٥٣
وَمَا اُبَرِّءُ نَفْسى اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ اِلَّا مَارَحِمَ رَبّى اِنَّ رَبّى غَفُورٌ رَحيمٌ
(53) ve ma überriü nefsi innen nefse le emmaratüm bis sui illa ma rahime rabbi inne rabbi ğafurur rahiym
ben nefsimi temize çıkarmıyorum gerçekten nefs-i emmare kötülüğü ister ancak Rabbimin merhamet ettiği (hariç) şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, merhamet sahibidir
1. | ve mâ uberriu | : ve temize çıkaramam |
2. | nefsî | : nefsimi |
3. | inne en nefse | : muhakkak nefs |
4. | le emmâretun | : mutlaka emreder |
5. | bis sûı | : kötülüğü, kötülük ile |
6. | illâ | : ancak, hariç |
7. | mâ rahime | : Rahîm esmasıyla tecelli ettiği kişi |
8. | rabbî | : Rabbim |
9. | inne | : muhakkak |
10. | rabbî | : Rabbim |
11. | gafûrun | : mağfiret edendir |
12. | rahîmun | : rahmet nuru gönderendir |
٥٤
وَقَالَ الْمَلِكُ اءْتُونى بِه اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْسى فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَكينٌ اَمينٌ
(54) ve kalel melikü’ tuni bihi estahlishü li nefsi fe lemma kellemehu kale innekel yevme ledeyna mekinün emin
hükümdar dedi onu bana getirin onu nefsime halis bir kişi kılacağım vaktaki Yusuf’la konuştu şüphesiz sen dedi bugün katımızda emin bir mevkidesin
1. | ve kâle | : ve dedi |
2. | el meliku’tûnî | : melik (hükümdar) “bana getirin” |
3. | bi-hi | : onu |
4. | estahlis-hu | : onu seçtim, (bana) has kıldım |
5. | li nefsî | : kendim için |
6. | fe lemmâ | : olduğu zaman |
7. | kelleme-hu | : onunla konuştu |
8. | kâle | : dedi |
9. | inneke el yevme | : muhakkak sen bugün |
10. | ledey-nâ | : yanımızda |
11. | mekînun | : yüksek mevki sahibi |
12. | emînun | : güvenilir, emin |
٥٥
قَالَ اجْعَلْنى عَلى خَزَاءِنِ الْاَرْضِ اِنّى حَفيظٌ عَليمٌ
(55) kalec’ alni ala hazainil ard inni hafiyzun alim
(Yusuf) dedi ki beni yeryüzünün hazinedarı yap çünkü ben (onu çok iyi) korurum (ve) bilgi sahibiyim
1. | kâle ic’al-ni | : beni (sorumlu) kıl dedi |
2. | alâ | : üzerine |
3. | hazâin el ardı | : bu yerin hazineleri |
4. | in-ni | : muhakkak ben |
5. | hafîzun | : koruyan |
6. | alîmun | : bilen |
٥٦
وَكَذلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِى الْاَرْضِ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَاءُ نُصيبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَاءُ وَلَا نُضيعُ اَجْرَ الْمُحْسِنينَ
(56) ve kezalike mekkenna li yusüfe fil ard yetebevveü minha haysü yeşa’ nüsiybü bi rahmetina men neşaü ve la nüdiy’u ecral muhsinin
böylece yerleştirdik Yusuf’u o yere dilediği yerde (tasarruf) ediyor (ve) konaklıyordu biz rahmetlerimizi nasip ederiz dilediğimiz kimseye zayi etmeyiz iyilik edenlerin ecrini
1. | ve kezâlike | : ve böylece |
2. | mekkennâ | : yerleştirdik, mevki sahibi yaptık |
3. | li yûsufe | : Yusuf’u |
4. | fî el ardı | : yeryüzünde |
5. | yetebevveu | : konaklar, yerleşir |
6. | min-hâ | : oradan, orada |
7. | haysu | : yer, yerde |
8. | yeşâu | : diler |
9. | nusîbu | : isabet ettiririz, göndeririz |
10. | bi rahmeti-nâ | : rahmetimizi |
11. | men neşâu | : dilediğimiz kimseye |
12. | ve lâ nudîu | : ve zayi etmeyiz, kayba uğratmayız |
13. | ecre el muhsinîne | : muhsinlerin ücretini, ecrini, karşılığını, mükâfatını |
٥٧
وَلَاَجْرُ الْاخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذينَ امَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
(57) ve le ecrul ahirati hayrul lillezine amenu ve kanu yettekun
elbette ahiret mükafatı daha hayırlıdır iman edip sakınanlar için
1. | ve le ecrul âhıreti | : ve mutlaka, ahiretin ecri (mükâfatı) |
2. | hayrun | : daha hayırlıdır |
3. | lillezîne (li ellezîne) | : o kimseler için |
4. | âmenû | : âmenû olan, (yaşarken) Allah’a ulaşmayı dileyen kimseler |
5. | ve kânû | : ve oldular |
6. | yettekûne | : takva sahibi olurlar |
٥٨
وَجَاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ
(58) ve cae ihvetü yusüfe fe dehalu aleyhi fe arafehüm ve hüm lehu münkirun
ve Yusuf’un kardeşleri geldi sonra yanına girdiler hemen onları tanıdı onlarsa, onu tanımıyorlardı
1. | ve câe | : ve geldi(ler) |
2. | ihvetu yûsufe | : Yusuf’un kardeşleri |
3. | fe dehalû | : böylece girdiler |
4. | aleyhi | : ona, onun yanına |
5. | fe arefe-hum | : hemen onları tanıdı |
6. | ve hum | : ve onlar |
7. | lehu | : onu |
8. | munkirûne | : tanımayanlar (tanıyamayanlar) |
٥٩
وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ اءْتُونى بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَبيكُمْ اَلَا تَرَوْنَ اَنّى اُوفِى الْكَيْلَ وَاَنَا خَيْرُ الْمُنْزِلينَ
(59) ve lemma cehhezehüm bi cehazihim kale’ tuni bi ehil leküm min ebiküm ela teravne enni ufil keyle ve ene hayrul münzilin
vaktaki onların zahire yüklerini hazırlayınca dedi ki bana babanız bir olan kardeşinizi getirin görmüyor musunuz? ben ölçeği tam olarak veriyorum ve ben konukseverlerin hayırlısıyım
1. | ve lemmâ | : ve olduğu zaman |
2. | cehheze-hum | : onlara hazırladı |
3. | bi cehâzi-him | : zahire yüklerini |
4. | kâle’tûnî | : bana getirin dedi |
5. | bi ahin | : kardeşinizi |
6. | lekum | : sizin |
7. | min ebî-kum | : sizin babanızdan |
8. | e lâ terevne | : görmüyor musunuz |
9. | ennî | : muhakkak ben |
10. | ûfî el keyle | : ölçmeyi tam yaparım |
11. | ve ene | : ve ben |
12. | hayru | : en hayırlısı |
13. | el munzilîne | : ağırlayanlar, ikram edenler |
٦٠
فَاِنْ لَمْ تَاْتُونى بِه فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْدى وَلَا تَقْرَبُونِ
(60) fe il lem te’tuni bihi fe la keyle leküm indi ve la takrabun
eğer onu bana getirmezseniz benim yanımda size ölçek yok ve bana yaklaşmayın
1. | fe | : artık, o taktirde |
2. | in lem te’tû-nî | : eğer bana getirmezseniz |
3. | bi-hî | : onu |
4. | fe lâ | : o zaman yoktur |
5. | keyle | : bir ölçek, ölçülen madde |
6. | lekum | : size, sizin için |
7. | indî | : yanımda |
8. | ve lâ takrebû-ni | : ve bana yaklaşmayın |
٦١
قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ
(61) kalu senüravidü anhü ebahü ve inne le failun
dediler ki istemeye çalışırız onu babamızdan herhalde başarırız
1. | kâlû | : dediler |
2. | se nurâvidu | : isteyeceğiz, istemeye çalışacağız |
3. | an-hu ebâ-hu | : onu babasından |
4. | ve in-nâ | : ve muhakkak ki biz |
5. | le | : elbette, mutlaka |
6. | fâ’ilûne | : yapanlar |
٦٢
وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ فى رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَهَا اِذَا انْقَلَبُوا اِلى اَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
(62) ve kaleli fityanihic’ alu bidaatehüm fi rihalihim leallehüm ya’rifuneha izenkalebu ila ehlihim leallehüm yarciun
(Yusuf) hizmetçisi gençlere dedi ki bunların sermayelerini yüklerinin içine koyun olur ki onlar farkına varırlar döndükleri zaman ailelerinin yanına umulur ki onlar geri dönerler
1. | ve kâle | : ve dedi |
2. | li fityâni-hi | : adamlarına (yardımcı gençlere) |
3. | ıc’alû | : yapın (koyun) |
4. | bidâate-hum | : onların sermayeleri, erzak bedelleri |
5. | fî rihâli-him | : onların yüklerinin içine (heybelerine) |
6. | lealle-hum | : umulur ki, belki onlar |
7. | ya’rifûne-hâ | : onu tanırlar, onu farkederler |
8. | izenkalebû (izâ inkalebû) | : geri döndükleri zaman |
9. | ilâ ehli-him | : ailelerine |
10. | lealle-hum | : umulur ki, böylece onlar |
11. | yerci’ûne | : rücu ederler, dönerler |
٦٣
فَلَمَّا رَجَعُوا اِلى اَبيهِمْ قَالُوا يَا اَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَاَرْسِلْ مَعَنَا اَخَانَا نَكْتَلْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
(63) fe lemma raceu ila ebihim kalu ya ebana münia minnel keylü fe ersil meana ehana nektel ve inna lehu lehafizun
vaktaki döndüklerinde babalarının yanına dediler ki ey babamız! bizden ölçek men edildi hemen kardeşimizi bizimle beraber gönder ki zahire alalım muhakkak biz onu koruruz
1. | fe lemmâ | : böylece, olduğu zaman |
2. | receû | : döndüler |
3. | ilâ | : …e, …a |
4. | ebî-him | : (onların) babaları |
5. | kâlû | : dediler |
6. | yâ ebâ-nâ | : ey babamız |
7. | munia | : engellendi |
8. | min-nâ | : bizden |
9. | el keylu | : ölçek |
10. | fe ersil | : artık gönder |
11. | mea-nâ | : bizimle beraber |
12. | ehâ-nâ | : kardeşimiz |
13. | nektel | : ölçekle (satın) alalım |
14. | ve innâ | : ve muhakkak biz |
15. | lehu | : onu, onun için |
16. | le | : mutlaka, elbette, gerçekten |
17. | hâfizûne | : koruyanlar, koruyan kimseler, koruyucular |
Sayfa:242
٦٤
قَالَ هَلْ امَنُكُمْ عَلَيْهِ اِلَّا كَمَا اَمِنْتُكُمْ عَلى اَخيهِ مِنْ قَبْلُ فَاللّهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِمينَ
(64) kale hel amenüküm aleyhi illa kema emintüküm ala ehiyhi min kabl fellahü hayrun hafizav ve hüve erhamür rahimin
(babaları) dedi ki size güvenebilir miyim? onun için daha önce kardeşi için size güvendiğim gibi ama Allah koruyanların hayırlısıdır ve o, merhametlilerin en Merhametlisidir
1. | kâle | : dedi |
2. | hel âmenu-kum | : size güvenir miyim, size inanır mıyım, sizden emin olur muyum |
3. | aleyhi | : ona, onun için (hakkında) |
4. | illâ | : ancak |
5. | kemâ | : gibi |
6. | emintu-kum | : sizden emin oldum |
7. | alâ ahî-hi | : onun kardeşine, kardeşi için |
8. | min kablu | : önceden, daha önce |
9. | fallâhu (fe allâhu) | : fakat Allah |
10. | hayrun | : en hayırlı |
11. | hâfizen | : koruyucu, koruyan |
12. | ve huve | : ve o |
13. | erhamu er râhimîne | : rahmet edenlerin en çok rahmet edenidir |
٦٥
وَلَمَّا فَتَحُوا مَتَاعَهُمْ وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ اِلَيْهِمْ قَالُوا يَا اَبَانَا مَا نَبْغى هذِه بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ اِلَيْنَا وَنَميرُ اَهْلَنَا وَنَحْفَظُ اَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَعيرٍ ذلِكَ كَيْلٌ يَسيرٌ
(65) ve lemma fetehu metaahüm vecedu bidaatehüm ruddet ileyhim kalu ya ebana ma nebğiy hazihi bidaatüna ruddet ileyna ve nemiru ehlena ve nahfezu ehana ve nezdadü keyle beiyr zalike keylüy yesir
vaktaki eşyalarını açınca sermayelerinin kendilerine iade edilmiş buldular dediler “ey babamız! daha ne isteriz” işte sermayemiz de bize iade olunmuş ve ailemize erzak getiririz ve kardeşlerimizi de muhafaza ederiz ve (alacağımız) ölçeği bir hayvan yükü daha arttırırız zaten ölçeğimiz (bize) yetersiz.
1. | ve lemmâ | : ve olduğu zaman |
2. | fetehû | : açtılar |
3. | metâa-hum | : metalarını, eşyalarını |
4. | vecedû | : buldular |
5. | bidâate-hum | : onların sermayeleri, ana malları (erzak ile takas için götürdükleri mal) |
6. | ruddet | : iade edildi, geri verildi |
7. | ileyhim | : kendilerine, onlara |
8. | kâlû | : dediler |
9. | yâ ebâ-nâ | : ey babamız |
10. | mâ nebgî | : (daha) ne isteriz |
11. | hâzihî | : bu |
12. | bidâatu-nâ | : bizim sermayemiz |
13. | ruddet | : iade edildi |
14. | ileynâ, | : bize |
15. | ve nemîru | : ve erzak, yiyecek getiririz |
16. | ehle-nâ | : ailemize |
17. | ve nahfazu | : ve koruruz, muhafaza ederiz |
18. | ehâ-nâ | : kardeşimiz |
19. | ve nezdâdu | : ve arttırırız |
20. | keyle | : bir ölçek (ölçmede kullanılan bir birim, miktar) |
21. | beîrin | : (yük taşıyan) deve |
22. | keyle beîrin | : bir deve yükü (ölçüsü kadar) |
23. | zâlike | : işte bu |
24. | keylun | : ölçektir, miktardır |
25. | yesîrun | : azdır (kolaydır) |
٦٦
قَالَ لَنْ اُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتّى تُؤْتُونِ مَوْثِقًا مِنَ اللّهِ لَتَاْتُنَّنى بِه اِلَّا اَنْ يُحَاطَ بِكُمْ فَلَمَّا اتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللّهُ عَلى مَا نَقُولُ وَكيلٌ
(66) kale len ürsilehu meaküm hatta tü’tuni mevsikam minellahi lete’tünneni bihi illa ey yühata biküm fe lemma atevhü mevsikahüm kalellahü ala ma nekulü vekil
(babaları) dedi ki onu asla göndermem sizinle beraber hatta Allah’a sağlam söz verirseniz onu bana getireceğinize dair ancak sizi (ciddi bir şey) kuşatmışsa başka. Vaktaki onlar babalarına sağlam söz verdiler “Allah söylediklerimize karşı vekildir” dedi
1. | kâle | : dedi |
2. | len ursile-hu | : onu göndermem |
3. | mea-kum | : sizinle beraber |
4. | hattâ | : …e kadar |
5. | tu’tû-ni | : bana verin |
6. | mevsikan | : sağlam söz (misak) |
7. | min allâhi | : Allah’tan |
8. | le te’tunne-nî | : mutlaka bana getireceksiniz |
9. | bi-hi | : onu |
10. | illâ | : ancak, başka, olmadıkça |
11. | en yuhâta | : kuşatılmak, ihata edilmek |
12. | bikum, | : sizinle, sizi |
13. | fe lemmâ | : böylece, olduğu zaman |
14. | âtev-hu | : ona verdiler |
15. | mevsika-hum | : sağlam söz, kesin sözlerini |
16. | kâle | : dedi |
17. | allâhu | : Allah |
18. | alâ mâ nekûlu | : söylediğimiz şeylere |
19. | vekîlun | : vekildir |
٦٧
وَقَالَ يَا بَنِىَّ لَا تَدْخُلُوا مِنْ بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُوا مِنْ اَبْوَابٍ مُتَفَرِّقَةٍ وَمَا اُغْنى عَنْكُمْ مِنَ اللّهِ مِنْ شَىْءٍ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
(67) ve kale ya beniyye la tedhulu mim babiv vahidiv vedhulu min ebvabim müteferrikah ve ma uğni anküm minellahi min şey’ i nil hukmü illa lillah aleyhi tevekkelt ve aleyhi fel yetevekkelil mütevekkilun
dedi ki ey oğullarım! tek kapıdan girmeyiniz ayrı ayrı kapılardan giriniz uzaklaştıramam Allah’tan size (gelecek) bir şeyi hüküm ancak Allah’a aittir ben O’na tevekkül ettim yalnız O’na tevekkül edin tevekkül edenlerle
1. | ve kâle | : ve dedi |
2. | yâ beniyye | : ey oğullarım |
3. | lâ tedhulû | : girmeyiniz |
4. | min bâbin | : kapıdan |
5. | vâhidin | : tek |
6. | ve udhulû | : ve giriniz |
7. | min ebvâbin | : kapılardan |
8. | muteferrikatin | : ayrı ayrı |
9. | ve mâ ugnî | : ve ben kâfi gelemem, fayda veremem, gideremem |
10. | ankum | : sizden, size |
11. | min allâhi | : Allah’tan |
12. | min şeyin | : bir şeyi (bir şeyden) |
13. | inil hukmu (in el hukmu) | : hüküm ise |
14. | illâ | : ancak, yalnız |
15. | lillâhi (li allâhi) | : Allah’ın, Allah’a ait |
16. | aleyhi | : ona |
17. | tevekkeltu | : tevekkül ettim |
18. | ve aleyhi | : ve ona |
19. | fe li yetevekkeli | : artık tevekkül etsinler |
20. | el mutevekkilûne | : tevekkül edenler |
٦٨
وَلَمَّا دَخَلُوا مِنْ حَيْثُ اَمَرَهُمْ اَبُوهُمْ مَاكَانَ يُغْنى عَنْهُمْ مِنَ اللّهِ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا حَاجَةً فى نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضيهَا وَاِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِمَا عَلَّمْنَاهُ وَلكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
(68) ve lemma dehalu min haysü emerahüm ebuhüm ma kane yuğni anhüm minellahi min şey’in illa haceten fi nefsi ya’kube kadaha ve innehu le zu ilmil lima allemnahü ve lakinne ekseran nasi la ya’lemun
vaktaki girdiklerinde babalarının kendilerine emrettiği yerden kendilerinden savmıyordu Allah’ın (takdir ettiği) hiçbir şeyi ancak Yakup’un nefsindeki bir haceti yerine getirilmişti şüphesiz Yakup bir ilim sahibiydi çünkü biz ona öğretmiştik lakin insanların çoğu (bunu) bilmezler
1. | ve lemmâ | : ve olduğu zaman, böylece |
2. | dehalû | : girdiler |
3. | min haysu | : yerde, yerden |
4. | emere-hum | : onlara emretti |
5. | ebû-hum, | : onların babaları |
6. | mâ kâne | : olmadı, olmazdı |
7. | yugnî | : kâfi gelir, fayda verir, giderir |
8. | an-hum | : onlardan |
9. | min allâhi | : Allah’tan |
10. | min şey’in | : bir şeyi, bir şeyden |
11. | illâ | : ancak, başka |
12. | hâceten | : bir dilek, bir hacet |
13. | fî nefsi | : nefsinde |
14. | ya’kûbe | : Yâkub |
15. | kadâ-hâ, | : o vuku buldu, onu (işi, olayı) yerine getirdi |
16. | ve inne-hu | : ve muhakkak o, çünkü o |
17. | le | : mutlaka, elbette |
18. | zû ilmin | : bir ilim sahibi |
19. | limâ | : sebebiyle, için |
20. | allemnâ-hu | : ona öğrettik |
21. | ve lâkinne | : ve lâkin, fakat |
22. | eksere en nâsi | : insanların çoğu |
23. | lâ ya’lemûne | : bilmezler, bilmiyorlar |
٦٩
وَلَمَّا دَخَلُوا عَلى يُوسُفَ اوى اِلَيْهِ اَخَاهُ قَالَ اِنّى اَنَا اَخُوكَ فَلَا تَبْتَءِسْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
(69) ve lemma dehalu ala yusüfe ave ileyhi ehahü kale inni ene ehuke fe la tebteis bima kanu ya’melun
vaktaki Yusuf’un huzuruna girdiklerinde Yusuf kardeşini yanına aldı dedi ki şüphesiz ben senin kardeşinim sen (onların) bize yaptıklarına üzülme
1. | ve lemmâ | : olduğu zaman |
2. | dehalû | : girdiler |
3. | alâ | : …a, huzuruna |
4. | yûsufe | : Yusuf’un |
5. | âvâ | : yanına aldı (barındırdı) |
6. | ileyhi | : ona |
7. | ehâ-hu | : onun kardeşi |
8. | kâle | : dedi |
9. | in-nî | : muhakkak, gerçekten ben |
10. | ene | : ben |
11. | ehû-ke | : senin kardeşin |
12. | fe | : artık |
13. | lâ tebteis | : üzülme |
14. | bi-mâ | : dolayısıyla, sebebiyle |
15. | kânû | : oldular |
16. | ya’melûne | : yapıyorlar |
Sayfa:243
٧٠
فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ فى رَحْلِ اَخيهِ ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْعيرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ
(70) fe lemma cehheze hüm bi cehazihim ceales sikayete fi rahli ehiyhi sümme ezzene müezzinün eyyetühel iyru inneküm le sarikun
vaktaki hazırlayınca dedi ki onların zahire yüklerini su kabını koydu kardeşinin yükünün içine sonra bir müezzin ilan etti ey kafile! muhakkak siz hırsızlarsınız
1. | fe lemmâ | : artık, böylece, olduğu zaman |
2. | cehheze-hum | : onları hazırladı |
3. | bi cehâzi-him | : onların yüklerini |
4. | ceale | : kıldı, yaptı (koydu) |
5. | es sikâyete | : su kabı |
6. | fî rahli | : yükün içine |
7. | ahî-hi, | : onun kardeşi (kendi kardeşi) |
8. | summe | : sonra |
9. | ezzene | : seslendi (ilân etti) |
10. | muezzinun | : müezzin, seslenen kişi, seslenmekle görevli kişi |
11. | eyyetu-hâ | : ey |
12. | el îru | : kafile |
13. | inne-kum | : muhakkak ki siz(ler) |
14. | le | : gerçekten |
15. | sârikûne | : hırsızlar |
٧١
قَالُوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ
(71) kalu ve akbelu aleyhim maza tefkidun
onlara dönüp dediler “ne kaybınız var?”
