insanü kefura
denizde size bir zarar dokunduğu zaman (Allah’tan) başka ilah ettikleriniz kaybolur vaktaki sizi kurtarıp karaya (çıkarınca) yüz çevirirsiniz ve insan nankördür
1. | ve izâ messe-kum | : ve size dokunduğu zaman |
2. | ed durru | : bir zarar, bir sıkıntı, bir tehlike |
3. | fî el bahri | : denizde |
4. | dalle | : saptı, gitti |
5. | men ted’ûne | : çağırdığınız, davet ettiğiniz, dua ettikleriniz |
6. | illâ iyyâ-hu | : sadece o hariç, ondan başka |
7. | fe lemmâ | : böylece, olduğu zaman, olunca |
8. | neccâ-kum | : sizi kurtardık |
9. | ilâ el berri | : karaya |
10. | a’radtum | : yüz çevirdiniz |
11. | ve kâne | : ve oldu |
12. | el insânu | : insan |
13. | kefûren | : çok nankör |
٦٨
اَفَاَمِنْتُمْ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمْ جَانِبَ الْبَرِّ اَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًا ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ وَكيلًا
(68) e fe emintüm ey yahsife biküm canibel berri ev yürsile aleyküm hasiben sümme la tecidu leküm vekila
emin mi oldunuz? sizi geçirmesinden kara tarafından yahut göndermesinden üzerinize çakıllı bir rüzgar sonra bulamazsınız kendinize bir vekil
1. | e fe emintum | : bundan sonra emin mi oldunuz |
2. | en yahsife | : yere geçirmesi |
3. | bi-kum | : sizi |
4. | cânibe | : taraf |
5. | el berri | : kara |
6. | ev | : veya |
7. | yursile | : gönderir |
8. | aleykum | : sizin üzerinize |
9. | hâsiben | : taş yağdıran fırtına |
10. | summe | : sonra |
11. | lâ tecidû | : bulamazsınız |
12. | lekum vekîlen | : sizin için bir vekil |
٦٩
اَمْ اَمِنْتُمْ اَنْ يُعيدَكُمْ فيهِ تَارَةً اُخْرى فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفًا مِنَ الرّيحِ فَيُغْرِقَكُمْ بِمَا كَفَرْتُمْ ثُمَّ لَاتَجِدُوا لَكُمْ عَلَيْنَا بِه تَبيعًا
(69) em emintüm ey yüiydeküm fihi taraten uhra fe yürsile aleyküm kasifem miner rihi fe yuğrikaküm bima kefartüm sümme la tecidu leküm aleyna bihi tebia
yoksa emin mi oldunuz? size tekrar gelmesinden o denizden başka bir musibetin hemen size göndermesinden şiddetli bir rüzgarla fırtına ve sizi boğmasından nankörlüğünüz sebebi ile sonra tarafınızdan size (gelen bu musibeti) bulamazsınız defedecek taraftar
1. | em emintum | : emin mi oldunuz |
2. | en yuîde-kum | : sizi döndürmesi |
3. | fî-hi | : ona, oraya, orada |
4. | târeten | : bir defa daha |
5. | uhrâ | : diğer, başka |
6. | fe | : o zaman, artık |
7. | yursile | : gönderir |
8. | aleykum | : sizin üzerinize |
9. | kâsıfen | : kasıp kavuran, şiddetle deviren (kasırga) |
10. | min er rîhi | : fırtınadan, bir fırtına (rüzgâr) |
11. | fe | : o zaman, artık |
12. | yugrika-kum | : sizi (suda) boğar |
13. | bi-mâ kefertum | : inkâr etmenizden dolayı |
14. | summe | : sonra |
15. | lâ tecidû | : bulamazsınız |
16. | lekum | : sizin için |
17. | aleynâ | : bize, bize karşı |
18. | bi-hi | : ona |
19. | tebîan | : yardımcı olan, destek olan |
٧٠
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنى ادَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِى الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلى كَثيرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضيلًا
(70) ve le kad kerramna beni ademe ve hamelnahüm fil berri vel bahri ve razaknahüm minet tayyibati ve faddalnahüm ala kesirim mimmen halakna tefdiyla
yemin olsun ki, şerefli yarattık adem oğullarını onları biz taşıdık karada denizde ve onları rızıklandırdık hoş güzel (nimetlerle) adem oğullarını ve üstün kıldık yarattığımız varlıkların çoğundan daha faziletli
1. | ve lekad | : ve andolsun |
2. | kerremnâ | : biz yücelttik, şereflendirdik, kerim kıldık |
3. | benî âdeme | : Âdemoğlu |
4. | ve hamelnâ-hum | : ve onları taşıdık |
5. | fî el berri | : karada |
6. | ve el bahri | : ve denizde |
7. | ve razaknâ-hum | : ve onları rızıklandırdık |
8. | min et tayyibâti | : temiz, helâl şeylerden |
9. | ve faddalnâ-hum | : ve onları üstün kıldık |
10. | alâ | : üzerine |
11. | kesîrin | : çok, hepsi |
12. | mimmen(min men) halaknâ | : yarattıklarımızdan |
13. | tafdîlen | : üstünlük (fazilet) |
٧١
يَوْمَ نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْ فَمَنْ اُوتِىَ كِتَابَهُ بِيَمينِه فَاُولءِكَ يَقْرَؤُنَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَتيلًا
(71) yevme ned’u külle ünasim bi imamihim fe men utiye kitabehu bi yeminihi fe ülaike yakraune kitabehüm ve la yuzlemune fetila
o gün biz çağıracağız bütün insan topluluklarını imamları ile kimin kitabı sağından verilecek işte onlar kitaplarını okuyacaklar kıl kadar zulüm görmeyecekler
1. | yevme | : o gün |
2. | ned’û | : davet edeceğiz (ederiz), çağıracağız (çağırırız) |
3. | kulle | : herkes, hepsi, bütün |
4. | unâsin | : insanlar |
5. | bi imâmi-him | : imamları ile |
6. | fe | : o zaman |
7. | men | : kim, kimse |
8. | ûtiye | : verilir |
9. | kitâbe-hu | : onun kitabı (kendi kitabı) |
10. | bi yemîni-hi | : onun sağında |
11. | fe ulâike | : o zaman işte onlar |
12. | yakreûne | : okurlar |
13. | kitâbe-hum | : onların kitapları |
14. | ve lâ yuzlemûne | : ve zulmedilmezler |
15. | fetîlen | : hurma çekirdeğindeki küçük iplik (zerre kadar) |
٧٢
وَمَنْ كَانَ فى هذِه اَعْمى فَهُوَ فِى الْاخِرَةِ اَعْمى وَاَضَلُّ سَبيلًا
(72) ve men kane fi hazihi a’ma fe hüve fil ahirati a’ma ve edallü sebila
kim ki burada (hakkı görmeye) ama ise o ahirette de ama olacak ve yol (itibarı ile) en şaşkın olacak
1. | ve men | : ve kim |
2. | kâne | : oldu |
3. | fî hâzihî | : burada |
4. | a’mâ | : kör |
5. | fe huve | : artık o |
6. | fî el âhıreti | : ahirette |
7. | a’mâ | : kör |
8. | ve edallu | : ve daha çok dalâlette, daha çok saptı |
9. | sebîlen | : yol |
٧٣
وَاِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّذى اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ لِتَفْتَرِىَ عَلَيْنَا غَيْرَهُ وَاِذًا لَاتَّخَذُوكَ خَليلًا
(73) ve in kadu le yeftinuneke anillezi evhayna ileyke li tefteriye aleyna ğayrahu ve izel lettehazuke halila
neredeyse seni fitneye düşüreceklerdi sana vahy ettiğimiz o şeyden iftira edesin diye o gayri (olan şeyle) bize ve o zaman seni dost edineceklerdi
1. | ve in | : ve eğer |
2. | kâdû | : neredeyse, az kalsın (oluyordu) |
3. | le yeftinûne-ke | : gerçekten seni fitneye düşürüyorlar |
4. | anillezî (an ellezî) | : ondan |
5. | evhaynâ | : sana vahyettik |
6. | ileyke | : sana |
7. | li tefteriye | : iftira etmen, uydurman için |
8. | aleynâ | : bize |
9. | gayre-hu | : ondan başka |
10. | ve izen | : ve o taktirde, o zaman |
11. | lettehazû-ke (le ittehazû-ke) | : seni mutlaka edinirler |
12. | halîlen | : bir dost |
٧٤
وَلَوْلَا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيًْا قَليلًا
(74) ve lev la en sebbetnake le kad kidte terkenü ileyhim şey’en kalila
velev biz sana sebat vermemiş olsaydık gerçekten sen onlara neredeyse az bir şey de olsa meyletmiştin
1. | ve lev lâ | : ve olmasaydı |
2. | en sebbetnâ-ke | : biz seni sağlamlaştırmamız |
3. | lekad | : andolsun ki |
4. | kidte | : az kalsın, neredeyse |
5. | terkenu | : meyledersin |
6. | ileyhim | : onlara |
7. | şey’en | : bir şey |
8. | kalîlen | : az, biraz |
٧٥
اِذًا لَاَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيوةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَصيرًا
(75) izel le ezaknake di’fel hayati ve di’fel memati sümme la tecidü leke aleyna nesiyra
o zaman biz sana tattırırdık hayatın ve ölümün acısını kat kat sonra bulumazsın bize karşı kendine yardımcı da
1. | izen | : o taktirde, o zaman |
2. | le ezaknâ-ke | : elbette sana tattırdık (tattırırdık) |
3. | di’fa el hayâti | : hayatın zayıflığı (sıkıntısı) |
4. | ve di’fa el memâti (di’fa) |
: ve ölümün zayıflığı (sıkıntısı) : (kat kat, iki kat), (zayıflık, güçsüzlük, sıkıntı) |
5. | summe | : sonra |
6. | lâ tecidu | : bulamazsın |
7. | leke | : senin için |
8. | aleynâ | : bize karşı |
9. | nasîran | : bir yardımcı |
Sayfa:289
٧٦
وَاِنْ كَادُوا لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ الْاَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا وَاِذًا لَا يَلْبَثُونَ خِلَافَكَ اِلَّا قَليلًا
(76) ve in kadu leyestefizzuneke minel erdi li yuhricuke minha ve izel la yelbesune hilafeke illa kalila
az daha seni rahatsız ediyorlardı seni bu yerden çıkarmak için o zaman duracaklardı senin arkanda ancak çok azı
1. | ve in | : ve eğer |
2. | kâdû | : neredeyse, az kalsın |
3. | le yestefizzûne-ke | : seni tedirgin ediyorlar |
4. | min el ardı | : arzdan, yurttan, dünyadan |
5. | li yuhricû-ke | : seni çıkarmak için |
6. | min-hâ | : oradan |
7. | ve izen | : ve o taktirde, artık, bundan sonra |
8. | lâ yelbesûne | : (orada) kalmazlar, kalamazlar |
9. | hilâfe-ke | : senden sonra, senin arkandan |
10. | illâ | : ancak, sadece |
11. | kalîlen | : az |
٧٧
سُنَّةَ مَنْ قَدْ اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْويلًا
(77) sünnete men kad erselna kableke mir rusülina ve la tecidü li sünnetina tahvila
sünnetim (budur) gerçekten, senden önce gönderdiğimiz resüllerimizin sünnetinde de hiçbir değişiklik bulamazsın
1. | sunnete | : sünnet (Allah’ın kanunu) |
2. | men | : kimse, kim |
3. | kad | : olmuştu |
4. | erselnâ | : biz gönderdik |
5. | kable-ke | : senden önce |
6. | min rusuli-nâ | : resûllerimizden |
7. | ve lâ tecidu | : ve bulamazsın |
8. | li sunneti-nâ | : sünnetimizde |
9. | tahvîlen | : bir değişiklik |
٧٨
اَقِمِ الصَّلوةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ اِلى غَسَقِ الَّيْلِ وَقُرْانَ الْفَجْرِ اِنَّ قُرْانَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا
(78) ekımıs salate li dülukiş şemsi ila ğasekıl leyli ve kur’anel fecr inne kur’anel fecri kane meşhuda
namaz kıl güneş tam tepedeyken gece kararmasına kadar sabah vakti de kur’an oku çünkü sabah kur’an’ın okunuşuna şahittir
1. | ekımı es salâte | : namazı kıl, ikame et |
2. | li dulûki | : dönmesi |
3. | eş şemsi | : güneş |
4. | ilâ gasakı el leyli (gasaka) | : gecenin kararmasına kadar (karardı) |
5. | ve kur’âne | : ve Kur’ân-ı Kerim |
6. | el fecri | : fecr vakti, günün ilk aydınlanmaya başladığı vakit |
7. | inne | : muhakkak |
8. | kur’âne | : Kur’ân-ı Kerim |
9. | el fecri | : fecr vakti, günün ilk aydınlanmaya başladığı vakit |
10. | kâne | : dir, idi, oldu |
11. | meşhûden | : şahitli olan, şahit olunan, müşahede edilen |
٧٩
وَمِنَ الَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِه نَافِلَةً لَكَ عَسى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا
(79) ve minel leyli fe tehecced bihi nafiletel leke asa ey yeb’aseke rabbüke mekamem mahmuda
ve geceleyin (kalk) teheccüd kıl sana mahsus nafile olarak umulur ki Rabbin göndere seni makam-ı mahmud’a
1. | ve min el leyli | : ve geceden, gecenin bir kısmında |
2. | fe tehecced | : ve teheccüde kalk, teheccüd namazı kıl |
3. | bihî | : onunla |
4. | nâfileten | : ilâve olarak |
5. | leke | : sana özel, senin için |
6. | asâ | : umulur, yakında olur |
7. | en yeb’ase-ke | : seni gönderir |
8. | rabbu-ke | : senin Rabbin |
9. | makâmen | : makam |
10. | mahmûden | : mahmut, hamdedilen, övülen |
٨٠
وَقُلْ رَبِّ اَدْخِلْنى مُدْخَلَ صِدْقٍ وَاَخْرِجْنى مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلْ لى مِنْ لَدُنْكَ سُلْطَانًا نَصيرًا
(80) ve kur rabbi edhilni müdhale sidkiv ve ahricni muhrace sidkiv vec’al li mil ledünke sültanen nesiyra
de ki Rabbim beni hoşnut ve doğru olarak girdir ve beni doğru olarak (oradan) çıkar ve bana katından yardımcı bir sultan güç ver
1. | ve kul | : ve de ki |
2. | rabbi | : Rabbim |
3. | edhıl-ni | : beni dahil et |
4. | mudhale | : giriş ile |
5. | sıdkın | : sıdk ile, doğrulukla, sadakatle, sadık olarak |
6. | ve ahric-ni | : ve beni çıkar |
7. | muhrece | : çıkış ile |
8. | sıdkın | : sıdk ile, doğrulukla, sadakatle, sadık olarak |
9. | vec’al (ve ic’al) | : ve kıl, yap |
10. | lî | : bana, benim için |
11. | min ledun-ke | : senin katından (gizli ilminden) |
12. | sultânen | : bir sultan, bir güç |