1. | kâlû | : dediler |
2. | ve akbelû | : ve döndüler |
3. | aleyhim | : onlara |
4. | mâzâ | : ne, nedir |
5. | tefkidûne | : kaybediyorsunuz (arıyorsunuz) |
٧٢
قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَاءَ بِه حِمْلُ بَعيرٍ وَاَنَا بِه زَعيمٌ
(72) kalu nefkidü suvaal meliki ve li men cae bihi himlü beiyriv ve ene bihi zeiym
dediler ki melik’in su kabını kaybettik ve kim onu getirirse bir deve yükü (bahşiş) var ve ben buna kefilim
1. | kâlû | : dediler |
2. | nefkıdu | : kaybediyoruz (kaybettiğimizi arıyoruz) |
3. | suvâa el meliki | : melikin (hükümdarın) su kabı |
4. | ve li men câe bi-hi | : ve kim onu getirirse |
5. | hımlu beîrin | : bir deve yükü |
6. | ve ene | : ve ben |
7. | bihî | : ona |
8. | za’îmun | : kefil |
٧٣
قَالُوا تَاللّهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِءْنَا لِنُفْسِدَ فِى الْاَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِقينَ
(73) kalu tellahi le kad alimtüm ma ci’na li nüfside fil erdi ve ma künna sarikın
(kardeşleri) dediler ki Allah’a yemin olsun kesinlikle biliyorsunuz ki (biz) bu yere fesat çıkarmak için gelmedik (biz) hırsızlık yapan kişilerden değiliz
1. | kâlû | : dediler |
2. | tallâhi | : Allah |
3. | lekad | : andolsun ki |
4. | alimtum | : siz bildiniz (biliyorsunuz) |
5. | mâ ci’nâ | : biz gelmedik |
6. | li nufside | : bozgunculuk çıkarmak için |
7. | fi el ardı | : bu yerde, yeryüzünde |
8. | ve mâ kunnâ | : ve biz değiliz, biz olmadık |
9. | sârikîne | : hırsızlar |
٧٤
قَالُوا فَمَا جَزَاؤُهُ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِبينَ
(74) kalu fe ma cezaühu in küntüm kazibin
“o hırsızın cezası nedir?” dediler eğer yalancı çıkarsanız
1. | kâlû | : dediler |
2. | fe | : öyleyse, o taktirde |
3. | mâ cezâu-hû | : onun cezası nedir |
4. | in kuntum kâzibîne | : eğer siz yalan söylüyorsanız |
٧٥
قَالُوا جَزَاؤُهُ مَنْ وُجِدَ فى رَحْلِه فَهُوَ جَزَاؤُهُ كَذلِكَ نَجْزِى الظَّالِمينَ
(75) kalu cezaühu mev vücide fi rahlihi fe hüve cezaüh kezalike necziz zalimin
dediler ki onun cezası kimin yükünün içinde bulunursa artık ceza onundur işte (biz) zalimlere (böyle) ceza veririz
1. | kâlû | : dediler |
2. | cezâu-hu | : onun cezası |
3. | men vucide | : kimde bulunursa |
4. | fî rahlihi | : onun yükünde, yükü içinde |
5. | fe huve | : o taktirde, artık odur (kendisidir) |
6. | cezâu-hu | : onun cezası |
7. | kezâlike | : işte böyle |
8. | neczî ez zâlimîne | : biz zalimleri cezalandırırız |
٧٦
فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَاءِ اَخيهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَاءِ اَخيهِ كَذلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَ مَاكَانَ لِيَاْخُذَ اَخَاهُ فى دينِ الْمَلِكِ اِلَّا اَنْ يَشَاءَ اللّهُ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَاءُ وَفَوْقَ كُلِّ ذى عِلْمٍ عَليمٌ
(76) fe bedee bi ev’iyetihim kable viai ehiyhi sümmestahraceha min viai ehiyh kezalike kidna li yusüf ma kane li ye’huze ehahü fi dinil meliki illa ey yeşaellah nerfeu deracatim men neşa’ ve fevka külli zi ilmin alim
(aramaya) kardeşinin kabından önce (diğerlerinin) kaplarından başladı sonra kardeşinin yükünden tas çıkarıldı böylece Yusuf’a tedbir öğretildi melikin dininde (delil olmadan) kardeşini tutup alıkoyma yoktu ancak Allah dilemiş ola derecesini yükseltiriz biz dilediğimiz kimsenin her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen (vardır)
1. | fe | : böylece, o zaman |
2. | bedee | : başladı |
3. | bi ev’ıyeti-him | : onların heybeleri |
4. | kable | : önce |
5. | viâi | : kap, heybe |
6. | ahî-hi | : kardeşinin |
7. | summestahrecehâ | : sonra onu çıkardı |
8. | min viâi ahî-hi | : kardeşinin heybesinden |
9. | kezâlike | : işte böylece |
10. | kidnâ (keyd) |
: düzen hazırladık : (hile, düzen, tedbir) |
11. | li yûsufe | : Yusuf için |
12. | mâ kâne | : olmadı, olmazdı |
13. | li ye’huze | : alıkoyması, tutması |
14. | ehâ-hu | : kardeşini |
15. | fî dîni el meliki | : melikin dîninde, milletinde, kurallarında |
16. | illâ | : ancak, …den başka, hariç |
17. | en yeşâallâhu(yeşâu allâhu) | : Allah’ın dilemesi |
18. | nerfeu | : yükseltiriz |
19. | derecâtin | : dereceler |
20. | men neşâu | : dilediğimiz kimseye |
21. | ve fevka | : ve üstünde |
22. | kulli | : bütün, her |
23. | zî ilmin | : ilim sahibi |
24. | alîmun | : daha iyi bilen |
٧٧
قَالُوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُ فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ فى نَفْسِه وَلَمْ يُبْدِهَالَهُمْ قَالَ اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَانًا وَاللّهُ اَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ
(77) kalu iy yesrik fe kad seraka ehul lehu min kabl fe eserraha yusüfü fi nefsihi ve lem yübdiha lehüm kale entüm şerrum mekana vallahü a’lemü bima tesifun
dediler eğer o çalmışsa gerçekten onun kardeşi de daha önceden çalmıştı Yusuf nefsinde onu gizli tuttu ve bunu kendilerine açıklamadı sizler daha kötü mevkidesiniz dedi Allah en iyi bilir (sizin) isnat ettiğiniz vasıflandırmayı
1. | kâlû | : dediler |
2. | in yesrık | : eğer çalmışsa |
3. | fe kad | : olmuştu |
4. | sereka | : çaldı |
5. | ehun | : kardeşi |
6. | lehu | : onun |
7. | min kablu | : önceden, daha önce |
8. | fe eserre-hâ | : onu saklı tuttu, gizledi |
9. | yûsufu | : Yusuf |
10. | fî nefsi-hî | : nefsinde, kendi içinde |
11. | ve lem yubdi-hâ | : ve onu açıklamadı |
12. | lehum | : onlara |
13. | kâle | : dedi |
14. | entum | : siz |
15. | şerrun | : şerr, kötü |
16. | mekânen | : konum, yer |
17. | vallâhu (ve allâhu) | : ve Allah |
18. | a’lemu | : daha iyi bilir |
19. | bimâ | : dolayısıyla, o şey sebebiyle |
20. | tesifûne | : anlatıyorsunuz |
٧٨
قَالُوا يَا اَيُّهَا الْعَزيزُ اِنَّ لَهُ اَبًا شَيْخًا كَبيرًا فَخُذْ اَحَدَنَا مَكَانَهُ اِنَّا نَريكَ مِنَ الْمُحْسِنينَ
(78) kalu ya eyyühel azizü inne lehu eben şeyhan kebiran fe huz ehadena mekaneh inna nerake minel muhsinin
dediler ki ey aziz! gerçekten onun babası çok yaşlı bir zattır bizden birimizi al onun yerine şüphesiz biz seni iyilik edenlerden görüyoruz
1. | kâlû | : dediler |
2. | yâ eyyuhâ el azîzu | : ey azîz |
3. | inne | : muhakkak, gerçekten |
4. | lehû | : onun var |
5. | eben | : babası |
6. | şeyhan | : ihtiyar |
7. | kebîren | : büyük, yaşlı |
8. | fe | : artık, o sebeple, bundan dolayı |
9. | huz | : tut, al |
10. | ehade-nâ | : bizden birisi |
11. | mekâne-hu | : onun yerine |
12. | innâ | : muhakkak ki biz, gerçekten biz |
13. | nerâ-ke | : seni görüyoruz |
14. | min el muhsinîne | : muhsinlerden |
Sayfa:244
٧٩
قَالَ مَعَاذَ اللّهِ اَنْ نَاْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُ اِنَّا اِذًا لَظَالِمُونَ
(79) kale meazellahi en ne’huze illa mev vecedna metaana indehu inna izel le zalimun
dedi ki Allah’a sığınırım biz malımızı kimin yanında bulmuşsak (onu) alırız şüphesiz biz o zaman zalimlerden oluruz
1. | kâle | : dediler |
2. | maâzâ allâhi (âze) |
: Allah’a sığınırım : (sığındı) |
3. | en ne’huze | : alıkoymamız, onu almamız, tutmamız, alıkoymamız |
4. | illâ | : …den başka |
5. | men vecednâ | : bulduğumuz kimse |
6. | metâa-nâ | : bizim eşyamız |
7. | inde-hû | : onun yanında |
8. | innâ (in-nâ) | : eğer biz yaparsak |
9. | izen | : o zaman |
10. | le zâlimûne | : mutlaka zalimler |
٨٠
فَلَمَّا اسْتَيَأَسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِيًّا قَالَ كَبيرُهُمْ اَلَمْ تَعْلَمُوا اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقًا مِنَ اللّهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ فى يُوسُفَ فَلَنْ اَبْرَحَ الْاَرْضَ حَتّى يَاْذَنَ لى اَبى اَوْ يَحْكُمَ اللّهُ لى وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمينَ
(80) fe lemmestey’esu minhü halesu neciyya kale kebiruhüm e lem ta’lemu enne ebaküm kad ehaze aleyküm mevsikam minellahi ve min kablü ma ferrattüm fi yusüf fe len ebrahal erda hatta ye’zene li ebi ev yahkümellahü li ve hüve hayrul hakimin
vaktaki ondan ümitlerini kesince kenara çekilip fısıldaştılar kardeşlerin büyüğü dedi ki bilmiyor musunuz? babanız sizden Allah adına sağlam bir söz aldığını ve Yusuf’a daha önce yaptığınız kusurunuzu artık (ben) bu yeri bırakıp gidemem ancak babam bana izin verirse veya benim için Allah’ın hükmü (gelinceye kadar) o hüküm verenlerin en hayırlısıdır
1. | fe lemmestey’esû | : artık umutlarını kestikleri zaman |
2. | min-hu | : ondan |
3. | halesû | : ayrıldılar, bir kenara çekildiler |
4. | neciyyan | : fısıldaşarak, gizli konuşarak |
5. | kâle | : dedi |
6. | kebîru-hum | : onların büyüğü |
7. | e lem ta’lemû | : bilmiyor musunuz |
8. | enne | : olduğunu |
9. | ebâ-kum | : sizin babanız |
10. | kad | : olmuştu |
11. | ehaze | : aldı |
12. | aleykum | : sizden |
13. | mevsikan | : misak |
14. | min allâhi | : Allah’tan |
15. | ve min kablu | : ve önceden, daha önceden |
16. | mâ ferrattum | : yaptığınız kusur |
17. | fî yûsufe | : Yusuf için, Yusuf hakkında, Yusuf’a |
18. | fe len ebraha (bereha) |
: artık asla ayrılmam : (ayrıldı) |
19. | el arda | : yer (burası) |
20. | hattâ | : oluncaya kadar |
21. | ye’zene | : izin verir |
22. | lî ebî | : bana babam |
23. | ev | : veya |
24. | yahkumu allahu | : Allah hüküm verir |
25. | lî | : benim için |
26. | ve huve | : ve o |
27. | hayru el hâkimîne | : hüküm verenlerin en hayırlısı |
٨١
اِرْجِعُوا اِلى اَبيكُمْ فَقُولُوا يَا اَبَانَا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَ وَمَا شَهِدْنَا اِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظينَ
(81) irciu ila ebiküm fe kulu ya ebana innebneke serak ve ma şehidna illa bima alimna ve ma künna lilğaybi hafiziyn
siz babanıza dönünüz ve deyiniz ki ey babamız! gerçekten senin oğlun hırsızlık etti şahitlik ediyoruz biz ancak bildiğimiz şeye ve biz gaybın koruyucuları değiliz
1. | ırciû | : dönün |
2. | ilâ ebî-kum | : babanıza |
3. | fe kûlû | : böylece deyin, söyleyin |
4. | yâ ebâ-nâ | : ey babamız |
5. | innebneke (inne ibne-ke) | : muhakkak senin oğlun |
6. | seraka | : hırsızlık yaptı |
7. | ve mâ şehid-nâ | : ve biz şahit olmadık (görmedik) |
8. | illâ | : …den başka |
9. | bimâ | : şeyi, şeye |
10. | alimnâ | : bildik |
11. | ve mâ kunnâ | : ve biz değildik, olmadık |
12. | lilgaybi (li el gaybi) | : gaybı, gizli olanı |
13. | hâfizîne | : koruyanlar, bilenler (bilgiyi muhafaza edenler, bilgi sahibi olanlar) |
٨٢
وَسَْلِ الْقَرْيَةَ الَّتى كُنَّا فيهَا وَالْعيرَ الَّتى اَقْبَلْنَا فيهَا وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
(82) ves’elil karyetelleti künna fiha vel iyralleti akbelna fiha ve inna lesadikun
içinde bulunduğumuz şehir halkına sor hem de beraber döndüğümüz kervana şüphesiz biz doğru söyleyenlerdeniz
1. | ves’elil karyete | : ve o karyeye, şehir halkına sor |
2. | elletî | : ki o |
3. | kunnâ | : biz olduk |
4. | fîhâ | : içinde, orada |
5. | vel îrelletî (ve el îre elletî) (îre) |
: ve kafile, ki o : (üzerinde yük bulunan develer, yüklü develer topluluğu, kafile) |
6. | akbelnâ | : döndük |
7. | fî-hâ | : aralarında |
8. | ve innâ | : muhakkak biz |
9. | le sâdikûne | : gerçekten sadıklar, doğruyu söyleyenler |
٨٣
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْرًا فَصَبْرٌ جَميلٌ عَسَى اللّهُ اَنْ يَاْتِيَنى بِهِمْ جَميعًا اِنَّهُ هُوَ الْعَليمُ الْحَكيمُ
(83) kale bel sevvelet leküm enfüsüküm emra fe sabrun cemil asellahü ey ye’tiyeni bihim cemia innehu hüvel alimül hakim
dedi “sizi bu işe bilakis nefisleriniz sürüklemiştir” artık (bana düşen) güzel bir sabırdır olur ki Allah hepsini birlikte bana getirir şüphesiz o her şeyi bilen, hikmet sahibidir
1. | kâle | : dedi |
2. | bel | : hayır |
3. | sevvelet | : teşvik etti, güzel gösterdi |
4. | lekum | : size |
5. | enfusu-kum | : sizin nefsiniz |
6. | emren | : bir iş, bir durum |
7. | fe | : artık |
8. | sabrun | : sabır |
9. | cemîlun | : güzel |
10. | asallâhu (asâ allâhu) | : umulur ki Allah |
11. | en ye’tiye-nî | : bana getirir (bana getirmesi) |
12. | bi-him | : onları |
13. | cemî’an | : hepsini |
14. | innehu | : muhakkak, çünkü o |
15. | huve | : o |
16. | el alîmu el hakîmu | : en iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır |
٨٤
وَتَوَلّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَااَسَفى عَلى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظيمٌ
(84) ve tevella anhüm ve kale ya esefa ala yusüfe vebyaddat aynahü minel huzni fe hüve keziym
onlardan yüz cevirdi, dedi! ey benim Yusuf için çektiğim tasa (ve) üzüntülerim! onun gözlerine ak düştü hüzün (ve) gamdan dolayı
1. | ve tevellâ | : ve yüz çevirdi |
2. | an-hum | : onlardan |
3. | ve kâle | : ve dedi |
4. | yâ esefâ alâ yûsufe | : ey Yusuf’a olan esefim (üzüntü) |
5. | ve ebyaddat | : beyaz oldu, ağardı |
6. | aynâ-hu | : onun gözleri (onun iki gözü) |
7. | min el huzni | : hüzünden |
8. | fe huve | : böylece o, artık o |
9. | kezîmun | : üzüntüsünü saklayan |
٨٥
قَالُوا تَاللّهِ تَفْتَؤُا تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتّى تَكُونَ حَرَضًا اَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِكينَ
(85) kalu tellahi tefteü tezküru yusüfe hatta tekune haradan ev tekune minel halikin
dediler ki Allah’a yemin ederiz ki (sen) hala Yusuf’u anıp duruyorsun hatta çok ağır hasta olacaksın veya helake düşenlerden olacaksın
1. | kâlû | : dediler |
2. | tallâhi | : Allah’a andolsun |
3. | tefteu | : hâlâ devam ediyorsun |
4. | tezkuru | : zikrediyorsun, anıyorsun |
5. | yûsufe | : Yusuf’u |
6. | hattâ | : oluncaya kadar |
7. | tekûne | : olursun, olacaksın |
8. | haradan | : ölüme götüren hastalık |
9. | ev | : ya da, veya |
10. | tekûne | : olursun, olacaksın |
11. | min el hâlikîne | : helâk olanlardan |
٨٦
قَالَ اِنَّمَا اَشْكُوا بَثّى وَحُزْنى اِلَى اللّهِ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَالَا تَعْلَمُونَ
(86) kale innema eşku bessi ve huzni ilellahi ve a’lemü minellahi ma la ta’lemun
dedi ki ben kederimi, hüznümü ve şikayetimi ancak Allah’a (arz ederim) Allah tarafından bilirim sizin bilmediklerinizi
1. | kâle | : dedi |
2. | innemâ | : sadece |
3. | eşkû | : şikâyet ederim (arz ederim) |
4. | bessî | : derin üzüntüm, kederim |
5. | ve huznî | : ve hüznüm |
6. | ilallâhi (ilâ allâhi) | : Allah’a |
7. | ve a’lemu | : ve biliyorum |
8. | min allâhi | : Allah’tan |
9. | mâ lâ ta’lemûne | : bilmediğiniz şey(ler)i |
Sayfa:245
٨٧
يَا بَنِىَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخيهِ وَلَا تاَيْأَسُوا مِنْ رَوْحِ اللّهِ اِنَّهُلَا يَايْأَسُ مِنْ رَوْحِ اللّهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ
(87) ya beniyyez hebu fe tehassesu miy yusüfe ve ehiyhi ve la tey’esu mir ravhillah innehu la ye’yesu min ravhillahi illel kavmül kafirun
ey oğullarım! haydi gidiniz iyice araştırın Yusuf ve kardeşinin durumu (hakkında) Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin şüphesiz (Allah’ın rahmetinden ancak); kafirler topluluğu ümidini keser
1. | yâ beniyye izhebû | : ey oğullarım, gidiniz |
2. | fe | : artık |
3. | tehassesû | : iyice araştırın |
4. | min yûsufe | : Yusuf’tan, Yusuf’u |
5. | ve ehî-hi | : ve onun kardeşi |
6. | ve lâ te’yesû | : ve umut kesmeyin |
7. | min revhi allâhi (er revhu) |
: Allah’ın rahmetinden, Allah’ın vereceği ferahlıktan, sevinçten : (sevinç, ferahlık, rahmet) |
8. | inne-hu | : çünkü o |
9. | lâ ye’yesu | : umut kesmezler |
10. | min revhi allâhi | : Allah’ın rahmetinden, Allah’ın vereceği ferahlıktan, sevinçten |
11. | illâ | : …den başkası, hariç |
12. | el kavmu el kâfirûne | : kâfirler kavmi (onu inkâr edenler topluluğu) |
٨٨
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَا اَيُّهَا الْعَزيزُمَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِءْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجيةٍ فَاَوْفِلَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَا اِنَّ اللّهَ يَجْزِى الْمُتَصَدِّقينَ
(88) fe lemma dehalu aleyhi kalu ya eyyühel azizü messena ve ehlened durru ve ci’na bi bidaatim müzcatin fe evfi lenel keyle ve tesaddak aleyna innellahe yeczil mütesaddikın
vaktaki Yusuf’un huzuruna girdiler dediler ki ey aziz! bize ve ailemize zarar (ve) darlık dokundu biz az bir sermaye ile geldik ve bize tam ölçek (zahire) ver bize tasadduk eyle şüphesiz Allah sadaka verenleri mükafatlandırır
1. | fe lemmâ | : böylece, olduğu zaman |
2. | dehalû | : girdiler |
3. | aleyhi | : ona (onun yanına, huzuruna) |
4. | kâlû | : dediler |
5. | yâ eyyuhâ el azîzu | : ey vezir, ey azîz |
6. | messenâ | : bize dokundu |
7. | ve ehlenâ | : ve ailemize |
8. | ed durru | : şiddetli darlık |
9. | ve ci’nâ | : ve geldik |
10. | bi | : ile |
11. | bidâatin | : sermaye |
12. | muzcâtin | : önemsiz, az |
13. | fe evfi | : tam ver |
14. | lenâ | : bize |
15. | el keyle | : ölçek |
16. | ve tesaddak | : sadaka ver, bağışta bulun |
17. | aleynâ | : bize |
18. | innallâhe (inne allâhe) | : muhakkak Allah |
19. | yeczî | : karşılığını öder, mükâfatını verir |
20. | el mutesaddikîne | : sadaka verenler, tasaddukta bulunanlar |
٨٩