13. | nasîren | : yardım |
٨١
وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
(81) ve kul cael hakku ve zehekal batil innel batile kane zehuka
de ki: hak geldi batıl zail oldu gerçekten batıl daima zeval bulur
1. | ve kul | : ve de, söyle |
2. | câe | : geldi |
3. | el hakku | : hak |
4. | ve zeheka | : ve yok oldu, zail oldu, ortadan kalktı |
5. | el bâtılu | : bâtıl, boş olan, yanlış olan |
6. | inne | : muhakkak |
7. | el bâtıle | : bâtıl |
8. | kâne | : oldu |
9. | zehûkan | : yok olan, ortadan kalkan |
٨٢
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْانِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنينَ وَلَا يَزيدُ الظَّالِمينَ اِلَّا خَسَارًا
(82) ve nünezzilü minel kur’ani ma hüve şifaüv ve rahmetül lil mü’minine ve la yezidüz zalimine illa hasara
Kur’an’ı biz indirdik onda şifa ve rahmet (vardır) mü’minler için zalimlerin de ancak hüsranını artırır
1. | ve nunezzilu | : ve indiriyoruz |
2. | min el kur’ani | : Kur’ân’dan |
3. | mâ | : şey |
4. | huve | : o |
5. | şifâun | : şifa |
6. | ve rahmetun | : ve rahmet |
7. | li el mu’minîne | : mü’minler için, mü’minlere |
8. | ve lâ yezîdu | : ve artırmaz |
9. | ez zâlimîne | : zalimler |
10. | illâ | : sadece, den başka |
11. | hasâran | : ziyan, hüsran, derece kaybı |
٨٣
وَاِذَا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَا بِجَانِبِه وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ كَانَ يَؤُسًا
(83) ve iza en’amna alel insani a’rada ve nea bi canibih ve iza messehüş şerru kane yeusa
o zaman insana nimet versek yüz çevirir ve yan çizer o zaman ona bir şey dokunsa meyus olur
1. | ve izâ en’amnâ | : ve ni’met verdiğimiz (ni’metlendirdiğimiz) zaman |
2. | alâ el insâni | : insana |
3. | a’rada | : yüz çevirdi |
4. | ve neâ | : ve uzaklaştı |
5. | bi cânibi-hi | : yanına (yan çizerek) |
6. | ve izâ | : ve olduğu zaman |
7. | messehu eş şerru | : ona bir şerr dokundu |
8. | kâne | : oldu |
9. | yeûsen | : umutsuz, ümitsiz, yeis, üzüntü |
٨٤
قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلى شَاكِلَتِه فَرَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ اَهْدى سَبيلًا
(84) kul küllüy ya’melü ala şakiletih fe rabbüküm a’lemü bi men hüve ehda sebila
de ki: herkes hareket ediyor kendi görüşüne göre Rabbin daha iyi bilir kimin daha doğru yolda olduğunu
1. | kul | : de ki |
2. | kullun | : hepsi |
3. | ya’melu | : bilir |
4. | alâ | : üzerine, …a, …e |
5. | şâkileti-hi | : onun (kendi) şekli, durumu, hüviyeti, karakteri |
6. | fe | : o zaman, böylece |
7. | rabbu-kum | : (sizin) Rabbiniz |
8. | a’lemu | : en iyi bilir |
9. | bi men | : kim, kimin |
10. | huve | : o |
11. | ehdâ | : daha çok hidayete erdi |
12. | sebîlen | : sebîl, yol |
٨٥
وَيَسَْلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّى وَمَا اُوتيتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَليلًا
(85) ve yes’eluneke anir ruh kulir ruhu min emri rabbi ve ma utitüm minel ilmi illa kalila
sana ruhtan soruyorlar de ki ruh Rabbimin emrindedir size verilmiştir ilimden çok az bir şey
1. | ve yes’elûne-ke | : ve sana sorarlar |
2. | anir rûhı (an er rûhi) | : ruhtan |
3. | kulir rûhu (kul er rûhu) | : de ki ruh |
4. | min emri rabbî | : Rabbimin emrinden |
5. | ve mâ ûtîtum | : ve size verilmedi |
6. | min el ilmi | : ilimden (onun ilminden) |
7. | illâ | : ancak, den başka, sadece |
8. | kalîlen | : az, pek az |
٨٦
وَلَءِنْ شِءْنَا لَنَذْهَبَنَّ بِالَّذى اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ بِه عَلَيْنَا وَكيلًا
(86) ve lein şi’na le nezhebenne billezi evhayna ileyke sümme la tecidü leke bihi aleyna vekila
yemin olsun, eğer dilersek sana vahy ettiğimizi tamamen gideririz sonra bulamazsın bize karşı kendine bir vekil de
1. | ve le in | : ve eğer |
2. | şi’nâ | : dileseydik |
3. | le nezhebenne | : mutlaka gideririz |
4. | bi ellezî | : onu |
5. | evhaynâ | : vahyettik |
6. | ileyke | : sana |
7. | summe | : sonra |
8. | lâ tecidu | : bulamazsın |
9. | leke | : senin, sana |
10. | bi-hi | : ona |
11. | aleynâ | : bize karşı |
12. | vekîlen | : bir vekil |
Sayfa:290
٨٧
اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ اِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَبيرًا
(87) illa rahmetem mir rabbik inne fadlehu kane aleyke kebira
ancak senin Rabbinin rahmeti gerçekten o’nun senin üzerindeki fazlı keremi büyüktür
1. | illâ | : ancak, sadece |
2. | rahmeten | : bir rahmet |
3. | min rabbi-ke | : senin Rabbinden |
4. | inne | : muhakkak |
5. | fadle-hu | : onun fazlı |
6. | kâne | : oldu |
7. | aleyke | : senin üzerinde |
8. | kebîren | : büyük |
٨٨
قُلْ لَءِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هذَا الْقُرْانِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِه وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهيرًا
(88) kul leinic temeatil insü vel cinnü ala ey ye’tu bi misli hazel kur’ani la ye’tune bi mislihi ve lev kane ba’duhüm li ba’din zahira
de ki yemin olsun insan ve cinler toplansa bu kur’an’ın bir mislini getirmek için onun benzerini getiremezler velev birbirlerine yardım da etseler
1. | kul | : de |
2. | le in ictemeâti (le in ictemeâti) | : eğer toplansalar |
3. | el insu | : insan |
4. | ve el cinnu | : ve cin |
5. | alâ | : üzerine, …e |
6. | en ye’tû | : getirmek |
7. | bi misli | : bir misli, bir benzeri |
8. | hâzâ el kur’âni | : bu Kur’ân |
9. | lâ ye’tûne | : getiremezler |
10. | bi misli-hi | : onun bir benzeri |
11. | ve lev kâne | : ve eğer olsa, olsaydı, olsa bile |
12. | ba’du-hum | : onların bir kısmı |
13. | li ba’dın | : bir kısmına |
14. | zahîren | : zahir, yardımcı, destek veren |
٨٩
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فى هذَا الْقُرْانِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ فَاَبى اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُورًا
(89) ve le kad sarrafna lin nasi fi hazel kur’ani min külli meselin fe eba ekserun nasi illa küfura
celalim hakkı için açıkladık biz bu kur’an da insanlar için her konuda misaller fakat ısrar ettiler insanların çoğu ancak kafirdirler
1. | ve lekad | : ve andolsun |
2. | sarrafnâ | : anlattık, açıkladık |
3. | li en nâsi | : insanlar için, insanlara |
4. | fî | : içinde, de |
5. | hâzâ | : bu |
6. | el kur’âni | : Kur’ân-ı Kerim |
7. | min kulli | : hepsinden, bütün |
8. | meselin | : misâl, mesele, durum |
9. | fe | : o zaman, öyleyse, buna rağmen |
10. | ebâ | : çekindi, direndi |
11. | ekseru | : daha çok, çoğu |
12. | en nâsi | : insanlar |
13. | illâ | : başka, sadece |
14. | kufûran | : inkâr ederek |
٩٠
وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعًا
(90) ve kalu len nü’mine leke hatta tef cüra lena minel erdi yembua
dediler ki: biz sana asla inanmayız hatta akıtmadıkça bu yerden bizim için bir pınar
1. | ve kâlû | : ve dediler |
2. | len nu’mine | : biz asla inanmayız |
3. | leke | : sana |
4. | hattâ | : oluncaya kadar, olmadıkça |
5. | tefcure | : fışkırtırsın (yerden çıkarırsın) |
6. | lenâ | : bizim için, bize |
7. | min el ardı | : yerden, yeryüzünden, arzdan |
8. | yenbûan | : pınar, menba, su kaynağı |
٩١
اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخيلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْجيرًا
(91) ev tekune leke cennetüm min nehiyliv ve inebin fe tüfecciral enhara hilaleha tefcira
yahut senin bir bahçen olsun da hurmalıklardan, üzümlerden böylece aksın iki bahçe arasında nehirler aktıkça
1. | ev | : veya |
2. | tekûne | : (senin) olsun |
3. | leke | : sana ait, senin |
4. | cennetun | : bir cennet, bir bahçe |
5. | min nahîlin | : hurma ağaçlarından |
6. | ve inebin | : ve üzüm bağ(lar)ı |
7. | fe tufeccire | : böylece akıtırsın, fışkırtırsın |
8. | el enhâre | : nehirler |
9. | hılâle-hâ | : onun arasından |
10. | tefcîren | : akan, fışkırarak akan |
٩٢
اَوْ تُسْقِطَ السَّمَاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفًا اَوْ تَاْتِىَ بِاللّهِ وَالْمَلءِكَةِ قَبيلًا
(92) ev tüskitas semae kema zeamte aleyna kisefen ev te’tiye billahi vel melaiketi kabila
yahut iddia ettiğin gibi semayı parça parça edip üzerimize düşüresin yahut Allah’ı getiresin ve melekleri karşımıza
1. | ev | : veya |
2. | tuskıta es semâe (sakata) |
: semayı düşürürsün : (düştü) |
3. | kemâ | : gibi |
4. | zeamte | : söylediğin, zanda bulunduğun |
5. | aleynâ | : üzerimize |
6. | kisefen | : parça parça |
7. | ev | : veya |
8. | te’tiye | : getirirsin |
9. | billâhi (bi allâhi) | : Allah’ı |
10. | vel melâiketi | : ve melekleri |
11. | kabîlen | : açıkça, karşımıza (mukabil) |
٩٣
اَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ اَوْ تَرْقى فِى السَّمَاءِ وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتّى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَابًا نَقْرَؤُهُ قُلْ سُبْحَانَ رَبّى هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَرًا رَسُولًا
(93) ev yekune leke beytüm min zuhrufin ev terka fis sema’ ve len nü’mine li rukiyyike hatta tünezzile aleyna kitaben nakraüh kul sübhane rabbi hel küntü illa beşerar rasula
yahut senin bir evin olsun altından (süslenmiş) yahut semaya yükselesin ve senin yükseldiğine asla inanmayız hatta bizim üzerimize indir, okuyacağımız bir kitab. De ki Rabbimi tenzih ederim ben ancak beşer bir resulüm
1. | ev | : veya |
2. | yekûne | : olur, olsun |
3. | leke | : sana ait, senin |
4. | beytun | : bir ev |
5. | min zuhrufin | : altından |
6. | ev | : veya |
7. | terkâ | : çıkarsın, yükselirsin |
8. | fî es semâi | : gökyüzünde, semada |
9. | ve len nu’mine | : ve asla inanmayız |
10. | li rukıyyi-ke | : senin yükselişine, çıkışına |
11. | hattâ tunezzile | : sen indirinceye kadar (indirmedikçe) |
12. | aleynâ | : bize |
13. | kitâben | : bir kitap |
14. | nakreu-hu | : onu okuruz |
15. | kul | : de |
16. | subhâne | : o sübhandır, o noksan sıfatlardan münezzehtir |
17. | rabbî | : Rabbim |
18. | hel | : mı |
19. | kuntu | : ben oldum |
20. | illâ | : sadece, den başka |
21. | beşeren | : beşer, insan |
22. | resûlen | : resûl, elçi |
٩٤
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُوا اِذْ جَاءَهُمُ الْهُدى اِلَّا اَنْ قَالُوا اَبَعَثَ اللّهُ بَشَرًا رَسُولًا
(94) ve ma menean nase ey yü’minu iz caehümül hüda illa en kalu e beasellahü beşerar rasula
engel olan şey insanların inanmalarına onlara hidayetçi geldiği zaman demeleridir Allah beşer bir resul gönderdi
1. | ve mâ | : ve değildir, olmadı |
2. | menea | : men etti, engelledi |
3. | en nâse | : insan |
4. | en yu’minû | : inanmak |
5. | iz câe | : geldiği zaman |
6. | hum | : onlara |
7. | el hudâ | : hidayet |
8. | illâ | : den başka, sadece |
9. | en kâlû | : onların demeleri |
10. | e | : mi |
11. | bease | : gönderdi, hayata getirdi, vazifeli kıldı |
12. | allâhu | : Allah |
13. | beşeren | : beşer, insan |
14. | resûlen | : resûl, elçi |
٩٥
قُلْ لَوْ كَانَ فِى الْاَرْضِ مَلءِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَءِنّينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ مَلَكًا رَسُولًا
(95) kul lev kane fil erdi melaiketüy yemşune mutmeinnine le nezzelna aleyhim mines semai meleker rasula
de ki yeryüzünde olsaydı itminan adımlarla yürüyen melekler mutlak onlara gönderirdik semadan bir melek resul
1. | kul | : de |
2. | lev | : eğer, şâyet |
3. | kâne | : oldu |
4. | fî el ardı | : yeryüzünde |
5. | melâiketun | : melekler |
6. | yemşûne | : yürürler |
7. | mutmainnîne | : mutmain olanlar (olarak), yerleşip yaşayanlar |
8. | le nezzelnâ | : elbette indirirdik |
9. | aleyhim | : onlara |
10. | min es semâi | : semadan |
11. | meleken | : melek |
12. | resûlen | : resûl |
٩٦
قُلْ كَفى بِاللّهِ شَهيدًا بَيْنى وَبَيْنَكُمْ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه خَبيرًا بَصيرًا
(96) kul kefa billahi şehidem beyni ve beyneküm innehu kane bi ibadihi habiram besiyra
de ki: Allah yeter benimle sizin aranızda şahit olarak şüphesiz O kullarının (hallerinden) haberdardır görendir.