قَالَ هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخيهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ
(89) kale hel alimtüm ma fealtüm bi yusüfe ve ehiyhi iz entüm cahilun
(Yusuf) dedi ki siz biliyor musunuz? Yusuf’a ve kardeşine ne yaptığınızı siz o zaman cahillerdendiniz
1. | kâle | : dedi |
2. | hel | : mi |
3. | alimtum | : siz bildiniz |
4. | mâ | : neler, ne |
5. | fealtum | : siz yaptınız |
6. | bi yûsufe | : Yusuf’a |
7. | ve ahî-hi | : ve onun kardeşi |
8. | iz | : o zaman |
9. | entum | : siz |
10. | câhilûne | : cahiller |
٩٠
قَالُوا ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُ قَالَ اَنَا يُوسُفُ وَهذَا اَخى قَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَيْناَ اِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَاِنَّ اللّهَ لَا يُضيعُ اَجْرَ الْمُحْسِنينَ
(90) kalu einneke le ente yusüf kale ene yusüfü ve haza ehiy kad mennellahü aleyna innehu mey yetteki ve yasbir fe innellahe la yüdiy’u ecral muhsinin
dediler “şüphesiz sen Yusuf musun?” dedi “ben Yusuf’um bu da kardeşim” gerçekten Allah bize lütuf buyurdu gerçekten (Allah’tan) kim sakınır ve sabrederse şüphesiz Allah iyilik edenlerin ecrini zayi etmez
1. | kâlû | : dediler |
2. | e inne-ke | : gerçekten sen misin |
3. | le ente yûsufu | : mutlaka sen Yusuf’sun |
4. | kâle | : dedi |
5. | ene yûsufu | : ben Yusuf’um |
6. | ve hâzâ | : ve bu |
7. | ahî | : kardeşim |
8. | kad | : andolsun |
9. | menne allâhu | : Allah ni’metlendirdi (ni’met verdi) |
10. | aleynâ, | : bize |
11. | inne-hu | : muhakkak, çünkü |
12. | men yettekı | : kim takva sahibi olursa |
13. | ve yasbir | : ve sabreder |
14. | fe innallâhe | : o taktirde, muhakkak ki Allah |
15. | lâ yudî’u ecre | : karşılığını zayi etmez (boşa çıkarmaz) |
16. | el muhsinîne(ecre el muhsinîne) |
: muhsinler: (muhsinlerin ecrini) |
٩١
قَالُوا تَاللّهِ لَقَدْ اثَرَكَ اللّهُ عَلَيْنَا وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِينَ
(91) kalu tellahi le kad aserakellahü aleyna ve in künna le hatiin
dediler ki Allah’a yemin ederiz ki Allah seni bizden üstün tutmuş (ve) seçmiş bizde gerçekten suçlulardan idik
1. | kâlû | : dediler |
2. | tallâhi | : Allah’a yemin olsun |
3. | lekad | : andolsun ki |
4. | âserekellâhu | : Allah seni tercih etmiştir |
5. | aleynâ | : bize |
6. | ve in kunnâ | : ve biz olduk |
7. | le hâtıîne | : kasten günah işleyen günahkârlar |
٩٢
قَالَ لَا تَثْريبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ يَغْفِرُ اللّهُ لَكُمْ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِمينَ
(92) kale la tesribe aleykümül yevm yağfirullahü leküm ve hüve erhamür rahimin
“bugün size kınama yoktur” Allah sizi bağışlar o merhametlilerin en merhametlisidir
1. | kâle | : dedi |
2. | lâ tesrîbe | : kınama (suçlama) yoktur |
3. | aleykum el yevme | : bugün size |
4. | yagfiru allâhu | : Allah mağfiret etsin |
5. | lekum | : siz, sizin için |
6. | ve huve | : ve o |
7. | erhamu er râhimîne | : rahîm olanların en çok rahmet edenidir |
٩٣
اِذْهَبُوا بِقَميصى هذَا فَاَلْقُوهُ عَلى وَجْهِ اَبى يَاْتِ بَصيرًا وَاْتُونى بِاَهْلِكُمْ اَجْمَعينَ
(93) izhebu bi kamisiy haza fe elkuhü ala vechi ebi ye’ti besiyra ve’tuni bi ehliküm ecmeiyn
şimdi şu gömleğimi götürün hemen babamın yüzüne bunu sürün gözleri (tekrar) görür bütün aile (ve) çocuklarınızı da bana getirin
1. | yezhebû(izhebû) |
: götürün: (gidin) |
2. | bikamîsî | : benim gömleğimi |
3. | hâzâ | : bu |
4. | fe | : o zaman |
5. | elkû-hu | : onu atın, ilka edin, sürün |
6. | alâ | : …a |
7. | vechi ebî | : babamın yüzüne (vechine) |
8. | ye’ti | : gelir |
9. | basîran | : basiret, gözün görme hassası |
10. | ve’tûnî | : ve bana getirin |
11. | bi ehli-kum | : ailenizi |
12. | ecma’îne | : hepsi, tümü |
٩٤
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْعيرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّى لَاَجِدُ ريحَ يُوسُفَ لَوْلَا اَنْ تُفَنِّدُونِ
(94) ve lemma fesaletil iyru kale ebuhüm inni le ecidü riha yusüfe lev la en tüfennidun
vaktaki kervan (mısır’dan) ayrılınca babaları dedi ki gerçekten ben Yusuf’un kokusunu duyuyorum velev bana “bunadı” (demezseniz)
1. | ve lemmâ | : ve olduğu zaman |
2. | fasalatil’îru (fasalati el îru) | : kafile ayrıldı |
3. | kâle | : dedi |
4. | ebû-hum | : onların babası |
5. | in-nî | : muhakkak ben, gerçekten ben |
6. | le ecidu | : buluyorum (duyuyorum) |
7. | rîha yûsufe | : Yusuf’un kokusu (esintisi, rüzgârı, rayihası) |
8. | lev lâ | : eğer olmasa, olmazsa |
9. | en tufennidû-ni (fened) |
: bana bunuyor demeniz : (kişinin ihtiyarlıktan dolayı bunaması) |
٩٥
قَالُوا تَاللّهِ اِنَّكَ لَفى ضَلَالِكَ الْقَديمِ
(95) kalu tellahi inneke le fi dalalikel kadim
dediler Allah’a yemin olsun ki sen eski şaşkınlığın içindesin
1. | kâlû | : dediler |
2. | tallâhi | : Allah’a yemin olsun |
3. | inne-ke | : muhakkak, gerçekten sen |
4. | le fî | : içindesin |
5. | dalâlike | : senin dalâletin (doğru olan şeyden uzaklığın, sapman) |
6. | el kadîmi | : eski |
Sayfa:246
٩٦
فَلَمَّا اَنْ جَاءَ الْبَشيرُ اَلْقيهُ عَلى وَجْهِه فَارْتَدَّ بَصيرًا قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّى اَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
(96) fe lemma en cael beşiru elkahü ala vechihi fertedde besiyra kale elem ekul leküm inni a’lemü minellahi ma la ta’lemun
vaktaki müjdeleyici gelince gömleği yüzüne koydu derhal gözleri açıldı dedi ki ben size demedim mi? şüphesiz ben bilirim Allah tarafından sizin bilmediklerinizi
1. | fe | : böylece |
2. | lemmâ | : olduğu zaman |
3. | en câe | : gelmek |
4. | el beşîru | : müjdeci |
5. | elkâ-hu | : attı, koydu, sürdü |
6. | alâ vechi-hî | : onun yüzüne |
7. | fertedde | : hemen geri döndü |
8. | basîrâ | : görme hassası |
9. | kâle | : dedi |
10. | e lem | : olmadı mı |
11. | ekul | : ben dedim, söyledim |
12. | lekum | : size |
13. | in-nî | : gerçekten ben |
14. | a’lemu | : biliyorum, bilirim |
15. | min allâhi | : Allah’tan (vahiy olarak) |
16. | mâ lâ ta’lemûne | : sizin bilmediğiniz şeyleri |
٩٧
قَالُوا يَا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا اِنَّا كُنَّا خَاطِينَ
(97) kalu ya ebanes tağfir lena zünubena inna künna hatiin
dediler ki ey babamız! bizim günahımızın bağışlanmasını dile gerçekten biz günahkarlar idik
1. | kâlû | : dediler |
2. | yâ ebânestagfir | : ey babamız mağfiret dile |
3. | lenâ | : bize, bizim için |
4. | zunûbe-nâ | : bizim günahlarımız |
5. | innâ | : gerçekten biz |
6. | kunnâ | : biz olduk |
7. | hâtıîne | : bilerek günah işleyenler |
٩٨
قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّى اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحيمُ
(98) kale sevfe estağfiru leküm rabbi innehu hüvel ğafurur rahiym
ilerde dedi sizin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim şüphesiz o bağışlayan, merhamet sahibidir
1. | kâle | : dedi |
2. | sevfe estagfiru (sevfe) |
: yakında mağfiret isteyeceğim : (yakın gelecek, yakında olacak) |
3. | lekum | : sizin için |
4. | rabbî | : Rabbimden |
5. | inne-hu | : muhakkak o |
6. | huve | : o |
7. | el gafûru | : gafûrdur (mağfiret edendir) |
8. | er rahîmu | : rahîmdir (rahmet nuru gönderendir) |
٩٩
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلى يُوسُفَ اوى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَاءَ اللّهُ امِنينَ
(99) fe lemma dehalu ala yusüfe ava ileyhi ebeveyhi ve kaledhulu misra in şaellahü aminin
vaktaki Yusuf’un huzuruna girdiler anasını ve babasını kucakladı mısır’a girin dedi ve Allah’ın dilemesi ile emin olarak
1. | fe lemmâ | : böylece, olduğu zaman |
2. | dehalû | : girdiler |
3. | alâ yûsufe | : Yusuf’a (yanına, huzuruna) |
4. | âvâ ileyhi | : kendi yanına aldı (barındırdı) |
5. | ebeveyhi | : onun annesi, babası |
6. | ve kâledhulû (kâle udhulû) | : ve “giriniz” dedi |
7. | mısra | : Mısır’a |
8. | in şâallâhu (in şâe allâhu) | : eğer Allah dilerse |
9. | âminîne | : emin olanlar, güvende olanlar |
١٠٠
وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًا وَقَالَ يَا اَبَتِ هذَا تَاْويلُ رُءْيَاىَ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَعَلَهَا رَبّى حَقًّا وَقَدْ اَحْسَنَ بى اِذْاَخْرَجَنى مِنَ السِّجْنِ وَجَاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْنى وَبَيْنَ اِخْوَتى اِنَّ رَبّى لَطيفٌ لِمَا يَشَاءُ اِنَّهُ هُوَ الْعَليمُ الْحَكيمُ
(100) ve rafea ebeveyhi alel arşi ve harru lehu sücceda ve kale ya ebeti haza te’vilü rü’yaye min kablü kad cealeha rabbi hakka ve kad ahsene bi iz ahraceni mines sicni ve cae biküm minel bedvi mim ba’di en nezeğaş şeytanü beyni ve beyne ihveti inne rabbi letiyfül lima yeşa’ innehu hüvel alimül hakim
anne ve babasını taht üzerine çıkardı ve (onun için) (Allah’a) (şükür) secdesine kapandılar ve dedi ki ey babacığım! işte bu tevilidir önceden gördüğüm rüyanın Rabbim bunu hak olarak tahakkuk ettirdi gerçekten bana ihsanda bulundu beni hapisten çıkardı bundan sonra (o), sizi çölden getirdi şeytan bozduktan sonra benimle kardeşlerimin arasını şüphesiz Rabbim dilediğine lütufkardır şüphesiz o her şeyi bilen hikmet sahibidir
1. | ve refea | : ve yükseltti, çıkardı |
2. | ebeveyhi | : onun annesi ve babası |
3. | alel arşı (alâ el arşı) | : tahtın üzerine |
4. | ve harrû | : ve (yere) eğildiler (çömeldiler) |
5. | lehu | : ona |
6. | succeden | : secde ederek |
7. | ve kâle | : ve dedi |
8. | yâ ebeti | : ey babacığım |
9. | hâzâ | : bu |
10. | te’vîlu | : tabiri, yorumu |
11. | ru’yâye | : benim rüyam |
12. | min kablu | : önceden, daha önce |
13. | kad | : oldu, olmuştu, olmuştur |
14. | ceale-hâ | : onu kıldı, yaptı |
15. | rabbî | : benim Rabbim |
16. | hakkan | : hak, gerçek |
17. | ve kad | : ve olmuştu |
18. | ahsene | : ahsen, en güzeli, en iyisi |
19. | bî | : bana, benim için |
20. | iz | : o zaman, olduğu zaman |
21. | ahrece-nî | : beni çıkardı |
22. | min es sicni | : zindandan |
23. | ve câe bi-kum | : ve sizi getirdi |
24. | min el bedvi | : çölden |
25. | min ba’di | : sonradan |
26. | en nezega | : arasını açmak |
27. | eş şeytânu | : şeytan |
28. | beynî | : benim aram |
29. | ve beyne | : ve arasında |
30. | ıhvetî | : benim kardeşlerim |
31. | inne | : muhakkak |
32. | rabbî | : benim Rabbim |
33. | latîfun | : lâtiftir, lütuf sahibidir |
34. | li mâ yeşâu | : dilediğine |
35. | inne-hu | : muhakkak ki o |
36. | huve | : o |
37. | el alîmu | : en iyi bilen |
38. | el hakîmu | : hüküm ve hikmet sahibi olan |
١٠١
رَبِّ قَدْ اتَيْتَنى مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنى مِنْ تَاْويلِ الْاَحَاديثِ فَاطِرَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ فِى الدُّنْيَا وَالْاخِرَةِ تَوَفَّنى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنى بِالصَّالِحينَ
(101) rabbi kad ateyteni minel mülki ve allemteni min te’vilil ehadis fatiras semavati vel erdi ente veliyyi fid dünya vel ahirah teveffeni müslimev ve elhikni bis salihiyn
Rabbim gerçekten bana mülk verdin ve bana rüyaların tabirini öğrettin ey gökleri ve yeri yaratan benim dostum sensin dünya ve ahirette benim canımı müslüman olarak al ve beni salihler zümresine kat
1. | rabbi | : Rabbim |
2. | kad | : oldu, olmuştu |
3. | âteyte-nî | : bana verdin |
4. | min el mulki | : mülkten |
5. | ve allemte-nî | : ve bana öğrettin |
6. | min te’vîli | : yorumundan |
7. | el ehâdîsi | : sözler, olaylar |
8. | fâtıra es semâvâti | : semaları yaratan |
9. | vel ardı (ve el ardı) | : ve yeryüzü |
10. | ente | : sen |
11. | veliyyî | : benim velîm, dostum |
12. | fîd dunyâ (fî ed dunyâ) | : dünyada |
13. | vel âhıreti (ve el âhıreti) | : ve ahiret |
14. | teveffe-nî | : beni vefat ettir |
15. | muslimen | : müslüman olarak (teslim olan) |
16. | ve elhık-nî | : ve beni dahil et, arasına kat, ilhak et |
17. | bi es sâlihîne | : salihlerle |
١٠٢
ذلِكَ مِنْ اَنْبَاءِ الْغَيْبِ نُوحيهِ اِلَيْكَ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ
(102) zalike min embail ğaybi nuhiyhi ileyk ve ma künte ledeyhim iz ecmeu emrahüm ve hüm yemkürun
işte bu (kıssa) gayb haberindendir sana vahy ediyoruz sen onların yanında değildin onlar işlerini karara bağlayıp hile kurarlarken
1. | zâlike | : işte bu |
2. | min enbâi | : haberlerinden |
3. | el gaybi | : gayb |
4. | nûhî-hi | : onu vahyediyoruz |
5. | ileyke | : sana |
6. | ve mâ kunte | : ve sen olmadın |
7. | ledey-him | : onların yanında |
8. | iz | : o zaman |
9. | ecmaû | : toplandılar, karar verdiler |
10. | emre-hum | : onların işleri |
11. | ve hum | : ve onlar |
12. | yemkurûne | : hile yapıyorlar, tuzak hazırlıyorlar |
١٠٣
وَمَا اَكْثَرُالنَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِنينَ
(103) ve ma ekserun nasi ve lev haraste bi mü’minin
sen ne kadar çok istesen de insanların ekserisi iman edecek değillerdir
1. | ve mâ | : ve değil |
2. | ekseru en nâsi | : insanların çoğu |
3. | ve lev | : ve olsa bile |
4. | haraste | : şiddetli istedin, çok istedin |
5. | bi mu’minîne | : mü’min olanlar |
Sayfa:247
١٠٤
وَمَا تَسَأَلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَمينَ
(104) ve ma tes’elühüm aleyhi min ecr in hüve illa zikrul lil alemin
onlardan bir ücret istemiyorsun bunun karşılığında ancak o bütün alemlere bir öğüttür
1. | ve mâ tes’elu-hum | : ve onlardan istemiyorsun |
2. | aleyhi | : ona |
3. | min ecrin | : (ücretten) bir ücret |
4. | in huve | : o olursa |
5. | illâ (in … illâ) |
: ancak olur : (o ancak olur) |
6. | zikrun | : zikirdir, öğüt ve hatırlatmadır |
7. | li el âlemîne | : âlemler için, âlemlere |
١٠٥
وَكَاَيِّنْ مِنْ ايَةٍ فِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ
(105) ve keeyyim min ayetin fis semavati vel erdi yemürrune aleyha ve hüm anha mu’ridun
göklerde ve yeryüzünde nice ayetler vardır (ibretle bakmayıp) onların üzerinden geçer giderler ondan yüz çevirirler
1. | ve keeyyin | : ve (ne kadar) pek çok, nice |
2. | min âyetin | : (âyetlerden) âyet, delil |
3. | fî es semâvâti | : göklerde |
4. | ve el ardı | : ve yeryüzü |
5. | yemurrûne | : yanından geçerler |
6. | aleyhâ | : onun üzerinden |
7. | ve hum an-hâ | : ve onlar, ondan |
8. | mu’ridûne | : yüz çeviren kimseler |
١٠٦
وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ
(106) ve ma yü’minü ekseruhüm billahi illa ve hüm müşrikun
onların çoğu iman ederler ancak Allah’a şirk koşarak
1. | ve mâ yu’minu | : inanmazlar, mü’min olmazlar |
2. | ekseru-hum | : onların çoğu |
3. | billâhi (bi allâhi) | : Allah’a |
4. | illâ | : ancak, hariç |
5. | ve hum muşrikûne | : ve onlar şirk koşanlardır (müşriklerdir) |
١٠٧
اَفَاَمِنُوا اَنْ تَاْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِنْ عَذَابِ اللّهِ اَوْ تَاْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
(107) e fe eminu en te’tiyehüm ğaşiyetüm min azabillahi ev te’tiyehümüs saatü bağtetev ve hüm la yeş’urun
emin mi oldular? onlara gelerek sarmasından Allah’ın azabının ansızın kıyamet saatinin kendilerine gelmesinden veya onların haberleri olmadan
1. | e | : mi, mı |
2. | fe | : artık, bundan sonra |
3. | eminû | : emin oldular |
4. | en te’tiye-hum | : onların gelmesi |
5. | gâşiyetun | : perdeleyen, örten, herşeyi kaplayan |
6. | min azâbi allâhi | : Allah’ın azabından |
7. | ev | : veya |
8. | te’tiyehumu es sâatu | : o saatin (vaktin) onlara gelmesi |
9. | bagteten | : ansızın, aniden |
10. | ve hum | : ve onlar |
11. | lâ yeş’urûne | : farkına varmazlar |
١٠٨
قُلْ هذِه سَبيلى اَدْعُوا اِلَى اللّهِ عَلى بَصيرَةٍ اَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنى وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا اَنَا مِنَ الْمُشْرِكينَ
(108) kul hazihi sebili ed’u ilellahi ala besiyratin ene ve menittebeani ve sübhanellahi ve ma ene minel müşrikin
de ki işte benim yolum (budur) Allah’a davet ettiğim basiret üzere beni ve bana tabi olanları da Allah’ı tenzih ederim ben müşriklerden değilim
1. | kul | : de, söyle |
2. | hâzihî | : bu |
3. | sebîlî | : sebîl, yol |
4. | ed’û | : davet ediyor |
5. | ilallâhi (ilâ allâhi) | : Allah’a |
6. | alâ basîretin | : basiret üzerine, Allah’ı kalp gözüyle görerek |
7. | ene | : ben |
8. | ve men ittebea-nî | : ve bana tâbî olan kimseler |
9. | ve subhânallâhi | : ve Allah’ı tenzih ederim |
10. | ve mâ ene | : ve ben değilim |
11. | min el muşrikîne | : müşriklerden |
١٠٩
وَمَا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالًا نُوحى اِلَيْهِمْ مِنْ اَهْلِ الْقُرى اَفَلَمْ يَسيرُوا فِى الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَدَارُ الْاخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذينَ اتَّقَوْا اَفَلَا تَعْقِلُونَ
(109) ve ma erselna min kablike illa ricalen nuhiy ileyhim min ehlil kura e fe lem yesiru fil erdi fe yenzuru keyfe kane akibetüllezine min kablihim ve la darul ahirati hayrul lillezinettekav e fe la ta’kilun
senden önce gönderdiğimiz (resüller) ancak erkek şahsiyetlerdi kendilerine vahy ettiğimiz o memleket ahalisinden yeryüzünü gezmiyorlar mı? sonra baksınlar nasıl olmuş? kendilerinden öncekilerin akıbeti ahiret yurdu daha hayırlıdır takva sahipleri için hala akıl etmeyecek misiniz?