1. | kul | : de |
2. | kefâ | : yeter, kâfi oldu |
3. | bi allâhi | : Allah |
4. | şehîden | : şahit olarak |
5. | beynî | : benim |
6. | ve beyne-kum | : ve sizin aranızda |
7. | inne-hu | : muhakkak o |
8. | kâne | : olandır |
9. | bi ıbâdi-hi | : kulları için |
10. | habîren | : haberdar olan |
11. | basîren | : gören |
Sayfa:291
٩٧
وَمَنْ يَهْدِ اللّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِه وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيمَةِ عَلى وُجُوهِهِمْ عُمْيًا وَبُكْمًا وَصُمًّا مَاْويهُمْ جَهَنَّمُ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَعيرًا
(97) ve mey yehdillahü fe hüvel mühted ve mey yudlil fe len tecide lehüm evliyae min dunih ve nahşüruhüm yevmel kıyameti ala vücuhihim umyev ve bükmev ve summa me’vahüm cehennem küllema habet zidnahüm seiyra
Allah kimi hidayete erdirmişse artık o hidayet üzerindedir kimi de saptırırsa onlara (Allah’tan) başka asla dost bulamazlar onları haşrederiz kıyamet günü yüzleri üstü kör dilsiz ve sağır (olarak) onların varacağı yer cehennemdir yanması ne zaman yavaşlasa alevini onlara artırırız
1. | ve men | : ve kim, kimi |
2. | yehdi allâhu | : Allah (Kendisine) ulaştırır |
3. | fe huve | : artık, o zaman, o taktirde o |
4. | el muhtedi | : hidayete ermiştir |
5. | ve men | : ve kim, kimi |
6. | yudlil | : dalâlette bırakır |
7. | fe len tecide | : o zaman bulamazsın |
8. | lehum | : onlar, onlar için |
9. | evliyâe | : velîler, dostlar |
10. | min dûni-hi | : ondan başka |
11. | ve nahşuru-hum | : ve onları haşrederiz, toplarız |
12. | yevme el kıyâmeti | : kıyâmet günü |
13. | alâ vucûhi-him | : yüzleri üzerinde, yüzükoyun, yüzüstü |
14. | umyen | : kör olarak |
15. | ve bukmen | : ve dilsiz olarak |
16. | ve summen | : ve sağır olarak |
17. | me’vâ-hum | : onların barınağı, kalacağı yeri |
18. | cehennemu | : cehennem |
19. | kullemâ | : her seferinde, her defasında |
20. | habet | : sönmeye yüz tuttu |
21. | zidnâ-hum | : onlara artırırırz |
22. | saîren | : alevli ateş |
٩٨
ذلِكَ جَزَاؤُهُمْ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِايَاتِنَا وَقَالُوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَديدًا
(98) zalike cezaühüm bi ennehüm keferu bi ayatina ve kalu e iza künna izamev ve rufaten e inna le meb’usune halkan cedida
işte bu onların cezasıdır çünkü onlar bizim ayetlerimizi inkar ettiler dediler ki biz olduğumuz zaman mı bir yığın kemik ve ufalanmış toz gerçekten biz mi diriltileceğiz? tekrar yeniden
1. | zâlike | : işte bu |
2. | cezâu-hum | : onların cezası |
3. | bi enne-hum | : onların olması dolayısıyla, sebebiyle |
4. | keferû | : inkâr ettiler |
5. | bi âyâti-nâ | : âyetlerimizi |
6. | ve kâlû | : ve dediler |
7. | e izâ kunnâ | : biz olduğumuz zaman mı |
8. | izâmen | : kemik |
9. | ve rufâten | : ve toz haline gelmiş (toprak) |
10. | e innâ | : gerçekten biz mi |
11. | le meb’ûsûne | : mutlaka beas edileceğiz, diriltileceğiz |
12. | halkan | : yaratılış |
13. | cedîden | : yeni olarak |
٩٩
اَوَ لَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّهَ الَّذى خَلَقَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ قَادِرٌ عَلى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ وَجَعَلَ لَهُمْ اَجَلًا لَا رَيْبَ فيهِ فَاَبَى الظَّالِمُونَ اِلَّا كُفُورًا
(99) e ve lem yerav ennellahellezi halekas semavati vel erda kadirun ala ey yahlüka mislehüm ve ceale lehüm ecelel la raybe fih fe ebez zalimune illa küfura
görmediler mi? gerçekten Allah gökleri ve yeri yarattı onların mislini de yaratmaya kadirdir onlar için bir ecel tayin etti onda hiç şüphe yoktur ancak zalimler küfürde kalmakta direndi
1. | e ve lem yerev | : ve onlar görmüyorlar mı |
2. | ennallâhellezî | : o Allah ki, onun olduğunu |
3. | halaka es semâvâti | : semaları yarattı |
4. | ve el arda | : ve yeryüzü, arz |
5. | kâdirun | : kaadir olan, gücü yeten |
6. | alâ | : üzerine, …e |
7. | en yahluka | : yaratmak |
8. | misle-hum | : onların benzerini, bir mislini daha |
9. | ve ceale | : ve kıldı, yaptı |
10. | lehum | : onlara, onlar için |
11. | ecelen | : bir süre, bir ecel, belli bir zaman dilimi |
12. | lâ reybe | : şüphe yoktur |
13. | fî-hi | : onda |
14. | fe ebâ | : buna rağmen direttiler, dayattılar |
15. | ez zalimûne | : zulmedenler |
16. | illâ | : sadece, ancak, yalnız |
17. | kufûren | : inkâr ederek |
١٠٠
قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَاءِنَ رَحْمَةِ رَبّى اِذًا لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِ وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُورًا
(100) kul lev entüm temlikune hazaine rahmeti rabbi izel le emsektüm haşyetel infak ve kanel insanü katura
de ki sizler sahip olsaydınız Rabbimin rahmet hazinelerine o zaman (yoksulluk) korkusundan infak etmezdiniz (bu), insanın cimri oluşundandır
1. | kul | : de |
2. | lev | : eğer, şâyet |
3. | entum | : siz |
4. | temlikûne | : siz maliksiniz, sahipsiniz |
5. | hazâine | : hazineler |
6. | rahmeti | : rahmet |
7. | rabbî | : Rabbim |
8. | izen | : olduğu zaman, öyle olursa |
9. | le emsektum | : mutlaka siz tuttunuz (tutardınız) |
10. | haşyete el infâkı | : infâk (harcama, tükenme) korkusu |
11. | ve kâne | : ve oldu, …dir |
12. | el insânu | : insan |
13. | katûren (katere) |
: çok cimri : (fazla sıktı, daralttı) |
١٠١
وَلَقَدْ اتَيْنَا مُوسى تِسْعَ ايَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسَْلْ بَنى اِسْرَاءلَ اِذْ جَاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّى لَاَظُنُّكَ يَا مُوسى مَسْحُورًا
(101) ve le kad ateyna musa tis’a ayatim beyyinatin fes’el beni israile iz caehüm fe kale lehu fir’avnü inni le ezunnüke ya musa meshura
yemin olsun biz Musa’ya açık dokuz mucize verdik israil oğullarına sor (Musa) onlara geldiği zaman firavun ona dedi ki ya Musa! ben seni mutlaka büyülenmiş zannediyorum
1. | ve lekad | : ve andolsun |
2. | âteynâ | : biz verdik |
3. | mûsâ | : Musa |
4. | tis’a | : dokuz |
5. | âyâtin | : âyetler, mucizeler |
6. | beyyinâtin | : beyyine, açıkça, beyan olunanlar, ispat vasıtaları |
7. | fes’el (fe es’el) | : o zaman artık sor |
8. | benî isrâîle | : İsrailoğullarına |
9. | iz câe-hum | : onlara gelmişti |
10. | fe | : o zaman |
11. | kâle | : dedi |
12. | lehu | : ona |
13. | fir’avnu | : firavun |
14. | in-nî | : muhakkak (ki) ben, mutlaka ben |
15. | le ezunnu-ke | : kesin bir şekilde senin olduğunu zannediyorum (kesinlikle inanıyorum) |
16. | yâ mûsâ | : ey Musa |
17. | meshûren | : büyülenmiş, sihir yapılmış |
١٠٢
قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا اَنْزَلَ هؤُلَاءِ اِلَّا رَبُّ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَاءِرَ وَاِنّى لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُورًا
(102) kale le kad alimte ma enzele haülai illa rabbüs semavati vel erdi besair ve inni le ezunnüke ya fir’avnü mesbura
dedi! pekala bilirsin bu mucizeler indirildi göklerin ve yerin Rabbi (tarafından) ancak ibret (alsınlar diye) ey firavun! ben de seni mutlaka helak olmuş zannediyorum
1. | kâle | : dedi |
2. | lekad | : andolsun |
3. | alimte | : sen bildin, biliyordun |
4. | mâ enzele | : indirmedi |
5. | hâulâi | : bunlar |
6. | illâ | : ancak, den başka |
7. | rabbu | : Rabb |
8. | es semâvâti | : semalar |
9. | ve el ardı | : ve yeryüzü, arz |
10. | basâire | : basiretle (ibretle) görülen, görünür bir şekilde, görülmek üzere |
11. | ve innî | : ve muhakkak ki ben |
12. | le ezunnu-ke | : mutlaka seni sanıyorum, kesin şekilde inanıyorum |
13. | yâ fir’avnu | : ey firavun, ya firavun |
14. | mesbûren | : yıkılmış, helâk olmuş |
١٠٣
فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَميعًا
(103) fe erade ey yestefizze hüm minel erdi fe ağraknahü ve mem meahu cemia
rahatsız etmek istedi o yerde onları biz de onu boğuverdik ve beraberindekileri de toptan
1. | fe | : o zaman, böylece, bundan sonra |
2. | erâde | : istedi, diledi |
3. | en yestefizze-hum | : onları tedirgin etmek (yerinden oynatmak, çıkarmak) |
4. | min el ardı | : yeryüzünden (yurttan) |
5. | fe | : böylece, bunun üzerine |
6. | agraknâ-hu | : biz onu boğduk |
7. | ve men mea-hu | : ve beraberindekiler |
8. | cemîan | : topluca, hepsi |
١٠٤
وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِه لِبَنى اِسْرَاءلَ اسْكُنُوا الْاَرْضَ فَاِذَا جَاءَ وَعْدُ الْاخِرَةِ جِءْنَا بِكُمْ لَفيفًا
(104) ve kulna mim ba’dihi li beni israiyles künül erda fe iza cae va’dül ahirati ci’na biküm lefifa
dedik ardından israil oğullarına bu yere yerleşin ahiret vaadi geldiği zaman biz de sizleri derleyip toplayarak getireceğiz
1. | ve kulnâ | : ve dedik, söyledik |
2. | min ba’di-hî | : ondan sonra |
3. | li benî isrâîle | : İsrailoğullarına |
4. | uskunû el arda | : yeryüzünde (orada) yerleşin, iskân olun |
5. | fe | : o zaman, böylece |
6. | izâ câe | : geldiğinde, geldiği zaman, hasıl olduğu zaman |
7. | va’dul âhıreti | : ahiret vaadi, ahiret zamanı |
8. | ci’nâ bi | : getireceğiz, derleyip toplayacağız |
9. | kum | : sizi |
10. | lefîfen | : beraber, birarada (biraraya) |
Sayfa:292
١٠٥
وَبِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَ وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذيرًا
(105) ve bil hakkı enzelnahü ve bil hakkı nezel ve ma erselnake illa mübeşşirav ve nezira
biz onu hak olarak indirdik (o da) hak olarak indi biz seni ancak gönderdik müjdeleyici ve uyarıcı olarak
1. | ve bi el hakkı | : ve hakkı |
2. | enzelnâ-hu | : onu biz indirdik |
3. | ve bi el hakkı | : ve hak ile |
4. | nezele | : indi |
5. | ve mâ erselnâ-ke | : ve seni göndermedik |
6. | illâ | : ancak, yalnızca, den başka |
7. | mubeşşiren | : müjdeleyici |
8. | ve nezîren | : ve nezir, uyarıcı |
١٠٦
وَقُرْانًا فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَاَهُ عَلَى النَّاسِ عَلى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْزيلًا
(106) ve kur’anen feraknahü li takraehu alen nasi ala müksiv ve nezzelnahü tenzila
biz onu ayet ayet ayırdık insanlara belli aralıklarla onu okuyasın diye ve onu yavaş yavaş indirdik
1. | ve kur’ânen | : ve Kur’ân-ı Kerim |
2. | faraknâ-hu | : onu kısımlara ayırdık |
3. | li takree-hu | : onu okuman için |
4. | alen nâsi (alâ en nâsi) | : insanlara |
5. | alâ muksin | : uzun sürede |
6. | ve nezzelnâ-hu | : ve onu indirdik |
7. | tenzîlen | : bir indirme ile, indiriş ile, tenzil ederek |
١٠٧
قُلْ امِنُوا بِه اَوْ لَا تُؤْمِنُوا اِنَّ الَّذينَ اُوتُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِه اِذَا يُتْلى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّدًا
(107) kul aminu bihi ev la tü’minu innellezine utül ilme min kablihi iza yütla aleyhim yehirrune lil ezkani sücceda
de ki ona (ister) inan yahut inanmayın ondan önce kendilerine ilim verilenler kendilerine tilavet edildiği zaman yüzleri üstü secdeye kapanıyorlar
1. | kul | : de |
2. | âminû | : inanın (inandılar) |
3. | bi-hi | : ona |
4. | ev | : veya |
5. | lâ tu’minû | : inanmayın |
6. | inne ellezîne | : muhakkak onlar, o kimseler |
7. | ûtu | : verildi |
8. | el ilme | : ilim |
9. | min kabli-hi | : ondan önce |
10. | izâ yutlâ | : okunduğu zaman |
11. | aleyhim | : onlara |
12. | yahırrûne | : kapanırlar |
13. | li el ezkâni | : çenelerine (çeneleri üstüne) |
14. | succeden | : secde ederek |
١٠٨
وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَا اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولًا
(108) ve yekulune sübhane rabbina in kane va’dü rabbina le mef’ula
ve diyorlar ki Rabbimizi tenzih ederiz Rabbimizin vaadi elbette yerine getirildi
1. | ve yekûlûne | : ve derler |
2. | subhâne | : yücedir, sübhandır, herşeyden münezzehtir |
3. | rabbi-nâ | : Rabbimiz |
4. | in kâne | : olursa |
5. | va’du | : vaadetti |
6. | rabbi-nâ | : Rabbimiz |
7. | le mef’ûlen | : mutlaka, elbette yapılmıştır, ifa edilmiştir |
١٠٩
وَيَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزيدُهُمْ خُشُوعًا
(109) ve yehirrune lil ezkani yebkune ve yezidühüm huşua
ağlayarak yüz üstü (secdeye) kapanıyorlar onların huşu ve saygılarını artırıyor
1. | ve yahırrûne | : ve kapanıyorlar, kapanırlar |
2. | li el ezkâni | : çenelerine (çeneleri üstüne) |
3. | yebkûne | : ağlıyorlar, ağlarlar |
4. | ve yezîdu-hum | : ve onların artıyor |
5. | huşûan | : huşû |
١١٠
قُلِ ادْعُوا اللّهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمنَ اَيًّا مَاتَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنى وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذلِكَ سَبيلًا
(110) kulid’ ullahe evid’ur rahman eyyem ma ted’u fe lehül esmaül husna ve la techer bi salatike ve la tühafit biha vebteğı beyne zalike sebila
de ki Allah (diye) dua edin yahut rahman (diye) dua edin hangisi ile dua etseniz en güzel isimler O’nundur namazında sesini çok yükseltme okuyuşunu çok da alçaltma ikisinin arasında bir yol tut
1. | kulid’ullâhe (kul ud’u allâhe) | : de ki Allah (diye) çağır |
2. | evid’u (ev ud’û) | : veya çağır |
3. | er rahmâne | : rahmân |
4. | eyye | : hangisi |
5. | mâ ted’û | : çağırdığınız şey (isim) |
6. | fe | : böylece, hepsi |
7. | lehu | : onun |
8. | el esmâu el husnâ | : esmaül hüsna, en güzel isimler |
9. | ve lâ techer | : ve çok yükseltme, çok belli etme |
10. | bi salâtike | : namazında |
11. | ve lâ tuhâfit | : ve gizleme |
12. | bi-hâ | : onu |
13. | vebtegı (ve ibtegi) | : ve ibtiga et, iste |
14. | beyne | : arasında |
15. | zâlike | : bu |
16. | sebîlen | : bir sebîl, bir yol |
١١١
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذى لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَريكٌ فِى الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِىٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْبيرًا
(111) ve kulil hamdü lillahil lezi lem yettehiz veledev ve lem yekül lehu şerikün fil mülki ve lem yekun lehu veliyyüm minez zülli ve kebbirhü tekbira
de ki Allah’a hamd olsun o ki evlat edinmeyen mülkünde ortağı olmayan veliye ihtiyacı olmayan zul durumuna düşmediğinden ve O’nu tekbir ile büyülterek yücelt
1. | ve kulil hamdu | : ve hamd ile de |
2. | lillâhillezî (li allâhi ellezî) | : Allah’a ki o |
3. | lem yettehız | : edinmedi, edinmez |
4. | veleden | : bir çocuk |
5. | ve lem yekun | : ve olmamıştır, olmaz |
6. | lehu | : onun |
7. | şerîkun | : bir ortak |
8. | fî el mulki | : mülkte |
9. | ve lem yekun | : ve olmamıştır, olmaz |
10. | lehu | : onun |
11. | veliyyun | : dost, yardımcı |
12. | min ez zulli | : zilletten |
13. | ve kebbir-hu | : ve onu tekbir et, onu büyült, yücelt |
14. | tekbîren | : tekbir ile, (onun) büyüklüğünü ifade ederek, üstün kılarak |
18-KEHF
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
١
اَلْحَمْدُ لِلّهِ الَّذى اَنْزَلَ عَلى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِوَجًا
(1) elhamdü lillahillezi enzele ala abdihil kitabe ve lem yec’al lehu iveca
Hamd Allah’a mahsustur O ki kuluna kitabı indirmiş ve onda hiçbir eğrilik yapmamıştır
1. | el hamdulillâhillezî | : hamd Allah’adır, o ki |
2. | enzele | : indirdi |
3. | alâ abdi-hi | : kuluna |
4. | el kitâbe | : kitabı |
5. | ve lem yec’al | : ve kılmadı, olmadı |
6. | lehu | : onda |
7. | ivecen | : bir çarpıklık, eğrilik |
٢
قَيِّمًا لِيُنْذِرَ بَاْسًا شَديدًا مِنْ لَدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنينَ الَّذينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْرًا حَسَنًا
(2) kayyimel li yünzira be’sen şedidem mil ledünhü ve yübeşşiral mü’mininellezine ya’melunes salihati enne lehüm ecran hasena
dosdoğru olarak uyarmak için O’nun katında şiddetli bir azap (ile) mü’minleri müjdelemek için ve salih amel işleyenleri muhakkak onlar için çok güzel ecir (vardır)
1. | kayyimen | : kayyum olarak, kıyâmete kadar devam ederek |
2. | li yunzire | : uyarması için |
3. | be’sen | : bir azapla |
4. | şedîden | : şiddetli |
5. | min ledun-hu | : (onun) katından, kendi katından |
6. | ve yubeşşire | : ve müjdeler |
7. | el mu’minîne ellezîne | : mü’minleri, o kimseler ki |
8. | ya’melûn es sâlihâti | : salih (nefsi ıslâh edici) ameller yaparlar |
9. | enne | : muhakkak, olduğunu |
10. | lehum | : onlar için |
11. | ecren | : bir ecir, mükâfat |
12. | hasenen | : (en) güzel |
٣
مَاكِثينَ فيهِ اَبَدًا
(3) makisine fihi ebeda
orada ebedi olarak kalacaklar
1. | mâkisîne | : kalıcıdırlar |
2. | fî-hi | : orada |
3. | ebeden | : ebediyyen |
٤
وَيُنْذِرَ الَّذينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللّهُ وَلَدًا
(4) ve yünzirallezine kalüt tehazellahü veleda
diyenleri uyarıyor Allah çocuk edindi
1. | ve yunzire | : ve uyarır, korkutur |
2. | ellezîne | : o kimseleri |
3. | kâlû | : dediler |
4. | ittehaze allâhu | : Allah edindi |
5. | veleden | : bir çocuk |
Sayfa:293
٥
مَالَهُمْ بِه مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِابَاءِهِمْ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْ اِنْ يَقُولُونَ اِلَّا كَذِبًا
(5) ma lehüm bihi min ilmiv ve la li abaihim kebürat kelimeten tahrucü min efvahihim iy yekulune illa keziba
buna dair kendilerinde hiçbir ilim yoktur ve onların babalarında da yoktur ağızlarından çıkardıkları kelime ne büyüktür söyledikleri ancak yalandır
1. | mâ | : yoktur |
2. | lehum | : onların |
3. | bi-hi | : ona ait, ona dair |
4. | min ılmin | : (ilimden) bir ilimleri |
5. | ve lâ | : ve yoktur |
6. | li âbâi-him | : onların babalarının, atalarının |
7. | keburet | : çok büyük, büyük oldu |
8. | kelimeten | : bir kelime |
9. | tahrucu | : çıkıyor |
10. | min efvâhi-him | : ağızlarından |
11. | in yekûlûne | : söylerlerse |
12. | illâ | : ancak, sadece |
13. | keziben | : yalan (olarak) |
٦
فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ عَلى اثَارِهِمْ اِنْ لَمْ يُؤْمِنُوا بِهذَا الْحَديثِ اَسَفًا
(6) fe lealleke bahiun nefseke ala asarihim illem yü’minu bi hazel hadisi esefa
belki sen mahvedeceksin onların izledikleri durumdan dolayı nefsini kur’an’a iman etmediklerinden dolayı üzülerek
1. | fe lealle-ke | : bundan sonra, o zaman belki sen, neredeyse sen |
2. | bahiun | : öldürücü, helâk edici |
3. | nefse-ke | : sen kendini |
4. | alâ âsâri-him | : onların izi üzere, onların arkalarından |
5. | in | : eğer |
6. | lem yu’minû | : inanmazlar |
7. | bi hâzâ el hadîsi | : bu söze |
8. | esefen | : üzüntü (ile), esefle, esef ederek |
٧
اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ زينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا
(7) inna cealna ma alel erdi zinetel leha li neblüvehüm eyyühüm ahsenü amela
şüphesiz biz yaptık ki; yeryüzündekileri onlar için ziynetli onları imtihan edelim onlardan hangisi daha güzel amel işleyecek
1. | innâ | : muhakkak biz |
2. | cealnâ | : kıldık |
3. | mâ | : şeyleri |
4. | alel ardı (alâ el ardı) | : yeryüzünde |
5. | zîneten | : süs, ziynet |
6. | lehâ | : ona |
7. | li nebluve-hum | : onları imtihan etmemiz için |
8. | eyyu-hum | : onların hangisi |
9. | ahsenu | : daha güzel, en güzel |
10. | amelen | : amel |
٨
وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعيدًا جُرُزًا
(8) ve inna le cailune ma aleyha saiyden cüruza
muhakkak biz (zamanla) yaparız yeryüzünü kupkuru toprak
1. | ve innâ | : ve muhakkak biz |
2. | le câilûne | : elbette kılıcılarız, yapanlarız |
3. | mâ aleyhâ | : onun üzerinde olan şeyler |
4. | saîden | : toprak |
5. | curuzen | : üzerinde nebat bulunmayan çorak, kuru toprak |
٩
اَمْ حَسِبْتَ اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقيمِ كَانُوا مِنْ ايَاتِنَا عَجَبًا
(9) em hasibte enne ashabel kehfi ver rakiymi kanu min ayatina aceba
yoksa ne sandın? sen ashab-ı kehf ile rakim’i bizim şaşılacak ayetlerimizdendi
1. | em | : yoksa, veya |
2. | hasibte | : sen sandın |
3. | enne | : olduğunu |
4. | ashâbe el kehfi | : kehf (mağara) ehli (mağarada bulunanlar) |
5. | ve er rakîmi | : ve Rakîm |
6. | kânû | : oldular |
7. | min âyâti-nâ | : âyetlerimizden |
8. | acaben | : acayip olan, garip olan |
١٠
اِذْ اَوَى الْفِتْيَةُ اِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا اتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّءْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَدًا
(10) iz evel fityetü ilel kehfi fe kalu rabbena atina mil ledünke rahmetev ve heyyi’ lena min emrina raşeda
o zaman sığındı gençler mağaraya şöyle dediler ey Rabbimiz bize katından rahmet ver bizim işlerimizi kolaylaştır (ve) rüşte eriştir
1. | iz evâ | : sığındıkları zaman |
2. | el fityetu | : gençler |
3. | ilel kehfi (ilâ el kehfi) | : mağaraya |
4. | fe kâlû | : o zaman dediler |
5. | rabbe-nâ | : Rabbimiz |
6. | âti-nâ | : bize ver |
7. | min ledun-ke | : senin katından |
8. | rahmeten | : bir rahmet |
9. | ve heyyi’ | : ve bağışla, lütfet |
10. | lenâ | : bize |
11. | min emri-nâ | : emrimizden, içimizden |
12. | reşeden | : irşad edecek |
١١
فَضَرَبْنَا عَلى اذَانِهِمْ فِى الْكَهْفِ سِنينَ عَدَدًا
(11) fe darabna ala azanihim fil kehfi sinine adeda
böylece onların kulaklarına engel vurduk mağaranın içinde nice sayılı yıllar (kaldılar)
1. | fe | : o zaman, böylece, böylelikle |
2. | darabnâ | : vurduk, yatırdık, uyuttuk |
3. | alâ | : üzerine, …e, …a |
4. | âzâni-him | : onların kulakları |
5. | fî el kehfi | : mağarada, mağara içinde |
6. | sinîne | : seneler, yıllar |
7. | adeden | : adet, sayı |
١٢
ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ اَىُّ الْحِزْبَيْنِ اَحْصى لِمَا لَبِثُوا اَمَدًا
(12) sümme beasnahüm li na’leme eyyül hizbeyni ahsa lima lebisu emeda
sonra onları (tekrar) dirilttik iki topluluktan hangisi bilelim diye onların bekledikleri müddeti daha iyi hesap etmiştir
1. | summe | : sonra |
2. | beasnâ-hum | : onları uyandırdık, dirilttik |
3. | li na’leme | : bilmemiz için, belirtmemiz için |
4. | eyyu | : hangisi |
5. | el hızbeyni | : iki topluluk |
6. | ahsâ | : daha iyi hesaplar |
7. | limâ | : o şeyi |
8. | lebisû | : kaldılar |
9. | emeden | : uzun zaman, uzun süre, müddet |
١٣
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَاَهُمْ بِالْحَقِّ اِنَّهُمْ فِتْيَةٌ امَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًى
(13) nahnü nekussu aleyke nebeehüm bil hakk innehüm fityetün amenu bi rabbihim ve zidnahüm hüda
biz anlatıyoruz sana onların haberini hak olarak gerçekten onlar gençlerdi Rablerine iman etmiş biz de onların hidayetlerini artırdık
1. | nahnu | : biz |
2. | nakussu | : anlatıyoruz |
3. | aleyke | : sana |
4. | nebe’e-hum | : onların haberlerini |
5. | bi el hakkı | : hak ile, gerçek olarak |
6. | inne-hum | : muhakkak onlar |
7. | fityetun | : gençler |
8. | âmenû | : âmenû oldular, inandılar |
9. | bi rabbi-him | : Rab’lerine |
10. | ve zidnâ-hum | : ve onlara artırdık |
11. | huden | : hidayet |
١٤
وَرَبَطْنَا عَلى قُلُوبِهِمْ اِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ لَنْ نَدْعُوَا مِنْ دُونِه اِلهًا لَقَدْ قُلْنَا اِذًا شَطَطًا
(14) ve rabatna ala kulubihim iz kamu fe kalu rabbüna rabbüs semavati vel erdi len ned’uve min dunihi ilahel le kad kulna izen şetata
onların kalplerine sebat verdik o zaman kalktılar hemen dediler ki bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir biz tapmayız ondan başka hiçbir ilaha kesinlikle o zaman saçma söz söylemiş oluruz
1. | ve rabatnâ | : ve bağladık, kuvvetlendirdik, takviye ettik, rabıta kurduk |
2. | alâ | : üzerine, üzerinde |
3. | kulûbi-him | : onların kalpleri |
4. | iz kâmû | : kıyam ettikleri zaman, ayağa kalkınca |
5. | fe | : böylece, o zaman |
6. | kâlû | : dediler |
7. | rabbu-nâ | : Rabbimiz |
8. | rabbu es semâvâti | : semaların Rabbi |
9. | ve el ardı | : ve yeryüzü, arz |
10. | len ned’uve | : asla dua etmeyiz |
11. | min dûni-hi | : ondan başkasına |
12. | ilâhen | : ilâh |
13. | lekad | : andolsun |
14. | kulnâ | : söyledik, dedik |
15. | izen | : öyleyse, öyle olursa, bu taktirde |
16. | şetaten | : haddi aşma, taşkınlık, yanlış |
١٥
هؤُلَاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه الِهَةً لَوْلَا يَاْتُونَ عَلَيْهِمْ بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرى عَلَى اللّهِ كَذِبًا
(15) haülai kavmünet tehazu min dunihi aliheh lev la ye’tune aleyhim bi sültanim beyyin fe men azlemü mimmeniftera alellahi keziba
işte şunlar bizim kavmimiz (Allah’tan) on’dan başka ilahlar edindiler getirsinler ya onların (ilah olduklarına) dair açık bir delil artık daha zalim kim olabilir? Allah’a yalan iftira edenden
1. | hâulâi | : işte bunlar |
2. | kavmu-nâ | : bizim kavmimiz |
3. | ittehazû | : edindiler |
4. | min dûni-hi | : ondan başka |
5. | âliheten | : ilâhlar |
6. | lev | : olsa, olmasına rağmen |
7. | lâ ye’tûne | : gelmez |
8. | aleyhim | : onlara |
9. | bi sultânin | : bir delil, bir sultan |
10. | beyyinin | : açıkça |
11. | fe men | : o zaman kim |
12. | azlemu | : daha zalim |
13. | mimmenifterâ | : iftira eden kimseden |
14. | alallâhi (alâ allahi) | : Allah’a karşı, Allah’a |
15. | keziben | : yalanla |
Sayfa:294
١٦
وَاِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ اِلَّا اللّهَ فَاْوُا اِلَى الْكَهْفِ يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه وَيُهَيِّءْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقًا
(16) ve izi’tezeltümuhüm ve ma ya’büdune illallahe fe’vu ilel kehfi yenşur leküm rabbüküm mir rahmetihi ve yüheyyi’ leküm min emriküm mirfeka
o zaman uzaklaştınız Allah hariç onlardan ve taptıkları bütün güçlerden o halde mağaraya sığının genişlik verilerek Rabbinizin size rahmetinden size kolaylaştırsın yardım ederek işlerinizi
1. | ve izi’tezeltumû-hum (i’tezele) |
: ve onlardan ayrıldığınız zaman : (ayrıldı) |
2. | ve mâ ya’budûne | : ve kul olduğunuz şeyler |
3. | illâllâhe (illâ allâhe) | : Allah’tan başka |
4. | fe’vû (fe evû) | : artık, o halde, sığının |
5. | ilel kehfi (illâ el kehfi) | : mağaraya |
6. | yenşur | : neşretsin, göndersin, ulaştırsın |
7. | lekum | : sizin için, size |
8. | rabbu-kum | : Rabbiniz |
9. | min rahmeti-hi | : rahmetinden |
10. | ve yuheyyi’ | : ve kolaylaştırsın, düzenlesin, lütfetsin |
11. | lekum | : sizin için, size |
12. | min emri-kum | : sizin emrinizden, sizin işinizden (işinizi) |
13. | mirfekan | : yardımcı olarak, arkadaş, destek olarak |
١٧
وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمينِ وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فى فَجْوَةٍ مِنْهُ ذلِكَ مِنْ ايَاتِ اللّهِ مَنْ يَهْدِ اللّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُرْشِدًا
(17) ve teraş şemse iza taleat tezaveru an kehfihim zatel yemini ve iza ğarabet takridu hüm zateş şimali ve hüm fi fecvetim minh zalike min ayatillah mey yehdillahü fe hüvel mühted ve mey yudlil fe len tecide lehu veliyyem mürşida
güneş’i görürsün doğduğu zaman bulundukları mağaranın sağ tarafına meyil eder battığı zaman da kenarından geçerdi onların sol tarafından ve onlar mağaranın geniş yerindeydiler işte bu Allah’ın ayetlerindendir Allah kimi hidayete erdirmişse işte o hidayet üzerindedir kimi de saptırırsa artık onun için veli bir mürşit asla bulamazsın
1. | ve tere | : ve görürsün |
2. | eş şemse | : güneş |