1. | ve mâ erselnâ | : ve biz göndermedik |
2. | min kabli-ke | : senden önce |
3. | illâ | : …den başka, ancak |
4. | ricâlen | : erkekler, adamlar |
5. | nûhî | : vahyederiz |
6. | ileyhim | : onlara |
7. | min ehli el kurâ | : şehirler halkından, beldeler halkından |
8. | e fe lem yesîrû | : dolaşmıyorlar mı, dolaşmazlar mı (dolaşmadılar mı) |
9. | fî el ardı | : yeryüzünde |
10. | fe yanzurû | : artık baksınlar |
11. | keyfe | : nasıl |
12. | kâne | : oldu |
13. | âkıbetu | : akıbet, sonuç |
14. | ellezîne min kabli-him | : onlardan önceki kimseler |
15. | ve le dâru el âhıreti | : ve mutlaka ahiret yurdu |
16. | hayrun | : daha hayırlı |
17. | lillezînettekav | : takva sahibi olan kimseler için |
18. | e fe lâ ta’kılûne | : hâlâ akıl etmiyor musunuz |
١١٠
حَتّى اِذَا اسْتَيَْسَ الرُّسُلُ وَظَنُّوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَاءَهُمْ نَصْرُنَا فَنُجِّىَ مَنْ نَشَاءُ وَلَا يُرَدُّ بَاْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمينَ
(110) hatta izestey’eser rusülü ve zannu ennehüm kad küzibu caehüm nasruna fe nücciye men neşa’ ve la yüraddü be’süna anil kavmil mücrimin
hatta peygamberler ümit kestikleri ve yalanlandıklarını zannettikleri zaman onlara yardımımız gelmiş böylece dilediğimiz kimseler kurtarılmıştı azabımız geri çevrilmez mücrimler güruhundan
1. | hattâ | : öyle ki, hatta |
2. | izestey’eser rusulu | : resûller umutlarını kestikleri zaman |
3. | ve zannû | : ve zannettiler |
4. | enne-hum | : kendilerinin olduğunu |
5. | kad | : oldu, olmuştu |
6. | kuzibû | : yalanlandılar |
7. | câe-hum | : onlara geldi |
8. | nasru-nâ | : yardımımız |
9. | fe | : o zaman |
10. | nucciye | : kurtarıldı |
11. | men | : kimse(ler) |
12. | neşâu | : dileriz, isteriz |
13. | ve lâ yureddu | : ve geri döndürülmez |
14. | be’su-nâ | : azabımız |
15. | an | : …den |
16. | el kavm el mucrimîne | : mücrimler kavmi, günahkârlar topluluğu |
١١١
لَقَدْ كَانَ فى قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُولِى الْاَلْبَابِ مَا كَانَ حَديثًا يُفْتَرى وَلكِنْ تَصْديقَ الَّذى بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصيلَ كُلِّ شَىْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
(111) le kad kane fi kasasihum ibratül li ülil elbab ma kane hadisey yüftera ve lakin tasdikal lezi beyne yedeyhi ve tefsiyle külli şey’iv ve hüdev ve rahmetel li kavmiy yü’minun
kesinlikle peygamberlerin kıssalarında ibretler vardır akıl sahipleri için bu uydurulmuş bir söz olamazdı lakin tasdik edici kendinden önce (inen kitapları) ve her şeyin tafsilen beyanı hidayet ve rahmettir iman edecek bir kavim için
1. | lekad | : andolsun ki |
2. | kâne | : oldu |
3. | fî kasası-him | : onların kıssalarında vardır |
4. | ibretun | : bir ibret |
5. | li ûlîl elbâbi (lî ûlî elbâbi) | : ulûl’elbab için, sır (lübb) sahipleri için |
6. | mâ kâne | : değildir, olmadı |
7. | hadîsen | : bir söz |
8. | yufterâ | : uydurulur |
9. | ve lâkin | : ve lâkin, fakat |
10. | tasdîka | : tasdik eder |
11. | ellezî beyne | : arasında olan |
12. | yedey-hi | : onun elleri |
13. | ve tafsîle | : ayrı ayrı açıklar |
14. | kulli şey’in | : herşey |
15. | ve huden | : ve hidayet, hidayet edici olarak |
16. | ve rahmeten | : ve rahmet, rahmet olarak |
17. | li kavmin | : kavim için |
18. | yu’minûne (kavmin yu’minûne) |
: mü’min olan : (mü’min kavim) |
13-RAD
Sayfa:248
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
١
المر تِلْكَ ايَاتُ الْكِتَابِ وَالَّذى اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
(1) elif lam mim ra tilke ayatül kitab vellezi ünzile ileyke mir rabbikel hakku ve lakinne ekseran nasi la yü’minun
elif – lam – mim – ra bunlar kitabın ayetleridir sana indirilmiştir Rabbinden hak olarak lakin insanların çoğu iman etmezler
1. | elif, lâm, mim, râ | : hurûfu mukattaa; mukattaa harfleridir. Kur’ân-ı Kerim’de bazı surelerin başında zikredilen özel (anlamlı) harflerdir. |
2. | tilke | : bunlar |
3. | âyâtu el kitâbi | : kitabın âyetleridir |
4. | ve ellezî | : ve ki o |
5. | unzile | : indirildi |
6. | ileyke | : sana |
7. | min rabbi-ke | : senin Rabbinden |
8. | el hakku | : haktır |
9. | ve lâkinne | : ve |
10. | eksere en nâsi | : insanların çoğu |
11. | lâ yu’minûne | : inanmazlar, mü’min olmazlar |
٢
اَللّهُ الَّذى رَفَعَ السَّموَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرى لِاَجَلٍ مُسَمًّى يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْايَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ
(2) allahüllezi rafeas semavati bi ğayri amedin teravneha sümmesteva alel arşi ve sehharaş şemse vel kamer küllün yecri li ecelim müsemma yüdebbirul emra yüfassilül ayati lealleküm bi likai rabbiküm tukinun
Allah semaları direksiz yükseltmiş onu görürsünüz sonra arşı istiva etmiş güneş’i ay’ı (kendine) musahhar kıldı hepsi akıp gider belli bir zamana kadar işleri idare ediyor ayetleri açıklıyoruz olur ki siz Rabbinize kavuşacağınıza yakinen inanırsınız
1. | allâhu ellezî | : Allah o ki |
2. | refea es semavâti | : gökleri yükseltti |
3. | bi gayri | : olmaksızın |
4. | amedin | : direkler |
5. | terevne-hâ | : onu görüyorsunuz |
6. | summe istevâ | : sonra istiva etti |
7. | alel arşı (alâ el arşı) | : arşın üzerine, arşa |
8. | ve sehhare | : ve emri altına aldı |
9. | eş şemse | : güneş |
10. | ve el kamere | : ve ay |
11. | kullun | : hepsi |
12. | yecrî | : akar gider (hareket eder) |
13. | li ecelin | : bir süreye (zamana) kadar |
14. | musemmen | : belirlenmiş (isimlendirilmiş) |
15. | yudebbiru el emre | : işleri düzenleyip dizayn eder, idare eder |
16. | yufassılu el âyâti | : âyetleri ayrı ayrı açıklar |
17. | lealle-kum | : umulur ki siz, böylece siz |
18. | bi likâi | : mülâki olmaya, ulaşmaya |
19. | rabbi-kum | : Rabbinize |
20. | tûkınûne | : kesin inanırsınız, yakîn hasıl edersiniz |
٣
وَهُوَ الَّذى مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ فيهَا رَوَاسِىَ وَاَنْهَارًا وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِى الَّيْلَ النَّهَارَ اِنَّ فى ذلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
(3) ve hüvellezi meddel erda ve ceale fiha ravasiye ve enhara ve min küllis semerati ceale fiha zevceynisneyni yuğşil leylen nehar inne fi zalike le ayatil li kavmiy yetefekkerun
yeryüzünü uzatıp yayan O’dur orada yaratan nehirleri ve sabit dağları mahsullerin hepsinden, orada erkekli dişili çiftler yaratan geceyi gündüzün üzerine bürür şüphesiz bunda düşünen bir kavim için ibretler vardır
1. | ve huve | : ve o |
2. | ellezî | : ki o |
3. | medde | : uzattı, yaydı |
4. | el arda | : yeryüzü |
5. | ve ceale | : ve kıldı, yaptı (yarattı) |
6. | fî-hâ | : orada |
7. | revâsiye | : dağlar |
8. | ve enhâren | : ve nehirler |
9. | ve min kulli | : ve hepsinden |
10. | es semerâti | : ürünler, meyveler |
11. | ceale | : kıldı (yarattı) |
12. | fî-hâ | : orada |
13. | zevceynisneyni (zevceyni) (isneyni) |
: ikili (zıt cinsten eşler) bir çift : (zıt cinsli bir çift (dişi+erkek)) : (iki, ikili) |
14. | yugşi | : örter |
15. | el leyl | : gece |
16. | en nehâre | : gündüz |
17. | inne | : muhakkak |
18. | fî zâlike | : bunda vardır |
19. | le âyâtin | : elbette âyetler |
20. | li kavmin | : bir kavim için |
21. | yetefekkerûne | : tefekkür ederler |
٤
وَفِى الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخيلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقى بِمَاءٍ وَاحِدٍ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلى بَعْضٍ فِى الْاُكُلِ اِنَّ فى ذلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
(4) ve fil erdi kıtaum mütecaviratüv ve cennatüm min a’nabiv ve zer’uv ve nehiylün sinvanüv ve ğayru sinvaniy yüska bi maiv vahidiv ve nüfaddilü ba’daha ala ba’din fil ükül inne fi zalike le ayatil li kavmiy ya’kilun
yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları (yaptık) üzüm bağları ekinler ve kümeli ve kümeli olmayan hurma ağaçları (hepsi) bir çeşit su ile sulanır üstün kılmışızdır meyvelerinde bazısını bazısına şüphesiz bunda aklını kullanan kavim için ayetler vardır
1. | ve fî el ardı | : ve yeryüzünde |
2. | kıtaun | : toprak parçaları, kıtalar |
3. | mutecâvirâtun | : birbirine komşu |
4. | ve cennâtun | : ve bahçeler |
5. | min a’nâbin | : üzüm bağlarından |
6. | ve zer’un | : ve ekin |
7. | ve nahîlun | : ve hurma ağaçları |
8. | sınvânun | : budaklı |
9. | ve gayru sınvânin | : ve budaklı olmayan |
10. | yuskâ | : sulanır |
11. | bi mâin | : su ile |
12. | vâhidin | : tek, aynı, bir |
13. | ve nufaddılu | : ve üstün kılarız |
14. | ba’de-hâ | : onun bazısını |
15. | alâ | : üzerine |
16. | ba’dın | : bazısının |
17. | fî el ukuli | : yenmesinde (tadında, lezzetinde ve kokusunda v.s) |
18. | inne | : muhakkak |
19. | fî zâlike | : bunda vardır |
20. | le âyâtin | : elbette âyetler |
21. | li kavmin | : bir kavim için |
22. | ya’kılûne | : akıl ederler |
٥
وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَابًا ءَاِنَّا لَفى خَلْقٍ جَديدٍ اُولءِكَ الَّذينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ وَاُولءِكَ الْاَغْلَالُ فى اَعْنَاقِهِمْ وَاُولءِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ
(5) ve in ta’ceb fe acabün kavlühüm e iza künna türaben e inna le fi halkin cedid ülaikel lezine keferu bi rabbihim ve ülaikel ağlalü fi a’nakihim ve ülaike ashabün nar hüm fiha halidun
eğer şaşıracaksan asıl şaşılacak şey demeleridir “biz toprak olduğumuz zaman gerçekten yeniden mi yaratılacağız?” işte bunlar Rablerini inkar edenlerdir işte bunların boyunlarına demir halkalar (vurulur) işte bunlar cehennem ashabıdır onlar onun içinde ebedi kalacaklardır
1. | ve in ta’ceb | : ve eğer acayip buluyorsan (şaşıyorsan) |
2. | fe | : artık, doğrusu |
3. | acebun | : acayiptir |
4. | kavlu-hum | : onların sözleri |
5. | e izâ kunnâ | : biz olduğumuz zaman mı |
6. | turâben | : toprak |
7. | e innâ | : gerçekten biz mi |
8. | le fî halkın | : mutlaka yaratılışta (yaratılış hakkında, konusunda) |
9. | cedîdin | : yeni, yeniden |
10. | ulâike | : işte onlar |
11. | ellezîne keferû | : inkâr eden kimseler |
12. | bi rabbi-him | : Rab’lerini |
13. | ve ulâike el aglâlu | : ve işte bu halkalar |
14. | fî a’nâkı-him | : onların boyunlarındadır |
15. | ve ulâike | : ve işte bunlar |
16. | ashâbu en nâri | : ateş ehlidir, halkıdır |
17. | hum fî-hâ | : onlar orada |
18. | hâlidûne | : ebedîdirler, ebedî kalanlardır |
Sayfa:249
٦
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّءَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُ وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلى ظُلْمِهِمْ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَديدُ الْعِقَابِ
(6) ve yesta’ciluneke bis seyyieti kablel haseneti ve kad halet min kablihimül mesülat ve inne rabbeke lezu mağfiratil linnasi ala zulmihim ve inne rabbeke le şedidül ikab
senden istiyorlar “iyilikten önce kötülüğün (gelmesini)” gerçekten geçti onlardan önce nicelerinin misalleri şüphesiz Rabbim mağfiret sahibidir insanların zulümlerine karşılık gerçekten Rabbinin azabı çok şiddetlidir
1. | ve yesta’cilûne-ke | : ve senden acele (acil) istiyorlar |
2. | bi es seyyieti | : kötülüğü |
3. | kable el haseneti | : iyilikten önce |
4. | ve kad | : ve oldu |
5. | halet | : gelip geçti |
6. | min kabli-him | : onlardan önce |
7. | el mesulâtu (mesuletun) |
: cezalar : (ceza) |
8. | ve inne | : ve muhakkak |
9. | rabbe-ke | : senin Rabbin |
10. | le zû | : mutlaka sahiptir |
11. | magfiretin | : mağfiret |
12. | li en nâsi | : insanlar için |
13. | alâ zulmi-him | : onların zulümlerine karşılık |
14. | ve inne | : ve muhakkak |
15. | rabbe-ke | : senin Rabbin |
16. | le şedîdu el ıkâbi | : mutlaka ikabı (azabı, cezası) çok şiddetli |
٧
وَيَقُولُ الَّذينَ كَفَرُوا لَوْلَا اُنْزِلَ عَلَيْهِ ايَةٌ مِنْ رَبِّه اِنَّمَا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ
(7) ve yekulüllezine keferu lev la ünzile aleyhi ayetüm mir rabbih innema ente münziruv ve likülli kavmin had
küfredenler dediler “ona Rabbinden bir mucize indirilse ya!” ancak sen bir uyarıcısın her kavmin bir yol göstericisi (vardır)
1. | ve yekûlu | : ve derler, söylerler |
2. | ellezîne keferû | : inkâr eden kimseler |
3. | lev lâ | : olmaz mıydı |
4. | unzile | : indirildi |
5. | aleyhi | : ona |
6. | âyetun | : bir âyet, bir mucize |
7. | min rabbi-hi | : Rabbinden |
8. | innemâ | : sadece, yalnız |
9. | ente | : sen |
10. | munzirun | : uyarıcı, uyaran |
11. | ve li kulli kavmin | : ve bütün kavim(ler) için (vardır) |
12. | hâdin | : hidayet eden kimse (hidayetçi) |
٨
اَللّهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثى وَمَا تَغيضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ وَكُلُّ شَىْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ
(8) allahü ya’lemü ma tahmilü küllü ünsa ve ma teğiydul erhamü ve ma tezdad ve küllü şey’in indehu bi mikdar
Allah bilir her dişinin neye gebe olduğunu rahimlerin neyi içine aldığını ve neyi ziyade edeceğini de (bilir) onun katında her şey ölçü iledir
1. | allâhu | : Allah |
2. | ya’lemu | : bilir |
3. | mâ | : ne, neyi |
4. | tahmilu | : taşır |
5. | kullu | : her, hepsi, bütün |
6. | unsâ | : kadınlar |
7. | ve mâ | : ve ne, neyi |
8. | tegîdu | : azalır |
9. | el erhâmu | : rahimler |
10. | ve mâ | : ve ne, neyi |
11. | tezdâdu | : artırır |
12. | ve kullu şey’in | : ve herşey |
13. | inde-hu | : onun katında, yanında |
14. | bi | : ile |
15. | mıkdârin | : ölçülü, kaderi (miktarı, durumu) belirlenmiş, ölçülmüş |
٩
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَبيرُ الْمُتَعَالِ
(9) alimül ğaybi vaş şehadetil kebirul müteal
gaybı ve görüleni bilendir büyük, yücedir
1. | âlimu | : bilir |
2. | el gaybi | : gaybı |
3. | ve eş şehâdetil | : ve şehadet edileni, görüleni |
4. | kebîru | : büyük olan |
5. | el muteâli | : herşeyden üstün, yüce, âlî olan |
١٠
سَوَاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ
(10) sevaüm minküm men eserral kavle ve men cehera bihi ve men hüve müstahfim bil leyli ve saribüm bin nehar
sizden müsavidir kim sözünü gizli söylerse kimde onu açıklarsa gece gizlenip gündüz meydana çıkan kimse (o’nun yanında müsavidir)
1. | sevâun | : birdir, eşittir, musavidir |
2. | min-kum | : sizden |
3. | men eserre | : gizleyen kimse |
4. | el kavle | : söz |
5. | ve men cehere | : ve alenen, açıkça (cehren) söyleyen kimse |
6. | bi-hî | : onu |
7. | ve men | : ve kimse, kim |
8. | huve | : o |
9. | mustahfin | : gizlenen (gizlenmek isteyip gizlenen kimse) |
10. | bi el leyli | : geceleyin |
11. | ve sâribun | : ve dolaşan |
12. | bi en nehâri | : gündüzleyin |
١١
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّهِ اِنَّ اللّهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْ وَاِذَا اَرَادَ اللّهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُ وَمَالَهُمْ مِنْ دُونِه مِنْ وَالٍ
(11) lehu müakkibatüm mim beyni yedeyhi ve min halfihi yehfezünehü min emrillah innellahe la yüğayyiru ma bi kavmin hatta yüğayyiru ma bi enfüsihim ve iza eradellahü bi kavmin suen fe la meradde leh ve ma lehüm min dunihi miv vel
onu takip edenler vardır önünde ve arkasında Allah’ın emri ile onu korurlar şüphesiz (Allah) bir kavmi değiştirmez ancak onlar kendi nefislerindeki hali değiştirmedikçe Allah bir kavme kötülük dilediği zaman artık onu geri çevirecek yoktur ve onlara (Allah’tan) O’ndan başka bir dost yoktur
1. | lehu | : onun vardır |
2. | muakkıbâtun | : takip edenler |
3. | min beyni yedey-hi | : onun önünden (onun elleri arasından) |
4. | ve min halfi-hi | : ve onun arkasından |
5. | yahfezûne-hu | : onu korurlar, muhafaza ederler |
6. | min emri allâhi | : Allah’ın emrinden |
7. | innallâhe (inne allâhe) | : muhakkak Allah |
8. | lâ yugayyiru | : bozmaz |
9. | mâ | : şey |
10. | bi kavmin | : bir kavim de |
11. | hattâ | : oluncaya kadar |
12. | yugayyirû | : bozarlar |
13. | mâ bi enfusi-him | : nefslerinde olan şeyi |
14. | ve izâ | : ve, olduğu zaman |
15. | erâde allâhu | : Allah diler |
16. | bi kavmin | : bir kavme |
17. | sûen | : bir kötülük, bir ceza |
18. | fe lâ meredde | : artık reddedecek (mani olacak kimse) yoktur |
19. | lehu | : onu |
20. | ve mâ lehum | : ve onlar için yoktur |
21. | min dûni-hî | : ondan başka |
22. | min vâlin | : koruyan bir dost |
١٢
هُوَ الَّذى يُريكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِىءُ السَّحَابَ الثِّقَالَ
(12) hüvellezi yüri kümül berka havfev ve tameav ve yünşiüs sehabes sikal
O’dur gösteren size korku ve ümit içinde şimşeği ve yüklü bulutları meydana getiren de (O’dur)
1. | huve | : o |
2. | ellezî | : ki o |
3. | yurî-kum | : size gösterir |
4. | el berka | : şimşek |
5. | havfen | : korku |
6. | ve tamaan | : ve ümit, umut |
7. | ve yunşiu | : ve inşa eder, yapar, dizayn eder |
8. | es sehâbe | : bulutlar |
9. | es sikâle | : ağır, yüklü |
١٣
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه وَالْمَلءِكَةُ مِنْ خيفَتِه وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُصيبُ بِهَا مَنْ يَشَاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِى اللّهِ وَهُوَ شَديدُ الْمِحَا
(13) ve yüsebbihur ra’dü bi hamdihi vel melaiketü min hiyfetih ve yürsilüs savaika fe yüsiybü biha mey yeşaü ve hüm yücadilune fillah ve hüve şedidül mihal
Ra’d (gök gürültüsünü meydana getiren melek) O’nu hamd ile tesbih eder ve diğer melekler de (Allah) korkusundan (tesbih getirirler) yıldırımlar gönderir ve dilediğine onu isabet ettirir ve onlar Allah’ın (bu hikmetli işleri) hususunda mücadele ederler ve O’nun bu şiddeti karşısında durulmaz
1. | ve yusebbihu | : ve tesbih ederler |
2. | er ra’du | : gök gürültüsü |
3. | bi hamdi-hi | : onu hamd ile |
4. | ve el melâiketu | : ve melekler |
5. | min hîfeti-hi | : onun korkusundan |
6. | ve yursilu | : ve gönderir |
7. | es savâıka | : yıldırımlar |
8. | fe yusîbu | : böylece isabet ettirir |
9. | bi-hâ | : onu |
10. | men yeşâu | : dilediği kimse |
11. | ve hum | : ve onlar |
12. | yucâdilûne | : mücâdele ediyorlar |
13. | fîllâhi (fî allâhi) | : Allah hakkında |
14. | ve huve | : ve o |
15. | şedîdu | : şiddetli, çok kuvvetli |
16. | el mihâli | : mukavemet edilemeyen, dayanılmaz, karşı koyulmaz |
Sayfa:250
١٤
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ وَالَّذينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه لَا يَسْتَجيبُونَ لَهُمْ بِشَىْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه وَمَا دُعَاءُ الْكَافِرينَ اِلَّا فى ضَلَالٍ
(14) lehu da’vetül hakk vellezine yed’une min dunihi la yestecibune lehüm bi şey’in illa ke basiti keffeyhi ilel mai li yeblüğa fahü ve ma hüve bi baliğih ve ma düaül kafirine illa fi dalal
hak olan davet ancak O’nadır onların (Allah’tan) O’ndan başka yalvardıkları, onların hiçbir şeylerine icabet etmez. Ancak (onların hali) iki avucunu suya uzatan kimse gibidir “ağzına su gelsin” diye o su gelmez kafirlerin duaları ancak sapıklık içinde (yapılan dualardır)
1. | lehu | : ona (kendisinedir) |
2. | da’vetu el hakkı | : hakkın daveti |
3. | ve ellezîne | : ve o kimseler |
4. | yed’ûne | : dua ederler |
5. | min dûni-hi | : ondan başkasına |
6. | lâ yestecîbûne | : icabet edilmez |
7. | lehum | : onlara |
8. | bi şey’in | : bir şey ile |
9. | illâ | : ancak |
10. | ke bâsitı | : açan gibidir |
11. | keffey-hi | : avucunu |
12. | ilel mâi (ilâ el mâi) | : suya |
13. | li yebluga | : erişmesi için |
14. | fâ-hu | : onun ağzına |
15. | ve mâ huve | : ve o değildir |
16. | bi | : ile |
17. | bâligı-hi | : ona erişen (ulaşan) |
18. | ve mâ | : ve değildir |
19. | duâu el kâfirîne | : kâfirlerin duası |
20. | illâ | : …den başka |
21. | fî dalâlin | : dalâlette, sapıklık içinde |
١٥
وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَنْ فِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْاصَالِ
(15) ve lillahi yescüdü men fis semavati vel ardı tav’av ve kerhev ve zilalühüm bil ğudüvvi vel asal
kim varsa Allah’a secde eder göklerde ve yerde ister istemez ve onların gölgeleri de sabah ve ikindiden sonra
1. | ve lillâhi (li allâhi) | : ve Allah’a |
2. | yescudu | : secde eder |
3. | men fî es semâvâti | : semalarda olanlar |
4. | ve el ardı | : ve yeryüzü |
5. | tav’an | : isteyerek |
6. | ve kerhen | : ve istemeyerek |
7. | ve zilâlu-hum | : ve onların gölgeleri |
8. | bi el guduvvi | : sabahleyin, sabah |
9. | ve el âsâli | : ve akşamleyin, akşam |
١٦
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ قُلِ اللّهُ قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه اَوْلِيَاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّا قُلْ هَلْ يَسْتَوِى الْاَعْمى وَالْبَصيرُ اَمْ هَلْ تَسْتَوِىالظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ اَمْ جَعَلُوا لِلّهِ شُرَكَاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِه فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ قُلِ اللّهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
(16) kul mer rabbüs semavati vel erd kulillah kul e fettehaztüm min dunihi evliyae la yemlikune li enfüsihim nef’av ve la darra kul hel yestevil a’ma vel besiyru em hel testeviz zulümatu ven nur em cealu lillahi şürakae haleku ke halkihi fe teşabehel halku aleyhim kulillahü haliku külli şey’iv ve hüvel vahidül kahhar
sor: “göklerin ve yerin Rabbi kim?” “Allah” der, de ki siz (Allah’tan) o’ndan başka dostlar mı edindiniz? kendi nefislerine fayda ve zarar vermeye malik olmayan de ki: bir olur mu? kör ile gören yahut karanlıkla nur bir olur mu? yoksa Allah’a ortaklar yaptılar da onun yarattığı gibi yarattılar da sonra benzettiler bu yaratmayı kendilerince de ki Allah her şeyi yaratandır o, zatında tek ve kahredicidir
1. | kul | : de |
2. | men | : kim |
3. | rabbu es semâvâti | : semaların (göklerin) Rabbi |
4. | ve el ardı | : ve yer |
5. | kulillâhu (kul allâhu) | : “Allah’tır” de |
6. | kul | : de |
7. | e fettehaztum | : artık siz, …mı edindiniz |
8. | min dûni-hi | : ondan başka |
9. | evliyâe | : evliya, velîler, dostlar |
10. | lâ yemlikûne | : yapamaz, gücü yetmez, malik değil |
11. | li enfusi-him | : kendileri için |
12. | nef’an | : bir yarar, fayda, menfaat |
13. | ve lâ darren | : ve zarar vermez |
14. | kul | : de |
15. | hel yestevi | : bir mi, bir olur mu |
16. | el a’mâ | : âmâ olan, görmeyen |
17. | ve el basîru | : ve gören |
18. | em | : yoksa, veya |
19. | hel testevî | : bir mi, bir olur mu |
20. | ez zulumâtu | : karanlıklar |
21. | ve en nûru | : ve nur |
22. | em | : yoksa, veya |
23. | cealû | : kıldılar, yaptılar |
24. | lillâhi (li allâhi) | : Allah’a |
25. | şurekâe | : ortaklar |
26. | halakû | : yarattılar |
27. | ke | : gibi |
28. | halkı-hi | : onun yaratması |
29. | fe | : böylece |
30. | teşâbehe | : birbirine benzedi, benzer göründü |
31. | el halku | : yaratma |
32. | aleyhim | : onlara |
33. | kulillâhu (kul allâhu) | : “Allah” de |
34. | hâliku | : yaratan |
35. | kulli şey’in | : herşey |
36. | ve huve | : ve o |
37. | el vâhidu | : ek (bir tane) |
38. | el kahhâru | : kahhar olan, en kuvvetli olan, herşeye gücü yeten |
١٧
اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَابِيًا وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِى النَّارِ ابْتِغَاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُ كَذلِكَ يَضْرِبُ اللّهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ فَاَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَاءً وَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِى الْاَرْضِ كَذلِكَ يَضْرِبُ اللّهُ الْاَمْثَالَ
(17) enzele mines semai maen fe salet evdiyetüm bi kaderiha fahtemeles seylü zebeder rabiya ve mimma yukidune aleyhi fin nari btiğae hilyetin ev metain zebedüm mislüh kezalike yadribüllahül hakka vel batil fe emmez zebedü fe yezhebü cüfaa ve emma ma yenfeun nase fe yemküsü fil ard kezalike yadribüllahül emsal
semadan su indirmiştir sonra su akmış vadileri dolduracak miktarda sonra sel, üste çıkan bir köpük yüklenmiş madenler de yakılır ateş olacak şekilde ziynet veya kullanma eşyası yapmak için suyun (köpüğü) gibi köpük (çıkar) Allah hak ve batıla böyle misal getirir böylece köpük ve cüfe gider amma insanlara faydalı olan ise yerde kalır böylece Allah (size) bu misalleri verir
1. | enzele | : indirdi |
2. | min es semâi | : gökten |
3. | mâen | : su |
4. | fe sâlet | : böylece akar |
5. | evdiyetun | : vadiler |
6. | bi kaderi-hâ | : miktarınca, ona takdir edilen miktar kadar |
7. | fahtemele (fe ihtemele) | : böylece yüklendi, götürdü, taşıdı |
8. | es seylu | : sel |
9. | zebeden | : köpük |
10. | râbiyen | : üste çıkan, kabaran |
11. | ve mim-mâ | : ve şeyden |
12. | yûkıdûne | : ateşe tutulurlar, yakılırlar |
13. | aleyhi | : ona, üzerinde |
14. | fî en nâri | : ateş içinde, ateşte |
15. | ibtigâe | : istedi |
16. | hılyetin | : süs eşyası |
17. | ev | : veya |
18. | metâın | : meta, eşya |
19. | zebedun | : köpük |
20. | mislu-hu | : onun misali, onun gibi |
21. | kezâlike | : işte böyle |
22. | yadribu allâhu | : Allah örnek verir |
23. | el hakka | : hak |
24. | ve el bâtıle | : ve bâtıl |
25. | fe emme | : ama, fakat |
26. | ez zebedu | : köpük |
27. | fe yezhebu | : fakat, sonra gider |
28. | cufâen | : çözülüp dağılarak |
29. | ve emmâ | : ve ama, fakat |
30. | mâ | : şey |
31. | yenfau en nâse | : insanlara yarar sağlar, faydası olur |
32. | fe yemkusu | : böylece durur, kalır |
33. | fî el ardı | : yeryüzünde |
34. | kezâlike | : böylece |
35. | yadrıbu allâhu | : Allah örnek verir |
36. | el emsâle | : örnekler, misaller |
١٨
لِلَّذينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمُ الْحُسْنى وَالَّذينَ لَمْ يَسْتَجيبُوا لَهُ لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِى الْاَرْضِ جَميعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه اُولءِكَ لَهُمْ سُوءُ الْحِسَابِ وَمَاْويهُمْ جَهَنَّمُ وَبِءْسَ الْمِهَادُ
(18) lillezinestecabu li rabbihimül husna vellezine lem yestecibu lehu lev enne lehüm ma fil erdi cemiav ve mislehu meahu leftedev bih ülaike lehüm suül hisabi ve me’vahüm cehennem ve bi’sel mihad
icabet eden kimselere Rablerinden daha güzeli vardır o’na icabet etmeyenler ise yerde bulunan şeylerin hepsine sahip olsalar ve onun bir misline (daha sahip olsalar) onu fidye olarak verirlerdi hesabın kötüsü onlar içindir onların vardıkları yer cehennemdir ne kötü bir yataktır!