3. | izâ taleat | : doğduğu zaman |
4. | tezâveru | : (ziyaret eder) uğrar, meyleder, gelir |
5. | an kehfi-him | : onların mağarasından (mağarasına) |
6. | zâte el yemîni | : sağ taraf |
7. | ve izâ garabet | : ve battığı zaman |
8. | takrıdu-hum | : onların kenarlarından, yanlarından geçer |
9. | zâte eş şimâli | : sol taraf |
10. | ve hum | : ve onlar |
11. | fî | : içinde |
12. | fecvetin | : geniş yer, mağaranın içindeki geniş boşluk |
13. | min-hu | : ondan |
14. | zâlike | : işte bu |
15. | min âyâti allâhi | : Allah’ın âyetlerinden |
16. | men | : kim |
17. | yehdi allâhu | : Allah hidayete erdirir (kendisine ulaştırır) |
18. | fe | : böylece |
19. | huve | : o |
20. | el muhtedi | : hidayete eren kişi (hidayete ermiştir) |
21. | ve men | : ve kim, kimi |
22. | yudlil | : dalâlette bırakır |
23. | fe len tecide | : artık bulamazsın |
24. | lehu | : onun için |
25. | veliyyen | : velî, dost |
26. | murşiden | : bir mürşid, irşad eden |
١٨
وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصيدِ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِءْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا
(18) ve tahsebühüm eykazav ve hüm rukudüv ve nükallibühüm zatel yemini ve zateş şimali ve kelbühüm basitun ziraayhi bil vesiyd levit tala’te aleyhim le velleyte minhüm firarav ve le müli’te minhüm ruğba
onları uyanık sanırsın onlar uzun zamandır uykudalar onları çeviriyorduk sağ tarafa ve sol tarafa da ve köpekleri de uzatmıştı (mağaranın) ön girişine ayaklarını onların durumuna muttali olsaydın onlardan kaçarak dönerdin onların (bulunduğu durumdan kalbin) dehşetle dolardı
1. | ve tahsebu-hum | : ve onları sanırsın |
2. | eykâzan | : uyanık |
3. | ve hum rukûdun | : ve onlar uykudadır |
4. | ve nukallibu-hum | : ve onları çeviririz, döndürürüz |
5. | zâte el yemîni | : sağ taraf |
6. | ve zâte eş şimâli | : ve sol taraf |
7. | ve kelbu-hum | : ve onların köpeği (Ashabı Kehf’in köpeği) |
8. | bâsitun | : uzatmıştır, uzatmış vaziyettedir |
9. | zirâayhi | : iki kol, ön ayakları (hayvanlar için) |
10. | bi | : ile |
11. | el vasîdi | : mağaranın dış kısmı, giriş, avlu |
12. | levittala’te (lev ittala’te) | : muttali olsaydın, yakından görseydin |
13. | aleyhim | : onlara, onları |
14. | le velleyte | : mutlaka (geri) dönerdin |
15. | min-hum | : onlardan |
16. | firâren | : kaçarak |
17. | ve le muli’te | : ve sen mutlaka dolardın |
18. | min-hum | : onlardan |
19. | ru’ben | : korku ile (korkarak) |
١٩
وَكَذلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءَلُوا بَيْنَهُمْ قَالَ قَاءِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هذِه اِلَى الْمَدينَةِ فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَا اَزْكى طَعَامًا فَلْيَاْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَدًا
(19) ve kezalike beasnahüm li yetesaelu beynehüm kale kailüm minhüm kem lebistüm kalu lebisna yevmen ev ba’da yevm kalu rabbüküm a’lemü bi ma lebistüm feb’asu ehadeküm bi verikiküm hazihi ilel medineti fel yenzur eyyüha ezka taamen fel ye’tiküm bi rizkim minhü vel yetelattaf ve la yüş’iranne biküm ehada
ve böylece onları uyandırdık onlar aralarında birbirlerine sorsunlar diye dedi onlardan uyanıp ayağa kalkan biri ne kadar durdunuz dediler bir gün kaldık yahut günün bir kısmı (kadar) dediler ki durumumuzu en iyi Rabbimiz bilir şimdi gönderin sizden birini sizdeki şu gümüş paralarla bu şehre sonra baksın hangi taamlar temizse ondan size rızık olarak getirsin ve dikkatli davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin
1. | ve kezâlike | : ve böylece |
2. | beasnâ-hum | : onları dirilttik, uyandırdık |
3. | li yetesâelû | : karşılıklı birbirlerine sorsunlar diye |
4. | beyne-hum, | : aralarında |
5. | kâle | : dedi |
6. | kâilun | : diyen, söyleyen |
7. | min-hum | : onlardan |
8. | kem lebistum | : ne kadar kaldınız |
9. | kâlû | : dediler |
10. | lebisnâ | : biz kaldık |
11. | yevmen | : bir gün |
12. | ev | : veya |
13. | ba’da yevmin | : günün bir kısmı |
14. | kâlû | : dediler |
15. | rabbu-kum | : sizin Rabbiniz |
16. | a’lemu | : en iyi bilir |
17. | bi mâ lebistum | : siz ne kadar kaldınız |
18. | feb’asû | : bundan sonra gönderin |
19. | ehade-kum | : sizden birisi |
20. | bi verıkı-kum | : sizin gümüş (paranız) ile |
21. | hâzihî | : bu |
22. | ilel medîneti | : şehre |
23. | fe li yanzur | : böylece baksın |
24. | eyyu-hâ | : hangisi |
25. | ezkâ (zekâ) |
: daha temiz : (temiz) |
26. | taâmen | : yiyecek |
27. | fel ye’tikum (fe li ye’tikum) | : böylece getirsin |
28. | bi rızkın | : bir rızkı |
29. | min-hu | : ondan |
30. | ve li yetelattaf | : ve dikkat etsin (en ince hususa kadar ifa etsin) tedbirli olsun |
31. | ve lâ yuş’ırenne | : ve sakın sezdirmesin, hissettirmesin, farkına vardırmasın |
32. | bi-kum | : sizleri |
33. | ehaden | : birisi |
٢٠
اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُعيدُوكُمْ فى مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُوا اِذًا اَبَدًا
(20) innehüm iy yazheru aleyküm yercümuküm ev yüiyduküm fi milletihim ve len tüflihu izen ebeda
şüphesiz onlar size üstün gelirlerse sizi recm ederler yahut sizi kendi dinlerine döndürürler asla kurtulamazsınız o zaman ebedi olarak
1. | inne-hum | : muhakkak onlar |
2. | in yazherû | : gâlip gelirse |
3. | aleykum | : sizin üzerinize, size |
4. | yercumû-kum | : sizi taşlarlar |
5. | ev | : veya |
6. | yuîdû-kum | : döndürürler, geri çevirirler |
7. | fî | : içine, …e |
8. | milleti-him | : kendi dînlerine |
9. | ve len tuflihû | : ve asla felâha eremezsiniz, kurtulamazsınız |
10. | izen ebeden | : o zaman ebediyyen |
Sayfa:295
٢١
وَكَذلِكَ اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوا اَنَّ وَعْدَ اللّهِ حَقٌّ وَاَنَّ السَّاعَةَ لَارَيْبَ فيهَا اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَانًا رَبُّهُمْ اَعْلَمُ بِهِمْ قَالَ الَّذينَ غَلَبُوا عَلى اَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِدًا
(21) ve kezalike a’serna aleyhim li ya’lemu enne va’dellahi hakkuv ve ennes saate la raybe fiha iz yetenazeune beynehüm emrahüm fe kalübnu aleyhim bünyana rabbühüm a’lemü bihim kalellezine ğalebu ala emrihim le nettehizenne aleyhim mescida
böylece onları buldurduk şüphesiz bilsinler Allah’ın vaadinin hak olduğunu kopacağından şüphe olmayan kıyamet saatinin de o zaman tartışıyorlardı kendi aralarında işleriyle (ilgili) sonra dediler onların üzerine bir bina yapın Rableri onların durumunu daha iyi bilir işlerinden galip gelenler dedi ki muhakkak biz yapacağız onların üzerine mescit
1. | ve kezâlike | : ve böylece, işte böyle |
2. | a’sernâ | : bildirdik |
3. | aleyhim | : onlara, onları |
4. | li ya’lemû | : bilmeleri için, bilsinler diye |
5. | enne | : muhakkak, olduğunu |
6. | va’dallâhi (va’de allâhi) | : Allah’ın vaadi |
7. | hakkun | : bir hak’tır |
8. | ve enne es sâate | : ve muhakkak o saat, o vakit |
9. | lâ reybe | : şüphe yok |
10. | fî-hâ | : onda, onun hakkında |
11. | iz | : olduğu zaman |
12. | yetenâzeûne | : çekişiyorlar, niza ediyorlar |
13. | beyne-hum | : onlar aralarında |
14. | emre-hum | : onların işleri, durumu |
15. | fe kâlûbnû (fe kâlû ubnû) | : öyleyse “inşa edin” dediler |
16. | aleyhim | : onların üzerine |
17. | bunyânen | : binalar |
18. | rabbu-hum | : onların Rabbi |
19. | a’lemu | : en iyi bilir |
20. | bi-him | : onları |
21. | kâlellezîne (kâle ellezîne) | : dediler o kimseler |
22. | galebû | : gâlip oldular, üstün oldular (sözü geçenler) |
23. | alâ emri-him | : onların işleri üzerine, onların işlerine |
24. | le nettehızenne | : mutlaka edinelim, yapalım |
25. | aleyhim | : onların üzerine |
26. | mesciden | : bir mescid |
٢٢
سَيَقُولُونَ ثَلثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ قُلْ رَبّى اَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ مَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا قَليلٌ فَلَا تُمَارِ فيهِمْ اِلَّا مِرَاءً ظَاهِرًا وَلَا تَسْتَفْتِ فيهِمْ مِنْهُمْ اَحَدًا
(22) se yekulune selasetür rabiuhüm kelbühüm ve yekulune hamsetün sadisühüm kelbühüm racmem bil ğayb ve yekulune seb’atüv ve saminühüm kelbühüm kul rabbi a’lemü bi iddetihim ma ya’lemühüm illa kalilün fe la tümari fihim illa miraen zahirav ve la testefti fihim minhüm ehada
üç (kişiydiler) diyecekler onların dördüncüsü köpekleridir ve diyecekler ki: beş, onların altıncısı köpekleridir gaybı bilmeyenler tahmin yürütürler ve derler ki yedi (kişiydiler) onların sekizincisi köpekleridir Rabbin onların sayısını en iyi bilendir, çok azı hariç onları bilemez de münazara etme onların hakkında başka zahiri bir tartışmadan onlar hakkında soru sorma kendilerinden hiçbir kimseye
1. | se yekûlûne | : diyecekler |
2. | selâsetun | : üç |
3. | râbiu-hum | : onların dördüncüsü |
4. | kelbu-hum | : onların köpeği |
5. | ve yekûlûne | : ve diyecekler |
6. | hamsetun | : beş |
7. | sâdisu-hum | : onların altıncısı |
8. | kelbu-hum | : onların köpeği |
9. | recmen | : taşlayarak |
10. | bi el gaybi | : gaybı, bilinmeyeni |
11. | ve yekûlûne | : ve diyecekler |
12. | seb’atun | : yedi |
13. | ve sâminu-hum | : ve onların sekizincisi |
14. | kelbu-hum | : onların köpeği |
15. | kul | : de |
16. | rabbî | : Rabbim |
17. | a’lemu | : en iyi bilir |
18. | bi ıddeti-him | : onların sayısını |
19. | mâ ya’lemu-hum | : onları bilmezler |
20. | illâ | : sadece, den başka, ancak |
21. | kalîlun | : pek az |
22. | fe lâ tumâri | : artık tartışma |
23. | fî-him | : onlar hakkında |
24. | illâ | : ancak |
25. | mirâen | : bir tartışma, bir mücâdele |
26. | zâhiren | : açık, görünen, bilinen |
27. | ve lâ testefti (fetva) |
: ve soru sorma (açıklama isteme) : (açıklama, hüküm verme, fetva verme) |
28. | fî-him | : onlar hakkında |
29. | min-hum | : onlardan |
30. | ehâden | : birine |
٢٣
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَاىْءٍ اِنّى فَاعِلٌ ذلِكَ غَدًا
(23) ve la tekulenne li şey’in inni failün zalike ğada
bir şey hakkında kesinlikle deme muhakkak bunu yarın yaparım
1. | ve lâ tekûlenne | : ve deme muhakkak |
2. | li şey’in | : bir şey için |
3. | innî | : muhakkak ben |
4. | fâılun | : yaparım |
5. | zâlike | : bunu |
6. | gaden | : yarın |
٢٤
اِلَّا اَنْ يَشَاءَ اللّهُ وَاذْكُرْ رَبَّكَ اِذَا نَسيتَ وَقُلْ عَسى اَنْ يَهْدِيَنِ رَبّى لِاَقْرَبَ مِنْ هذَا رَشَدًا
(24) illa ey yeşaellahü vezkür rabbeke iza nesite ve kul asa ey yehdiyeni rabbi li akrabe min haza raşeda
ancak Allah dilerse (olur de) unuttuğun zaman Rabbini zikir et de ki umulur ki Rabbim beni hidayete erdirir daha yakın bir zamanda bundan rüşte ulaştırır
1. | illâ | : ancak |
2. | en yeşâallâhu | : Allah dilerse |
3. | vezkur (ve uzkur) | : ve zikret |
4. | rabbe-ke | : senin Rabbin |
5. | izâ | : o zaman |
6. | nesîte | : sen unuttun |
7. | ve kul | : ve de |
8. | asâ | : umulur ki, belki |
9. | en yehdiye-ni | : beni ulaştırması |
10. | rabbî | : Rabbim |
11. | li akrabe | : daha yakın, daha üstün |
12. | min hâzâ | : bundan |
13. | reşeden | : irşad |
٢٥
وَلَبِثُوا فى كَهْفِهِمْ ثَلثَ مِاءَةٍ سِنينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا
(25) ve lebisu fi kehfihim selase mietin sinine vazdadu tis’a
onlar mağarada durdular üç yüz sene dokuzu da ziyade ettiler
1. | ve lebisû | : ve kaldılar |
2. | fî kehfi-him | : mağaralarının içinde (mağarada) |
3. | selâse | : üç |
4. | mietin | : yüz |
5. | sinîne | : seneler, yıllar |
6. | vezdâdû (ve ezdâdû) | : ve arttı, fazlalaştı |
7. | tis’an | : dokuz |
٢٦
قُلِ اللّهُ اَعْلَمُ بِمَالَبِثُوا لَهُ غَيْبُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ اَبْصِرْ بِه وَاَسْمِعْ مَالَهُمْ مِنْ دُونِه مِنْ وَلِىٍّ وَلَا يُشْرِكُ فى حُكْمِه اَحَدًا
(26) kulillahü a’lemü bima lebisu lehu ğaybüs semavati vel ard ebsir bihi ve esmi’ ma lehüm min dunihi miv veliyyiv ve la yüşrikü fi hukmihi ehada
de ki: Allah daha iyi bilir ne kadar durduklarını göklerin ve yerin gaybı O’na aittir O (ne güzel) görür (ne güzel) işitir onlara yoktur (Allah’tan) O’ndan başka bir veli ortak etmez hükmünde hiçbir kimseyi
1. | kulillâhu (kuli allâhu) | : de ki Allah |
2. | a’lemu | : en iyi bilir |
3. | bimâ | : şeyi (ne kadar) |
4. | lebisû | : kaldılar |
5. | lehu | : onundur |
6. | gaybu es semâvâti | : semaların gaybı |
7. | ve el ardı | : ve yeryüzü, arz |
8. | ebsır | : en iyi görür |
9. | bihî | : onu |
10. | ve esmı’ | : ve en iyi işitir |
11. | mâ | : yoktur |
12. | lehum | : onların |
13. | min dûni-hi | : ondan başka |
14. | min veliyyin | : bir velî, bir dost |
15. | ve lâ yuşriku | : ve ortak etmez |
16. | fî hukmi-hi | : kendi hükmünde (hükmüne) |
17. | ehaden | : birisi, bir kimse |
٢٧
وَاتْلُ مَا اُوحِىَ اِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِه مُلْتَحَدًا
(27) vetlü ma uhiye ileyke min kitabi rabbik la mübeddile li kelimatihi ve len tecide min dunihi mültehada
vahy olunanı oku Rabbinin kitabından sana onun kelimelerini değiştirecek yoktur asla bulamazsın ondan başka sığınacak yer
1. | vetlu (ve utlu) | : ve oku |
2. | mâ | : şeyi |
3. | ûhıye | : vahyedildi |
4. | ileyke | : sana |
5. | min kitâbi | : kitaptan |
6. | rabbi-ke | : senin Rabbin |
7. | lâ mubeddile | : değiştirecek yoktur |
8. | li kelimâti-hi | : onun kelimesini |
9. | ve len tecide | : ve bulamazsın |
10. | min dûni-hi | : ondan başka |
11. | multehaden (elhade) |
: yönelinen : (yöneldi, meyletti) |
Sayfa:296
٢٨
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدوةِ وَالْعَشِىِّ يُريدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُريدُ زينَةَ الْحَيوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَويهُ وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطًا
(28) vasbir nefseke meallezine yed’une rabbehüm bil ğadati vel aşiyyi yüridune vechehu ve la ta’dü aynake anhüm türidü zinetel hayatid dünya ve la tüti’ men ağfelna kalbehu an zikrina vettebea hevahü ve kane emruhu füruta
sabret Rablerine dua edenler ile beraber ve onun zatını isteyerek sabah akşam gözlerini onların üzerinden ayırma dünya hayatının ziynetini isteyerek kimseye itaat etme kalbine bizi anmaktan gaflet verdiğimiz o hevasına tâbi olmuş ve o, işinde de haddi aşanlardan olmuş
1. | vasbır | : ve sabret |
2. | nefse-ke | : senin nefsin, kendi nefsin |
3. | mea ellezîne | : o kimselerle birlikte |
4. | yed’ûne | : dua ederler, ediyorlar |
5. | rabbe-hum | : onların Rabbi |
6. | bi el gadâti | : sabah |
7. | ve el aşiyyi | : ve akşam |
8. | yurîdûne | : isterler, istiyorlar |
9. | veche-hu | : onun vechini, zatını |
10. | ve lâ ta’du (âde) |
: ve döndürme, çevirme : (döndü) |
11. | aynâ-ke | : senin gözlerin |
12. | an-hum | : onlardan |
13. | turîdu | : istiyorlar |
14. | zînete el hayâti ed dunyâ | : dünya hayatının süsünü, ziynetini |
15. | ve lâ tutı’ | : ve itaat etme |
16. | men | : kimse |
17. | agfelnâ | : gâfil bıraktık |
18. | kalbe-hu | : onun kalbi |
19. | an zikri-nâ | : zikrimizden |
20. | vettebea (ve ittebea) | : ve tâbî oldu |
21. | hevâ-hu (hevâ) |
: hevesleri : (hevesler: nefsin afetleri ile şeytanın talepleri) |
22. | ve kâne | : ve oldu |
23. | emru-hu | : onun işi, kendi işi |
24. | furutan | : haddi aşarak |
٢٩
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ اِنَّا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِمينَ نَارًا اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَاِنْ يَسْتَغيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِى الْوُجُوهَ بِءْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا
(29) ve kulil hakku mir rabbiküm fe men şae fel yü’miv ve men şae fel yekfür inna a’tedna liz zalimine naran ehata bihim süradikuha ve iy yesteğiysu yüğasu bi main kel mühli yeşvil vücuh bi’seş şerab ve saet mürtefeka
de ki bu hak Rabbinizdendir artık dileyen kimse hemen iman etsin dileyen kimse de hemen kâfir olsun şüphesiz biz hazırladık zalimler için ateş onları kuşatmıştır o (ateşin) perdeleri eğer imdat isterlerse erimiş maden gibi bir su ile imdat olunurlar onların yüzlerini kavurur ne kötü bir içecektir ne kötü bir refakat yeridir
1. | ve kulil hakku (ve kul el hakku) | : ve de ki hak |
2. | min rabbi-kum | : Rabbinizdendir |
3. | fe men şâe | : bundan sonra dileyen kimse |
4. | fe li yu’min | : artık inansın |
5. | ve men şâe | : ve dileyen kimse |
6. | fe li yekfur | : artık inkâr etsin |
7. | innâ | : muhakkak biz |
8. | a’tednâ | : hazırladık |
9. | li ez zâlimîne | : zalimler için, zalimlere |
10. | nâren | : bir ateş |
11. | ehâta | : ihata etti, sardı, kapladı |
12. | bi-him | : onları |
13. | surâdiku-hâ | : onun (çadırı), onun üstten ve yanlardan saran kenarları |
14. | ve in | : ve eğer |
15. | yestegîsû | : yağmur isterler |
16. | yugâsû | : yağmur yağdırılır |
17. | bi mâin | : su ile, sıvı ile, mai ile |
18. | ke | : gibi |
19. | el muhli | : erimiş maden (demir, bakır vs.) |
20. | yeşvî el vucûhe | : yüzü kavurur |
21. | bi’se eş şarâbu | : ne kötü içecek |
22. | ve sâet | : ve ne kötü |
23. | murtefekan | : arkadaş, dost, destek, yardım |
٣٠
اِنَّ الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اِنَّا لَا نُضيعُ اَجْرَ مَنْ اَحْسَنَ عَمَلًا
(30) innellezine amenu ve amilus salihati inna la nüdiy’u ecra men ahsene amela
gerçekten iman edip salih amel işleyenlerin şüphesiz biz onların ecrini zayi etmeyiz güzel amel işleyenlerinde
1. | innellezîne (inne ellezîne) | : muhakkak o kimseler, onlar |
2. | âmenû | : âmenû oldular, ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dilediler |
3. | ve amilû es sâlihâti | : ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaptılar |
4. | innâ | : muhakkak biz |
5. | lâ nudîu | : zayi etmeyiz |
6. | ecre | : ecir, ücret, karşılık, bedel |
7. | men | : kimse |
8. | ahsene | : en güzel |
9. | amelen | : amel |
٣١
اُولءِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فيهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِينَ فيهَا عَلَى الْاَرَاءِكِ نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا
(31) ülaike lehüm cennatü adnin tecri min tahtihimül enharu yühallevne fiha min esavira min zehebiv ve yelbesune siyaben hudram min sündüsiv ve istebrakim müttekiine fiha alel eraik ni’mes sevab ve hasünet mürtefeka
işte onlara adn cennetleri (vardır) altlarından ırmaklar akar orada süslenecekler altından bileziklerle yeşil elbise giyecekler ince ve kalın ipek elbiselerden yaslanıp kurulacaklar orada koltuklar üzerine ne güzel bir mükafat ne güzel refakat yeri
1. | ulâike | : işte onlar |
2. | lehum | : onlara, onlar için vardır |
3. | cennâtu adnin | : adn cennetleri |
4. | tecrî | : akar |
5. | min tahti-him | : onların altından |
6. | el enharu | : nehirler |
7. | yuhallevne | : süslenirler |
8. | fî-hâ | : orada |
9. | min esâvire (el esveretu) | : bileziklerden, bileziklerle (bilezik) |
10. | min | : dan |
11. | zehebin | : altın |
12. | ve yelbesûne | : ve giyerler |
13. | siyâben | : elbise |
14. | hudren | : yeşil |
15. | min sundusin | : ince ve halis ipekten |
16. | ve istebrekın | : ve kalın ipek (diba), atlas |
17. | muttekiîne | : yaslanırlar |
18. | fî-hâ | : orada |
19. | alel erâiki (alâ el erâiki) | : tahtlar üzerinde, üzerine |
20. | ni’me es sevâbu | : ne güzel sevap (kazanılan pozitif dereceler) |
21. | ve hasunet | : ve güzel oldu |
22. | murtefekan | : arkadaş, dost, yardımcı, destek |
٣٢
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلًا رَجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعًا
(32) vadrib lehüm meseler racüleyni cealna ilahadi hima cenneteyni min a’nabiv ve hafefnahüma bi nahliv ve cealna beynehüma zer’a
onlara anlat iki adamın misalini ikisinden birine vermişiz her türlü üzümden iki bağ her iki bahçenin etrafını da hurma ile çevirmişiz her ikisinin arasını da ekinlik yapmışız
1. | vadrıb | : örnek ver |
2. | lehum | : onlara, onlar için vardır |
3. | meselen | : misal, örnek |
4. | raculeyni | : iki adam |
5. | cealnâ | : kıldık, verdik |
6. | li ehadi-himâ | : ikisinden birine |
7. | cenneteyni | : iki bahçe |
8. | min a’nâbin | : üzüm bağından |
9. | ve hafefnâ-humâ | : ve ikisini kuşattık |
10. | bi nahlin | : hurmalıklarla |
11. | ve cealnâ | : ve kıldık |
12. | beyne-humâ | : ikisinin arasında |
13. | zer’an | : ekinler |
٣٣
كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ اتَتْ اُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيًْا وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَرًا
(33) kiltel cenneteyni atet üküleha ve lem tazlim minhü şey’ev ve feccerna hilalehüma nehara
bahçelerin her ikisi de yemişlerini vermiş ondan hiçbir şeyi eksik bırakmamış her ikisinin ortasından ırmak akıtmışız
1. | kilte | : her iki, her ikisi |
2. | el cenneteyni | : iki bahçe |
3. | âtet | : verdi |
4. | ukule-hâ | : meyvelerini |
5. | ve lem tazlim | : ve eksik bırakmadı |
6. | min-hu | : ondan |
7. | şey’en | : bir şeyi |
8. | ve feccernâ | : ve fışkırttık, çıkardık, akıttık |
9. | hılâle-humâ | : ikisinin arasından |
10. | neheren | : bir nehir |
٣٤
وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌ فَقَالَ لِصَاحِبِه وَهُوَ يُحَاوِرُهُ اَنَا اَكْثَرُ مِنْكَ مَالًا وَاَعَزُّ نَفَرًا
(34) ve kane lehu semer fe kale li sahibihi ve hüve yühaviruhu ene ekseru minke malev ve eazzü nefera
ve onun faydalandığı malları da vardı o arkadaşına dedi ve ona muhavere ederek benim malım senden daha çok neferlerim daha şerefli
1. | ve kâne | : ve oldu |
2. | lehu | : onun, onun vardır |
3. | semerun | : ürün, servet |
4. | fe | : böylece, artık |
5. | kâle | : dedi |
6. | li | : e |
7. | sâhıbi-hi | : onun arkadaşı |
8. | ve huve | : ve o |
9. | yuhâviru-hû | : onunla konuşuyor |
10. | ene | : ben |
11. | ekseru | : daha çok |
12. | min-ke | : senden |
13. | mâlen | : mal bakımından |
14. | ve eazzu | : ve daha azîz, daha üstün |
15. | neferen | : fertler bakımından |
Sayfa:297
٣٥
وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِنَفْسِه قَالَ مَا اَظُنُّ اَنْ تَبيدَ هذِه اَبَدًا
(35) ve dehale cennetehu ve hüve zalimül li nefsih kale ma ezunnü en tebide hazihi ebeda
ve bahçesine girdi o nefsine luzümkar olarak zannetmiyorum dedi bunun hiçbir zaman yok olacağını
1. | ve dehale | : ve girdi |
2. | cennete-hu | : onun bahçesi |
3. | ve huve | : ve o |
4. | zâlimun | : zulmeden |
5. | li nefsi-hi | : (onun nefsine) kendi nefsine |
6. | kâle | : dedi |
7. | mâ ezunnu | : ben sanmıyorum |
8. | en tebîde | : kuruyup yok olmak, helâk olmak |
9. | hâzihî | : bu |
10. | ebeden | : ebediyyen |
٣٦
وَمَا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَاءِمَةً وَلَءِنْ رُدِدْتُ اِلى رَبّى لَاَجِدَنَّ خَيْرًا مِنْهَا مُنْقَلَبًا
(36) ve ma ezunnüs saate kaimetev ve leir rudidtü ila rabbi le ecidenne hayram minha münkaleba
zannetmiyorum vuku bulacak o kıyamet saatinin de (olacağını) eğer Rabbime döndürülürsem mutlaka daha hayırlısını bulurum döndürüleceğim yerde ondan
1. | ve mâ ezunnu | : ve zannetmiyorum |
2. | es sâate | : o saat, kıyâmet saati |
3. | kâimeten | : kaim olan |
4. | ve le in rudidtu | : ve eğer ben geri döndürülürsem (döndürülsem bile) |
5. | ilâ rabbî | : Rabbime |
6. | le ecidenne | : mutlaka bulacağım |
7. | hayren | : daha hayırlı |
8. | min-hâ | : ondan |
9. | munkaleben | : dönüşmüş olan |
٣٧
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ اَكَفَرْتَ بِالَّذى خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوّيكَ رَجُلًا
(37) kale lehu sahibühu ve hüve yühavirruhu e keferte billezi halekake min türabin sümme min nutfetin sümme sevvake racüla
dedi ki arkadaşı da ona hitap ederek inkar mı ettin seni yaratanı topraktan sonra bir nutfeden sonra seni insan suretine getireni
1. | kâle | : dedi |
2. | lehu | : ona |
3. | sâhıbu-hu | : onun arkadaşı |
4. | ve huve | : ve o |
5. | yuhâviru-hu | : onunla konuşuyor, sohbet ediyor |
6. | e keferte | : sen inkâr mı ettin |
7. | bi ellezî | : ki onu |
8. | halaka-ke | : seni yarattı |
9. | min turâbin | : topraktan |
10. | summe min nutfetin | : sonra bir nutfeden (bir damla sudan) |
11. | summe | : sonra |
12. | sevvâ-ke | : seni sevva etti (dizayn etti) düzenledi |
13. | raculen | : bir adam (insan) hüviyetine |
٣٨
لكِنَّا هُوَ اللّهُ رَبّى وَلَا اُشْرِكُ بِرَبّى اَحَدًا
(38) lakinne hüvellahü rabbi ve la üşrikü bi rabbi ehada
lâkin o Allah benim Rabbimdir ben Rabbime hiçbir şey ortak koşmam
1. | lâkinne | : fakat |
2. | huvallâhu (huve allâhu) | : o Allah |
3. | rabbî | : benim Rabbim |
4. | ve lâ uşriku | : ve ben şirk koşmam, ortak koşmam |
5. | bi rabbî | : Rabbime |
6. | ehaden | : bir kimse, bir şey |
٣٩
وَلَوْ لَا اِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاءَ اللّهُ لَاقُوَّةَ اِلَّا بِاللّهِ اِنْ تَرَنِ اَنَا اَقَلَّ مِنْكَ مَالًا وَوَلَدًا
(39) ve lev la iz dehalte cenneteke kulte ma şaellahü la kuvvete illa billah in terani ene ekalle minke malev ve veleda
velev bahçeye girdiğin zaman deseydin Allah’ın dilemesiyle olmuştur kuvvet, kudret ancak Allah’ındır eğer beni görüyorsan kendinden daha az mal ve evlat yönüyle
1. | ve lev lâ | : ve olmasaydı, olmaz mıydı |
2. | iz dehalte | : sen girdiğin zaman |
3. | cennete-ke | : senin bahçen |
4. | kulte | : dedin, söyledin |
5. | mâ şâe allâhu | : maşaallah, Allah’ın dilediği şey |
6. | lâ kuvvete | : kuvvet yoktur |
7. | illâ | : sadece, ancak, den başka |
8. | billâhi (bi allâhi) | : Allah’a, Allah’tan |
9. | in tere-ni | : eğer sen beni görüyorsan |
10. | ene | : ben |
11. | ekalle | : daha az |
12. | min-ke | : senden |
13. | mâlen | : mal (miktar) bakımından |
14. | ve veleden | : ve çocuk (sayısı) bakımından |
٤٠
فَعَسى رَبّى اَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْرًا مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِنَ السَّمَاءِ فَتُصْبِحَ صَعيدًا زَلَقًا
(40) fe asa rabbi ey yü’tiyeni hayram min cennetike ve yursile aleyha husbanem mines semai fe tusbiha saiyden zeleka
umulur ki Rabbim bana senin bahçenden daha hayırlısını verir senin bahçenin üzerine de gönderir semadan bir bela sonra kaygan bir toprak olur
1. | fe | : böylece, artık |
2. | asâ | : belki, umulur ki |
3. | rabbî | : benim Rabbim |
4. | en yu’tiye-ni | : bana vermesi |
5. | hayran | : daha hayırlısı |
6. | min cenneti-ke | : senin bahçenden |
7. | ve yursile | : ve gönderir |
8. | aleyhâ | : onun üzerinde |
9. | husbânen | : yıldırımlar, semadan inen felâketler |
10. | min es semâi | : semadan |
11. | fe | : böylece |
12. | tusbiha | : olur |
13. | saîden | : toprak |
14. | zelekan | : kaygan olan |
٤١
اَوْ يُصْبِحَ مَاؤُهَا غَوْرًا فَلَنْ تَسْتَطيعَ لَهُ طَلَبًا
(41) ev yusbiha maüha ğavran fe len testetiy’a lehu taleba
yahut onun suyu çekilir asla gücün yetmez o suyu (tekrar) talep etsen
1. | ev | : veya |
2. | yusbiha | : olur |
3. | mâu-hâ | : onun suyu |
4. | gavren | : çekilir, yerin içine çekilir |
5. | fe len testetîa | : artık asla senin gücün yetmez, sen muktedir olamazsın |
6. | lehu | : onu |
7. | taleben | : talep ederek, elde ederek (elde etmek) |
٤٢