1. | lillezînestecâbû | : icabet edenler için vardır |
2. | li rabbi-him | : Rab’lerine |
3. | el husnâ | : en güzeli |
4. | ve ellezîne | : ve o kimseler ki |
5. | lem yestecibû | : icabet etmezler |
6. | lehu | : ona |
7. | lev enne | : (eğer, şâyet) gerçekten olsaydı |
8. | lehum | : onlara ait, onların |
9. | mâ fî el ardı | : yeryüzünde olan şeyler |
10. | cemîan | : tümü, hepsi |
11. | ve misle-hu | : ve onun bir misli daha, onun kadar daha |
12. | mea-hu | : onunla beraber |
13. | leftedev (le iftedev) | : fidye verirlerdi |
14. | bi-hi | : onu |
15. | ulâike | : işte onlar |
16. | lehum | : onlar için vardır |
17. | sûu el hısâbi | : sorgulamanın, hesabın en kötüsü |
18. | ve me’vâ-hum | : ve onların barınacağı yer |
19. | cehennemu | : cehennemdir |
20. | ve bi’se el mihâdu | : ve ne kötü yatak, döşek |
Sayfa:251
١٩
اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّمَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمى اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُولُواالْاَلْبَابِ
(19) e fe mey ya’lemü ennema ünzile ileyke mir rabbikel hakku ke men hüve a’ma innema yetezekkeru ülül elbab
Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse kör kimse gibi (olur mu?) ancak akıl sahipleri düşünürler
1. | e | : mi |
2. | fe men | : artık kim |
3. | ya’lemu | : bilir |
4. | ennemâ | : olduğunu |
5. | unzile | : indirildi |
6. | ileyke | : sana |
7. | min rabbi-ke | : senin Rabbinden |
8. | el hakku | : hak |
9. | ke | : gibi |
10. | men huve | : o kimse |
11. | a’mâ | : görmeyen, kör |
12. | innemâ | : sadece, ancak, fakat |
13. | yetezekkeru | : tezekkür eder |
14. | ûlu el elbâbi | : sır sahipleri |
٢٠
اَلَّذينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْميثَاقَ
(20) ellezine yufune bi ahdillahi ve la yenkudunel misak
onlar ki Allah’ın ahdini yerine getirirler (verdikleri) sözü bozmazlar
1. | ellezîne | : o kimseler |
2. | yûfûne | : yerine getirirler, ifa ederler |
3. | bi ahdi allâhi | : Allah’ın ahdini |
4. | ve lâ yenkudûne | : ve bozmazlar |
5. | el misâka | : misaki |
٢١
وَالَّذينَ يَصِلُونَ مَا اَمَرَ اللّهُ بِه اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُوءَ الْحِسَابِ
(21) vellezine yesilune ma emerallahü bihi ey yusale ve yahşevne rabbehüm ve yehafune suel hisab
devamını sağlarlar Allah’ın emrettiği o şeyin o da sağlanmış olur Rablerinden haşye duyarlar hesabın kötüsünden de korkarlar
1. | ve ellezîne | : ve o kimseler |
2. | yasılûne | : ulaştırırlar, vasıl ederler |
3. | mâ emerallâhu (emre allâhu) | : Allah’ın emrettiği şeyi |
4. | bi-hi | : ona |
5. | en yûsale | : ulaştırmak |
6. | ve yahşevne | : ve korkarlar, huşû duyarlar |
7. | rabbe-hum | : onların Rab’leri |
8. | ve yehâfûne | : ve korkarlar |
9. | sûe el hisâbi | : kötü hesap |
٢٢
وَالَّذينَ صَبَرُوا ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُنَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّءَةَ اُولءِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ
(22) vellezine saberubtiğae vechi rabbihim ve ekamus salate ve enfeku mimma razaknahüm sirrav ve alaniyetev ve yedraune bil hasenetis seyyiete ülaike lehüm ukbed dar
o kimseler ki Rablerinin zatını talep edip sabrederler ve namazı dosdoğru kılarlar verdiklerimizden infak ederler kendilerine rızık olarak gizli ve aşikar def ederler kötülüğü iyilik ile sonucu (iyi olan) yurt işte bunlarındır
1. | vellezîne (ve ellezîne) | : ve o kimseler |
2. | saberû | : sabrettiler |
3. | ibtigâe | : istedi |
4. | vechi rabbi-him | : Rab’lerinin yüzünü, Zat’ını |
5. | ve ekâmû es salâte | : ve namazı ikame ettiler |
6. | ve enfekû | : ve infâk ettiler |
7. | mim-mâ | : şey(ler)den |
8. | rezaknâ-hum | : onları rızıklandırdık |
9. | sirren | : gizli olarak |
10. | ve alâniyeten | : ve açık olarak |
11. | ve yedreûne | : ve giderirler, savarlar |
12. | bi el haseneti es seyyiete | : kötülüğü iyilik ile |
13. | ulâike | : işte onlar |
14. | lehum | : onlar için vardır |
15. | ukbe ed dâri | : (bu) diyarın (bu dünyanın) sonucu |
٢٣
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ ابَاءِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلءِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍ
(23) cennatü adniy yedhuluneha ve men saleha min abaihim ve ezvacihim ve zürriyyatihim vel melaiketü yedhulune aleyhim min külli bab
adn cennetleri, oraya gireceklerdir kendilerini ıslah etmiş atalarından zevcelerinden ve zürriyetlerinden (gelenler) ve melekler gireceklerdir onların yanlarına her kapıdan
1. | cennâtu | : cennetler |
2. | adnin | : adn |
3. | yedhulûne-hâ | : ona girerler |
4. | ve men | : ve kim |
5. | salaha | : salih oldu, salâha ulaştı |
6. | min âbâi-him | : babalarından |
7. | ve ezvâci-him | : ve onların eşlerinden |
8. | ve zurriyyâti-him | : ve onların zürriyetlerinden |
9. | ve el melâiketu | : ve melekler |
10. | yedhulûne | : girerler |
11. | aleyhim | : onlara, onların yanına |
12. | min kulli | : her …den, hepsinden |
13. | bâbin | : kapı |
٢٤
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ
(24) selamün aleyküm bima sabertüm fe ni’me ukbed dar
size selam olsun! sabrettiğinizden dolayı sonucu en güzel olan yurt da (sizin olsun!)
1. | selâmun | : selâm olsun |
2. | aleykum | : sizin üzerinize, size |
3. | bi mâ | : sebebiyle, …den dolayı |
4. | sabertum | : sabrettiniz |
5. | fe | : artık, işte, böyle, bundan sonra |
6. | ni’me | : ne güzel |
7. | ukbe ed dâri | : yurdun sonu |
٢٥
وَالَّذينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِنْ بَعْدِ ميثَاقِه وَيَقْطَعُونَ مَا اَمَرَ اللّهُ بِه اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ اُولءِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ
(25) vellezine yenkudune ahde llahi min ba’di misakihi ve yaktaune ma emarallahü bihi ey yusale ve yüfsidune fil erdi ülaike lehümül la’netü ve lehüm suüd dar
o kimseler ki ahdini bozarlar Allah’a söz verdikten sonra ve Allah’ın emrettiği akrabalık bağlarını koparanlar ve yeryüzünü fesata verenler işte bunlara lanet vardır onlar için yurdun kötüsü (vardır)
1. | ve ellezîne | : ve o kimseler ki |
2. | yankudûne | : bozarlar |
3. | ahdallâhi (ahde allâhi) | : Allah’ın ahdini |
4. | min ba’di | : …dan sonra |
5. | mîsâkı-hi | : onun misaki |
6. | ve yaktaûne | : ve keserler |
7. | mâ emere allâhu | : Allah’ın emrettiği şeyi |
8. | bi-hi | : ona |
9. | en yûsale | : ulaştırılmak |
10. | ve yufsidûne | : ve fesat çıkarırlar |
11. | fî el ardı | : yeryüzünde |
12. | ulâike | : işte onlar |
13. | lehum el la’netu | : lânet onlaradır |
14. | ve lehum | : ve onlarındır, onlar için vardır |
15. | sûu ed dâri | : yurdun kötüsü |
٢٦
اَللّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ وَفَرِحُوا بِالْحَيوةِ الدُّنْيَا وَمَا الْحَيوةُ الدُّنْيَا فِى الْاخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ
(26) allahü yebsütur rizka li mey yeşaü ve yakdir ve ferihu bil hayatid dünya ve mel hayatüd dünya fil ahirati illa meta’
Allah dilediği kimsenin rızkını genişletir, daraltır sevinirler onlar dünya hayatıyla dünya hayatı ahiretin yanında ancak bir geçim metaıdır
1. | allâhu | : Allah |
2. | yebsutu er rızka | : rızkı genişletir |
3. | li men yeşâu | : dilediği kimseye |
4. | ve yakdiru | : ve daraltır (az bir ölçü takdir eder) |
5. | ve ferihû | : ve sevinirler (ferahlanırlar) |
6. | bi el hayâti ed dunyâ | : dünya hayatı ile |
7. | ve mâ el hayâtu ed dunyâ | : ve dünya hayatı değildir |
8. | fî el âhıreti | : ahirette, ahiret hayatı yanında |
9. | illâ | : …den başka |
10. | metâun | : bir meta (geçici faydalanılan şey) |
٢٧
وَيَقُولُ الَّذينَ كَفَرُوا لَوْلَا اُنْزِلَ عَلَيْهِ ايَةٌ مِنْ رَبِّه قُلْ اِنَّ اللّهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدى اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَ
(27) ve yekulüllezine keferu lev la ünzile aleyhi ayetüm mir rabbih kul innellahe yüdillü mey yeşaü ve yehdi ileyhi men enab
küfreden kimseler dediler ”ona Rabbinden bir mucize indirilse ya!” de ki şüphesiz Allah dilediği kimseyi şaşırtır ve kendine yöneleni de hidayete erdirir
1. | ve yekûlu | : ve der(ler) |
2. | ellezîne keferû | : inkâr eden kimseler |
3. | lev lâ | : olmasaydı, olsa olmaz mıydı, değil miydi |
4. | unzile | : indirildi |
5. | aleyhi | : ona |
6. | âyetun | : bir âyet, mucize |
7. | min rabbi-hi | : onun Rabbinden |
8. | kul | : de |
9. | inne allâhe | : muhakkak Allah |
10. | yudillu | : saptırır (dalâlette bırakır) |
11. | men yeşâu | : dilediği kimseyi |
12. | ve yehdî | : ve hidayete erdirir (ulaştırır) |
13. | ileyhi | : ona |
14. | men enâbe | : dönen, yönelen kimse |
٢٨
اَلَّذينَ امَنُوا وَتَطْمَءِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّهِ اَلَا بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَءِنُّ الْقُلُوبُ
(28) ellezine amenu ve tatmeinü kulubühüm bi zikrillah e la bi zikrillahi tatmeinül kulub
o kimseler ki iman etmişlerdir ve kalpler ancak Allah’ın zikri ile huzur bulur dikkat edin! Allah’ın zikri ile kalpler ancak yatışır
1. | ellezîne âmenû | : Allah’a ulaşmayı dileyen, âmenû olan kimseler |
2. | ve tatmainnu | : ve mutmain olur, tatmin olur |
3. | kulûbu-hum | : onların kalpleri |
4. | bi zikri allâhi | : Allah’ın zikri ile |
5. | e lâ | : öyle değil mi |
6. | bi zikrillâhi (zikri allâhi) | : Allah’ın zikri ile |
7. | tatmainnu el kulûbu | : kalpler tatmin (mutmain) olur |
Sayfa:252
٢٩
اَلَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبى لَهُمْ وَحُسْنُ مَابٍ
(29) ellezine amenu ve amilus salihati tuba lehüm ve husnü meab
iman edip salih amel işleyenlere mutluluk ve onlara yurdun güzeli (vardır)
1. | ellezîne âmenû | : âmenû olan kimseler |
2. | ve amilû es sâlihâti | : ve salih amel işleyenler |
3. | tûbâ | : çok güzel, en güzel, ne hoş, gözü aydın, ne mutlu |
4. | lehum | : onlar için, onlara |
5. | ve husnu | : ve en güzeli |
6. | meâbin | : dönüş, dönme yeri, sığınak |
٣٠
كَذلِكَ اَرْسَلْنَاكَ فى اُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَا اُمَمٌ لِتَتْلُوَا عَلَيْهِمُ الَّذى اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمنِ قُلْ هُوَ رَبّى لَااِلهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ مَتَابِ
(30) kezalike erselnake fi ümmetin kad halet min kabliha ümemül litetlüve aleyhimül lezi evhayna ileyke ve hüm yekfürune bir rahman kul hüve rabbi la ilahe illa hu aleyhi tevekkeltü ve ileyhi metab
böylece seni gönderdik bir ümmet içinde gerçekten geçti onlardan önce ümmetler onlara okuyasın sana vahy olunanı ve onlar rahman’ı inkar ediyorlardı de ki o benim Rabbimdir ondan başka ilah yoktur ben o’na dayandım ve tövbem de o’nadır
1. | kezâlike | : böyle, böylece, öyle |
2. | erselnâ-ke | : seni gönderdik |
3. | fî ummetin | : bir ümmetin içine |
4. | kad | : oldu |
5. | halet | : gelip geçti |
6. | min kabli-hâ | : ondan önce |
7. | umemun | : ümmetler |
8. | li tetluve | : okuman için |
9. | aleyhim | : onlara |
10. | ellezî | : ki onu |
11. | evhaynâ | : biz vahyettik |
12. | ileyke | : sana |
13. | ve hum yekfurûne | : ve onlar inkâr ederler |
14. | bir rahmâni | : Rahmân’ı |
15. | kul | : de |
16. | huve | : o |
17. | rabbî | : benim Rabbim |
18. | lâ ilâhe | : ilâh yoktur |
19. | illâ hûve | : ondan başka |
20. | aleyhi | : ona |
21. | tevekkeltu | : ben tevekkül ettim |
22. | ve ileyhi | : ve ona |
23. | metâbi | : benim tövbem, dönüşüm (tövbesi kabul edilmiş olarak dönüşüm) |
٣١
وَلَوْ اَنَّ قُرْانًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتى بَلْ لِلّهِ الْاَمْرُ جَميعًا اَفَلَمْ ياَيَْسِ الَّذينَ امَنُوا اَنْ لَوْ يَشَاءُ اللّهُ لَهَدَى النَّاسَ جَميعًا وَلَا يَزَالُ الَّذينَ كَفَرُوا تُصيبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَريبًا مِنْ دَارِهِمْ حَتّى يَاْتِىَ وَعْدُ اللّهِ اِنَّ اللّهَ لَا يُخْلِفُ الْميعَادَ
(31) ve lev enne kur’anen süyyirat bihil cibalü ev kuttiat bihil erdu ev küllime bihil mevta bel lillahil emru cemia e fe lem ye’yesil lezine amenu el lev yeşaüllahü le heden nase cemia ve la yezalüllezine keferu tüsiybühüm bi ma saneu kariatün ev tehullü karibem min darihim hatta ye’tiye va’düllah innellahe la yuhlifül miad
bu Kuran ki: onun ile dağlar yürütülse veya onunla arz parçalansa veya onun ile ölüler konuşturulsa fakat bütün emirler Allah’ındır ümitsizliğe mi düştüler? iman edenler eğer Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdirirdi küfreden kimselere isabet etmeye devam edecektir yaptıklarından dolayı çok ağır belalar yahut konacaktır onların yurtlarının yakınlarına nihayet Allah’ın vaadi gelecektir şüphesiz Allah vaadinden dönmez
1. | ve lev enne | : ve eğer gerçekten olsaydı |
2. | kur’ânen | : Kur’ân |
3. | suyyiret | : yürüttü |
4. | bi-hi | : onunla |
5. | el cibâlu | : dağlar |
6. | ev | : veya, yahut |
7. | kuttıat | : yarıldı (parçalandı) |
8. | bi-hi | : onunla |
9. | el ardu | : yer |
10. | ev | : veya, yahut |
11. | kullime | : konuşturuldu |
12. | bi-hi | : onunla |
13. | el mevtâ | : ölüler |
14. | bel | : fakat, ama |
15. | li allâhi | : Allah’ın, Allah’a ait |
16. | el emru | : emir, işler |
17. | cemîan | : bütün, hepsi |
18. | e fe lem | : hâlâ olmadı mı |
19. | ye’yesi | : ümidini kesiyor |
20. | ellezîne âmenû | : âmenû olan kimseler |
21. | en | : olması |
22. | lev | : eğer, ise |
23. | yeşâu allâhu | : Allah diler |
24. | le hede en nâse | : elbette insanları hidayete erdirir |
25. | cemîan | : tümünü, hepsini |
26. | ve lâ yezâlu | : ve zail olmaz, devam eder |
27. | ellezîne keferû | : inkâr eden kimseler |
28. | tusîbu-hum | : onlara isabet eder |
29. | bi-mâ | : sebebiyle |
30. | sanaû | : yaptılar |
31. | kâriatun | : büyük bir musîbet (ceza), felâket |
32. | ev | : veya |
33. | tehullu | : gelir, iner, girer, hulul eder |
34. | karîben | : yakın |
35. | min dâri-him | : yurtlarından, evlerinden (yurtlarına, evlerine) |
36. | hattâ | : oluncaya kadar |
37. | ye’tiye | : gelir |
38. | va’du allâhi | : Allah’ın vaadi |
39. | inne allâhe | : muhakkak Allah |
40. | lâ yuhlifu el mîâde | : vaadinden dönmez |
٣٢
وَلَقَدِ اسْتُهْزِءَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ
(32) ve lekadistühzie bi rusülim min kablike fe emleytü lillezine keferu sümme ehaztühüm fe keyfe kane ikab
gerçekten alay edildi senden önceki resullerle de sonra ben küfredenlere mühlet veririm sonra da onları yakalarım ve (benim) azabım nasıl olurmuş!
1. | ve lekad | : ve andolsun ki |
2. | istuhzie | : alay edildi |
3. | bi rusulin | : resûller ile |
4. | min kabli-ke | : senden önce |
5. | fe | : o zaman, fakat |
6. | emleytu | : ben mühlet (süre) verdim |
7. | lillezîne (li ellezîne) | : o kimselere |
8. | keferû | : inkâr ettiler |
9. | summe | : sonra |
10. | ehaztu-hum | : onları helâk ettim, aldım, yakaladım |
11. | fe | : artık, bundan sonra, o zaman, böylece |
12. | keyfe | : nasıl |
13. | kâne | : oldu |
14. | ıkâbi | : ikabım, cezam (azabım) |
٣٣
اَفَمَنْ هُوَ قَاءِمٌ عَلى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَجَعَلُوا لِلّهِ شُرَكَاءَ قُلْ سَمُّوهُمْ اَمْ تُنَبِّؤُنَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِى الْاَرْضِ اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّبيلِ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
(33) e fe men hüve kaimün ala külli nefsim bima kesebet ve cealu lillahi şüraka’ kul semmuhüm em tünebbiunehu bima la ya’lemü fil erdi em bi zahirim minel kavl bel züyyine lillezine keferu mekruhüm ve suddu anis sebil ve mey yudlilillahü fe ma lehu min had
daimi gözcü olan, gözetleyen zat (ile diğerleri bir tutulur) mu? bütün nefislerin yapmış oldukları ve Allah’a ortak yaptıkları. De ki: “onların isimlerini söyleyin” yoksa o’na haber mi vereceksiniz? yeryüzünde bilmediği bir şeyi yahut zahire çıkan bir söz olsun (diye mi?) doğrusu süslü gösterdi kafirlere mekirleri ve doğru yoldan saptırıldılar Allah kimi saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur
1. | e fe men | : artık kim, …mi |
2. | huve | : o |
3. | kâimun | : kaim olan, her yapılan işin başında bulunan, daima haberdar olan, herşeyi derecelendiren |
4. | alâ | : üzerine |
5. | kulli | : hepsi, bütün |
6. | nefsin | : nefs |
7. | bi mâ kesebet | : kazandığı şeylere |
8. | ve cealû | : ve kıldılar |
9. | lillâhi (li allâhi) | : Allah’a |
10. | şurekâe | : ortaklar |
11. | kul | : de |
12. | semmû-hum | : onları isimlendirin (onları isimleri ile davet edin) |
13. | em tunebbiûne-hu | : yoksa ona haber mi veriyorsunuz |
14. | bi mâ | : şeyi |
15. | lâ ya’lemu | : bilmiyor |
16. | fî el ardı | : yeryüzünde |
17. | em | : yoksa, veya |
18. | bi zâhirin | : zahir olan |
19. | min el kavli | : sözden, sözün |
20. | bel | : hayır, fakat |
21. | zuyyine | : süslü gösterildi |
22. | lillezîne (li ellezîne) | : o kimselere |
23. | keferû | : inkâr ettiler |
24. | mekru-hum | : onların hileleri, tuzakları |
25. | ve suddû | : ve men edilirler, saptırılırlar |
26. | an es sebîli | : yoldan |
27. | ve men yudlili allâhu | : ve Allah kimi saptırırsa |
28. | fe mâ lehu | : artık onun için yoktur |
29. | min hâdin | : bir hidayet eden, hidayetçi |
٣٤
لَهُمْ عَذَابٌ فِى الْحَيوةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْاخِرَةِ اَشَقُّ وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّهِ مِنْ وَاقٍ
(34) lehüm azabün fil hayatiddünya ve le azabül ahirati eşakku ve ma lehüm minellahi miv vak
onlara azap (vardır) dünya hayatında ve ahirette ise daha şiddetli azap (vardır) onları Allah’tan koruyacak da yoktur
1. | lehum | : onlar için vardır |
2. | azâbun | : bir azap |
3. | fîl hayâti ed dunyâ | : dünya hayatında |
4. | ve le azâbu el âhıreti | : ve elbette ahiret azabı |
5. | eşakku | : daha güç, daha meşakkatli |
6. | ve mâ lehum | : ve onlar için yoktur |
7. | min allâhi | : Allah’tan |
8. | min vâkın | : koruyucu(lardan bir koruyucu) |
Sayfa:253
٣٥
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتى وُعِدَ الْمُتَّقُونَ تَجْرى مِنْ تحْتِهَا الْاَنْهَارُ اُكُلُهَا دَاءِمٌ وَظِلُّهَا تِلْكَ عُقْبَى الَّذينَ اتَّقَوْا وَعُقْبَى الْكَافِرينَ النَّارُ
(35) meselül cennetilleti vüidel müttekun tecri min tahtihel enhar ükülüha daimüv ve zillüha tilke ukbellezinettekav ve ukbel kafirinen nar
cennetin misali muttaki olanlara vaat edilen altından nehirler akan yemişleri daimi gölgesi de öyle işte akıbet sakınanlarındır kafirlerin de akıbeti ateştir
1. | meselu el cenneti elletî | : o cennetin örneği, durumu, gibi |
2. | vuide el muttekûne | : takva sahiplerine vaadedilen |
3. | tecrî | : akar |
4. | min tahti-hâ | : onun altından |
5. | el enhâru | : nehirler |
6. | ukulu-hâ | : onun meyvesi |
7. | dâimun | : süreklidir, daimîdir |
8. | ve zillu-hâ | : ve onun gölgesi |
9. | tilke | : işte bu |
10. | ukbâ ellezîne ittekav | : takva sahiplerinin sonu |
11. | ve ukbâ el kâfirîne | : ve inkâr edenlerin sonu |
12. | en nâru | : ateş |
٣٦
وَالَّذينَ اتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمِنَ الْاَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُ قُلْ اِنَّمَا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّهَ وَلَا اُشْرِكَ بِه اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَابِ
(36) vellezine ateynahümül kitabe yefrahune bima ünzile ileyke ve minel ahzabi mey yünkiru ba’dah kul innema ümirtü en a’büdellahe ve la üşrike bih ileyhi ed’u ve ileyhi meab
kendilerine kitap verdiklerimiz ferah oluyorlar sana indirilen ayetlerden fırkalardan bazıları da inkar ediyorlar de ben ancak Allah’a kulluk etmekle ve o’na şirk koşmamakla emir olundum o’na davet ederim yönelişim de o’nadır
1. | vellezîne (ve ellezîne) | : ve o kimseler |
2. | âteynâ-hum | : onlara verdik |
3. | el kitâbe | : kitap |
4. | yefrehûne | : sevinirler |
5. | bimâ unzile | : indirilen şeye |
6. | ileyke | : sana |
7. | ve min el ahzâbi | : ve taraftarlardan, gruplardan, hiziplerden |
8. | men yunkiru | : inkâr eden kimseler |
9. | ba’da-hu | : onun bir kısmı |
10. | kul | : de |
11. | innemâ | : sadece, yalnız |
12. | umirtu | : ben emrolundum, bana emredildi |
13. | en a’bude allâhe | : benim Allah’a kul olmam |
14. | ve lâ uşrike | : ve ben şirk koşmam |
15. | bi-hi | : ona |
16. | ileyhi | : ona |
17. | ed’û | : ben davet ederim |
18. | ve ileyhi | : ve ona, o |
19. | meâbi | : meabım, dönüş yerim, dönüşüm, sığınağım |
٣٧
وَكَذلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّا وَلَءِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَالَكَ مِنَ اللّهِ مِنْ وَلِىٍّ وَلَا وَاقٍ
(37) ve kezalike enzelnahü hukmen arabiyya ve leinitteba’te ehvaehüm ba’de ma caeke minel ilmi ma leke minellahi miv veliyyiv ve la vak
böylece onu indirdik arapça bir hüküm olarak yemin olsun, eğer sen uyarsan onların hevalarına sana gelen bir ilimden sonra Allah’tan sana ne bir dost ne de bir koruma yoktur
1. | ve kezâlike | : ve işte böyle, böylece |
2. | enzelnâ-hu | : onu biz indirdik |
3. | hukmen | : bir hüküm olarak |
4. | arabiyyen | : Arapça |
5. | ve le initteba’te (in itteba’te) | : ve elbette tâbî olursan |
6. | ehvâe-hum | : onların hevalarına (heveslerine) |
7. | ba’de | : sonra |
8. | mâ câe-ke | : sana gelen şey |
9. | min el ilmi | : ilimden |
10. | mâ leke | : senin yoktur |
11. | min allâhi | : Allah’tan |
12. | min veliyyin | : bir velî, dost |
13. | ve lâ vâkın | : ve bir koruyucu yoktur |
٣٨
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةً وَمَاكَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَاْتِىَ بِايَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّهِ لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ
(38) ve le kad erselna rusülem min kablike ve cealna lehüm ezvacev ve zürriyyeh ve ma kane li rasulin ey ye’tiye bi ayetin illa bi iznillah li külli ecelin kitab
gerçekten gönderdik senden önce resüller onlara da verdik zevce ve evlat hiçbir resül mucize getirmez Allah’ın izni olmadıkça her ecel için bir yazı (vardır)
1. | ve lekad | : ve andolsun |
2. | erselnâ | : biz gönderdik |
3. | rusulen | : resûller |
4. | min kabli-ke | : senden önce |
5. | ve cealnâ | : ve kıldık |
6. | lehum ezvâcen | : onlara eşler |
7. | ve zurriyyeten | : ve zürriyet, nesil, çocuklar |
8. | ve mâ kâne | : ve değildir, olmaz |
9. | li resûlin | : bir resûl için |
10. | en ye’tiye bi | : getirmesi |
11. | âyetin | : bir âyet |
12. | illâ | : …den başka, ancak, olmaksızın, olmadan |
13. | bi izni allâhi | : Allah’ın izni ile |
14. | li kulli ecelin | : her zaman için vardır |
15. | kitâbun | : bir kitap |
٣٩
يَمْحُوااللّهُ مَايَشَاءُ وَيُثْبِتُ وَعِنْدَهُ اُمُّ الْكِتَابِ
(39) yemhullahü ma yeşaü ve yüsbit ve indehu ümmül kitab
Allah mahveder ve dilediğini de bırakır kitabın aslı o’nun katındadır
1. | yemhû | : siler (mahveder, yok eder), imha eder |
2. | allâhu | : Allah |
3. | mâ yeşâu | : dilediği şeyi |
4. | ve yusbitu | : ve sabit kılar, bırakır, tespit eder |
5. | ve inde-hu | : ve onun katında, yanında, indinde, nezdinde |
6. | ummu el kitâbi | : ana kitap |
٤٠
وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذى نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ
(40) ve im ma nüriyenneke ba’dal lezi neidühüm ev neteveffeyenneke fe innema aleykel belağu ve aleynel hisab
bir kısmını sana göstersek de onlara vaat ettiğimiz (azabın) yahut senin canını alsak da ancak senin üzerine (düşen) tebliğdir hesapta bize aittir
1. | ve in mâ | : ve eğer, şâyet, ya (veya) |
2. | nuriyenne-ke | : sana gösteririz |
3. | ba’da | : bazı, bir kısmı |
4. | ellezî neidu-hum | : onlara vaadettiğimizi |
5. | ev neteveffeyenne-ke | : veya seni vefat ettiririz |
6. | fe innemâ | : sadece |
7. | aleyke el belâgu | : tebliğ senin üzerine |
8. | ve aleynâ el hisâbu | : ve hesap bizim üzerimize, bize ait |
٤١
اَوَ لَمْ يَرَوْا اَنَّا نَاْتِى الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَا وَاللّهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه وَهُوَ سَريعُ الْحِسَابِ
(41) e ve lem yerav enna ne’til erda nenkusuha min atrafiha vallahü yahkümü la müakkibe li hukmih ve hüve seriul hisab
onlar görmüyorlar mı? biz, arza geliyor (ve) onun etrafından eksilip duruyoruz Allah hükmünü verir yetişip çevirecek yoktur o’nun hükmünü ve o, çabuk hesap görendir
1. | e ve lem yerev | : görmüyorlar mı |
2. | ennâ | : nasıl |
3. | ne’ti | : geliyoruz |
4. | el arda | : arz, yeryüzü |
5. | nenkusu-hâ | : onu eksiltiyoruz |
6. | min etrâfi-hâ | : onun çevresinden, etrafından |
7. | vallâhu (ve allâhu) | : ve Allah |
8. | yahkumu | : hükmeder, hüküm verir |
9. | lâ muakkıbe | : takip eden, kontrol eden, bozacak yoktur |
10. | li hukmi-hî | : onun hükmünü |
11. | ve huve | : ve o |
12. | serîu el hısâbi | : hesabı çabuk gören |
٤٢
وَقَدْ مَكَرَ الَّذينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلِلّهِ الْمَكْرُ جَميعًا يَعْلَمُ مَاتَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ
(42) ve kad mekerallezine min kablihim fe lillahil mekru cemia ya’lemü ma teksibü küllü nefs ve seya’lemül küffaru li men ukbed dar
onlardan öncekiler de hile yaptılar fakat Allah’a aittir bütün mekirler bütün nefislerin yapacaklarını bilir kafirler de ilerde bilecekler akıbet yurdunun kimin olduğunu
1. | ve kad | : ve olmuştur |
2. | mekere | : hile, tuzak kurdu |
3. | ellezîne min kabli-him | : onlardan önceki kimseler |
4. | fe lillâhi (li allâhi) | : oysa Allah’a aittir |
5. | el mekru | : hile |
6. | cemîan | : tümü, hepsi |
7. | ya’lemu | : bilir |
8. | mâ teksibu | : kazandığı şey |
9. | kullu | : her, hepsi, bütün |
10. | nefsin | : nefs |
11. | ve se ya’lemu | : ve yakında bilecek |
12. | el kuffâru | : kâfirler |
13. | li men | : kimin |
14. | ukbe ed dâri | : yurdun sonu |
Sayfa:254
٤٣
وَيَقُولُ الَّذينَ كَفَرُوا لَسْتَ مُرْسَلًا قُلْ كَفى بِاللّهِ شَهيدًا بَيْنى وَبَيْنَكُمْ وَمَنْ عِنْدَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ
(43) ve yekulüllezine keferu leste mürsela kul kefa billahi şehidem beyni ve beyneküm ve men inde hu ilmül kitab
küfredenler diyorlar “(sen Allah tarafından) gönderilmiş değilsin” de ki şahit olarak Allah kafidir benimle sizin aranızda bir de yanlarında bulunan (Allah’ın) o’nun kitabından ilmi olanlar da (şahittir)
1. | ve yekûlu | : ve derler, diyorlar |
2. | ellezîne keferû | : inkâr eden kimseler, kâfir olanlar |
3. | leste | : sen değilsin |
4. | murselen | : resûl olarak gönderilmiş |
5. | kul | : de |
6. | kefâ | : kâfi |
7. | billâhi (bi allâhi) | : Allah |
8. | şehîden | : şahit olarak |
9. | beynî | : benimle |
10. | ve beyne-kum | : ve sizin aranızda |
11. | ve men | : ve kim, kimse |
12. | inde-hu | : onun yanında, indinde |
13. | ilmu el kitâbi | : kitabın ilmi |
14-İBRAHİM
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
١
الر كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلى صِرَاطِ الْعَزيزِ الْحَميدِ
(1) elif lam ra kitabün enzelnahü ileyke li tuhricen nase minez zulümati ilen nuri bi izni rabbihim ila sıratil azizil hamid
elif – lam – ra bir kitap ki o’nu sana indirdik insanları karanlıktan nura çıkarmak için Rablerinin izni ile (Allah’ın) yoluna güçlü ve övülmeye layık olan
1. | elif lâm râ | : elif lâm râ |
2. | kitâbun | : bir kitaptır |
3. | enzelnâ-hu | : onu indirdik |
4. | ileyke | : sana |
5. | li tuhrice en nâse | : insanları çıkarman için |
6. | min ez zulûmâti | : zulmetten, karanlıklardan |
7. | ilâ en nûri | : nura |
8. | bi izni | : izni ile |
9. | rabbi-him | : Rab’lerinin |
10. | ilâ sırâtı | : yola |
11. | el azîzi | : azîz olan, izzet sahibi olan |
12. | el hamîdi | : kendisine hamdedilen |
٢
اَللّهِ الَّذى لَهُ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ وَوَيْلٌ لِلْكَافِرينَ مِنْ عَذَابٍ شَديدٍ
(2) allahüllezi lehu ma fis semavati ve ma fil ard ve veylül lil kafirine min azabin şedid
Allah’ındır göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi yazıklar olsun kafirlere şiddetli bir azaptan dolayı
1. | allâhi | : Allah |
2. | ellezî | : o ki |
3. | lehu | : onundur |
4. | mâ | : şeyler |
5. | fî es semâvâti | : göklerde, semalarda |
6. | ve mâ | : ve şeyler |
7. | fî el ardı | : yerde |
8. | ve veylun | : ve vay haline, yazıklar olsun |
9. | li el kâfirîne | : inkâr edenler, kâfirler için, kâfirlere |
10. | min azâbin | : (azaplardan bir) azap |
11. | şedîdin | : şiddetli |
٣
اَلَّذينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبيلِ اللّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا اُولءِكَ فى ضَلَالٍ بَعيدٍ
(3) ellezine yestehibbunel hayated dünya alel ahirati ve yesuddune an sebilillahi ve yebğuneha iveca’ ülaike fi dalalim beiyd
onlar o kimseler ki dünya hayatını severler ahirete karşı Allah’ın yolundan çevirirler ve yolun eğrilmesini isterler işte bunlar uzak bir sapıklık içindedirler
1. | ellezîne | : o kimseler, onlar |
2. | yestehıbbûne | : tercih ederler, severler |
3. | el hayâte ed dunyâ | : dünya hayatını |
4. | alâ el âhıreti | : ahirete |
5. | ve yasuddûne | : ve alıkoyarlar |
6. | an sebîli allâhi | : Allah’ın yolundan |
7. | ve yebgûne-hâ | : ve onu isterler |
8. | ivecen | : eğrilik |
9. | ulâike | : işte onlar |
10. | fî | : içinde |
11. | dalâlin | : dalâlet |
12. | baîdin | : uzak |
٤
وَمَا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللّهُ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدى مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزيزُ الْحَكيمُ
(4) ve ma erselna mir rasulin illa bi lisani kavmihi li yübeyyine lehüm fe yüdillüllahü mey yeşaü ve yehdi mey yeşa’ ve hüvel azizül hakim
biz hiçbir peygamber göndermedik ki kendi kavminin lisanı ile onlara açıkça anlatmasın artık Allah dilediği kimseyi sapıklıkta bırakır dilediği kimseyi de hidayete erdirir o, galip mutlak (ve) hikmet sahibidir
1. | ve mâ erselnâ | : ve biz göndermedik |
2. | min resûlin | : resûlden (resûl olarak) |
3. | illâ | : ancak, dışında |
4. | bi lisâni | : lisanı ile |
5. | kavmi-hi | : onun kavmi |
6. | li yubeyyine | : anlatması için, beyan etsin diye |
7. | lehum | : onlara |
8. | fe | : artık, bundan sonra |
9. | yudillu allâhu | : Allah dalâlette bırakır |
10. | men yeşâu | : dilediği kimseyi |
11. | ve yehdî | : ve hidayete erdirir, ulaştırır |
12. | men yeşâu | : dilediği kimseyi |
13. | ve huve | : ve o |
14. | el azîzu | : izzet sahibi, azîz olandır |
15. | el hakîmu | : hikmet sahibidir, hüküm sahibidir |
٥
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسى بِايَاتِنَا اَنْ اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّهِ اِنَّ فى ذلِكَ لَايَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
(5) ve le kad erselna musa bi ayatina en ahric kavmeke minez zulümati ilen nuri ve zekkirhüm bi eyyamillah inne fi zalike le ayatil li külli sabbarin şekur
gerçekten biz gönderdik Musa’yı ayetlerimizle kavmini zulumattan nura çıkar onlara hatırlat (diye) Allah’ın günlerini şüphesiz bunda ibretler vardır bütün sabreden ve şükür edenler için
1. | ve lekad | : ve andolsun ki |
2. | erselnâ | : biz gönderdik |
3. | mûsâ | : Musa |
4. | bi âyâti-nâ | : âyetlerimizle, mucizelerimizle, delillerimizle |
5. | en ahric | : çıkarmak |
6. | kavme-ke | : senin kavmin |
7. | min ez zulumâti | : karanlıklardan |
8. | ilâ en nûri | : nura |
9. | ve zekkir-hum | : ve onlara hatırlat, onları zikrettir |
10. | bi eyyâmi allâhi | : Allah’ın günlerini |
11. | inne | : muhakkak |
12. | fî zâlike | : bunda |
13. | le âyâtin | : elbette âyetler vardır |
14. | li kulli | : hepsi için |
15. | sabbârin | : sabredenler |
16. | şekûrin | : şükredenler |
Sayfa:255
٦
وَاِذْ قَالَ مُوسى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجيكُمْ مِنْ الِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ وَفى ذلِكُمْ بَلَاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظيمٌ
(6) ve iz kale musa li kavmihi zkuru ni’metellahi aleyküm iz encaküm min ali fir’avne yesumuneküm suel azabi ve yüzebbihune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm ve fi zaliküm belaüm mir rabbiküm aziym
o zaman dedi ki Musa kavmine Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın o zaman sizi kurtardık firavun hanedanından size reva görüyorlardı azabın kötüsünü oğullarınızı boğazlıyorlar kadınlarınızı da hayatta bırakıyorlardı bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan (vardı)
1. | ve iz kâle | : ve demişti |
2. | mûsâ | : Musa |
3. | li kavmi-hi | : kavmine |
4. | uzkurû | : hatırlayın, zikredin |
5. | ni’mete allâhi | : Allah’ın ni’metlerini |
6. | aleykum | : size |
7. | iz encâ-kum | : sizi kurtardığı zaman |
8. | min âli fir’avne | : firavunun ailesinden |
9. | yesûmûne-kum | : sizi zorluyorlar, maruz bırakıyorlar |
10. | sûe el azâbi | : kötü azaba |
11. | ve yuzebbihûne | : ve boğazlıyorlar (öldürüyorlar) |
12. | ebnâe-kum | : sizin oğullarınız |
13. | ve yestahyûne | : ve canlı bırakıyorlar (sağ) |
14. | nisâe-kum | : hanımlarınızı, kadınlarınızı |
15. | ve fî zâlikum | : ve bunlarda vardır |
16. | belâun | : bir imtihan |
17. | min rabbi-kum | : Rabbinizden |
18. | azîmun | : azîm, büyük |
٧
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَءِنْ شَكَرْتُمْ لَاَزيدَنَّكُمْ وَلَءِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَابى لَشَديدٌ
(7) ve iz teezzene rabbüküm le in şekertüm le ezidenneküm ve le in kefertüm inne azabi leşedid
o zaman Rabbiniz şöyle ilan etmişti eğer şükür ederseniz kesinlikle size (nimetimi) ziyadeleştiririm eğer nankörlük ederseniz şüphesiz azabım çok şiddetlidir
1. | ve iz te’ezzene | : ve bildirmişti, duyurmuştu |
2. | rabbu-kum | : sizin Rabbiniz |
3. | le in | : eğer gerçekten |
4. | şekertum | : şükrettiniz |
5. | le ezîdenne-kum | : mutlaka, elbette size artırırım |
6. | ve le in | : ve eğer |
7. | kefertum | : inkâr ettiniz |
8. | inne | : muhakkak |
9. | azâbî | : benim azabım |
10. | le şedîdun | : mutlaka çok şiddetli |
٨
وَقَالَ مُوسى اِنْ تَكْفُرُوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِى الْاَرْضِ جَميعًا فَاِنَّ اللّهَ لَغَنِىٌّ حَميدٌ
(8) ve kale musa in tekfüru entüm ve men fil erdi cemian fe innellahe le ğaniyyün hamid
Musa dedi ki eğer nankörlük ederseniz siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi şüphesiz Allah müstağni, zatında övülmeye layıktır
1. | ve kâle | : ve dedi |
2. | mûsâ | : Musa |
3. | in tekfurû | : eğer inkâr ederseniz |
4. | entum | : siz |
5. | ve men | : ve kimse |
6. | fî el ardı | : yeryüzünde |
7. | cemî’an | : tümü, hepsi |
8. | fe | : o zaman |
9. | inne allâhe | : muhakkak Allah |
10. | le ganiyyun | : ganidir, ihtiyacı yoktur, muhtaç değildir |
11. | hamîdun | : kendisine hamdedilendir |
٩
اَلَمْ يَاْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذينَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّهُ جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّوا اَيْدِيَهُمْ فى اَفْوَاهِهِمْ وَقَالُوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَا اُرْسِلْتُمْ بِه وَاِنَّا لَفى شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَنَا اِلَيْهِ مُريبٍ
(9) elem ye’tiküm nebeüllezine min kabliküm kavmi nuhiv ve adiv ve semud vellezine mim ba’dihim la ya’lemühüm illallah caethüm rusülühüm bil beyyinati fe raddu eydiyehüm fi efvahihim ve kalu inna kefarna bima ürsiltüm bihi ve inna le fi şekkim mimma ted’unena ileyhi mürib
o kimselerin haberi size gelmedi mi? sizden önceki nuh kavminin ad ve semud’un ve onlardan sonrakilerin ki onları Allah’tan başkası bilmez onlara gelmişti resulleri mucizelerle hemen ellerini ağızlarına götürdüler ve dediler ki şüphesiz inkar ediyoruz biz sizinle gönderilen o şeyi ve gerçekten bizi davet ettiğiniz şeyden de şüphe içindeyiz ondan kuşkudayız