وَاُحيطَ بِثَمَرِه فَاَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلى مَا اَنْفَقَ فيهَا وَهِىَ خَاوِيَةٌ عَلى عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَنى لَمْ اُشْرِكْ بِرَبّى اَحَدًا
(42) ve ühiyta bi semerihi fe asbeha yükallibü keffeyhi ala ma enfeka fiha ve hiye haviyetün ala uruşiha ve yekulü ya leyteni lem üşrik bi rabbi ehada
(afet) onun mahsulünü kuşattı artık başladı avuçlarını ovuşturmaya o bağa yaptığı masrafa karşı bağı çöküp kalmıştı çardakları üzerine yazıklar olsun bana diyordu Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım
1. | ve uhîta | : ve ihata edildi (kuşatılıp, mahvedildi) |
2. | bi semeri-hi | : onun ürünleri |
3. | fe asbeha | : böylece oldu |
4. | yukallibu | : çevirir, ovuşturur |
5. | keffey-hi | : avuçlarını (ellerini) |
6. | alâ | : üzerine, …e |
7. | mâ enfeka | : harcadığı, sarfettiği şeyler (emek, para) |
8. | fî-hâ | : orada |
9. | ve hiye | : ve o |
10. | hâviyetun alâ | : üzerine yıkılmış, çökmüş halde |
11. | urûşi-hâ | : onun çardakları |
12. | ve yekûlu | : ve diyor |
13. | yâ leyte-ni | : keşke ben |
14. | lem uşrik | : şirk koşmam |
15. | bi rabbî | : Rabbime |
16. | ehaden | : bir kimse, bir şey |
٤٣
وَلَمْ تَكُنْ لَهُ فِءَةٌ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّهِ وَمَا كَانَ مُنْتَصِرًا
(43) ve lem tekül lehu fietüy yensurunehu min dunillahi ve ma kane müntesira
ona yardım edecek grup, topluluk yoktur Allah’tan başka (kendine de) yardım edemez
1. | ve lem tekun | : ve olmadı, olmaz |
2. | lehu | : ona |
3. | fietun | : grup, topluluk, kimseler |
4. | yansurûne-hu | : ona yardım ederler |
5. | min dûni allâhi | : Allah’tan başka |
6. | ve mâ kâne | : ve olmadı |
7. | muntesiren | : yardım edilen, yardım alan |
٤٤
هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلّهِ الْحَقِّ هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَخَيْرٌ عُقْبًا
(44) hünalikel velayetü lillahil hakk hüve hayrun sevabev ve hayrun ukba
işte burada velayet Allah’a aittir. O mükafatça hayırlıdır akıbetçe de hayırlıdır
1. | hunâlike | : işte burada (orada) |
2. | el velâyetu | : velâyet, yardım, dostluk |
3. | lillâhil hakkı (li allâhi el hakkı) | : hak olan Allah’a aittir |
4. | huve | : o |
5. | hayrun | : hayırlıdır |
6. | sevâben | : sevap olarak, sevap açısından |
7. | ve hayrun | : ve hayırlıdır |
8. | ukben | : akıbet (sonuç) olarak, sonuç açısından |
٤٥
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيوةِ الدُّنْيَا كَمَاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاءِ فَاخْتَلَطَ بِه نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَشيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ وَكَانَ اللّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ مُقْتَدِرًا
(45) vadrib lehüm meselel hayatid dünya ke main enzelnahü mines semai fahteleta bihi nebatül erdi fe asbeha heşimen tezruhür riyah ve kanellahü ala külli şey’im muktedira
onlara anlat dünya hayatını (şu) misalle bir suya benzer semadan indirdiğimiz arzın nebatı ile o su karışmıştır sonra da çöp kırıntısı olmuş rüzgar onu savurmuştur Allah her şeye muktedirdir
1. | vadrıb | : ve örnek ver |
2. | lehum | : onlara |
3. | meselel hayâtid dunyâ | : dünya hayatı misalini, durumunu |
4. | ke mâin | : su gibi |
5. | enzelnâ-hu | : onu indirdik |
6. | min es semâi | : semadan |
7. | fahteleta | : böylece karıştı, yeşerdi (büyüdü) |
8. | bi-hi | : onunla |
9. | nebâtu el ardı | : yeryüzünün nebatları, bitkileri |
10. | fe asbeha | : böylece, sonra da oldu |
11. | heşîmen | : kuruyup, ufalanır |
12. | tezrû-hu | : onu uçurur, dağıtır, savurur |
13. | er riyâhu | : rüzgâr |
14. | ve kânallâhu (kâne allâhu) | : ve (Allah ….. oldu) Allah …’tır |
15. | alâ kulli şey’in | : herşeye |
16. | muktediren | : muktedir olan, gücü yeten, kaadir olan |
Sayfa:298
٤٦
اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ زينَةُ الْحَيوةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلًا
(46) el malü vel benune zinetül hayatid dünya vel bakiyatüs salihatü hayrun inde rabbike sevabev ve hayrun emela
mal ve oğullar dünya hayatının ziynetleridir baki kalacak olanlar ise salih amellerdir. Hayırlıdır Rabbinin katında sevapça da ümitçe de hayırlıdır
1. | el mâlu | : mal |
2. | ve el benûne | : ve çocuklar, oğullar |
3. | zînetu el hayâti ed dunyâ | : dünya hayatının süsüdür, ziynetidir |
4. | ve el bâkıyâtu | : ve bâki olan, kalıcı olan |
5. | es sâlihâtu | : salih ameller (nefs tezkiyesi) |
6. | hayrun | : daha hayırlıdır |
7. | inde | : katında |
8. | rabbi-ke | : senin Rabbin |
9. | sevâben | : sevap bakımından |
10. | ve hayrun | : ve hayırlıdır |
11. | emelen | : ümit olarak, emel olarak |
٤٧
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَدًا
(47) ve yevme nüseyyirul cibale ve teral erda barizetev ve haşernahüm fe lem nüğadir minhüm ehada
o gün dağları yürütürüz yeryüzünü çırılçıplak olmuş görürsün onları mahşerde toplarız onlardan hiçbir kimseyi bırakmayacağız
1. | ve yevme | : ve o gün |
2. | nuseyyiru | : yürüteceğiz |
3. | el cibâle | : dağlar |
4. | ve tere | : ve görürsün |
5. | el arda | : yeryüzü, arz |
6. | bârizeten | : bariz olarak, açık ve net olarak |
7. | ve haşernâ-hum | : ve onları haşrettik (topladık) |
8. | fe lem nugâdir | : böylece bırakmayız |
9. | min-hum | : onlardan |
10. | ehaden | : birisi |
٤٨
وَعُرِضُوا عَلى رَبِّكَ صَفًّا لَقَدْ جِءْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ بَلْ زَعَمْتُمْ اَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِدًا
(48) ve uridu ala rabbike saffa le kad ci’tümuna kema halaknaküm evvele merratim bel zeamtüm ellen nec’ale leküm mev’ida
onlar saflar halinde Rabbine arz edilecekler yemin olsun ki, bize geldiniz sizi ilk defa yarattığımız gibi hayır (başınıza) getirmeyeceğimizi mi sandınız? sizin için vaat edileni
1. | ve uridû | : ve sunuldular, arz edildiler |
2. | alâ rabbi-ke | : senin Rabbine |
3. | saffen | : saf saf, sıra halinde |
4. | lekad | : andolsun |
5. | ci’tumû-nâ | : bize geldiniz |
6. | kemâ | : gibi |
7. | halaknâ-kum | : sizi yarattık |
8. | evvele | : ilk, evvel |
9. | merretin | : kez, defa |
10. | bel | : hayır |
11. | zeamtum (zeame) |
: zanda bulundunuz : (zanda bulunup bir şey söyledi) |
12. | ellen nec’ale | : bizim asla yapmayacağımızı, yapamayacağımızı |
13. | lekum | : size |
14. | mev’ıden | : vaadedilen |
٤٩
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمينَ مُشْفِقينَ مِمَّا فيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغيرَةً وَلَا كَبيرَةً اِلَّا اَحْصيهَا وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَدًا
(49) ve vüdial kitabü fe teral mücrimine müşfikiyne mimma fihi ve yekulune ya veyletena mali hazel kitabi la yüğadiru sağiyratev ve la kebiraten illa ahsaha ve vecedu ma amilu hadira ve la yazlimü rabbüke ehada
kitapları konmuştur artık o mücrimleri görürsün içindeki günahlarından dolayı titrediklerini derler ki yazıklar olsun bize bu kitaba ne olmuş bırakmamış (ne) küçük ne büyük (hiçbir günah) hepsini saymış bulacaklar amellerini hazır olarak Rabbin kimseye zulüm etmez
1. | ve vudıa | : ve kondu |
2. | el kitâbu | : kitap |
3. | fe tere | : o zaman görürsün |
4. | el mucrimîne | : mücrimler |
5. | muşfikîne | : korkanlar |
6. | mimmâ (min mâ) | : şeylerden |
7. | fî-hi | : içinde |
8. | ve yekûlûne | : ve derler |
9. | yâ veylete-nâ | : yazıklar olsun bize |
10. | mâli | : nasıl |
11. | hâzâ el kitâbi | : bu kitap |
12. | lâ yugâdiru | : ihmal etmez, bırakmaz, bırakmıyor |
13. | sagîreten | : küçük |
14. | ve lâ | : ve olmadı, olmaz |
15. | kebîreten | : büyük |
16. | illâ | : den başka |
17. | ahsâ-hâ | : onu sayıyor, hesap ediyor |
18. | ve vecedû | : ve buldular |
19. | mâ amilû | : yaptıkları, amel ettikleri şeyler |
20. | hâdıren | : hazır olarak |
21. | ve lâ yazlimu | : ve zulmetmez |
22. | rabbu-ke | : senin Rabbin |
23. | ehaden | : bir kimse |
٥٠
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلءِكَةِ اسْجُدُوا لِادَمَ فَسَجَدُوا اِلَّا اِبْليسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ اَوْلِيَاءَ مِنْ دُونى وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِءْسَ لِلظَّالِمينَ بَدَلًا
(50) ve iz kulna lil melaiketis cudu li ademe fe secedu illa iblis kane minel cinni fe feseka an emri rabbih e fe tettehizunehu ve züriyyetehu evliyae min duni ve hüm leküm adüvv bi’se liz zalimine bedela
o zaman meleklere dedik adem’e secde edin iblis hariç, hemen secde ettiler o cinlerden idi o, Rabbinin emrinin dışına çıktı şimdi siz ediniyorsunuz zürriyetlerinden onu dostlar mı beni bırakıp, onlar sizin düşmanınızdır zalimler için ne kötü bedel
1. | ve iz | : ve olmuştu |
2. | kulnâ | : biz dedik |
3. | li el melâiketi | : meleklere |
4. | uscudû | : secde edin |
5. | li âdeme | : Âdem’e |
6. | fe secedû | : hemen secde ettiler |
7. | illâ iblîse | : iblis dışında, iblis hariç |
8. | kâne | : oldu, idi |
9. | min el cinni | : cinlerden |
10. | fe feseka | : böylece fıska düştü, itaat etmedi, isyan etti |
11. | an emri | : emrinden |
12. | rabbi-hî | : onun Rabbi |
13. | e fe tettehızûne-hu | : hâlâ onu ediniyor musunuz |
14. | ve zurriyyete-hû | : ve onun zürriyetini, neslini |
15. | evliyâe | : dostlar |
16. | min dû-nî | : benden başka |
17. | ve hum | : ve onlar |
18. | lekum | : size, sizin için |
19. | aduvvun | : düşmandır |
20. | bi’se | : ne kötü |
21. | liz zâlimîne (li ez zâlimîne) | : zalimler için |
22. | bedelen | : bedel, karşılık |
٥١
مَا اَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَا خَلْقَ اَنْفُسِهِمْ وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلّينَ عَضُدًا
(51) ma eşhedtühüm halkas semavati vel erdi ve la halka enfüsihim ve ma küntü müttehizel müdilline aduda
ben onları şahit tutmadım göklerin ve yerin yaratılışından ve kendi nefislerini yaratırken de (şahit tutmadım) edinmiş değilim saptıranları takviye ve yardımcı
1. | mâ eşhedtu-hum | : onları şahit tutmadım |
2. | halka es semâvâti | : semaların yaratılışı |
3. | ve el ardı | : ve yerin |
4. | ve lâ | : ve olmadı |
5. | halka | : yaratılış |
6. | enfusi-him | : onlar, kendileri |
7. | ve mâ kuntu | : ve ben olmadım |
8. | muttehıze | : edinen |
9. | el mudıllîne | : dalâlette bırakanlar |
10. | aduden (el adudu) | : yardımcı (pazu, kol kuvveti) |
٥٢
وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَاِىَ الَّذينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجيبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقًا
(52) ve yevme yekulü nadu şürakaiyellezine zeamtüm fe deavhüm fe lem yestecibu lehüm ve cealna beynehüm mevbika
kıyamet günü buyurun nida edin ortak saydığınız putlarınıza hemen çağıracaklar fakat onlar cevap veremeyecekler biz onların aralarına helak vadisi koyacağız
1. | ve yevme | : ve o gün (kıyâmet günü) |
2. | yekûlu | : söyler |
3. | nâdû | : nida edin, çağırın |
4. | şurekâiyellezîne | : ortak koştuğunuz o şeyler |
5. | zeamtum | : zanda bulundunuz |
6. | fe | : o zaman, böylece |
7. | deav-hum | : onları davet ettiler |
8. | fe | : o zaman, fakat |
9. | lem yestecibû | : icabet etmezler, etmediler |
10. | lehum | : onlara |
11. | ve cealnâ | : ve biz kıldık, |
12. | beyne-hum | : onların aralarını |
13. | mevbikan (evbeka) |
: helâk olma yeri, helâk edici (engel) : (helâk etti) |
٥٣
وَرَاَالْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفًا
(53) ve reel mücrimunen nara fe zannu ennehüm müvakiuha ve lem yecidu anha masrifa
ve mücrimler ateşi görmüş oraya düşeceklerini anlamışlardır ve ondan çıkış yeri bulamayacaklarınıda
1. | ve ree | : ve gördü |
2. | el mucrimûne | : suçlular, günahkârlar |
3. | en nâre | : ateş |
4. | fe | : o zaman, artık, böylece |
5. | zannû | : zannettiler, idrak ettiler |
6. | enne-hum | : kendilerinin olduğunu |
7. | muvâkıû-hâ (vakaa) | : ona düşecek olanlar (düştü) |
8. | ve lem yecidû | : ve bulamazlar, bulamadılar |
9. | an-hâ | : ondan |
10. | masrifen (serefa) |
: uzaklaşacak yer, kaçış yolu : (çevirdi, uzaklaştı) |
Sayfa:299
٥٤
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فى هذَا الْقُرْانِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْاِنْسَانُ اَكْثَرَ شَىْءٍ جَدَلًا
(54) ve le kad sarrafna fi hazel kur’ani lin nasi min külli mesel ve kanel insanü eksera şey’in cedela
celalim hakkı için biz açıkladık bu kur’an’da insanlara her türlü misali insan ise her şeyde cedelleşir
1. | ve lekad | : ve andolsun |
2. | sarraf-nâ | : açıkladık |
3. | fî | : içinde |
4. | hâzâ | : bu |
5. | el kur’âni | : Kur’ân-ı Kerim |
6. | li en nâsi | : insanlar için, insanlara |
7. | min kulli | : hepsinden, hepsini |
8. | meselin | : misal, mesele |
9. | ve kâne | : ve oldu |
10. | el insânu | : insan |
11. | eksere | : daha çok |
12. | şey’in | : şey |
13. | cedelen | : cedelleşen, münakaşa edici, kavga edici |
٥٥
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُوا اِذْ جَاءَهُمُ الْهُدى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّا اَنْ تَاْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّلينَ اَوْ يَاْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا
(55) ve ma menean nase ey yü’minu iz cae hümül hüda ve yestağfiru rabbehüm illa en te’tiyehüm sünnetül evveline ev ye’tiyehümül azabü kubüla
mani olan nedir? geldiği zaman insanların inanmalarına onlara hidayet gösterici ve Rablerinden bağışlanmalarını istemelerini ancak kendilerine gelmesini öncekilerin sünnetinin yahut azabın bir anda karşılarına gelmesini mi?