1. | e lem ye’ti-kum | : size gelmedi mi |
2. | nebeu ellezîne | : o kimselerin haberi |
3. | min kabli-kum | : sizden önce |
4. | kavmi nûhın | : Nuh’un kavmi |
5. | ve âdin | : ve |
6. | ve semûde | : ve |
7. | ve ellezîne | : ve o kimseler |
8. | min ba’di-him | : onlardan sonra |
9. | lâ ya’lemu-hum | : onları bilmez |
10. | illâ allâhu | : Allah’tan başkası |
11. | câet-hum | : onlara geldi |
12. | rusulu-hum | : resûlleri |
13. | bi el beyyinâti | : beyyinelerle (delillerle) |
14. | fe reddû | : döndürdüler, götürdüler |
15. | eydiye-hum | : ellerini |
16. | fî efvâhi-him | : ağızlarına |
17. | ve kâlû | : ve dediler |
18. | innâ | : muhakkak biz |
19. | kefernâ | : inkâr ettik |
20. | bi mâ ursiltum | : gönderildiğiniz şeyi |
21. | bi-hi | : onunla |
22. | ve innâ | : ve muhakkak biz |
23. | le fî şekkin | : mutlaka şüphe içinde |
24. | mimmâ (min mâ) | : şeyden |
25. | ted’ûne-nâ | : bizi davet ediyorsun |
26. | ileyhi | : ona |
27. | murîbin | : tatmin etmeyen, şüpheli olan, tereddüt edilen |
١٠
قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِى اللّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلى اَجَلٍ مُسَمًّى قَالُوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا تُريدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ ابَاؤُنَا فَاْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُبينٍ
(10) kalet rusülühüm e fillahi şekkün fatiris semavati vel ard yed’uküm li yağfira leküm min zünubiküm ve yüehhiraküm ila ecelim müsem kalu in entüm illa beşerum mislüna türidune en tesudduna amma kane ya’büdü abaüna fe’tuna bi sültanim mübin
resulleri onlara dedi ki Allah’ın zatından şüpheniz mi var? semaları ve arzı yaratan o sizi davet ediyor sizin günahlarınızın bağışlanması için size tehir ediyor belli bir vakte kadar da (azabı) dediler ki siz de sadece bizim gibi bir beşersiniz bizi çevirmek mi istiyorsunuz? babalarımızın taptıkları şeylerden o halde bize getirin açık bir delil
1. | kâlet | : dedi |
2. | rusulu-hum | : onların resûlleri |
3. | e fî allâhi | : Allah hakkında mı |
4. | şekkun | : bir şüphe |
5. | fâtırı es semâvâti | : semaları yaratan |
6. | ve el ardı | : ve arzı (yeryüzünü) |
7. | yed’û-kum | : sizi davet ediyor |
8. | li yagfire | : mağfiret etmek için |
9. | lekum | : sizi |
10. | min zunûbi-kum | : günahlarınızdan |
11. | ve yuahhıre-kum | : ve sizi tehir ediyor, erteliyor, mühlet veriyor |
12. | ilâ ecelin | : bir zamana kadar |
13. | musemmen | : belirli |
14. | kâlû | : dediler |
15. | in entum | : siz, eğer iseniz |
16. | illâ | : ancak, sadece |
17. | beşerun | : bir beşer |
18. | mislu-nâ | : bizim gibi |
19. | turîdûne | : istiyorsunuz |
20. | en tesuddû-nâ | : bizi men etmek, alıkoymak |
21. | ammâ (an mâ) | : şey(ler)den |
22. | kâne | : oldu, idi |
23. | ya’budu | : ibadet ediyorlar |
24. | âbâu-nâ | : babalarımız |
25. | fe’tû-nâ | : öyleyse bize getirin |
26. | bi sultânin | : bir delil, bir sultan, bir mucize |
27. | mubînin | : beyan olunan, apaçık, açıklanmış, açıkça |
Sayfa:256
١١
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلكِنَّ اللّهَ يَمُنُّ عَلى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِه وَمَا كَانَ لَنَا اَنْ نَاْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُو
(11) kalet lehüm rusülühüm in nahnü illa beşerum mislüküm ve lakinnellahe yemünnü ala mey yeşaü min ibadih ve ma kane lena en ne’tiyeküm bi sültanin illa bi iznillah ve alellahi fel yetevekkelil mü’minun
onlara resülleri dedi ki biz de sizin gibi ancak bir beşeriz lakin Allah nimetini ihsan buyurur kullarından dilediğine bizim için (mümkün) değildir size bir mucize getirmemiz ancak Allah’ın izni ile (mümkündür) mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsin
1. | kâlet | : dedi |
2. | lehum | : onlara |
3. | rusulu-hum | : onların resûlleri |
4. | in nahnu | : biz sadece |
5. | illâ | : ancak |
6. | beşerun | : beşer, insan |
7. | mislu-kum | : sizin gibi |
8. | ve lâkinne allâhe | : ve fakat Allah |
9. | yemunnu | : lütufta bulunur, ni’metlendirir |
10. | alâ | : üzerine |
11. | men yeşâu | : dilediği kimse |
12. | min ibâdi-hi | : kullarından |
13. | ve mâ kâne | : ve olmaz |
14. | lenâ | : bizim |
15. | en ne’tiye-kum | : size bizim getirmemiz |
16. | bi sultânin | : bir delil, bir mucize |
17. | illâ | : ancak, …den başka, olmaksızın |
18. | bi izni allâhi | : Allah’ın izni |
19. | ve alâ allâhi | : ve Allah’a |
20. | fel yetevekkeli | : artık tevekkül etsinler |
21. | el mu’minûne | : mü’minler |
١٢
وَمَا لَنَا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّهِ وَقَدْ هَدينَا سُبُلَنَا وَلَنَصْبِرَنَّ عَلى مَا اذَيْتُمُونَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
(12) ve ma lena ella netevekkele alellahi ve kad hedana sübülena ve lenasbiranne ala ma azeytümuna ve alellahi fel yetevekkelil mütevekkilun
ve bize ne oluyor ki Allah’a tevekkül etmeyelim gerçekten bize hidayet yollarımızı (göstermiştir) mutlaka sabredeceğiz bize yaptığınız eziyetlere ve tevekkül edenler yalnız Allah’a tevekkül etsin
1. | ve mâ lenâ | : ve niçin (neden) biz |
2. | ellâ netevekkele | : tevekkül etmeyelim |
3. | alâllâhi (alâ allahi) | : Allah’a |
4. | ve kad hedâ-nâ | : ve bizi hidayet etmiştir, ulaştırmıştır |
5. | subule-nâ | : yollarımıza |
6. | ve le nasbirenne | : ve elbette sabredeceğiz |
7. | alâ mâ | : şeylere |
8. | âzeytumû-nâ | : bize sizin yaptığınız eziyetler |
9. | ve alâllâhi (ve alâ allahi) | : ve Allah’a |
10. | fel yetevekkeli | : artık tevekkül etsinler |
11. | el mutevekkilûne | : tevekkül edenler |
١٣
وَقَالَ الَّذينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ اَرْضِنَا اَوْ لَتَعُودُنَّ فى مِلَّتِنَا فَاَوْحى اِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِمينَ
(13) ve kalellezine keferu li rusülihim le nuhricenneküm min erdina ev leteudünne fi milletina fe evha ileyhim rabbühüm le nühlikennez zalimin
küfredenler de resüllerine dedi sizi mutlaka yerinizden çıkarırız yahut bizim dinimize mutlaka dönersiniz Rableri de onlara hemen vahy etti zalimleri mutlaka helak edeceğiz
1. | ve kâle | : ve dedi |
2. | ellezîne keferû | : inkâr eden kimseler |
3. | li rusuli-him | : resûllerini |
4. | le nuhricenne-kum | : muhakkak sizi çıkaracağız |
5. | min ardı-nâ | : bizim arzımızdan, ülkemizden |
6. | ev | : veya |
7. | le teûdunne | : mutlaka döneceksiniz, dönersiniz |
8. | fî milleti-nâ | : bizim dînimize |
9. | fe evhâ | : bunun üzerine vahyetti |
10. | ileyhim | : onlara |
11. | rabbu-hum | : Rab’leri |
12. | le nuhlikenne | : mutlaka helâk edeceğiz |
13. | ez zâlimîne | : zalimler |
١٤
وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْ ذلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَامى وَخَافَ وَعيدِ
(14) ve le nüskinennekümül erda mim ba’dihim zalike li men hafe mekami ve hafe veiyd
sizi oraya muhakkak yerleştireceğiz onların ardından işte kim makamımdan korkarsa ve azap tehdidimden korkarsa
1. | ve le nuskinenne-kum | : ve sizi yerleştireceğiz |
2. | el arda | : arz, yer |
3. | min ba’di-him | : onlardan sonra |
4. | zâlike | : işte bu |
5. | li men | : kimse için |
6. | hâfe makâmî | : makamımdan korkan |
7. | ve hâfe | : ve korkan |
8. | vaîdi | : tehdidimden, vaadimden |
١٥
وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَنيدٍ
(15) vesteftehu ve habe küllü cebbarin anid
(resüller) fetih istediler ve hüsrana uğradı bütün zorba ve inatçı zalim(ler)
1. | vesteftehû (ve isteftehû) | : ve fetih (zafer) istediler |
2. | ve hâbe | : ve kaybettiler |
3. | kullu | : her, bütün, hepsi |
4. | cebbârin | : zorba, zorlayıcı |
5. | anîdin | : inatçı, bile bile haktan yüz çeviren |
١٦
مِنْ وَرَاءِه جَهَنَّمُ وَيُسْقى مِنْ مَاءٍ صَديدٍ
(16) miv veraihi cehennemü ve yüska mim main sadid
onun arkasından cehennem (vardır) ve irinli sudan içirtilecektir
1. | min verâi-hi | : onun arkasında, ardında |
2. | cehennemu | : cehennem |
3. | ve yuskâ | : ve içirirler |
4. | min mâin | : sudan |
5. | sadîdin | : irin, kanla karışık mayi (sıvı) |
١٧
يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُسيغُهُ وَيَاْتيهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍ وَمِنْ وَرَاءِه عَذَابٌ غَليظٌ
(17) yetecerrauhu ve la yekadü yüsiğuhu ve ye’tihil mevtü min külli mekaniv ve ma hüve bi meyyit ve miv veraihi azabün ğaliyz
o irini yudumlayacak ama onu (boğazından) kolayca yutup geçiremeyecek ölüm ona her mekandan gelecek fakat o ölmeyecek ve onun ardından da çok büyük azap (vardır)
1. | yetecerreu-hu | : onu yutmaya çalışır (çalışacak) |
2. | ve lâ yekâdu | : ve olmayacak, olamayacak |
3. | yusîgu-hu | : onu boğazdan kolayca geçirir |
4. | ve ye’tî-hi el mevtu | : ve ona ölüm gelecek |
5. | min kulli mekânin | : heryerden, her mekândan |
6. | ve mâ | : ve olmaz, olamaz |
7. | huve | : o |
8. | bi meyyitin | : ölü |
9. | ve min verâi-hi | : ve onun arkasından |
10. | azâbun | : bir azap |
11. | galîzun | : ağır, galiz |
١٨
مَثَلُ الَّذينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّيحُ فى يَوْمٍ عَاصِفٍ لَايَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلى شَىْءٍ ذلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعيدُ
(18) meselüllezine keferu bi rabbihim a’malühüm keramadinişteddet bihir rihu fi yevmin asif le yakdirune mimma kesebu ala şey’ zalike hüved dalalül beiyd
kafirlerin misali Rabbinin yanında amelleri şiddetle savrulan küle benzer fırtınalı bir günde rüzgarın, ellerine geçiremezler kazandıklarından hiçbir şeyi işte bu çok uzak sapıklıktır
1. | meselu | : mesele, durum |
2. | ellezîne keferû | : inkâr edenler, kâfir olanlar |
3. | bi rabbi-him | : Rab’lerini |
4. | a’mâlu-hum | : onların amelleri, yaptıkları |
5. | ke remâdin | : kül gibi |
6. | işteddet | : savurdu |
7. | bi-hi | : onu |
8. | er rîhu | : şiddetli rüzgâr |
9. | fî yevmin | : gün içinde, günde |
10. | âsıfin | : fırtına |
11. | lâ yakdirûne | : güç yetiremezler |
12. | mimmâ (min mâ) | : şeyler |
13. | kesebû | : kazandılar |
14. | alâ | : üzerine |
15. | şey’in | : şey(ler) |
16. | zâlike | : işte bu, bu |
17. | huve | : o |
18. | ed dalâlu | : dalâlet |
19. | el baîdu | : uzak |
Sayfa:257
١٩
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّهَ خَلَقَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ اِنْ يَشَاْ يُذْهِبْكُمْ وَيَاْتِ بِخَلْقٍ جَديدٍ
(19) e lem tera ennellahe halekas semavati vel erda bil hakk iy yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti bi halkın cedid
görmedin mi? gerçekten Allah yaratmıştır gökleri ve yeri hak olarak eğer dilerse sizi yok eder ve yeni yarattığı kullarını getirir
1. | e lem tere | : görmüyor musun |
2. | enne allâhe | : muhakkak ki Allah |
3. | halaka | : yarattı |
4. | es semâvâti | : gökleri, semaları |
5. | ve el arda | : ve yeryüzü, arz |
6. | bi el hakkı | : hak ile |
7. | in yeşa’ | : eğer o dilerse |
8. | yuzhib-kum | : sizi giderir, yokeder |
9. | ve ye’ti | : ve getirir |
10. | bi halkın | : bir yaratma ile, halketme ile |
11. | cedîdin | : yeni |
٢٠
وَمَا ذلِكَ عَلَى اللّهِ بِعَزيزٍ
(20) ve ma zalike alellahi bi aziz
bu Allah’a göre güç (bir şey) değildir
1. | ve mâ | : ve değildir |
2. | zâlike | : işte bu, bu |
3. | alâllâhi (alâ allahi) | : Allah’a |
4. | bi azîzin | : güç, zor, büyük (bir iş) |
٢١
وَبَرَزُوا لِلّهِ جَميعًا فَقَالَ الضُّعَفؤُا لِلَّذينَ اسْتَكْبَرُوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّهِ مِنْ شَىْءٍ قَالُوا لَوْ هَدينَا اللّهُ لَهَدَيْنَاكُمْ سَوَاءٌ عَلَيْنَا اَجَزِعْنَا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَحيصٍ
(21) ve berazu lillahi cemian fe kaled duafaü lillezinestekberu inna künna leküm tebean fe hel entüm muğnune anna min azabillahi min şey’ kalu lev hedanellahü le hedeynaküm sevaün aleyna ecezi’na em saberna ma lena mim mehiys
hepsi Allah’ın huzuruna çıkarılacaklar hemen diyecekler ki zayıf olanlar büyüklük taslayanlara şüphesiz biz size tabi idik siz, bizden kaldırabilir misiniz? Allah’ın azabından bir şeyi derler velev Allah bize hidayet verseydi size doğru yolu gösterirdik artık bizim için müsavidir sızlansak da yahut sabır etsek de bizim için bir kaçış yeri yoktur
1. | ve berezû | : ve çıktılar |
2. | li allahi | : Allah’a, Allah’ın huzuruna |
3. | cemîan | : hepsi |
4. | fe kâle | : o zaman, dediler |
5. | ed duafâu | : zayıflar, güçsüzler |
6. | li ellezîne istekberû | : kibirlenen kimselere |
7. | in-nâ | : muhakkak ki biz |
8. | kunnâ | : biz olduk |
9. | lekum | : size |
10. | tebean | : tâbî |
11. | fe hel | : artık, şu an, şimdi, mi |
12. | entum | : siz |
13. | mugnûne | : giderenler, uzaklaştıranlar |
14. | annâ | : bizden |
15. | min azâbi allâhi | : Allah’ın azabından |
16. | min şey’in | : bir şeyden, bir şeyi |
17. | kâlû | : dediler |
18. | lev | : eğer, şâyet |
19. | hedâ-na allâhu | : Allah bizi hidayete erdirdi |
20. | le hedeynâ-kum | : elbette biz sizi hidayete erdirdik |
21. | sevâun | : eşittir, birdir |
22. | aleynâ | : bize göre, bizim için |
23. | e cezi’nâ | : feryat mı ettik |
24. | em sabernâ | : yoksa sabır mı ettik |
25. | mâ lenâ | : bize yoktur |
26. | min mahîsın | : kaçacak yer |
٢٢
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِىَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِىَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لى فَلَا تَلُومُونى وَلُومُوا اَنْفُسَكُمْ مَا اَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِىَّ اِنّى كَفَرْتُ بِمَا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُ اِنَّ الظَّالِمينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ
(22) ve kaleş şeytanü lemma kudiyel emru innellahe veadeküm va’del hakkı ve veadtüküm fe ahleftüküm ve ma kane liye aleyküm min sültanin illa en deavtüküm festecebtüm li fe la telumuni ve lumu enfüseküm ma ene bi musrihiküm ve ma entüm bi musrihiyy inni kefertü bima eşraktümuni min kabl innez zalimine lehüm azabün elim
şeytan der ki emir (yerine getirilip) hüküm verilince şüphesiz Allah size hakkı vaat etti ben de size vaat ettim ancak size (vaat ettiğimin) tersi oldu benim yoktu sizin üzerinizde bir hakimiyetim ancak sizi davet ettim (siz de) hemen bana icabet ettiniz artık beni kınamayın kendi nefislerinizi kınayın ben sizin yardım çağrınıza gelemem siz de benim imdadıma gelemezsiniz gerçekten ben tanımadım daha önce ortak koştuğunuz şeyleri muhakkak ki zalimlere elim azap (vardır)
1. | ve kâle eş şeytânu | : ve şeytan dedi |
2. | lemmâ | : olduğu zaman |
3. | kudıye el emru | : emir yerine getirildi, tamamlandı |
4. | innallâhe (inne allâhe) | : muhakkak Allah |
5. | veade-kum | : size vaadetti |
6. | va’de el hakkı | : hakkın vaadi |
7. | ve veadtu-kum | : ve size vaadettim |
8. | fe ahleftu-kum | : size verdiğim sözden hilâf ettim (vaadimden döndüm) |
9. | ve mâ kâne | : ve olmadı, yoktu |
10. | liye | : benim |
11. | aleykum | : sizin üzerinizde |
12. | min sultânin | : yaptırım gücü, bir sultan, bir kuvvet, bir güç |
13. | illâ en | : ancak, sadece |
14. | deavtu-kum | : sizi davet ettim |
15. | fe istecebtum | : böylece siz icabet ettiniz |
16. | lî | : bana |
17. | fe lâ telûmû-nî | : artık beni kınamayın, levmetmeyin |
18. | ve lûmû | : ve kınayın, levmedin |
19. | enfuse-kum | : sizin nesflerinizi (kendinizi) |
20. | mâ | : değil |
21. | ene | : ben |
22. | bi musrihi-kum | : sizin yardımcınız (size yardım eden) |
23. | ve mâ entum | : ve siz değilsiniz |
24. | bi musrıhıyye | : benim yardımcım (bana yardım eden) |
25. | innî | : muhakkak ben |
26. | kefertu | : inkâr ettim |
27. | bi mâ | : şeyi |
28. | eşrektumû-ni | : beni ortak koşmanız |
29. | min kablu | : önceden, daha önce |
30. | inne ez zâlimîne | : muhakkak zalimler |
31. | lehum | : onlara vardır, onlar için vardır |
32. | azâbun elîmun | : acı azap |
٢٣
وَاُدْخِلَ الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْ تَحِيَّتُهُمْ فيهَا سَلَامٌ
(23) ve üdhilel lezine amenu ve amilussalihati cennatin tecri min tahtihel enharu halidine fiha bi izni rabbihim tehiyyetühüm fiha selam
koyacağım iman edip salih amel işleyenleri altından nehirler akan cennetlere orada ebedi kalacaklar Rablerinin izni ile onlara sağlık ve selam (vardır)
1. | ve udhile | : ve dahil edilirler, konulurlar |
2. | ellezîne | : o kimseler |
3. | âmenû | : ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler, âmenû olanlar |
4. | ve amilû es sâlihâti | : ve nefsi ıslâh edici amel işleyenler |
5. | cennâtin | : cennetler |
6. | tecrî | : akar |
7. | min tahti-hâ | : onun altından |
8. | el enhâru | : nehirler |
9. | hâlidîne | : ebedî kalırlar |
10. | fî hâ | : orada |
11. | bi izni | : izni ile |
12. | rabbi-him, | : Rab’lerinin |
13. | tehıyyetu-hum | : onların tahiyyeleri (temennileri, iltifatları, duaları, esenlik dilekleri) |
14. | fî hâ | : orada |
15. | selâmun | : selâmdır |
٢٤
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِى السَّمَاءِ
(24) e lem tera keyfe darabellahü meselen kelimeten tayyibeten ke şeceratin tayyibetin aslüha sabitüv ve fer’uha fis sema’
görmedin mi? Allah nasıl güzel bir misal getirdi hoş güzel kelimeyi hoş güzel bir ağaca benzetti kökü yere sabit dalı ve budakları semada
1. | e lem tere | : görmedin mi |
2. | keyfe | : nasıl |
3. | darabe allâhu meselen | : Allah örnek (misal) verdi |
4. | kelimeten | : bir söz, bir kelime |
5. | tayyibeten | : güzel |
6. | ke şeceretin | : bir ağaç gibi |
7. | tayyibetin | : güzel |
8. | aslu-hâ | : onun kökü, aslı |
9. | sâbitun | : sabit |
10. | ve fer’u-hâ | : ve onun dalı |
11. | fî es semâi | : semada |
Sayfa:258
٢٥
تُؤْتى اُكُلَهَا كُلَّ حينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللّهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
(25) tü’ti üküleha külle hiynim bi izni rabbiha ve yadribüllahül emsale lin nasi leallehüm yetezekkerun
(o ağaç) her zaman yemişini verir Rabbinin izni ile Allah getirir insanlara böyle misaller olur ki onlar düşünürler
1. | tu’tî | : verir |
2. | ukule-hâ | : (onun) kendi meyvesi |
3. | kulle | : her |
4. | hînin | : zaman, vakit |
5. | bi izni | : izni ile |
6. | rabbi-hâ | : onun Rabbinin |
7. | ve yadrıbu allâhu el emsâle | : ve Allah misal verir |
8. | li en nâsi | : insanlara |
9. | lealle-hum | : umulur ki onlar, böylece onlar |
10. | yetezekkerûne | : tezekkür ederler |
٢٦
وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَبيثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَبيثَةٍ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَالَهَا مِنْ قَرَارٍ
(26) ve meselü kelimetin habisetin ke şeceratin habisetin ictüsset min fevkil erdi ma leha min karar
habis bir kelimenin misali habis bir ağaç gibidir kökünden sökülmüş yerin üstünde O sabit de duramaz
1. | ve meselu | : ve örnek, misal, durum |
2. | kelimetin | : bir söz, bir kelime |
3. | habîsetin | : kötü, habis, fena, çirkin |
4. | ke şeceretin | : bir ağaç gibi |
5. | habîsetin | : kötü, habis, fena, çirkin |
6. | ictusset | : kökünden koparıldı |
7. | min fevkı el ardı | : yerin üstünden |
8. | mâ lehâ | : onun (için) yoktur |
9. | min karârin | : sabit duramaz, denge, kararlılık |
٢٧
يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذينَ امَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِى الْحَيوةِ الدُّنْيَا وَفِى الْاخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاءُ
(27) yüsebbitüllahül lezine amenu bil kavlis sabiti fil hayatid dünya ve fil ahirah ve yüdilüllahüz zalimine ve yef’alüllahü ma yeşa’
Allah sebat verir iman edenleri sağlam sözlerinden dolayı dünya hayatında, ahiret hayatında (da) Allah zalimleri şaşırtır ve Allah dilediğini yapar
1. | yusebbitu allâhu | : Allah sebat ettirir |
2. | ellezîne âmenû | : ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyen kimseler, âmenû olanlar |
3. | bi el kavli es sâbiti | : sabit söz ile |
4. | fî el hayâti ed dunyâ | : dünya hayatında |
5. | ve fî el âhıreti | : ve ahirette |
6. | ve yudıllu allâhu | : ve Allah dalâlette bırakır |
7. | ez zâlimîne | : zalimler |
8. | ve yef’alu allâhu | : ve Allah yapar |
9. | mâ yeşâu | : dilediği şeyi |
٢٨
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّهِ كُفْرًا وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ
(28) e lem tera ilellezine beddelu ni’metellahi küfrav ve ehallu kavmehüm daral bevar
o kimseleri görmüyor musunuz? Allah’ın nimetini küfürle değiştirdiler ve kavimlerini yerleştirdiler helak yurduna
1. | e lem tere | : görmedin mi |
2. | ilellezîne (ilâ ellezîne) | : o kimseleri |
3. | beddelû | : bedel, karşılık |
4. | ni’mete allâhi | : Allah’ın ni’meti |
5. | kufren | : küfür, inkâr |
6. | ve ehallû | : ve ikamet etmek üzere götürdüler, ikamet ettirdiler |
7. | kavme-hum | : onların kavimleri |
8. | dâre | : yurt |
9. | el bevâri | : yok olma, helâk olma |
٢٩
جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا وَبِءْسَ الْقَرَارُ
(29) cehennem yaslevneha ve bi’sel karar
(o yer) cehennemdir oraya gireceklerdir ne kötü bir karargahtır!