1. | ve mâ menea | : ve men eden şey |
2. | en nâse | : insanlar |
3. | en yu’minû | : mü’min olmak |
4. | iz câe-hum | : onlara geldiği zaman |
5. | el hudâ | : hidayet |
6. | ve yestagfirû | : ve mağfiret isterler, dilerler |
7. | rabbe-hum | : onların Rab’leri |
8. | illâ | : den başka, sadece |
9. | en te’tiye-hum | : onlara gelmesi |
10. | sunnetu el evvelîne | : evvelkilerin sünneti |
11. | ev | : veya |
12. | ye’tiye-hum | : onlara gelir |
13. | el azâbu | : azap |
14. | kubulen | : karşı karşıya kalarak |
٥٦
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلينَ اِلَّا مُبَشِّرينَ وَمُنْذِرينَ وَيُجَادِلُ الَّذينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُوا ايَاتى وَمَا اُنْذِرُوا هُزُوًا
(56) ve ma nürsilül mürseline illa mübeşşirine ve münzirin ve yücadilüllezine keferu bil batili li yüdhidu bihil hakka vettehazu ayati ve ma ünziru hüzüva
biz peygamberleri göndeririz lakin müjdeleyici ve uyarıcı olarak kâfirler mücadele ediyor batılı hak gibi göstererek ayetlerimizle ve uyarıldıkları şeylerle alay ediyorlar
1. | ve mâ nursilu | : ve göndermeyiz |
2. | el murselîne | : resûl olanlar, elçi olanlar |
3. | illâ | : dışında, hariç, den başka |
4. | mubeşşirîne | : müjdeleyiciler |
5. | ve munzirîne | : ve uyarıcılar |
6. | ve yucâdilu | : ve mücâdele ederler |
7. | ellezîne keferû | : kâfir olanlar |
8. | bi el bâtılı | : bâtıl ile |
9. | li yudhıdû (edhada) |
: boşa çıkarmaları için, iptal etmeleri için : (iptal etti, boşa çıkardı) |
10. | bi-hi | : onunla |
11. | el hakka | : hak |
12. | vettehazû (ve ittehazû) | : ve edindiler |
13. | âyâtî | : benim âyetlerim |
14. | ve mâ unzirû | : ve uyarıldıkları şeyler |
15. | huzuven | : alay ederek |
٥٧
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِايَاتِ رَبِّه فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِىَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ اِنَّا جَعَلْنَا عَلى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَفى اذَانِهِمْ وَقْرًا وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدى فَلَنْ يَهْتَدُوا اِذًا اَبَدًا
(57) ve men azlemü mimmen zükkira bi ayati rabbihi fe a’rada anha ve nesiye ma kaddemet yedah inna cealna ala kulubihim ekinneten ey yefkahuhü ve fi azanihim vakra ve in ted’uhüm ilel hüda fe ley yehtedu izen ebeda
en büyük zalim kimdir anlatıldığında o kimseden Rabbinin ayetleri ona yüz çeviren ve günahlarını unutandır daha önce yaptığını kesinlikle örttük onların kalplerinin üzerine perde onu kavramasınlar diye kulaklarına ağırlık (verdik) eğer sen onları hidayete davet etsen artık ebedi olarak hidayete gelmezler
1. | ve men azlemu | : ve daha zalim kimdir |
2. | mimmen (min men) | : o kimseden |
3. | zukkire | : zikredildi |
4. | bi âyâti | : âyetler ile |
5. | rabbi-hi | : onun Rabbi |
6. | fe | : o zaman, öyleyse |
7. | a’rada | : yüz çevirdi |
8. | an-hâ | : ondan |
9. | ve nesiye | : ve unuttu |
10. | mâ kaddemet | : takdim ettiği şey(ler) |
11. | yedâ-hu | : onun elleri |
12. | innâ | : muhakkak ki biz |
13. | cealnâ | : kıldık |
14. | alâ kulûbi-him | : onların kalplerinin üzerine |
15. | ekinneten | : ekinnet, fıkıh etmeye mani olan engel |
16. | en yefkahû-hu | : onu fıkıh etmeleri |
17. | ve fî | : ve vardır |
18. | âzâni-him | : onların kulakları |
19. | vakren | : vakra (işitme engeli) |
20. | ve in | : ve şâyet, eğer |
21. | ted’u-hum | : onları davet edersin |
22. | ilel hudâ (ilâ el hudâ) | : hidayete |
23. | fe len yehtedû | : bundan sonra asla hidayete eremezler |
24. | izen | : öyleyse, o zaman |
25. | ebeden | : ebediyyen, sonsuza kadar |
٥٨
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُوالرَّحْمَةِ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِه مَوْءِلًا
(58) ve rabbükel ğafuru zür rahmeh lev yüahizühüm bi ma kesebu le accele lehümül azab bel lehüm mev’idül ley yecidu min dunihi mev’ila
Rabbin bağışlayan rahmet sahibidir eğer onları yaptıklarından muaheze edecek olsaydı onlara azabı çok çabuk verirdi hayır onlar için vaad edilen zaman (vardır) bulamazlar ondan başka sığınma yeride
1. | ve rabbu-ke | : ve senin Rabbin |
2. | el gafûru | : gafur, bağışlayıcı, mağfiret eden |
3. | zu | : sahip |
4. | er rahmeti | : rahmet |
5. | lev | : eğer |
6. | yuâhızu-hum | : onları muaheze eder, sorgular |
7. | bi | : ile |
8. | mâ kesebû | : kazandıkları şeyler |
9. | le accele | : mutlaka acele eder |
10. | lehum | : onlar için, onlara |
11. | el azâbe | : azap |
12. | bel | : bilâkis, aksine, hayır |
13. | lehum | : onlar için, onlara (vardır) |
14. | mev’ıdun | : vaadedilen zaman |
15. | len yecidû | : asla bulamazlar |
16. | min dûni-hi | : ondan başka |
17. | mev’ilen | : sığınılacak yer, sığınacak yer |
٥٩
وَتِلْكَ الْقُرى اَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِدًا
(59) ve tilkel kura ehleknahüm lemma zalemu ve cealna li mehlikihim mev’ida
işte o memleketler onları helak ettik zulüm yaptıkları zaman helaklarını vaad edilen zamanda yaptık
1. | ve tilke | : ve işte bu, işte o |
2. | el kurâ | : ülkeler |
3. | ehleknâ-hum | : onları helâk ettik |
4. | lemmâ zalemû | : zulmettikleri zaman |
5. | ve cealnâ | : ve kıldık (yaptık) |
6. | li mehliki-him | : onların helâk edilmesi için |
7. | mev’ıden | : vaadedilen zaman |
٦٠
وَاِذْ قَالَ مُوسى لِفَتيهُ لَا اَبْرَحُ حَتّى اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ اَوْ اَمْضِىَ حُقُبًا
(60) ve iz kale musa li fetahü la ebrahu hatta eblüğa mecmeal bahrayni ev emdiye hukuba
o zaman Musa yanındaki gence dedi ki devam edeceğim hatta ulaşacağım iki denizin birleştiği yere yahut bir müddet daha ileri gideceğim
1. | ve iz kâle | : ve demişti |
2. | mûsâ | : Musa |
3. | li fetâ-hu | : gence, genç arkadaşına |
4. | lâ ebrehu | : ayrılmayacağım, devam edeceğim |
5. | hattâ | : oluncaya kadar |
6. | ebluga | : erişeceğim, ulaşacağım |
7. | mecmea | : cem olduğu yer, birleştiği yer |
8. | el bahreyni | : iki deniz |
9. | ev | : veya |
10. | emdıye | : geçip gideceğim |
11. | hukuben | : seneler, senelerce, uzun zaman |
٦١
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَبيلَهُ فِى الْبَحْرِ سَرَبًا
(61) felemma beleğa mecmea beynihima nesiya hutehüma fettehaze sebilehu fil bahri seraba
böylece cem olduğu yere vardıklarında iki denizin balıklarını unuttular (balık) denizde belli bir iz bırakarak yolunu tuttu
1. | fe lemmâ | : böylece olduğu zaman |
2. | belega | : erişti, ulaştı |
3. | mecmea | : birleştiği yere, cem olduğu yere |
4. | beyni-himâ | : ikisinin arasında |
5. | nesiyâ | : ikisi unuttular |
6. | hûte-humâ | : ikisinin balığı |
7. | fettehaze (fe ittehaze) | : o zaman edindi |
8. | sebîle-hu | : kendi yolunu |
9. | fî el bahri | : denizin içinde, denizde, denize doğru |
10. | sereben | : içine girilip, gidilen yer |
Sayfa:300
٦٢
فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتيهُ اتِنَا غَدَاءَنَا لَقَدْ لَقينَا مِنْ سَفَرِنَا هذَا نَصَبًا
(62) felemma caveza kale lifetahü atina ğadaena le kad lekiyna min seferina haza nesaba
geçtikleri zaman (Musa) o gence dedi sabah kahvaltımızı getir yemin olsun karşılaştık bu seferimizde yorgunlukla
1. | fe | : böylece, bundan sonra |
2. | lemmâ | : olduğu zaman |
3. | câvezâ | : ikisi mesafe katettiler (bir yerden bir yere geçtiler, gittiler) |
4. | kâle | : dedi |
5. | li fetâ-hu | : genç arkadaşına |
6. | âti-nâ | : bize getir |
7. | gadâe-nâ | : sabah kahvaltımız |
8. | lekad | : andolsun ki |
9. | lekînâ | : biz karşılaştık, maruz kaldık (hissettik) |
10. | min seferi-nâ | : seferimizden, yolculuğumuzdan (dolayı, sebebiyle) |
11. | hâzâ | : bu |
12. | nasaben | : yorgunluk, bitkinlik, meşakkat |
٦٣
قَالَ اَرَاَيْتَ اِذْ اَوَيْنَا اِلَى الصَّخْرَةِ فَاِنّى نَسيتُ الْحُوتَ وَمَا اَنْسَانيهُ اِلَّا الشَّيْطَانُ اَنْ اَذْكُرَهُ وَاتَّخَذَ سَبيلَهُ فِى الْبَحْرِ عَجَبًا
(63) kale eraeyte iz eveyna iles sahrati fe inni nesitül hute ve ma ensanihü illeş şeytanü en ezkürah vettehaze sebilehu fil bahri aceba
(genç) dedi ki gördün mü? kayaya sığındığımız zaman gerçekten ben balığın durumunu söylemeyi unuttum bana hatırlamamı mutlaka şeytan unutturdu o bir yol tutmuştu acayip şekilde denizde
1. | kâle | : dedi |
2. | e raeyte | : gördün mü |
3. | iz eveynâ | : sığındığımız zaman, orada bulunduğumuz zaman |
4. | ilas sahrati (ilâ es sahrati) | : kayaya |
5. | fe in-nî | : o zaman gerçekten ben |
6. | nesîtu | : unuttum |
7. | el hûte | : balığı |
8. | ve mâ ensâ-nî-hu | : ve onu bana unutturmadı |
9. | illeş şeytânu (illâ eş şeytânu) | : şeytandan başkası |
10. | en ezkure-hu | : onu hatırlamayı |
11. | vettehaze (ve ittehaze) | : ve edindi (tuttu) |
12. | sebîle-hu | : kendi yolunu |
13. | fî el bahri | : denizde (denizin içinde) |
14. | aceben | : acayip, şaşılacak şekilde |
٦٤
قَالَ ذلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ فَارْتَدَّا عَلى اثَارِهِمَا قَصَصًا
(64) kale zalike ma künna nebğı fertedda ala asarihima kasasa
(Musa) işte beklemiş olduğumuz şey buydu dedi hemen geri döndüler kendi izlerini takip ederek
1. | kâle | : dedi |
2. | zâlike | : bu |
3. | mâ kunnâ | : bizim olduğumuz şey |
4. | nebgı | : talep ediyoruz, arıyoruz, ibtiga ediyoruz |
5. | ferteddâ | : o zaman döndüler |
6. | alâ âsâri-himâ | : (ikisinin) izleri üzerinde |
7. | kasasan | : takip ederek |
٦٥
فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَا اتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا
(65) fe veceda abdem min ibadina ateynahü rahmetem min indina ve allemnahü mil ledünna ilma
böylece kullarımızdan (vazifeli) bir kulu buldular ona vermiştik katımızdan bir rahmet ve ona göndermiştik katımızdan bir ilim
1. | fe vecedâ | : böylece (ikisi) buldular |
2. | abden | : bir kul |
3. | min ibâdi-nâ | : bizim kullarımızdan |
4. | âteynâ-hu | : biz ona verdik |
5. | rahmeten | : bir rahmet |
6. | min indi-nâ | : bizim katımızdan |
7. | ve allemnâ-hu | : ve biz ona öğrettik |
8. | min ledun-nâ | : ledun (gizli) ilmimizden |
9. | ilmen | : bir ilim |
٦٦
قَالَ لَهُ مُوسى هَلْ اَتَّبِعُكَ عَلى اَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا
(66) kale lehu musa hel ettebiuke ala en tüallimeni mimma ullimte ruşda
Musa ona dedi ki sana tâbi olabilir miyim? sır ilimlerinden bana öğretmen için sana öğretilmiş hakikate varan
1. | kâle | : dedi |
2. | lehu | : ona |
3. | mûsâ | : Musa |
4. | hel ettebiu-ke | : sana tâbî olabilir miyim |
5. | alâ | : üzere |
6. | en tuallime-ni | : senin bana öğretmen |
7. | mimmâ (min mâ) | : şeyden |
8. | ullimte | : sana öğretildi |
9. | ruşden | : rüşde ulaşma |
٦٧
قَالَ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَطيعَ مَعِىَ صَبْرًا
(67) kale inneke len testetiy’a meiye sabra
şüphesiz benim yanımdaki bu ilmi sabretmeye senin asla gücün yetmez dedi
1. | kâle | : dedi |
2. | inne-ke | : muhakkak sen |
3. | len testetîa | : asla güç yetiremezsin, yapamazsın |
4. | maiye | : benimle beraber, benim maiyetimde |
5. | sabren | : sabırla, sabırlı olma |
٦٨
وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلى مَالَمْ تُحِطْ بِه خُبْرًا
(68) ve keyfe tasbiru ala ma lem tühit bihi hubra
nasıl sabredeceksin ve kendi ilminle kavrayamadığın şeylere iç yüzünü bilmediğin
1. | ve keyfe | : ve nasıl |
2. | tesbiru alâ | : sabredersin |
3. | mâ | : şey |
4. | lem tuhıt | : ihata edemedin, kavrayamadın |
5. | bi-hi | : onu, onunla |
6. | hubren | : haberdar edilerek |
٦٩
قَالَ سَتَجِدُنى اِنْ شَاءَ اللّهُ صَابِرًا وَلَا اَعْصى لَكَ اَمْرًا
(69) kale setecidüni in şaellahü sabirav ve la a’siy leke emra
dedi ki Allah’ın dilemesi ile beni sabırlı bulacaksın hiçbir işinde sana karşı gelmem
1. | kâle | : dedi |
2. | se tecidu-ni | : beni bulacaksın |
3. | inşâallahu (inşâe allâhu) | : Allah dilerse |
4. | sâbiren | : sabreden (sabırlı olan) |
5. | ve lâ a’sî | : ve asi olmayacağım |
6. | leke | : sana |
7. | emren | : emir |
٧٠
قَالَ فَاِنِ اتَّبَعْتَنى فَلَا تَسَْلْنى عَنْ شَىْءٍ حَتّى اُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا
(70) kale fe initteba’teni fe la tes’elni an şey’in hatta uhdise leke minhü zikra
dedi ki eğer bana tâbi olacaksan artık bana hiçbir şey sorma hatta bir şey anlatmadıkça o konuda ben sana bir söz (demem)
1. | kâle | : dedi |
2. | fe | : o taktirde |
3. | in itteba’te-nî | : eğer bana tâbî olursan |
4. | fe lâ tes’el-nî | : bana soru sorma |
5. | an şey’in | : bir şeyden |
6. | hattâ | : oluncaya kadar, olmadıkça |
7. | uhdise (hadese) |
: ben bahsederim : (bahsetti, anlattı) |
8. | leke | : sana |
9. | min-hu | : ondan |
10. | zikren | : zikir, öğüt, kıssa, haber |
٧١
فَانْطَلَقَا حَتّى اِذَا رَكِبَا فِى السَّفينَةِ خَرَقَهَا قَالَ اَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ اَهْلَهَا لَقَدْ جِءْتَ شَيًْا اِمْرًا
(71) fentaleka hatta iza rakiba fis sefineti harakaha kale eharakteha li tüğrika ehleha le kad ci’te şey’en imra
sonra kalkıp gittiler nihayet bir gemiye bindiler onu yaraladı dedi sen gemiyi içindekileri boğmak için mi yaraladın gerçekten yaptığın şey çok büyük bir iş
1. | fentalakâ (fe intalakâ) | : böylece (ikisi) gittiler |
2. | hattâ | : oluncaya kadar |
3. | izâ | : olduğu zaman |
4. | rakibâ | : (ikisi) bindi |
5. | fî es sefîneti | : bir gemiye |
6. | haraka-hâ | : onu deldi |
7. | kâle | : dedi |
8. | e harakte-hâ | : onu deldin mi |
9. | li tugrika (garaka) | : garketmen (boğman, batırman) için : (garkoldu, boğuldu, battı) |
10. | ehle-hâ | : onun ehlini (ahalisini, içinde bulunanları) |
11. | lekad | : andolsun |
12. | ci’te | : sen (geldin) yaptın, tahakkuk ettirdin |
13. | şey’en | : bir şey |
14. | imren | : büyük iş |
٧٢
قَالَ اَلَمْ اَقُلْ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَطيعَ مَعِىَ صَبْرًا
(72) kale e lem e kul inneke len testetiy’a meiye sabra
dememiş miydim dedi şüphesiz sen tahammül edemezsin benimle sabretmeye
1. | kâle | : dedi |
2. | e lem ekul | : ben söylemedim mi, ben demedim mi |
3. | inne-ke | : muhakkak sen, |
4. | len testetîa | : asla güç yetiremezsin |
5. | maiye | : benimle beraber |
6. | sabren | : sabırlı olarak, sabırlı olma |
٧٣
قَالَ لَا تُؤَاخِذْنى بِمَا نَسيتُ وَلَا تُرْهِقْنى مِنْ اَمْرى عُسْرًا
(73) kale la tüahizni bima nesitü ve la türhikni min emri usra
dedi ki beni muaheze etme unuttuğumdan dolayı bana bu işimde zorluk yükleme
1. | kâle | : dedi |
2. | lâ tuâhız-nî | : beni sorgulama |
3. | bimâ | : den dolayı, sebebiyle |
4. | nesîtu | : unuttum |
5. | ve lâ turhık-nî | : ve bana yükleme, |
6. | min emrî | : benim emirlerimden (bana verilen emirlerde) |
7. | usren | : zorluk, güçlük |
٧٤
فَانْطَلَقَا حَتّى اِذَا لَقِيَا غُلَامًا فَقَتَلَهُ قَالَ اَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍ لَقَدْ جِءْتَ شَيًْا نُكْرًا
(74) fentaleka hatta iza lekiya ğulamen fe katellehu kale e katelte nefsen zekiyyetem bi ğayri nefs le kad ci’te şey’en nükra
sonra kalkıp gittiler nihayet rastladılar bir oğlan çocuğuna hemen onu öldürdü dedi ki sen öldürdün temiz günahsız bir kişiyi bir can karşılığı olmadan sen yaptın kötü bir şey
1. | fe | : böylece |
2. | intalekâ | : ikisi gitti (oradan ayrıldı) |
3. | hattâ | : oluncaya kadar |
4. | izâ | : olduğu zaman |
5. | lekıyâ | : ikisi karşılaştılar, rastladılar |
6. | gulâmen | : (erkek) çocuk |
7. | fe | : o zaman |
8. | katele-hu | : onu öldürdü |
9. | kâle | : dedi |
10. | e katelte | : sen öldürdün mü |
11. | nefsen | : bir nefs |
12. | zekiyyeten | : temiz, masum |
13. | bi gayri | : olmaksızın |
14. | nefsin | : bir nefs |
15. | lekad | : andolsun |
16. | ci’te | : sen (geldin) yaptın, tahakkuk ettirdin |
17. | şey’en | : bir şey |
18. | nukren | : kötü, şeriate uymayan |
Reklamlar