1. | cehenneme | : cehennem |
2. | yaslevne-hâ | : ona (ateşe) yaslanırlar, maruz kalırlar |
3. | ve bi’se | : ve ne kötü |
4. | el karâru | : karar yeri, yerleşme mekânı, karar kılınan yer |
٣٠
وَجَعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا لِيُضِلُّوا عَنْ سَبيلِه قُلْ تَمَتَّعُوا فَاِنَّ مَصيرَكُمْ اِلَى النَّارِ
(30) ve cealu lillahi endadel li yüdillu an sebilih kul temetteu fe inne mesiyraküm ilen nar
Allah’a denk ilahlar yaptılar onun yolundan sapıtmak için biraz daha faydalanın de şüphesiz sizin varacağınız yer cehennemdir
1. | ve cealû | : ve kıldılar |
2. | li allâhi | : Allah’a |
3. | endâden | : eşler, denkler |
4. | li yudıllû | : saptırmak için |
5. | an sebîli-hi | : onun yolundan |
6. | kul | : de, söyle |
7. | temetteû | : metalanın, faydalanın, refah içinde olun |
8. | fe inne | : artık mutlaka |
9. | masîre-kum | : sizin dönüşünüz |
10. | ilâ en nâri | : ateşe |
٣١
قُلْ لِعِبَادِىَ الَّذينَ امَنُوا يُقيمُوا الصَّلوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَاْتِىَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ فيهِ وَلَا خِلَالٌ
(31) kul li ibadiyellezine amenu yükiymus salate ve yünfiku mimma razaknahüm sirrav ve alaniyetem min kabli ey ye’tiye yevmül la bey’un fihi ve la hilal
iman etmiş olan kullarıma söyle namazlarını dosdoğru kılsınlar infak etsinler kendilerine rızık olarak verdiklerimiz şeylerden gizli ve aşikar olarak bir gün gelmeden önce içinde alışveriş ve dostluk olmayan
1. | kul | : de, söyle |
2. | li ibâdiye | : kullarıma |
3. | ellezîne âmenû | : Allah’a ulaşmayı dileyenler, âmenû olanlar |
4. | yukîmu es salâte | : namazı ikame ederler |
5. | ve yunfikû | : ve infâk ederler |
6. | mimmâ (min mâ) | : şeyden |
7. | razaknâ-hum | : onları rızıklandırdık |
8. | sirren | : gizli |
9. | ve alâniyeten | : ve açık olarak |
10. | min kabli | : önceden |
11. | en ye’tiye | : gelmesi |
12. | yevmun | : o gün |
13. | lâ bey’un | : alışveriş olmayan |
14. | fîhi | : orada, onda |
15. | ve lâ | : ve yoktur |
16. | hilâlun | : dostluk, arkadaşlık |
٣٢
اَللّهُ الَّذى خَلَقَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِه مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِىَ فِى الْبَحْرِ بِاَمْرِه وَسَخَّرَ لَكُمُ الْاَنْهَارَ
(32) allahüllezi halekas semavati vel erda ve enzele mines semai maen fe ahrace bihi mines semerati rizkal leküm ve sehhara lekümül fülke li tecriye fil bahri bi emrih ve sehhara lekümül enhar
o Allah ki semaları ve arzı yarattı ve semadan su indirdi onunla çıkardı sonra size rızık olarak mahsuller gemileri size musahhar kıldı akıp gitmesi için o’nun emri ile denizde nehirleri de musahhar kıldı
1. | allâhu ellezî | : Allah, ki o |
2. | halaka es semâvâti | : semaları yarattı |
3. | ve el arda | : ve yeryüzü, arz |
4. | ve enzele | : ve indirdi |
5. | min es semâi | : semadan, gökyüzünden |
6. | mâen | : su |
7. | fe ahrece | : böylece çıkardı |
8. | bi-hi | : onunla |
9. | min es semerâti | : ürünlerden |
10. | rızkan | : rızık olarak |
11. | lekum | : size, sizin için |
12. | ve sehhare lekum | : ve sizin emrinize verdi, emrinize amade kıldı, musahhar kıldı |
13. | el fulke | : gemiler |
14. | li tecriye | : akıp gitmesi için |
15. | fî el bahri | : denizde |
16. | bi emri-hi | : onun emri ile |
17. | ve sehhare lekum | : ve sizin emrinize verdi, emrinize amade kıldı, musahhar kıldı |
18. | el enhâra | : nehirler |
٣٣
وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَاءِبَيْنِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ
(33) ve sehhara lekümüş şemse vel kamera daibeyn ve sehhara lekümül leyle ven nehar
size musahhar kılmıştır hareketleri daimi olan güneş ve ay’ı da sizin için musahhar kılmıştır ve yine geceyi ve gündüzü de
1. | ve sehhare | : ve boyun eğdirdi, emre amade kıldı, musahhar kıldı |
2. | lekum | : sizin için |
3. | eş şemse | : güneş |
4. | ve el kamere | : ve ay |
5. | dâibeyni | : ikisi de adet üzere (sünnetullah ile) devamlı hareket halinde |
6. | ve sehhare | : ve emre amade kıldı, musahhar kıldı |
7. | lekum | : sizin için |
8. | el leyle | : gece |
9. | ve en nehâra | : ve gündüz |
Sayfa:259
٣٤
وَاتيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّهِ لَا تُحْصُوهَا اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ
(34) ve ataküm min külli ma seeltümuh ve in teudu ni’metellahi la tuhsuha innel insane le zalumün keffar
ve size vermiştir o istediğiniz her şeyi de eğer Allah’ın nimetlerini sayarsanız onu tespit edip kavrayamazsınız muhakkak insan çok zalim çok nankördür
1. | ve âtâ-kum | : ve size verdi |
2. | min kulli | : hepsinden |
3. | mâ se’eltumû-hu | : sizin ondan istediğiniz şey |
4. | ve in teuddû | : ve eğer sayarsanız |
5. | ni’mete allâhi | : Allah’ın ni’meti |
6. | lâ tuhsû-hâ, | : onu sayamazsınız |
7. | inne el insâne | : muhakkak insan |
8. | le zalûmûn | : gerçekten çok zalim |
9. | keffârun | : çok nankör, kuvvetle inkâr eden |
٣٥
وَاِذْ قَالَ اِبْرهيمُ رَبِّ اجْعَلْ هذَا الْبَلَدَ امِنًا وَاجْنُبْنى وَبَنِىَّ اَنْ نَعْبُدَ الْاَصْنَامَ
(35) ve iz kale ibrahimü rabbic’al hazel belede aminev vecnübni ve beniyye en na’büdel asnam
o zaman İbrahim dedi ki Rabbim bu beldeyi emin kıl beni ve oğullarımı uzak tut, putlara tapmaktan
1. | ve iz kâle | : ve demişti |
2. | ibrâhîmu | : İbrâhîm |
3. | rabbi ic’al | : Rabbim kıl, yap |
4. | hâze el belede | : bu şehir, bu belde |
5. | âminen | : emniyetli, emin |
6. | vecnubnî (ve ucnub-nî) | : ve beni uzaklaştır, içtinab ettir |
7. | ve beniyye | : ve oğullarımı |
8. | en na’bude | : bizim tapmamız |
9. | el asnâme | : putlara |
٣٦
رَبِّ اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَثيرًا مِنَ النَّاسِ فَمَنْ تَبِعَنى فَاِنَّهُ مِنّى وَمَنْ عَصَانى فَاِنَّكَ غَفُورٌ رَحيمٌ
(36) rabbi innehünne adlelne kesiram minen nas fe men tebiani fe innehu minni ve men asani fe inneke ğafurur rahiym
Rabbim şüphesiz o putlar insanların çoğunu şaşırttılar bundan sonra kim bana uyarsa işte o bendendir ve kim de bana isyan ederse artık sen çok bağışlayan merhamet edensin
1. | rabbi | : Rabbim |
2. | innehunne | : muhakkak onlar, gerçekten onlar |
3. | adlelne | : saptırdılar, dalâlete düşürdüler |
4. | kesîren | : çoğunu |
5. | min en nâsi | : insanlardan |
6. | fe men | : artık kim |
7. | tebia-nî | : bana tâbî olur |
8. | fe inne-hu | : o zaman muhakkak o |
9. | min-nî | : bendendir |
10. | ve men | : ve kim |
11. | asâ-nî | : bana asi olursa, isyan ederse |
12. | fe inne-ke | : o zaman muhakkak sen |
13. | gafûrun | : mağfiret sahibisin |
14. | rahîmun | : rahmet nuru gönderensin, rahmet edensin |
٣٧
رَبَّنَا اِنّى اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتى بِوَادٍ غَيْرِ ذى زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقيمُواالصَّلوةَ فَاجْعَلْ اَفِْدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْوى اِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ
(37) rabbena inni eskentü min zürriyyeti bi vadin ğayri zi zer’in inde beytikel muharrami rabbena li yükiymus salate fec’al ef’idetem minen nasi tehvi ileyhim verzukhüm mines semerati leallehüm yeşkürun
ey Rabbimiz! gerçekten ben zürriyetimi yerleştirdim ekin bitmez bir vadiye senin haremi şerifine yakın (bir yere) ey Rabbimiz! namazı dosdoğru kılsınlar diye bundan böyle insanların gönüllerini oraya meylettir ve mahsullerinden onları rızıklandır olur ki onlar şükür ederler
1. | rabbe-nâ | : Rabbimiz |
2. | innî | : muhakkak ben |
3. | eskentu | : yerleştirdim, iskân ettim |
4. | min zurriyyetî | : zürriyetimden |
5. | bi vâdin | : bir vadiye |
6. | gayri | : olmayan |
7. | zî zer’ın | : ekine sahip |
8. | inde | : yanında |
9. | beyti-ke el muharremi | : senin Beyt-i Haram’ın |
10. | rabbe-nâ | : Rabbimiz |
11. | li yukîmu es salâte | : (namazı ikame etmek için) namazı ikame etsinler |
12. | fec’al (fe ic’al) | : böylece kıl |
13. | ef’ideten | : gönüller |
14. | min en nâsi | : insanlardan |
15. | tehvî | : sen meylettir |
16. | ileyhim | : onlara |
17. | verzuk-hum | : ve onları rızıklandır |
18. | min es semerâti | : ürünlerden |
19. | lealle-hum | : umulur ki onlar, böylece onlar |
20. | yeşkurûne | : şükrederler |
٣٨
رَبَّنَا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفى وَمَا نُعْلِنُ وَمَا يَخْفى عَلَى اللّهِ مِنْ شَىْءٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا فِى السَّمَاءِ
(38) rabbena inneke ta’lemü ma nuhfi ve ma nu’lin ve ma yahfa alellahi min şey’in fil erdi ve la fis sema’
ey Rabbimiz! muhakkak sen gizlediğimizi de açıkladığımızı da bilirsin Allah’a hiçbir şey gizli değildir göklerde ve yerde (hiçbir şey o’na gizli) kalmaz
1. | rabbe-nâ | : Rabbimiz |
2. | inne-ke | : muhakkak sen |
3. | ta’lemu | : bilirsin |
4. | mâ nuhfî | : gizlediğimiz şeyleri |
5. | ve mâ nu’linu | : ve açıkladığımız (aleni olan) şeyler |
6. | ve mâ yahfâ | : ve gizli değildir (olmaz) |
7. | alâllâhi (alâ allahi) | : Allah’a |
8. | min şey’in | : bir şey |
9. | fî el ardı | : yeryüzünde |
10. | ve lâ | : ve değildir |
11. | fî es semâi | : semada |
٣٩
اَلْحَمْدُ لِلّهِ الَّذى وَهَبَ لى عَلَى الْكِبَرِ اِسْمعيلَ وَاِسْحقَ اِنَّ رَبّى لَسَميعُ الدُّعَاءِ
(39) elhamdü lillahil lezi vehebe li alel kiberi ismaiyle ve ishak inne rabbi le semiud düa’
Allah’a hamd olsun bana hibe eden o ki ihtiyarlık halimde ismail ve ishak’ı şüphesiz Rabbim duayı işitendir
1. | el hamdu li allâhi | : hamd Allah’a aittir, hamd Allah’adır, Allah’a mahsustur |
2. | ellezî | : ki o |
3. | vehebe | : bağışladı, hibe etti |
4. | lî | : bana |
5. | alâ | : üzerine |
6. | el kiberi | : ihtiyarlık |
7. | ismâîle | : İsmail |
8. | ve ishâka | : ve İshak |
9. | inne | : muhakkak |
10. | rabbî | : benim Rabbim |
11. | le semîu ed duâi | : duayı mutlaka işitendir |
٤٠
رَبِّ اجْعَلْنى مُقيمَ الصَّلوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّتى رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ
(40) rabbic’alni mükiymes salati ve min zürriyyeti rabbena ve tekabbel düa’
ey Rabbim! beni namazıma müdavin kıl ve zürriyetimden gelecekleri de ey Rabbimiz! duamı kabul buyur
1. | rabbic’alnî (rabbi ic’al-nî) | : Rabbim beni kıl |
2. | mukîme | : ikame eden |
3. | es salâti | : namaz |
4. | ve min zurriyyetî | : ve zürriyetimden, zürriyetimi |
5. | rabbe-nâ | : bizim Rabbimiz |
6. | ve tekabbel | : ve kabul et |
7. | duâi | : duamı |
٤١
رَبَّنَا اغْفِرْ لى وَلِوَالِدَىَّ وَلِلْمُؤْمِنينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ
(41) rabbenağfir li ve li valideyye ve lil mü’minine yevme yekumül hisab
ey Rabbimiz! bağışla beni, annemi, babamı ve mü’minleri hesap için kaldıracağın günde
1. | rabbe-nâ | : Rabbimiz |
2. | igfir-lî | : beni mağfiret et |
3. | ve li vâlideyye | : ve, annemi ve babamı |
4. | ve li el mu’minîne | : ve mü’minleri |
5. | yevme | : gün |
6. | yekûmu | : yapılır (ikame edilir) |
7. | el hisâbu | : hesap |
٤٢
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فيهِ الْاَبْصَارُ
(42) ve la tahsebennellahe ğafilen amma ya’melüz zalimun innema yüehhiruhüm li yevmin teşhasu fihil ebsar
Allah’ı sakın gafil sanma zalimlerin yaptıklarından ancak onları tehir eder gözlerin ona dehşetle bakacağı o güne
1. | ve lâ tahsebenne allâhe | : ve Allah’ı sanma, zannetme |
2. | gâfilen | : gâfil, bilmeyen |
3. | ammâ (an mâ) | : şeyden |
4. | ya’melu | : yapıyorlar |
5. | ez zâlimûne | : zalimler |
6. | innemâ | : sadece, yalnız |
7. | yuahhiru-hum | : onları tehir eder (erteler) |
8. | li yevmin | : o güne |
9. | teşhasu | : (gördüğü şeyin dehşetinden) açık kalır |
10. | fî-hi | : onda |
11. | el ebsâru | : gözler |
Sayfa:260
٤٣
مُهْطِعينَ مُقْنِعى رُؤُسِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ وَاَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ
(43) mühtiiyne mükniiy ruusihim la yerteddü ileyhim tarfühüm ve ef’idetühüm heva’
başlarını dikerek (korkuyla) koşarlar kendilerine bile bakmazlar göz uçları ile onların gönülleri de bomboştur
1. | muhtiîne | : hızla gidenler, koşanlar |
2. | mukniî | : kaldıranlar, dik tutanlar (gözleri bir şeye doğru devamlı bakar şekilde) |
3. | ruûsi-him | : onların başları, başlarını |
4. | lâ yerteddu | : dönmez, dönemez, çevrilmez |
5. | ileyhim | : onlara, kendilerine |
6. | tarfu-hum, | : onların bakışları |
7. | ve ef’idetu-hum | : ve onların kalpleri |
8. | hevâun | : heva (hevesler), nefsin afetleri (vardır) |
٤٤
وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَاْتيهِمُ الْعَذَابُ فَيَقُولُ الَّذينَ ظَلَمُوا رَبَّنَا اَخِّرْنَا اِلى اَجَلٍ قَريبٍ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَ اَوَلَمْ تَكُونُوا اَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَالَكُمْ مِنْ زَوَالٍ
(44) ve enzirin nase yevme ye’tihimül azabü fe yekulüllezine zalemu rabbena ahhir na ila ecelin karibin nücib da’veteke ve nettebiir rusül e ve lem tekunu aksem tüm min kablü ma leküm min zeval
insanları uyar o azabın geleceği günden zalim olanlar diyecek ki ey Rabbimiz! müsaade buyur bize yakın bir zamana kadar senin davetine icabet edelim resullerine tabi olalım yemin etmemiş miydiniz? sizler daha önceden sizin için zeval olmayacağına
1. | ve enzir | : ve uyar |
2. | en nâse | : insanlar |
3. | yevme | : gün |
4. | ye’tî-him | : onlara gelecek |
5. | el azâbu | : azap |
6. | fe yekûlu | : o zaman der, söyler |
7. | ellezîne zalemû | : zulmeden kimseler |
8. | rabbe-nâ | : Rabbimiz |
9. | ahhir-nâ | : bizi ertele, tehir et |
10. | ilâ ecelin | : bir süreye kadar |
11. | karîbin | : yakın |
12. | nucib | : icabet edelim |
13. | da’vete-ke | : senin davetine |
14. | ve nettebii | : ve biz tâbî olalım |
15. | er rusule | : resûllere |
16. | e ve lem tekûnû | : ve, siz olmadınız mı, siz değil misiniz |
17. | aksemtum | : yemin ettiniz (kasem ettiniz) |
18. | min kablu | : önceden, daha önce |
19. | mâ lekum | : sizin için yoktur |
20. | min zevâlin | : bir zeval, zail olma, gitme (yer değiştirme: bir yerden bir yere gitme, dünya yurdundan ahiret yurduna intikal etme) |
٤٥
وَسَكَنْتُمْ فى مَسَاكِنِ الَّذينَ ظَلَمُوا اَنْفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْاَمْثَالَ
(45) ve sekentüm fi mesakinil lezine zalemu enfüsehüm ve tebeyyene leküm keyfe fealna bihim ve darabna lekümül emsal
siz de yerleştiniz yerleştikleri yere kendi nefislerine zulüm edenlerin size açık beyan belli oldu onlara nasıl bir işlem yaptığımız size misaller gösterdik
1. | ve sekentum | : ve siz yerleştiniz |
2. | fî mesâkini | : meskenlere |
3. | ellezîne zalemû enfuse-hum | : nefslerine zulmeden kimseler |
4. | ve tebeyyene | : ve beyan edildi (açıklandı) |
5. | lekum | : size |
6. | keyfe | : nasıl (neler) |
7. | fealnâ | : yaptık |
8. | bi-him | : onlara, onları |
9. | ve darabnâ | : ve (misal) verdik |
10. | lekum | : size |
11. | el emsâle | : misaller, örnekler |
٤٦
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّهِ مَكْرُهُمْ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ
(46) ve kad mekeru mekrahüm ve indellahi mekruhüm ve in kane mekruhüm li tezule minhül cibal
gerçekten onlar hilelerini kurdular onlara Allah’ın katından mekir var isterse onların mekirleri olsun dağları oynatıp kaldıracak
1. | ve kad | : ve olmuştu |
2. | mekerû | : (hile) tuzak kurdular |
3. | mekre-hum | : onların hileleri, tuzakları |
4. | ve inde allâhi | : ve Allah’ın indindedir (katında, bilgisi vardır) |
5. | mekru-hum, | : onların tuzakları, hileleri |
6. | ve in kâne | : ve olsa bile |
7. | mekru-hum | : onların tuzakları, hileleri |
8. | li tezûle | : zail olması, yok edecek olması |
9. | min-hu | : ondan (onunla) |
10. | el cibâlu | : dağlar |
٤٧
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّهَ مُخْلِفَ وَعْدِه رُسُلَهُ اِنَّ اللّهَ عَزيزٌ ذُوانْتِقَامٍ
(47) fe la tahsebennellahe muhlife va’dihi rusüleh innellahe azizün züntikam
(o halde) Allah sakın döner sanma resüllerine olan vadinden şüphesiz Allah güçlüdür, intikam sahibidir
1. | fe | : öyleyse |
2. | lâ tahsebenne allâhe | : Allah’ı sakın sanma, zannetme |
3. | muhlife | : sözünde hilâf bulunan, vaadini yerine getirmeyen |
4. | va’di-hi | : O’nun (Allah’ın) vaadi |
5. | rusule-hu | : onun resûlleri |
6. | inne allâhe | : muhakkak Allah |
7. | azîzun | : azîzdir, yücedir |
8. | zuntikâmin (zu intikâmin) | : intikam sahibi |
٤٨
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّموَاتُ وَبَرَزُوا لِلّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
(48) yevme tübeddelül erdu gayral erdi ves semavatü ve berazu lillahil vahidil kahhar
o gün yer değişecek başka yer ve semada (başka sema olacak) tek (ve) kahredici Allah’ın huzuruna çıkacaklar
1. | yevme | : o gün |
2. | tubeddelu | : değiştirilir, bir halden (şekilden) bir başka hale (şekle) döndürülür |
3. | el ardu | : yeryüzü |
4. | gayre | : başka |
5. | el ardı | : yeryüzü |
6. | ve es semâvâtu | : ve semalar |
7. | ve berezû | : ve ortaya çıktılar |
8. | li allâhi | : Allah’a (huzuruna) |
9. | el vâhıdi | : bir (tek) olan, vahid olan |
10. | el kahhâri | : kahhar olan, kahretmeye gücü yeten |
٤٩
وَتَرَى الْمُجْرِمينَ يَوْمَءِذٍ مُقَرَّنينَ فِى الْاَصْفَادِ
(49) ve teral mücrimine yevmeizim mükarranine fil asfad
mücrimleri görürsün o gün birbirlerine bağlanıp kelepçelenmişlerdir
1. | ve tere | : ve sen görürsün |
2. | el mucrimîne | : mücrimler, suçlular |
3. | yevme izin | : izin günü |
4. | mukarrenîne | : birbirine bağlanmış olanlar |
5. | fî | : içinde |
6. | el asfâdi (el safedu) |
: bukağı, kelepçeler, zincir : (kelepçe) |
٥٠
سَرَابيلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشى وُجُوهَهُمُ النَّارُ
(50) serabilühüm min katiraniv ve tağşa vücuhehümün nar
gömlekleri katrandan ve yüzlerini ateş sarıp kaplamıştır
1. | serâbîlu-hum | : onların gömlekleri |
2. | min katırânin | : katrandan |
3. | ve tagşâ | : ve kaplamıştır, sarmıştır |
4. | vucûhe-hum | : onların yüzleri |
5. | en nâru | : ateş |
٥١
لِيَجْزِىَ اللّهُ كُلَّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ اِنَّ اللّهَ سَريعُ الْحِسَابِ
(51) li yecziyellahü külle nefsim ma kesebet innellahe seriul hisab
Allah cezalandıracaktır her nefsi kazandığı ile şüphesiz Allah’ın hesabı çok süratlidir
1. | li yecziye allâhu | : Allah’ın karşılığını (ceza veya mükâfat) vermesi içindir |
2. | kulle | : hepsi, bütünü, tamamı |
3. | nefsin | : nefs |
4. | mâ kesebet, | : kazandığı şeyler |
5. | inne allâhe | : muhakkak Allah |
6. | serîu el hısâbi | : hesabı çabuk gören |
٥٢
هذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه وَلِيَعْلَمُوا اَنَّمَا هُوَ اِلهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُولُوا الْاَلْبَابِ
(52) haza belağul lin nasi ve li yünzeru bihi ve liya’lemu ennema hüve ilahüv vahidüv ve liyezzekkera ülül elbab
bu insanlar için tebliğdir bilsinler ve bununla uyarılsınlar (Allah’ın) tek ilah olduğunu ve akıl sahipleri öğüt alsınlar
1. | hâzâ | : bu |
2. | belâgun | : bir bildiridir, duyurudur, tebliğdir |
3. | li en nâsi | : insanlar için |
4. | ve li yunzerû | : ve uyarılsınlar diye |
5. | bi-hi | : onunla |
6. | ve li ya’lemû | : ve bilsinler diye |
7. | ennemâ | : sadece, yalnız, ancak |
8. | huve | : o |
9. | ilâhun | : bir ilâhtır |
10. | vâhidun | : vahid, tek (bir tane) |
11. | ve li yezzekkere | : ve tezekkür etsinler diye |
12. | ûlu el elbâbi | : sırların sahipleri |
Reklamlar